Türkiye’deki Azınlık Sorunu ve Demokratikleşme Önündeki Engeller
By M. Ikbal TUNA on Eyl 4, 2009 in Adalet, Demokrasi, Özgürlükler, vicdan
Ulus devletlerin kendi egemenlik tarifleri ve milliyetçilik projeleri ile var olan jakoben kitle sayesinde ülkemizde faşizan milliyetçilik ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmış temelleri üzerinde meydana gelen Türkiye Cumhuriyeti’nde, Osmanlı’daki kültürel, etnik, dilsel ve dinsel öğeler göz ardı edilmiş ve devletin kuruluşunda “Türk” unsuru belirleyici olmuştur. Milletin devleti yerine, devletin milleti kavramı benimsenmiştir. Devlet gücünü, milletin iradesini yok edecek şekilde siyasetin merkezine yerleştiren İttihat Terakki(İT), günümüze kadar devam edecek olan siyasi kültür mirasını bizlere bırakmıştır. Bu öyle bir mirastır ki günümüzde var olan bütün mevzuatlarda kendini hissettirmektedir.
1982 Anayasa’sında mükerreren bahsedilen “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü”, “milli kültür” ibareleri ile Anayasa, Türk’ten başka kimseyi tanımayarak azınlık kavramına dahi yer vermeyerek İT’in mirasını koruma altına almıştır. Anayasanın başlangıç hükmünde, sürekli olarak “Türk” ve “milli” kavramlarına vurgu yapılması ise Türk vatandaşlarına sunulmuş bir manifesto gibi gözükmektedir. Milliyetçilik bir noktaya kadar benimsenebilir tabi ki, ama Türkiye’deki gibi, devlet egemenliğin kaynağını tek bir millet olarak gösteriyor ve bu egemenliğin kaynağını oluşturan milli birliği yok edecek olan oluşumlar karşısında, egemen milli varlığını korumak için hukuk dışına çıkarak hareket etme yoluna giriyorsa bu milliyetçilik değil, devletin vatandaşını kendi kafasına göre inşa etmesidir. Diyarbakır cezaevinde yaşananlar bunun en büyük kanıtıdır.
Son günlerde Kürt sorununa dair demokratik-sivil açılım umutları olsa bile, öncesinde dikkatimizi çekmesi gereken şey Kürtlerin azınlık olarak tanınmamasıdır. Türk hukuku azınlık kavramını Lozan Barış Antlaşması çerçevesinde tanıdığı için, bu ayrım sadece Müslüman olmayan azınlıklara(Ermeniler, Rumlar, Yahudiler) ilişkindir. Ayrım din düzleminde gerçekleşmiş, bunun dışında kalan dil, ırk veya etnik unsurlar saf dışı bırakılmıştır. Öncelikli olarak bu konu üzerinde durmamın sebebi ise ülkemizde resmiyete düşkün olmamız ve hantal devlet mekanizmasından dolayı her şeyin kanunlar üzerinden yürümesidir. Ülkemizde var olan mevzuatların büyük bir kısmı azınlık kavramına yer vermemekle birlikte, belirli bir azınlığın(Kürtler) tanınmaması için her türlü yolu kapamıştır.
Anayasadan başlayacak olursak;
Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Madde 28- … Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan…. Yayınların yasaklanması(basın hürriyeti)
Siyasi Partiler Kanunu’na baktığımızda;
Madde 81 – Siyasi partiler:
a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b) Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar
Madde 82 – Siyasi partiler, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
Terörle Mücadele Kanunu’na baktığımızda;
Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü tanımlarken belirtilen “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak” ibaresi bulunmaktadır.
Yukarıdaki maddelere ek olarak birçok madde daha eklenebilir. (Dernekler Kanunu, Türk Ceza Kanunu, vb.)
Bahsettiğimiz kanun maddeleri dikkatlice incelendiğinde hem uçlarının açık olması yani yoruma açık olmaları itibarıyla, farklı bir dine, dile veya etnisiteye mensup vatandaşımız çok kolay vatan haini, terörist ilan edilebilmekte hem de Türk’ten başka milletin tanımaması itibariyle ülkemizde var olan azınlık sorununu çok iyi yansıtmaktadırlar.
Türkiye’nin demografik yapısı tek millet, devletin milleti anlayışı ile yüzde yüz çelişmektedir. Bu yüzden Kürt, Alevi, Ermeni..vb açılımları için önceliğin kanunlarda ve bu kanunların BM ve AİHS’ deki azınlık haklarının korunmasına dair maddelere göre yapılmasının daha yararlı olacağı kanaatindeyim. Devlet, azınlıkların mevcudiyetini korumaya kararlı olmalı ve azınlıkların korunmasının istikrar, demokratik güvence ve bu topraklardaki barış için gerekli olduğuna inanmalıdır. Devlet, çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplum için, himayesindeki her vatandaşın etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğine saygı göstermeli ve bununla yetinmeyerek bu kimliğin geliştirilmesi, dile getirilmesi ve korunması için elinden gelen her şeyi yapmalıdır.
.
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
11 Yorum
Yazan:mustafa Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply
ülkemizde var olan paronayak bölünme korkusu ortadan kalkmadaıkça demokratikleşmenin olacağına inanmıyorum.
–komünizm geldi, aman ha bölüneceğiz çat darbe..
–Şeriat geliyor ülke elden gidecek, bölüneceğiz çat postmodern darbe.
–Kürt açılımı yapılıyor, yıllardan beri demokratik haklarından mahrum kalan vatandaşlar için birşeyler düşünülüyor, çat bölüneceğiz..
işin en komik tarafı da terör başının idam edilmemesini sağlayan partinin her türlü barış sürecini tıkaması ve önüne geleni vatan haini ilan etmesidir. ne kadar da vatansevermişsiniz yahu.
Yazan:dd Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply
türk-rum mübadelesi…
varlık vergisi…
6-7 eylül olayları…
ermeni tehciri…
madımak yangını…
diyarbakır zindanı…
işte size Türkiye’nin azınlık politikası, işte gerçek resim.
Yazan:cb Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
M. İkbal bey,
kesinlikle.Sizinde vurgusunda bulunduğunuz üzere bunun ilk adımı ‘sivil anayasa’dan geçer zira Tr’nin en büyük sorunu zaten sivilleşe(me)mek,82 anayasası gibi silahların gölgesinde gelişmiş bir anayasa ile bu tıkanıklık giderilemez.İsabetli yazınızı başarılı buldum.
saygılarımla
Yazan:Mustafa Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
yukaridaki “mustafa” isimli yorumcudan isirhamim olacak. Bendeniz “Mustafa” ismi ile bur sitede epeyden beri yorunlar yaziyorum. Sizde “Mustafa” ile yazilar yazarsaniz karisikliklar cikar. Kimim kim oldugu belirsiz olur. MAhzuru yoksa baska isim secseniz? Tesekkkür ederim.
Yazan:mustafa bektaş Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
🙂 sizde haklısınız mustafa bey… sizin adınızda mustafa benimki de o zaman benim ki mustafa bektaş olsun:)
hadi hayırlı günler
Yazan:suat Tarih: Eyl 10, 2009 | Reply
mustafa arkadaşların isim olayı ilginç geldi
biriniz mustafa kemal olsun))))
Yazan:suat Tarih: Eyl 10, 2009 | Reply
Paronoyalardan.şüphelerden ve korkulardan uzak, herkese eşit bakan,ayrım yapmayan sivil anayasa ya ihtiyaç var.Bu anayasanın içinde resmi ideoloji olmamalı,değişmez 3 madde olmamalı.Devlet düşman profili çizmemeli ve bu çizdiği düşman profilini ilkokul 1 den lise son sınıfa kadar insanlara öğretmemeli.İnsanları serbest düşünceye sevk edecek bir anayasaya ve bu anayasanın ışığında halk için olan bir devlete ihtiyaç var.Tabii bu yazdıklarım kesinlikle hayal.Hayalperset biriyim belki de.Reçetem kesinlikle olmaz idealist bir düşünce.Bu yazdıklarımın olması için T.C nin kuruluştan bugüne bütün düşüncelerinin ve ezberlerinin bozulması gerek.İnsanların geriye dönerek “ne kadar temeli bozuk ve insan ayrıştıran bir cumhuriyet kurmuşuz.bu nasıl olmuş” demesi lazım.Devlet ve organları,bütün aydınlar ve hatta şimdiki ulusalcılar,milliyetçiler özeleştiri yaparak”biz bu ülkenin ferahı için,özgürlük için ne yaptık”demeleri lazım.İşte bunları yaptığımızda o zaman gerçek bir ülke oluruz.Az zamanda çok iş yıkarak yapılır.Biz birbirimizi kırmadan bunu başarabiliriz inşallah.
berhudar olun
Yazan:ahmet ercan Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply
makaleden anlaşıldığı üzere gündemdeki kürt açılımının anayasa ve ilgili kanunlar ile desteklenerek kürt vatandaşları azınlık tanımı içine alınmasının kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacağı savunulmaktadır.
türkiye hükümetinin izlemekte olduğu genel politika kapsayıcı ve kucaklayıcı politikadır. bu nedenle türkiye cumhuriyeti içinde lozan da sayılan azınlık grupları dışında kürtler de dahil olmak üzere herhangi bir grup için azınlık statüsü getirmek türkiyenin uzun bir dönemdir yürüttüğü bu politika ile çelişmektedir.
kürt açılımı ile yapılmak istenen şu an dezavantajlı olarak görülen bir grubu sisteme dahil etmektir. fakat yapılacak olan olası bir azınlık statüsü bu grubu sisteme dahil etmek yerine bu gruba azınlık urbasını giydirerek, meseleyi içinden çıkılmaz bir görünüm kazanmasına neden olacaktır.
olası verilecek azınlık statüsünün bir yönü de ülke politika uygulamalarına yapılacak olan dış müdahalelerdir. demokrasini gereklerini ülkelerinde iyi bir şekilde uygulayan ülkeler kendi toprakları dışında vuku bulan insan hakları ihlallerine oldukça duyarlıdırlar. en azından öyle görünürler. bundan dolayı türkiyenin azınlık statüsü verdiği bir kürt halkına karşı yürüteceği tüm politikalar bahsettiğimiz devletler tarafından dikkattle izlenecek “acaba insan hakları ve kürtlerin halk olarak yşama hakları ihlal ediliyor mu” gibi sorular türkiyenin muhatabı olacaktır. türkiye bu koonuda atacağı her adım için izahta bulunmak htta tabir yerinde ise bu devletlerin gönlünü yapmaya çalışacaktır.
kanaatimce günümüz türkiyesinde herhangi bir gruba verilecek olan azınlık statüsü sorun çözümünde yararlı olmayacaktır. aksine yeni sorunlara gebelik yapacaktır. şimdiye kadar türk poitika yapıcıların bu yola başvurmamaları yukarda anlattıklarımı destekler mahiyettedir.
Yazan:Ahmet Tarih: Oca 17, 2010 | Reply
TÜRKİYE CUMHURİYETİ içerisinde yaşayan ve varlığını yine bu devlete borçlu olan o azınlıklar yada kendını o şekilde gören toplulukların suankı sartlarda normal TC. vatandaşından farklı olarak mahrum kaldığı haklarını çok merak ediyorum.bunun için mantıklı bir açıklama yaparsanız çok memnun olurum.
Yazan:Yiğit Tarih: Nis 8, 2010 | Reply
arkadaşlar azınlıkların türkiyede bir sorunu yok artk.azınlıkların tek sorunu yaşadıkları coğrafyanın devlet tarafında ihmal edilmesi.Şimdi bana söyler misin doğu ve güneydoğuda iş imkanı olsa,sağlık ve eğitim hizmetleri gelişmiş olsa orda yaşayan azınlıklar(kürtler) niye dağa çıksın,niye ayaklansın niye devlete karşı gelsin?
Yazan:Yiğit Tarih: Nis 8, 2010 | Reply
Hani diyordunuz ya devlet milletin devleti,Türkiye Cumhuriyeti Türk milletinin devletidir.Atatürk de üstüne basa basa söylemiş “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” diye.Şu anda anlamı pek iyi anlaşılmasa da “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” ifadesi herşeyi çok iyi açıklıyor.Dikkat ederseniz “NE MUTLU TÜRKLERE” denmiyor “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diyor bu ifadeyi Yüce Önder Atatürk’ün söylediği “Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes Türktür sözüyle birlikte düşünürseniz eminim ki bazı şeyleri daha iyi anlayacaksınız…