Mehmet Atak’a destek
By Mehmet Yılmaz on Eyl 10, 2009 in Adalet, Duyuru, Türk Silahlı Kuvvetleri, Ulus-Devlet, vicdan
İnsanların birbirini öldürmesine, mallarını çalmasına engel olması gereken devletin “askerlikten soğutma” diye bir suç tarifi yapmasını yadırgıyorum. İnsanları savaştan ve şiddetten uzaklaştırmak olsa olsa övülecek bir harekettir. Savaşmak istemeyen vatandaşlarımızın zorla askere alınmasını devletin varoluş sebebiyle ile çelişkili buluyorum.
Bugün (10 Eylül 2009 perşembe) saat 9 :30’da Mehmet Atak’ın Beyoğlu Adliyesi’nde duruşması var. Aşağıdaki metin kendisinin mahkemeye sunduğu izahattır.
MY
“Hukuk kuralları insanlık tarihiyle kaim değildir. Zaman ve mekana izafi olarak değişmiştir, değişecektir. Mevcut T.C. hukuk kuralları dahilinde, akabinde açıklamalarımdan sarih bir şekilde anlaşılacağı gibi bir suç işlemediğim için, okuduğum bu metin bir müdafaa değil, sadece bir izahtır. ” (Mehmet Atak)
Derrida dilin eksikliliğinden bahseder, bence haklıdır. Hem fikir, his ve izlenimlerimizi kelimelere döktüğümüzde onlar artık kendi hakikatlerinin birinin parafından yeniden şekillenmesi şeklinde eksilirler, hem de yazı ya da söz olarak başka birisiyle buluştuğunda bu kez de o kişinin algısına göre yeniden şekillenerek bir kez daha eksilirler. En azından ikinci eksilmeye maruz kalmamak, zapta kendi terminolojim kadar geçmek için okuduğum bu metnin kopyasının yazılı beyan olarak zapta geçmesini talep ediyorum.
Hukuk kuralları insanlık tarihiyle kaim değildir. Zaman ve mekana izafi olarak değişmiştir, değişecektir. Mevcut T.C. hukuk kuralları dahilinde, akabinde açıklamalarımdan sarih bir şekilde anlaşılacağı gibi bir suç işlemediğim için, okuduğum bu metin bir müdafaa değil, sadece bir izahtır.
Kendi efkarımla yetinmeyeyim, bir resmi kurumda yargılandığıma göre, ben de mevzua resmi paraftan bakayım dedim ve devlet üniversitelerinden psikiyatri profesörleriyle fikir teatisine girdim. “Askerlikten soğutulan halk”in psikiyatri bilimi adına tahlilini talep ettiğimde, bana devlet üniversiteleri tıp fakültelerinde okutulan, yani resmi tasdikli bir kitabin iki bölümünü işaret ettiler: Prof Dr. Ertuğrul Köroğlu ve Prof. Dr. Cengiz Güleç tarafından kaleme alınan “Psikiyatri Temel Kitabi”.
Bu kitabın “Zeka Geriliği” bölümünde “askerlikten soğutulan halk”ı oluşturan tek tek insanların durumu iki kategoriye girermiş: 1- Mental Retardasyon yani zeka geriliği; 2- Embesil yani orta dereceli zeka geriliği, bu durumdaki kişi başkalarının iradesine tabi olur ve kendi kararlarını vermekten aciz olurmuş, yani “askerlikten soğutulabilirmiş”.
Aynı kitabın “Şizofreni” bölümü de “askerlikten soğutulan halk”ı oluşturan tek tek insanların tanımlanması için kullanılabilirmiş: Bu durumdaki kişide eylemlerinin sorumluğundan muaf olacak derecede “farik ve mümeyyiz” değildir. Yani gerçeği değerlendirme yeteneği ileri derecede bozuk olduğu için başkalarının yönlendirmesine açıktır.
Mevcut Türkçede “halk” kelimesinin birbirleriyle de bazı noktalarda örtüşen iki etimolojisi var: 1.si Arapçadan geliyor “herhangi bir insan topluluğu; ahali” manasında. 2. Aramiceden geliyor, ama oraya da Eski Yunancadaki “demos” kelimesinden geçmiş “pay; bölünmüş; bir yana ayrılan kısım” manasında. Zannederim “askerlikten soğutulan halk” Arapçadan gelen manasında yani ahali manasında. Ben de mevcut TC sınırları dahilinde, T.C. vatandaşı insanlardan birisi olduğuma göre bu suç isnadını yapan savcının benim “mental retardasyon”, “embesilite” ya da “şizofreni” dahili bir psikiyatrik problemim olduğunu kanıtlamasını talep ediyorum. Herhangi bir tam teşekküllü devlet ya da üniversite hastanesinin psikiyatri servisinde bu kontrolden geçmeye hazırım. Bu üç tanımdan birine uymazsan bu suçlamada bulunan savcı, halk’ı oluşturan insanlardan biri olarak bana iftira atmış olur.
Modernite döneminde psikiyatrinin entegre etme, edemediklerini de tecrit etme üzerine kurulu yapısını pek tasvip etmesem de, mevcut bir devlet ya da üniversite hastanesinin kararına saygılı olacağım. Halk’ı oluşturan diğer insanlar ne yaparlar bilemem ama ben bu üç tanıma da uymuyorsam, bu tanımlar yaşayan dil içinde hakaret sıfatları olarak da kullanıldıkları için, bu suçlamayı yapan savcı hakkında bana hakaret ettiği için suç duyurusunda bulunacağım.
Halen müşteki olduğu dava Hasdal Askeri Mahkemesi’nde devam eden Mehmet Bal’ın askeri hapishanede işkence görmesini protesto eden bir gösteriye katılacaktım. Ama ancak nihayetine yakın yetişebilmiştim ve dağıtılan bildiriyi, yandaki bankanın tozluklarına oturmuş, içimden yani sessiz okurken bir insanın diğer insanların hüviyetlerine baktığını fark edince, insanları “hüviyetini görmedikleri insanlara hüviyetlerini göstermemeleri” doğrultusunda ikaz ederek müdahalede bulunmuş ve bunun neticesinde de gözaltına alınmıştım. Maruz kaldığım bu hak ihlali karşısında Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na bir suç duyurusunda bulunmuş ve İstanbul Valiliği İl İnsan Hakları Kurulu’na dilekçe vermiştim.
Benim hakkımda TCK 318’den dava açan savcı, ihbarnamede çekilen video filminde slogan attığım ve pankart tuttuğumu iddia etmiş. Videonun seyredilmesini talep ediyorum. Kolay karıştırılacak bir fiziğim yok. İnandığım bir pankartsa tutabilirim ama mevzu bahis videoda pankart tutan bir görüntüm olamaz çünkü tutmadım. Slogan atma konusuna gelince, meşrep olarak slogan atmayan, atmamış bir insanım. Hayatımdaki bulunabilecek tek slogan atan görüntüm “Babam Askerde” isimli filmdeki görüntümdür ki o bile hareketli bir görüntü değil, film dahilindeki bir fotoğraftır.
Video seyredildiğinde suçlandığım her iki fiili de işlememiş olduğum ayan beyan görülecektir. Mevcut TCK’da maruz kaldığım bu durumu işaret eden bir madde var.: Madde 271 yani “suç uydurma” : Bu madde de “İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir.” diyor.
Video seyredildikten sonra beni bu iki fiille itham etmiş savcı hakkında bana delil olarak işaret ettiği videoda olmayan iki fiile dayanarak dava açtığı için maddi ve manevi tacizde bulunduğu için suç duyurusunda bulunuyorum. Keza bu dolayımla mahkeme ekip ve ekipman masraflarıyla kamuyu zarara uğrattığı için de suç duyurusunda bulunuyorum.
IMZA KAMPANYASINA KATILANLAR
Adil Duran (Yazar), Ahmet Çakmak (Gazeteci), Ahmet İnsel (Akademisyen), Ali Akay (Akademisyen), Ali Barış Kurt (Gazeteci), Ali Nesin (Akademisyen), Alin Taşçıyan (Eleştirmen), Arif Çağlar (Akademisyen), Arzu Demir (Gazeteci), Aslı Erdoğan (Yazar), Aslı Öngören (Tiyatro), Ayça Damgacı (Tiyatro), Aydın Sayman (Sinema), Aynur Gül Coşkun (Hukuk), Ayşe Hür (Gazeteci), Ayşe Kalyoncu (Grafik), Ayşe Lebriz Berkem (Tiyatro), Ayşe Önal (Gazeteci), Ayşegül Oğuz (Gazeteci), Ayşen Hadimioğlu (Gazeteci), Ayşenil Şamlıoğlu (Tiyatro), Banu Cennetoğlu (Fotoğraf), Banu Fotocan (Tiyatro), Barış Celiloğlu (Tiyatro), Barış Engin (Gazeteci), Barış Pirhasan (Sinema), Baskın Oran (Akademisyen), Bennu Yıldırımlar Yarar (Tiyatro), Bilgin Adalı (Yazar), Burcu Ersoy (Akademisyen), Can Başkent (Akademisyen), Celal Mordeniz (Tiyatro), Cem Sancar (Yazar), Cem Selcen (Yazar), Cengiz Alğan (Çevirmen), Cengiz Doğan (Gazeteci), Ceylan Begüm Yıldız (Akademisyen), Cihan Aktaş (Yazar), Coşkun Büktel (Yazar), Defne Asal Er (Gazeteci), Deniz Atamtürk (Tiyatro), Deniz Erben (Akademisyen), Deniz Özdemir (Akademisyen), Deniz Türkali (Tiyatro), Dikmen Gürün (Eleştirmen), Dilaver Demirağ (Yazar), Doğan Özgüden (Gazeteci), Doğan Özkan (Yazar), Elif Boyner, Emine Uşaklıgil (Gazeteci), Erdağ Aksel (Ressam), Erdem Şenocak (Tiyatro), Erden Kosova (Akademisyen), Erdir Zat (Gazeteci), Erdoğan Aydın (Yazar), Eren Keskin (Hukuk), Esen Çamurdan (Tiyatro), Faruk Arhan (Gazeteci), Fatma Benli (Hukuk), Fatmagül Berktay (Akademisyen), Feramuz Acar (Siyaset), Ferhat Kentel (Akademisyen), Ferhat Uludere (Yazar), Filiz Akın (Sinema), Gülin Tokat (Sinema), Gülnur Elçik (Yazar), Gülten Kaya (Müzik), Hale Akınlı (Tiyatro), Halil İbrahim Özcan (Şair), Halil Savda, Haluk Ünal (Sinema), Hande Demircioğlu (Yazar), Haydar Ergülen (Şair), Hidayet Tuksal Şevkatli (Yazar), Hilal Kaplan (Yazar), Hilmi Bulunmaz (Tiyatro), Hülya Karakaş (Tiyatro), Hülya Tarman (Akademisyen), Hüseyin Çakır (Yazar), İlker Demir (Gazeteci), İsmail Beşikçi (Yazar), Jale Parla (Akademisyen), Kerem Kurdoğlu (Tiyatro), Koray Çalışkan (Akademisyen), Korkut Akın (Sinema), Kutlukhan Kutlu (Eleştirmen), Latife Tekin (Yazar), Leman Yurtsever (Yazar), Mahir Günşiray (Tiyatro), Mehmet Açar (Eleştirmen), Mehmet Bal, Mehmet Sander (Koreograf), Mehmet Güç (Gazeteci), Mehmet Sait Alpaslan (Tiyatro), Mihraç Ural (Yazar), Mualla Kavuncu (Yazar), Murathan Mungan (Şair), Mustafa Demirkanlı (Gazeteci), Mustafa Elveren (Gazeteci), Mutlu Şahin (Sinema), Müge Karalom (Hukuk), Naim Dilmener (Müzik), Nalan Barbarosoğlu (Yazar), Necmiye Alpay (Yazar), Neslihan Akbulut (Yazar), Nihal Bengisu Karaca (Gazeteci), Nihal G. Koldaş (Tiyatro), Nihat Karadağ (Fotoğraf), Nil Mutluer (Akademisyen), Nurhayat Kızılkan (Akademisyen), Oğuz Arıcı (Tiyatro), Ohannes Şaşkal (Karikatür), Orhan Miroğlu (Yazar), Oruç Aruoba (Yazar), Özden Akın (Akademisyen), Özlem Albayrak (Gazeteci), Perihan Mağden (Yazar), Raffi Hermonn (Gazeteci), Reha Özcan (Tiyatro), Rışto Tunç (Gazeteci), Seçkin Selvi (Eleştirmen), Selim Demirdelen (Sinema), Semra Çelebi (Gazeteci), Semra Somersan (Akademisyen), Senem Donatan (Tiyatro), Serdar Değirmencioğlu (Akademisyen), Serpil İnanç (Tiyatro), Sevin Okyay (Gazeteci), Sibel Özbudun (Akademisyen), Şeyhmuz Diken (Yazar), Tanıl Bora (Yazar), Tansu Açık (Akademisyen), Tarık Günersel (Şair), Temel Demirer (Yazar), Tülay Yongacı (Tiyatro), Ufuk Ahıska (Sinema), Ümit Bayazoğlu (Gazeteci), Volkan Yıldırım (Gazeteci), Yalçın Ergündoğan (Gazeteci), Yaprak Zihnioğlu (Yazar), Yasemin Öz (Hukuk), Yeşim Dorman (Yazar), Yıldız Ramazanoğlu (Yazar), Yiğit Karaahmet (Gazeteci), Yusuf Eradam (Yazar), Ziya Yağtu (Müzik)
.
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Eyl 10, 2009 | Reply
Bir sanat ürününün anlamı ürün içerisinde hazır yiyecek gibi sunulmaz, eserin tamamına parça parça yayılmış ipuçlarından hareketle izleyici ya da okuyucu ya da yorumlayıcı metnin(ürünün) derin anlamını yani arka planını değişik tarihsel göndermeler ve bilgiler, birikimler yoluyla kendisi oluşturur. Ya da oluşturmalıdır diyerek öznel yargılı be gereklilik cümlesi kuralım. İşte okurun ya da izleyicinin kendisince oluşturduğu bu derin anlam olayına biz alılmama estetiği diyoruz. Sahne sanatlarında öteden beri üç ana alılmamadan söz edebiliriz. Klasik alılmama(özdeşlik kurma; bir ideolojik alanın bütün pozitif içeriğiyle bütünleşme) … Modern alımlama (bir ideolojik alanın içeriğini kişinin işine geleni ayıklayıp sahiplenmesi ve koruması) …Post modern alımlama (bir ideolojik alanın tüm içeriğine yabancılaşarak objektif tespitlerde bulunma) … Sanat ürünlerinde sözü edilen kişiler, konu edilen olaylar gerçek yaşam dünyasından olmayabilir; Kurmaca bir dünyanın öğeleridir onlar. Ama bu kurmaca dünyanın gerçek yaşamınkine benzeyen standartları, yaşam biçimleri, inanışları söz konusudur. Kurmaca eser dış dünyayı olduğu gibi yansıtmadığı için gerçeklikle ilişkisi, metin dışı tarihsel, toplumsal, kültürel birikimlerde aranmalıdır. Kurmaca eserin gerçeklikle ilişkisi ideoloji yönündendir.
bu ne mi? utopiq.blogcu.com daki soysuzlar çetesi filmine ait eleştiri, ama öyle böyle değil bügne kadar hiç bir eleştirmenin değinemediği kadar sağlam bir eleştiri. bu konuyla da ilgisi var…
Yazan:eg Tarih: Eyl 10, 2009 | Reply
eleştiriyi yazanın kendi yazdığı metne “
” demesi de ilginç olmuş:)))arkadaşımız bayağı mütevazi yani:)) çok iddialı! özellikle bir insanın kendinden bahsettiği düşünülürse:)) okuyacağım inşallah:))