Harp Akademilerinde Irkçı Fikirler…
By Rasim Ozan Kutahyali on Eyl 25, 2009 in Irkçılık, Kemalizm, Kürtler, Militarizm, Milliyetçilik, Türk faşizmi
İlker Başbuğ son konuşmasında Kinyas Kartal’ı referans vererek: “Ayrılık tohumu giren tarladan nifak ve nefret çıkar” dedi… Kinyas Kartal’la ilgili dün bizim gazetede çıkan haberde epeyce eksik ve özensiz bir tanıtma metni vardı… Kartal bir Kürt aydını ve politikacısı olarak ciddi zulümler görmüş birisi… 1900 yılında Çarlık Rusyası’nda doğmuştu Kartal. Çünkü ailesi oraya sürgün edilmişti. Eğitimini orada aldı. 1922 yılında Van’a döndü. Dört yıl sonra 1926’da bulunduğu il olan Van’dan, diğer birçok Kürt ileri geleniyle birlikte sürüldü. Bir süre İzmir’de ikamete mecbur edildi. Hatta yan yana, aynı kelepçeyle bağlı olarak sürüldüğü isim ise Said Nursi’ydi. Kartal birkaç yıl sonra sürgün yasağı kalkınca Van’a yeniden döndü. 1938’de resmî dilde “Dersim Olayları” olarak anılan aslen çok feci bir katliam olan o hadiselerden sonra, bir daha sürüldü Kinyas Kartal. Alakalı ya da alakasız her kıpırdanmadan sonra “önderlik” etme potansiyeli olduğu düşünülen Kürt ileri gelenleri sürülüyordu zaten. Ardından 27 Mayıs darbesi sonrası da Sivas Kampı’na sürüldü… Sürgünde doğdu ve hayatında sadece Kürt olduğu için üç kez sürgün edildi… Kinyas Kartal’ın hikâyesi cumhuriyet tarihi boyunca Kürt kimliğini bir nebze ifade etmiş (hatta bazen hiç etmemiş) her Kürt aydınının, politikacısının hikâyesidir… Kinyas Kartal ki çok nüfuzlu ve zengin bir ailenin evladıydı. Sonrasında milletvekilliği yaptı. Alt sınıflardan, maraba ailelerden gelip Kürt kimliğini ifade etmek isteyenler çok daha ağır zulümler yaşadılar…
Başbuğ’un bahsettiği ayrılık tohumları bu sistematik zulüm politikalarıyla atıldı zaten… Bugün bu devletin ordusunun başı, bu devletin sadece kimliği sebebiyle sürdüğü ve acılar çektirdiği bir adamdan alıntı yapıyor… Fakat bu alıntı bir özrü de içermeli. Bu topraklarda yaşayan herkesin devleti olması gereken Türkiye devleti geçmişte zulmettiği yurttaşlarından özür dilemelidir… Bu onurlu bir devletin yurttaşlarına karşı ahlaki borcudur…
Öte yandan bu bahsettiğim sistematik inkâr ve asimilasyon politikalarına rağmen, Türk devlet dilinde Kürtleri varlık olarak dışlayan bir söylem yoktu bugünlere kadar… İnkâr ediliyorlardı. “Onlar da Türktür” deniyordu vs… Kürtlerin var olduğu artık dayanılmaz bir realite olarak kabul edildiği zaman da “Kurtuluş Savaşı’nda Türk, Laz, Çerkes, Kürt beraber savaştık, bu ülkeyi beraber kurduk” söylemi dillerden düşmüyordu… Devletin resmî aydınlarının söylemi de bu yöndeydi…
Son dönemde ise bu söylemde bir kırılma yaşanmaya başlandı… Bir Türk generalinin nasıl bu toplumun tam ortasına “nifak” soktuğunu bir süredir yazıyorum. Geçen hafta birçok gazeteci de bu meseleyi yazdı… “Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler bizimle savaşmadı. Bu ülkeyi beraber kurduğumuz yalandır” söylemini her yerde dillendiren bu generalden daha beter olan kimi “akademisyen”ler de var bu ülkede… General Pamukoğlu gibi toplumun arasına nifak sokmayı iş edinmiş bir başka adam da Orhan Çekiç adlı bir “tarihçi”… Maltepe Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı… Bunun yanı sıra tıpkı Pamukoğlu gibi şehir şehir gezen bir nasyonalizm misyoneri… Bu kişi “Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler savaşmadı” söylemini daha da ileri götürüyor… “Ne beraber savaşması. Biz Kurtuluş Savaşı’nda Rumların yanında, Ermenilerle ve Kürtlerle savaştık” diyor… Orhan Çekiç’in -tıpkı Pamukoğlu gibi- istisnai bir örnek olduğunu kimse sanmasın… Onlar gibi inanan, öyle düşünen çok sayıda kendine Kemalist diyen gazeteci, akademisyen, general, yargıç, savcı vs. var… 2010’lar boyunca çok daha sık konuşacağımız Türk bölücülüğünün habercisi bu patolojik açıklamalar… Orhan Çekiç meczup olarak kabul edilen bir isim değil. Aynı zamanda Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde de üye olan, Türk subaylarına “eğitim” veren biri Çekiç… Yazdığı kimi kitaplar “ders kitabı” olarak okutuluyor… Bu felaket gidişe dur demek zorundayız…
“Bu ülkeyi hep beraber kurduk” söyleminden “Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerle beraber değil Kürtlere karşı savaştık” söylemine giden tehlikeli bir gidişat sözkonusu bu ülkenin kendine Kemalist diyen aydın sınıfının zihninde…
İlker Başbuğ bu ülkeyi Yugoslavya olmaya götürecek nifak ve nefret tohumları için uzaklara bakmasın… Geleceğin Türkiye’sinin subayları bu nefret söylemleriyle yetişiyorsa bu ülke gerçekten yokuş aşağı gidiyor demektir…
Bu faşist zihniyetin “eğitim” anlayışıyla, bu ülkenin harp okullarından, akademilerinden ancak Ratko Mladiç gibi askerler yetişir… Türkiye’nin bütünlüğü bağlamında büyük bir tehlikedir bu…
NOT: Bugün saat 17.00’de Balçiçek Pamir’in Habertürk’teki programında olacağım. Bu tehlikeli gidişi konuşacağız…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
2 Yorum
Yazan:e.y. Tarih: Eyl 30, 2009 | Reply
osman pamukoğlu gibi dünyadaki tek gayesi türk faşistliği yapan insanları tarih affetmiycektir. bu insanlara sorsanız özünde en müslüman insanda sanırlar kendini fakat ırkçılığın dini olarak en büyük günahlardan birisi olmasını geçtim en büyük insanlık ayıbı olduğunu bilmezler. ben bir kürt vatandaşı olarak bazen şunu düşünüyorum burası farzedelim kürdistan olsaydı ve bu kürt ordusu içindeki insanlar osman pamukoğlu gibi bir zihniyete sahip olup osman türkoğlu yine bir türk olsaydı örneğin. ne hissederdi merak ediyorum eminim kendine yediremez,içi acır kendini öteki hissederdi. bu kadar basit bir empatiyi kuramıycak kadar mı vicdanımızın sesini kaybettik.
Yazan:sadık akbulut Tarih: Eki 17, 2009 | Reply
osman pamukoğlunu dinleyince öncelikle bir yurttaş olarak tüylerim ürperdi.
bu şekilde faşizan bir tavrın temelinde ne yatıyor diye düşündüm.
kendisini dinleyen kürt gençlerinin neler düşünebileceğini bir kürt genci olarak az-çok tasavvur edebiliyorum.
ben bu tavrın çürümüş, iflas etmiş devlet paradigmasının ifadesi olarak görüyorum…