Yazar Okulu Kapılarını açıyor !
By Editorden on Eyl 28, 2009 in medya, Toplum
Sunuş: Uzun zamandır DD (Derin Düşünce) mutfağında pişen bir proje bugün hayat geçiyor: Yazar Okulu.
Artık ekibimize katılmak için bize yazılarını gönderen bazı yetenekli yazarların çalışmalarını sitede YAZAR OKULU dosyasında yayınlamaya karar verdik. özetle yazıdaki fikirlerin tartışılmasını değil yazının kendisini okurlarımızla birlikte eleştirmeyi hedefliyoruz.
Bu sayede sadece yazara değil henüz yazı göndermemiş dostlara da faydalı olmayı amaçlıyoruz. Genç yazarları eleştireceğimiz bu sayfalar aynı zamanda bizler için de bir eleştiri okulu olacak. Yapıcı, geleceğe dönük bir dil kullanmaya, cesaret vermeye gayret gösterebilecek miyiz?
İlk yazarımız Bir Ses Yap blogunun kurucusu Mustafa Aslan. Henüz 18 yaşında bir lise öğrencisinin kaleminden çıkan bu yazıyı ilginize sunuyoruz.
MY
Değişen Dünya’da Gelişemeyen İnsan
Yazan: Mustafa Aslan
“Gelişmek” günümüz insanının, özellikle de Batı ülkeleri tarafından “az gelişmiş” veya “gelişmemiş” olarak yaftalanmış ülke insanlarının tapma derecesinde önem verdikleri bir kavram. Gelişmiş (!) ülkeler çıtayı istedikleri yere istedikleri zaman koyuyorlar ve “hadi bakalım buradan da atlayabilecek misin” diyorlar onlara yetişmeye çalışanlara. 3G konusunda yaşadık aynı durumu. Nedense Avrupa ülkelerinde çok önemsenmeyen bir artısını (görüntülü konuşmayı) göstererek öyle bir yaygara kopardılar ki, bir an “geliştik” sandık millet olarak.
O dönemi bilfiil yaşamadım ama televizyon konusunda da aynı heyecanı hissetiğimizden eminim. Geçen 40 yılın ardından o ironik soru cevaplanıyor: Peki Zeki Müren de bizi görecek mi? Yaşasaydı, evet görecekti. 3G sayesinde… Sormamız gereken şey, televizyonlarımızda istediğimizi izleyebildiğimiz (burada kocaman bir ünlem koyuyorum, izleyici hiçbir zaman ne izleyeceğine karar veremez) bunca zaman bize ne kazandırdı? Gerçekten geliştik mi yeni teknolojilerle? Yoksa uyuşturulduk mu sadece?
– Yozlaştırıcı Unsur Olarak Teknoloji
(*)1984 yılında yapılan bir deneyde, deneklere farklı miktarlarda erotik materyal izlettirilmiş ve bu seansın ardından izledikleri kurgusal bir tecavüz olayında, tecavüz eden kişiye ne kadar hapis cezası verdikleri sorulmuştur. Deneklerin erotik materyale maruz kalma süreleri arttıkça tecavüz suçuna yönelimlerinin de o kadar arttığı bulunmuştur. Bu ilişkinin hem kadın hem de erkek denekler için aynı olduğu, yalnızca aynı miktarda erotik materyal izleyen kadın ve erkek deneklerde, kadınların yönelimlerinin erkeklere göre daha düşük kaldığı tespit edilmiştir. Bu da medyanın cinsellik konusunda toplumsal bilince nasıl bir olumsuz etki sağlayabilme yetisine sahip olduğunu gösteriyor. Günümüz medyasının, bireyleri erotik materyal aramak için çaba harcamaktan alıkoyduğu apaçık ortada. Özellikle de küçük yaşlardan itibaren bu tür yayınlarla kirlenen insan beyin ve kalpleri, sahip oldukları kültürel mirası terketmek hatta reddetmek boyutlarında özlerinden kopuyorlar. Anlamı olgunlaşmak, ilerlemek olan gelişmenin aksine, dar bir çerçevenin içinden hayatı izlemeye başlıyorlar.
– Unutturucu (Uyuşturucu) Unsur Olarak Teknoloji
“Yapmam gereken yığınla ödevim vardı, bir hafta sonra sınavlar başlayacaktı ama ben internetten kalkamıyordum” şeklinde bir cümle kurarsam yakın zamanda öğrenci olmuş herkes kendine pay çıkaracaktır. “Evimde yapılması gereken işler varken, ben dizilere dalmıştım” dersem her ev hanımı kendini görecektir cümlemde. Bu liste bir şekilde uzar gider… Peki nedir bizi bu kadar bağlayan noktalardan oluşmuş görüntülerin önünde, hiçbir faydaları olmadığı halde? İşte teknolojinin uyuşturucu etkisi bu noktada kendini gösteriyor. Bir şekilde yapmakla yükümlü olduğumuz sorumluluklarımızdan kurtulmak için (uyuşturucuya yeni başlayacak ve ömrünün geri kalanını bir parça toza mahkum geçirecek biri gibi) gözümüzü karartıp oturuyoruz rahat koltuğumuza. Ekran aydınladığı anda hiçbir şey düşünmemize gerek kalmıyor. O parlaklıktaki karanlıkta bizim yerimize düşünen insanlar var çünkü. Ödevlerimizi ve işlerimizi de tabi (!) …
– Özendiri, Yönlendirici ve Alıştırıcı Unsur Olarak Teknoloji
Toplumu yönlendirmede en etkili yöntem elbette medya. Kütüphanelere uğramayan gençlerin, yeni çıkan bir diziyle, o dizinin onlarca yıllardır satmayan romanına hücum etmeleri bunun en güzel ve en yakın göstergesi. (Bkz: Aşk-ı Memnu, Hanımın Çiftliği vs.) Giyim-kuşam, konuşma tarzı gibi gündelik hayatın kendisine de etki eden en büyük etken (televizyon başta olmak üzere) teknoloji. (Bkz: Burhan taklidi yapan arkadaş, Polat gibi konuşan liseli) Milyonların evine girip, onlarda hayranlık uyandıran, izleyecinin gizli kalmış veya bastırılmış duygularını çekinmeden gösterebilen karakterler ekranlarda boy gösterdikçe, onları taklit eden bireyler de var olmaya devam edecektir. Zamanla, ekranlarda görmeye alıştığımız (kültürümüze uygun düşmeyen, gelişmişlikten nasibini almayan vb.) karakterler, sokaklarda türeyecek ve sokaklar da onlara alışacaktır.
Amerikan filmlerinde gördüğümüz, sınıfa kimin girip sınıftan kimin çıktığı belli olmayan üniversite kampüslerinin gerçekten var olduğunu sanıyorsanız, ezber bozma vaktinizin geldiğini bildirmek isterim. Beyaz perde veya kara kutu sayesinde “gelişmişlerin” yaptığını sandıklarımızın reel dünyada hiç de gözüktüğü gibi olmadığını görüyoruz. Gelişmişlerin (tekrar kocaman bir ünlem koyuyorum!) önümüze sundukları “teknoloji”nin oltasına takılmayalım.
Bütün bunca sözün ardından diyebilirsiniz ki: “Sen de bu yazıyı teknoloji sayesinde yazıyorsun.” Teknoloji düşmanı değilim. Evde büyük bir teknoloji dergisi arşivim dahi var. Ama teknolojinin bizi düşünen-insan modelinden çıkarıp edilgen-insan durumuna düşürmesinden rahatsızlık duyuyorum. Zira haberleri okumak yerine, görsel bir şölene dönüşen akşam haberlerinde izlemek, insanın düşünmeye ayıracağı vakti sıfırlıyor. Bizden uzakta olan ninelerimizle 3G sayesinde görüşmek yerine uzun bir yolculuğu göze alıp, ellerini öpelim. 3G çılgınlığına kapılıp, gerçek dünyadan kopmamanız temennisi ile…
17 Yorum
Yazan:MY Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
Mustafa Bey,
Yaziniza ilk elestiriyi yazmak da bana nasip oldu 🙂
Öncelikle olumlu yönleri yazayim, ardindan da iyilestirme önerilerimi sunacagim:
1° yazi bütün olarak iyi yazilmis. Yani nerede basladigi, nerede bittigi belli. Konu dagilmiyor. Giris paragrafi mükemmel. Yazinin geri kalan kismini okumaya ikna edecek bir çok insani. Arkadan gelen paragraflar da ilk paragrafta vaad edileni yerine getiriyor. “Kazik yemedim” diyorum sona dogru 🙂
2° Anlatim dili olarak “sohbet” tarzi seçmissiniz. Kolay okunmasini saglamis bu. Sizin karsi oldugunuz seyler ortaya dökülüyor ama okuyucunuzu rahat birakmissiniz. Size katilMAma hakki vermissiniz.
3° Erotik malzeme ile yapilan bir deneyden bahsetmis ve kaynak göstermissiniz. Merakli olanlar daha derinlemesine arastirma yapabilirler.
4° Yazinizi paragraflara bölmüssünüz ve koyu renkle yazilmis ara basliklar kullanmissiniz.
X… teknoloji, Y… teknoloji biçiminde birbirine benzer sekilde biten bu ARA BASLIKLAR okumayi daha da kolaylastiriyor. Okuyucu sizin ne düsündügünüzü görmüs, fikirlerinizin iskeletini ortaya dökmüssünüz. Ayrica okudukça bir “ilerleme hissi” veriyor bu ara basliklar, “aaa bu yazi ne zaman bitecek?” diyecek vaktimiz olmuyor 🙂
iyilestirme önerileri
1° Bu kadar önemli bir konu en az 5 veya 6 kez daha uzun bir yazida ele alinmali. teknolojinin birlestirici oldugu kadar bölücü olabilecegini görmüssünüz. Ancak sadece aile büyüklerimizle degil kendimizle de aramiza mesafe koyan bir olgu söz konusu. Seçtiginiz resim bu sorunu çok iyi anlatmis. Siz de bu bölûnmelerin farkindasiniz. Fikirlerinizi daha uzun bir biçimde anlatmalisiniz. Teknoloji yûzünden herseyi kisaltmaya çalisiyoruz, yazida dediginiz gibi yozlastik 🙂 yer problemi olmayan bir DD sitesinde uzun yazalim bari! Uzun yazi okumak için zaman ister. Okuyucunuzu size zaman vermeye ikna etmek ise ancak sevdirmek ve ilgi uyandirmak ile olur. Siz bunu yapabilecek yetenektesiniz. O halde?
2° yozlasma konusunda “erotik” örnekle yetinmeniz sizi “ahlakçi” gibi gösterebilir. Aslinda bunu asmis bir insan oldugunuz belli ama bu örnegin yetersizliginden dolayi haksiz yere etiketlenebilir yaziniz. Okuyucu geri kalani önyargi ile okuyabilir.
Siddet, intihara tesvik, asiri tüketime itme gibi olumsuz etkiler var, biliyorsunuz. Bu konuda yapilmis deney, istatistik vb ile güçlendirilmeli bu yazi. Kanada’da çok iyi
çalismalar var. dikkatinizi çekeyim.
3° Teknoloji sayesinde yapilabilen çok iyi seyler de var. Afrika’nin bazi ülkelerinde va Hindistan’da doktorsuz köylerde hastalara erismek için internet kullaniliyor. Bu boyuta dikkat çekip iyi-kötü olan seyin teknoloji degil insanlarin eylemi oldugunun alti çizilebilir.
4° “- Yozlaştırıcı Unsur Olarak Teknoloji” isimli paragrafta “-mistir” diye biten cümleler yazinin genel diline uymamis. Bunlar “-mis” ile degistirilebilir veya “-di” ile.
5° Daha fazla KOYU ve YATIK kelime olmali. Baska sitelere, sözlüklere, DD içindeki makalelere LINK vermelisiniz. DD’de çikmis yazilardan kisa alintilar koyarak yazilarinizi zenginlestirebilirsiniz.
SONUç: Türkiye’deki köse yazilarinin ortalamasinin üzerinde bir kalite.
Ancak genç yasiniza da bakarak bu noktada kalirsaniz çok yazik olur diye düsünüyorum. Okumayi ve yazmayi ssevdiginizi tahmin ediyorum. Ayni konu ûzerinde aylarca kalmaya çekinmeyin. Medya-teknoloji-toplum üzerine yazilmis çok güzel makaleler var internette. Kitap alma imkaniniz yoksa bile interneti kullanin derim.
Yukaridaki önerilerimi dikkate alarak yeni bir makale yazmak isterseniz çok iyi olur. DD sayfalarinda severek yer veririz. Degisik ülkelere ve/veya zamanlara dogru yayabilirsiniz fikirlerinizi. Mesela son 30 yilda Türk TV’si nasil degisti? ve/veya dünyadaki degisik ülkelerde teknoloji-medya-toplum iliskisi nasil?
Yazan:ABDULLAH Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
Teknik olarak değinilmiş ama yazının hedefi dikkate alındığında kalitesi ortada.tebrikler başarılar.
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
Açık, hedefe yönelik, konu hiçbir yerde dağılmamış ve sorun tespiti güzel yapılmış. Örnekler ve kaynaklar arttırılabilirdi. Okuyacak kesim, her kesim 🙂 Yani zorlamıyor ve sizi hemen sonuca götürüyor.
İçeriğe gelirsek, teknoloji ve zararları. Teknolojiden öte insan kimyasından kaynaklanan ve teknolojinin araç olmaktan başka işlevi olmayan bu suçta, sorunu sadece tek bir kaynaktan çıkıyor göstermektense, araç olarak kullanılan ve zarar veren yanıyla teknolojiden bahsedilmesi daha anlamlı olur. Aynı şey, yazarın dediği gibi, burada yazı yazmayı, fikirleri paylaşmayı… ve birçok farklı kaynaktan bilgi akışını da sağlıyor çünkü ve tekelleşmenin önüne geçilmiş oluyor. Kısaca farklı başlıklarda konu daha derinleştirilebilir ve daha objektif yaklaşılabilirdi.
Amaaaa, güzel bir yazı. Sorun bulmakta zorlandım :))
Beğendim, ellerinize sağlık, başka yazılarınızı da bekliyorum.
Yazan:cb Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
sevgili suzan,
bu kez yeni yazar arkadaşımıza yapılacak yorumlar kısmındı birinciliği kapmışsın umarım sonun ben gibi olmaz :))
ps:
Mustafa Arslan beyin yazısına ayrıca yorum düşeceğim
Yazan:cb Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
sevgili kardeşim Mustafa,
yaşını ve eğitim düzeyini baz alarak konuşacak olursam
-gündeme dair bir konu yakalamak
-konuya giriş
-gelişme kısmındaki örneklemen
-eleştirilerin ve bunları sağlamlaştırman
-son bölümde gelecek eleştirinin önünü kesmeye çalışaman
gibi başarılı duruşlar yakaladım senin yazında mevcut duruma göre eleştirecek birşey bulamadım başlangıç olarak çok iyi bir yerde gördüm,yolun açık olsun
Yazan:eg Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
aslında yazıya bir yorum yazma niyetim yoktu ama konu “yazar okulu” olunca birşeyler söylemek gerekiyor belki de. öncelikle gerçekten bir yazıya biçimiyle ilgili “şöyle olsa daha iyi olurdu” şeklinde bir eleştiriye tabi tutabileceğimi sanmıyorum. zira hiçbir şey demese sevgili kardeşim içinden geçirebilir “sen kimsin de bana ders veriyorsun” diye…o yüzden daha kendisi birşey olmayan birisi olarak bir yazar “adayına” bu yönde birşeyler söylemem çok zor. zira herkes yazısına kendi ruhunu yansıtır ve o ruhun yansıması o yazıyı biricik yapar. yapacağım her tavsiye o ruhu alıp götürür diye düşündüğüm için pek fazla öneride bulunabileceğimi sanmıyorum. tek söyleyebileceğim şey, eğer yazmak istenen konu bir bilgi birikimini gerektiriyorsa olabildiğince çok yönlü ve değişik kaynaklardan okumak olabilir belki de… ve tam olarak, okunan ve düşünülen şeylerin özgün bir çıktısını almadan da yazmaktan olabildiğince kaçınmak. zira yazma eyleminin yazdıkça düzelen ve güzelleşen bir eylem değil, tam tersi çok yazdıkça sıradanlaşan bir eylem olduğunu düşünüyorum. onun dışında kendimi bir “yazar okulu”nun öğretmeni saymak benim haddim değil gerçekten de!
muhabbetle.
Yazan:cb Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply
amann enver bey,
o açıdan bakarsak ben hemen yorumumu sileyim ben de kendimi bir yazar okulu öğretmeni olarak görmem asla!yorum düşme nedenim bir otorite olduğumdan değil DD bünyesinden açılmış bir başlığa düşülecek yorumdur bundan fazlası asla değil
samimiyetle
Yazan:Mustafa Aslan Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
Merhaba.
DerinDüşünce’nin anasayfasında kendi yazımı görünce nasıl bir heyecan yaşadığımı anlatamam sanırım. Bir iki saat yazıya girip çıktım durduk yerde, gerçekliğine kendimi inandırmaya çalıştım sanırım (:
Sayın MY;
Sadece küçük de olsa bir eleştiri almak amacıyla gönderdiğim yazımla bu kadar ilgilenmeniz ve nihayetinde burada, önceden beri yorumlarını takip ettiğim kişiler tarafından eleştiri alma olanağı tanımanızdan dolayı minnettarım.
Değerli yorumunuz için de çok teşekkür ederim. Sindire sindire defalarca okudum. İstifade ettiğimi düşünüyorum (:
Sayın ABDULLAH;
Konumum itibariyle ucu açık her cümleye olumsuz anlam yükleyebilecek durumdayım (: “Kalitesi ortada” dediğinizi görünce, önce orta seviyeyi yakaladığımı kastettiğinizi düşündüm. Daha sonra bir küçümseme cümlesi olarak da kullanılabileceği aklıma geldi: “Aman işte, kalitesi ortada” gibi (: Kaliteli olduğu ortada, gibi bir anlam aklıma nedense en son geldi ve “Evet evet, bunu kastetmiştir” diye hemen o fikre sarıldım (: Umarım gerçekten kastettiğiniz şey budur. Yorumunuz için teşekkürler.
Sayın suzannur;
Yazının üstünde bu kadar konuşulunca, değindiğiniz konuda eksiklerim olduğunu farkettim (objektiflik vs). Aslında yazarken de “Acaba?” dediğim noktalardan biriydi. Ama sanırım sonuca ulaşmak için biraz acele ettim (: Değerli yorumunuz için teşekkürler. Dikkat edeceğim.
Sayın cb;
Güzel yorumunuz için teşekkürler. “Mevcut durum” derken ne kastettiğinizi kesin olarak anlamasam da (: (Türkiye’nin durumu? Benim durumum?)
Sayın eg;
Size de çok teşekkür ederim. Yorumunuzu dikkate alacağımdan emin olabilirsiniz.
Saygılarımla.
Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
cemile hanım söylemek istediğim bambaşka birşey. buradaki kimseyle direk ilgili değil. bilirsiniz etrafta yazar okulu, senaryo okulu, film okulu gibi birçok kurs-dersane vardır ve buradaki insanlar gelenlere sanki yazarlık ya da film senaryosu yazmak veya yönetmeyi hazırlop bilgi ile edinilebilecekmiş gibi sunuyorlar. bir anlamda meslek okulu gibi! böyle olunca etrafta binlerce roman,hikaye denen “şey”, ve senede çekilen 100’e yakın “film” oluyor. derviş zaim’in geçenlerde dediği gibi “çeşme akıyorken insanlar çeşmeyi doldurma gayretinde”. maalesef bütün bunlar iki üç kuram dersi, iki üç sistematik bilgi alınca kendisini yazar, yönetmen sanabilen insanların yaptıkları şeyler. eski geleneğimizdeki (mesela müzikteki meşk geleneği) bazu uygulamalar herşeyden önce insanlara tevazuyu ve bitmeyecek yolun mevcudiyetini öğretiyordu(ahmet şahin çok büyük bir neyzendir ama hala niyazi sayın’dan ney dersleri almaya devam eder mesela. ve kimse de ahmet şahinin kendi ağzından büyük bir neyzenim, ya da neyzenim sözünü duyamaz), şimdiki kurs ya da okullar ise bir an önce bitirip köşeyi dönebilecekleri bir imkanı! bir arkadaşımın büyük ricaları sonucu bir “roman!” okumuştum bir zamanlar. metal fırtına diye birşey. artık o şeyin nasıl bir şey olduğuna girmek istemiyorum. ama yazarları olan iki kişi o romana getirilen eleştirileri “roman endüstrisi geniş bir endüstri herkese yer var” diye karşılamıştı. şimdi böyle bir zihniyette yetiştirilen insanlar yazma “endüstrisine”, sinema “endüstirisne” girip köşe kapmaca oynuyorlar görüyoruz hep birlikte. sonra da ilk önce kendi anne,babasını, arkadaşlarını tanımıyorlar, çünkü zihinsel, kalbi altyapı olmadan bu tür bir “tanınırlık” insanı en büyük kibir kulvarlarına açar. ve benim tanıdığım çok az gazete köşe yazarı bundan kurtulabilmiştir. çoğunun kendi kibrinden kendisini görebildiğini bile sanmıyorum. son tahlilde eğer derindüşüncede illa birilerine yazarlıkla ilgili bir bilgi verilecekse buna bence “her can ölümü tadacaktır” sözü ile başlanmalı. zira kendisini ölümsüz sanma şehveti en çok da orada burada yazanlarda var ve sonucu görüyoruz. mesela nişanyan’ın son yazdıklarını açıp okuyalım hep birlikte. nasıl bir herşeyi yutmuşluk, nasıl br kibir, nasıl bir tepeden bakma…bunun gibi “o çok sevdiğim” gazeteden bile birçok örnek verebilirim, diğer gazeteler zaten artık kibrin merkezleri konumunda…
umarım anlaşılmışımdır…muhabbetle
enver
Yazan:MY Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
Enver Kardesim sana katilmiyorum,
Kulluk mertebesindeki insanlarin her attigi adimda biraz nefsanî biraz da zahirî koku vardir kanimca. Dostlarini yemege çagiren bir insan en güzel yaptigi yemegi yapar. (?= herkesten daha iyi yaptigi?)
Evladiyla gurur duyan bir insanin otomobiliyle gurur duyan bir kisiye olan mesafesi nedir?
Bunun için yazi yazip bize gönderenler tipki yazip yayinlayan biz DD yazarlari gibidir. Yani iyi, güzel, dogru adina bir seyler yapmak isterler. Mesela irkçiliga karsi durmak. Ama diger yandan “yazilmaya, yayinlanmaya, paylasilmaya…” deger bir sey üretmis olmanin hazzini duyarlar. Bu haz SIFIR noktasina çekilir de baska bir mertebeye geçersek bakariz. Ama simdilik kulluk mertebesindeyiz 🙂
“Evliyalik peygamberlikten zordur” denilmisken, veliler bile seytanin oyunlarina maruz iken biz kim oluyoruz da adeta “sehiden” yazmaya yelteniyoruz?
kibir konusunda elbette haklisin ama insanlari tevzuya davet etmek bile kibirle yapiliyor çogu kez, yaniliyor muyum?
1° “ben mütavaziyim, siz de öyle olun”
2° “bakin filanca ne kadar alçak gönüllü, bir de kendinize bakin”
Gelelim yazarlik okulu meselesine.
Bir neyzen kendine “neyzen” demiyorsa, neyzenlik onun gözünde çok daha yüksek bir mertebe temsil ediyorsa kendi bilecegi bir is. Ama bildiklerini arkadan gelenlere ögretmiyorsa (“HENÜZ TAM OLMADIM” diyerek) bu büyük bir kayip. Bu da nefsin bir oyunu bence. asiri tevazu kisvesi altinda bir tür cimrilik ya da üsengeçlik olur. Senin dedigin Neyzen öyle degildir tabi. Tanimiyorum.
Ben 40 yasima basmak üzereyim. 18 yasindaki bir kadesime verebilecegim hiç bir sey yoksa son 22 senemi BOSUBOSUNA harcamis olmaz miyim? Mustafa da bu yazisiyla konu üzerine (henüz) okumamis, düsünmemis insanlara birseyler veriyor. “Dur bakayim, önce Orhan Pamuk olayim, sonra bakariz” dese sadaka vermek için SABANCI kadar zengin olmayi bekleyen bir bakkala benzemez miyidi? Bence herkes ilminin sadakasini vermelidir. Bu hem bir hak, hem de ödev. ilkokul mezunu olan biri de etrafina okuma-yazma dersi verebilir.
Sen de Cemile de çok iyi yaziyorsunuz ve arkadan gelenlere verecek çok seyiniz var. bunu vermekte kibir yok, veris tarzi alçakgönüllü ya da kibirli olabilir. (Zaman zaman kizdigimiz yorumculara “git önce su kitabi oku!” diyerek kibirlenmiyor muyuz? Hepimiz insaniz.)
Ara sira bazi yorumcular bize çatiyor, “bu dedikleriniz zaten Mesnevî’de anlatilmis, siz kendinizi ne saniyorsunuz?….” Orta dogu’nun daldigi derin uykudan uyanmasi eli kalem tutanlari cehdiyle olacak. Yoksa savasa sadece en iyi ok atan 3-4 asker giderdi, ötekiler de tevazuyla arkadaslarinin ölmesini seyrederlerdi degil mi? :))
“yazalim ama kendimize YAZAR demeyelim” diyorsan… bilemiyorum. “savasalim ama kendimize ASKER” demeyelim gibi bir sey bu.
içimizden Nobel ödülü alan olursa ona özel bir isim takariz. veya gönülleri fethedenleri ayri yere koyariz. “Hazret” deriz. Ama yazi yazanlara “yazar” demekte bir sakinca görmüyorum.
“Yazi, yazarak, yapa yapa ögrenilen bir sey degil” demissin. Bu ise kismen dogru. Senden duydugum çok güzel bir söz var, “DOLMADAN BOSALMAK”. Evet, yazmis olmak için yazmak insani tüketiyor. Birikimli diyebilecegimiz nadir köse yazarlari bile tükendi, bitti.
Ama yazarak ögrenmek ilerlemek mümkün. Her yazi için bir kaç kitap okuyan, “su konuda yazmadan önce biraz arastirayim” diye düsünen yazarlar elbette yazdikça ilerleyeceklerdir. Gerek Islam aleminde gerekse bati dünyasinda çok yazmis ama çok da iyi yazmis bir sürü isim var. Bunun yaninda yazilara gelen yorumlari dikkatle okuyan, “okuyucuya neyi anlatamadim?” diye kendi kendine sorabilen gençler çok hizli ilerliyor, biliyorsun. Sitemiz yaarlarinin bir kismi bu gençlerden olusuyor.
Tabi yazarlik su ara iyice ayaga düstü, hem Türkiye’de hem de Bati’da her sene bir kaç roman yazan tipler türedi. Suçu kapitalizme atalim istersen. Artik “üretim” oldu. Yazarlar TV’de boy gösteriyor, gazetelerde yaziyor, kitaplar, röportajlar… Bu isten ekmek kazanmaya yönelince yozlasma oluyor tabi. Bu noktalarda eskiden yazdigin yorumlar da var ki katiliyorum.
Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
ah mehmet beni bir tek sen anladın, sen de yanlış anladın:))) şaka bir yana ne demek istediğimi tam anlatamamışım. belki bir ara açmayı denerim vaktim olduğunda.
Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
mehmetçim bu kibirden ben azade değilim ki. belki de kendimde en şikayetçi olduğum yön arada bir gayri-ihtiyari düştüğüm kibir kuyusudur. zaten bu açıdan her eleştirim önce kendimi eleştirimdir zaten.
söylemek istediğim şey, genç kardeşlerime aman yazmayın demek değildir. hayır herkes yazsın dili, eli döndüğünce…kaldı ki bu yazının sahibi olan kardeşim gazetelerde köşesi olan ve yaşları 80lere dayanmış “duayen” yazarların çoğundan da daha iyi yazmış. yani sözünü ettiğim şey yaşla da ilgili birşey değil. bir anlayışın; gerçekten yitirmekte olduğumuz bir anlayışın geri döndürülmesiyle ilgili bir çığlık! öğretmen-öğrenci ilişkisi modern çağlardaki haliyle bir faydası olan birşey değil. dediğim gibi, bu ilişki en önemli şeyleri es geçen bir ilişki çünkü. herkes bir şekilde şahittir. ilköğretimde ya da liselerde öğretmenler öğrencilerini hep daha fazla kazanmak, daha üstte olmak, daha ileride olmak yönünde tetikliyorlar. verdikleri örnekler de hep mesleklerinde ne pahasına olursa olsun “tepelere” çıkmış insanlardır. halbuki öğrenci-öğretmen ilişkisi gelenklerimizde ve hatta doğuya ait tüm geleneklerde bambaşka bir mecradan yürürdü. öğrenci ilk önce yolun varlığını öğrenirdi. bu yolun varlığının öğrenilmesi, aynı zamanda kendiliğinden bir tevazuun, ölümlü olduğunu bilmenin, hakkaniyetin ve her türlü nefs isteklerini dizginlemenin itici güçleridir bunlar. ancak bu şekilde bencillikten, kibirden, altta kalanı ezmekten, adam kayırmaktan kurtulabilir insan. bugün ise bu tür yazar okullarında olan bunun tam tersidir (istanbulda iken sinema ve edebiyat alanında bu tür yerlere gitmişliğim vardır ve az çok bilirim o ortamları). sistemleşen, bir şekle sokulmaya çalışılan yazarlık, bu şeklini de çok satar olmanın kurallarının belirlenmesinden alıyor. evet “çok satan roman konusu bulmanın yollları” adlı kitaplar batıda da türkiyede de çok revaçtadır. zira oturduğu yerden bir çok satar yazıp milyon kazanmak büyük bir cazibe noktası herkes için. zaten bu yüzden çoğu insanın yazarlıktan anladığı biriktirdiğini, derdini, hayat için önemsediklerini birilerine duyurma çabası (yani çığlık) değil, “birileri beni keşfetse de artık köşeyi dönsem” çabasıdır bence. en azından benim bildiklerimin çoğu böyleydi. bu durumdan benim de azade olduğum sanılmasım. ben sadece bu durumla yüzleşmeye ve elimden geldiğince bunu bertaraf etmek için savaşmakla bu durumdan kurtulmak için çabaladığımı söyleyebilirim. ama bunu başarmak inanılmaz zor birşey ve başardım dendiği anda insan tam da o çukurda bulabiliyor kendini.
son olarak ingeborg bachmann’ın söylediği bir cümle ile bitireyim:” ne zaman ki şiir yazabileceğimi ‘düşündüm’ şiir yazmayı bıraktım” . bu bence şiirin de yazmanın da iç bir zorunluluktan geldiğini, ama planla olmaya başlayanın hızla bir çukura düştüğünü veciz şekilde anlatması açısından önemlidir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
TV’de futbol yorum programları var bilmem hiç tesadüf ettiniz mi? Sahneleri yavaş çekimde oynatıp futbolcuları kritik ediyorlar, beceriksizlikle, körlükle filan suçluyorlar. Halbuki o yavaş çekimde senin gördüğün hadise yarım saniyenin içinde oluyor ve futbolcunun senin gibi işin felsefesini yapacak vakti yok. Hadi eski futbolcular neyse de, ömründe ayağına top değmemiş adamların eleştirileri pek dikkate değer şeyler olmasa gerek.
Mehmet, ara sıra bana yazar adaylarının yazılarını gönderip düşüncelerimi soruyor. Doğrusu, yazı yazmayan biri olarak benim hiç yorum yazmamam gerekir. Ama eleştirmek de nefsani bir şey galiba. Kaptırıp kendimi eleştirileri sıralıyorum. En son Özlem hanımın bir yazısıyla ilgili görüşlerimi belirtmiştim. O günden beri kendimi, o çenesi düşük futbol yorumcuları gibi hissediyorum.
1 Nisan’da bir şaka yapmış ve gruptaki arkadaşlara galiba Faucault’nin bir metnini “yeni yazar adayımız, ne düşünüyorsunuz?” diye göndermiştim… 🙂 bir arkadaş da, “güzel de fazla karışık yazmış, biraz sade yazsın” filan demişti 🙂
Galiba, bu “yazı” denilen kişisel maceraya çok müdahale etmemek gerekiyor.
3-4 sene önce ilk ney kursu almaya başladığımda kendimi videoya kaydetmiştim. Çalarken acayip güzel çaldığımı düşünüyordum, izlerken de… Geçenlerde aynı videoyu izledim ve aman Allahım ! Böyle iğrenç bir şey olamaz! Şimdi de çaldıklarım kulağıma çok iyi geliyor ve 3 sene sonra aynı tecrübeyi yaşayacağıma hiç şüphe yok. Şimdiki Ekrem, 3 sene önceye gidip o acemiye çaldığının çok kötü olduğunu ve “mi bemol yerine mi bastığını” filan söyleseydi etkili olur muydu bilmiyorum. Herhalde yine kendi haline bırakırdı, “sen bol bol üfle” demek en doğru öğüt olurdu.
Herhalde bu, hepimiz için en doğru öğüttür. İyi yazmak için bol bol okumak lazım. Özellikle klasikler, ana kaynaklar okunmalı, çok araştırma yapılmalı. Ben bu işi beceremiyorum, okul hayatım boyunca da edebiyat dersinde hep zorlandım. Şimdiki aklım olsaydı bilgisayar oyunlarına takılıp sabahlayana kadar sürekli kitap okurdum. Artık bu yaştan sonra bizden geçti ama 18 yaşındaki kardeşim için daha yolun başı sayılır. Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin, Shakespeare, Hesse, Malouf, Hayyam, Sadi, Mevlana, Marx, Hayek, Nietzche, Nursi, Gazali, bol bol oku kardeş… Ve yaşa… Hikmetli konuşan insanların yanında ol; yaşamı tecrübe et, tecrübe edenleri dinle. Bizim nesil çürük çıktı; anne-babalarımız bizleri siyasetten, felsefeden uzak tuttular; kitap da pahalı bir şeydi zaten; öyle bir şey yazdınmı paylaşacağın ortam da yoktu. Internetler, bloglar yeni neslin imkanları. Artık bir güzelliği bütün dünyayla paylaşmak mümkün. Neyse bu hamur çok su götürür…
Velhasılı teknolojinin gelişmesi bizi “gelişmiş” yapmaz ama “gelişmek” için imkanlar sunabilir, bunları değerlendirmek lazım.
Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
ekrem beyin şakası aklıma birşey getirdi. konuyla ilgisi ne derecede bilinmez ama ben de bir örnek vereyim şu yazarlıkla ilgili…
ingiltere’de bir gazeteci ingiliz edebiyat dünyasıyla ilgili bir araştırma yaparken bir deney yapar. şimdi hatırlayamayacağım ama ya jane austen’in ya da bronte kardeşlerden birisinin ünlü bir romanının başlığını ve romandaki karakterlerin isimlerini değiştirerek ingilteredeki başlıca yayın kuruluşlarının editörlerine gönderiyor (okuduğumdan beri çok zaman geçti ama hatırladığım kadarıyla oldukça çok sayıda yayıncıya göndermiş)neyse romanla ilgili cevapların bir çoğu romanın yayımlanmaya değer olmadığı yönünde oluyor. yayıncılardan bir kısmı hiç cevap vermeye bile tenezzül etmiyor, birkaç defa sorulduğu halde. ve onca yayınevi editöründen sadece bir tanesi romanın o ünlü yazarın ünlü romanı olduğunu bilebiliyor. türkiye’deki yayıncılık bundan daha iyi değildir sanıyorum:))
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
–Haddim olmayarak–
Mustafa Kardeşim,
Yazınız çok başarılı. Mehmet Bey yazı için, fikrimi sorsaydı tereddütsüz beğenilerimi sunardım. Yazınız yaşınızdan da büyük:)
Hele hele piyasada Bekir Çoşkun gibilerini görünce, yazınızın ne kadar kıymetli olduğunu idrak edebilirsiniz. Tabii referansımız onlar değil. Referansımız onlar olsaydı bu site derin düşünce değil, sanırım derin geyik olurdu:) Daima hakkın ve vicdanın sesi olmalıyız diye düşünüyorum.
Yazınız biraz daha derinleşebilirdi. Bu hamur çok su götürür derler ya. Seçtiğiniz konu da böyle bir konu. Sanırım biraz acele ettiniz. Ben de zaman zaman bu hataya düşüyorum ve yazı yayınlandıktan sonra “keşke şu meseleyi de ele alsaydım” şeklinde söylemlerim oluyor.
Yüreğine sağlık kardeşim. Başarılarının devamını diliyorum. Yolun açık olsun.
Not : Derin düşünce ekibinin, yorumları ve muhabbetleri de derin oluyor. Bu güzel muhabbet için ve bizlerin istifadesine sunduğunuz için, teşekkürlerimi borç bilirim.
sevgilerimle…
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
Bu okul işinin arkasındayım. Bunu bir ekol olarak düünmek gerek.
DD Ekolü.(şık oldu 🙂 )
Üslup ve biçim farklı da olsa zamanla olgunlaşan bir sistemi inşa etmek ve yeni yazarlarla yenilikleri gelişmek için kullanmak, farklılıklarla daha üst noktaya ulaşmak, geliştirirken gelişmek yani.
Cemile,
Sana ne oldu ki? Vahim bir vakaysa mailden yazabilirsin. Bu ara biraz uzak kaldığım için pek bir şeyden haberim yok.
Her ne olduysa, canın sağ olsun, kafan dinç olsun kafi. İnsanoğlu oldukça G3’ün zararları ve genelleştirirsek teknolojinin zıv gelir tırıst gider 🙂
Yazan:turan Tarih: Ara 28, 2009 | Reply
Merhaba mustafa, aslında ne hıkmetse facebooka bakmak tarzım degıldır. Ama senın sayfanı ıncelemek geldı ıcımden ve sonra sıtenın oldugunu farkedınce kendımı senın yazını okurken buldum. Senınle ne kadar gurur duydum tahmın bıle edemessın. Vizyon sahibi, kulturel acıdan donanımlı bırı olarak hayata dair meselelerı boylesıne guzel bır yorumlamayla ortaya koymussun. Çok begendım ve cok takdır edıyorum. Elestırı konusunda sadece sunu soyleybılırım. O kadar guzel yazmıssınkı sen her yazıdıgın guzel yazıdan sonra daha ıyısını yazacagını dusundugumden elestırıye gerek duymuyorum. Başarılı hayat cızgınde emın adımlara ılerlerken gonulunden gecen butun guzelllıklerın senınle olması dılegıyle saglıcakla kal..