Din ve Sol
By Tavit Kilimciyan on Eyl 30, 2009 in Basın günlüğü, din, Türk Solu
Türkiye’de ilk önce Ergenekon sürecinde şimdi de Kürt sorununda atılan adımların desteklenmesi ve derinleştirilmesi konusunda “sol” iyi bir sınav vermiyor. Bu gerçek, Türkiye’yi yarım bırakan dolayısıyla bütün bu yaşamakta olduğumuz dönüşümü sığlaştıran, tıkayan ve “gerici” olanın, statükonun işine yarayan güncel bir olguya dönüşmüş durumda. Bu durum, bugün yalnızca kendini solda sayanların sorunu olarak da görülmemelidir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda atılan adımların, yetersiz kalması, halkın çıkarlarından ziyade, yöneten azınlığın çıkarları çerçevesine hapsolması, bütün bu süreci, yalnız iktidar partisinin ve giderek devletin yürütmesinin bir sonucu olacaktır. Böylece ekonomi ve siyasette daha adil ve demokratik bir toplum oluşturma çabalarının, “bir adım ileri iki adım geri” yapılarak, yarım bırakılma ihtimali hep var olacaktır. Bu kısır döngünün aşılması ve Türkiye’nin artık tek bacakla yürümekten vazgeçmesi ise solun yeniden siyaset sahnesine dönmesiyle mümkündür.
Ancak bu “yeniden dönüşün” işaretlerini şimdilerde göremiyoruz. Bu niye böyle diye sorulduğunda biliyorum ki, siyasetle biraz ilgisi olan herkes saatlerce konuşabilir. Ancak sanıyorum aşağı yukarı herkesin katılacağı bir teşhis var: O da solun Türkiye’de kendisini yanlış bir temel üzerinden inşa ettiği gerçeği. Türkiye’de sol, aydınlanmacı-jakoben geleneği İttihat ve Terakki’den miras almış ve sürdürmüştür. Bu geleneğin halka bakışı ise “her şeyi halka rağmen ama onun adına yapmak” şeklindedir. Ama Türkiye’de geleneksel solun halka “yukarıdan” bakışı yalnız seçkinci bir aşağılamayı içermez. Sol, halkın sığınağı dine de ulaşmaya çalışmamış, onu itmiştir. Din, halkın sarıldığı sarıldıkça da onu soldan uzaklaştıran bir olgu olarak hep solun hedefinde olmuştur.
Din, daima sol için ikili bir korkuyu başından beri içerir: Birincisi; din, “sol” aydınların seçkinci yaşam tarzını ve kültürünü tehdit eden bir alternatiftir. İkincisi ise; din, solla halk arasındaki perdedir her zaman. Bunun farkında olan geleneksel sol, Türkiye’de her zaman Marx’ın o ünlü “Din halkın afyonudur” deyişine sarılmıştır. Ama Marx, tabii ki aydınlanma sonrası ve onu aşan bir filozoftur ve bu deyiş hiç de “bizimkilerin” anladığı ve anlattığı anlamda söylenmemiştir: “Dinsel sıkıntı hem gerçek sıkıntıların bir dışa vurumu hem de gerçek sıkıntılara karşı bir protestodur. Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi, ıstırap içindeki yaratığın feryadı ve kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din halkın afyonudur.” (Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Giriş, K. Marx)
Bu metin, Marx’ın 1844 yılında, Fuerbach etkisinde olduğu döneme aittir. Marx, o zamanlar sol yeni-hegelcidir. Aydınlanmayı bir ölçüde devam ettirir ama devam ettirdiği oranda da aşmaya çalışır. Böyle olunca, aydınlanmacıların, dini, yok edilmesi gereken bir hurafeler bütünü olarak gören katılığını aşar.
Marx’a göre, din bu hayatın bir yansımasıdır. Bu yansıma doğru veya yanlış ama gerçektir. İşte bu gerçek, aynı zamanda var olan koşullara bir itirazdır. Aydınlanma düşüncesi ise, dinin, gericilikten ve hurafelerden ibaret olduğunu ifade eder. Marx’ın amacı ise dini, dinamik ve sosyal, yani koşullara göre değişebilen bir olgu olarak ele almaktır. Böylece din, farklı toplumsal dinamikleri ifade eden, yansıtan bir olgudur. Diyalektik düşünce açısından da tutarlı bir tespittir bu.
Michael Löwy, Marksizm ve Din adlı küçük ama kapsamlı kitabında, Marksizmin bu yenilikçi ruhunun Gramschi, Rosa luxemburg, Ernst Bloch, Goldman gibi düşünürlerde devam ettiğini söyler. Oysa ana akım sosyalist geleneklerde ve ağırlıklı olarak Türkiye solunda, din teorisinin, ‘din afyondur’ tanımından ibaret olduğu sanılır. İranlı sosyalist Müslüman Ali Şeriati, bu yanlış yaklaşımların Stalin’in Marksist teoriyi dondurmasından kaynaklandığını düşünür. Michael Löwy, Latin Amerika’da devrimin ya Hıristiyanlarla birlikte olacağını ya da hiç olmayacağını söyler. Yine Löwy, Nikaragua devriminin 1789’dan beri ölüm cezasını ortadan kaldıran ilk özgün hareket olmasını, devrimdeki Hıristiyanların rolüne bağlar. Peki, Türkiye’de toplumsal dönüşümün daha adil ve demokratik bir temelde yürümesi için solun Müslümanlardan, Müslümanların da soldan öğrenecekleri yok mudur? Elbette vardır; bu ihtiyaç şu sıralar çok daha yoğun olarak ortada. Sol, tıpkı Latin Amerika’daki gibi “halkının diniyle” barışmadan onu toplumsal dinamiğin değiştirici bir parçası saymadan gerçek sol olamayacak.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
1 Yorum
Yazan:Osman ÇELEBİ Tarih: Eki 5, 2009 | Reply
Türkiye’de Dünya’da yani genel manada sosyalizm ve sosyal demokrasiyi ayırırsak birbirinden din ile solun problemi kalmaz..