RSS Feed for This Post

Liberaller İle Demokratlar Arasındaki Farklar

Günümüzde liberalizm ile demokrasi kavramları genellikle birbiriyle geçişli kullanılıyor. Liberal olununca otomatik olarak demokrat olunduğu gibi bir algı  oluşmuşken; demokrat olanların, doğal olarak liberal olmaları gerekirmiş gibi bir anlayış hâkim durumdadır. Bana kalırsa bu iki kavram, birbirlerini çeken ve birbirleriyle geçişlilik oluşturan kavramlar olmanın çok uzağında, hatta birbirlerini şiddetle iten kavramlardır.

Sevan Nişanyan, Taraf Gazetesindeki köşesinde kelimelerin etimolojik kökenlerini inceler. Bu anlamda Nişanyan’ın yazılarının oldukça faydalandığım yazılar olduğunu söyleyebilirim. Birkaç gün önce “sansür” kelimesini incelerken bu kelimenin etrafında yazdıklarını ise birçok açıdan önemli buluyorum. Bu yazının en önem verilmesi ve üzerinde durulması gereken tarafı, tipik liberal ile benim anladığım demokratlık arasındaki farkları olabildiğince net bir şekilde ortaya koymasındadır bence.

Nişanyan, sansür maddesinin etimolojik kökenini verdikten sonra, işi, Türkiye’deki sansüre getirir ve benim, üzerinde durmanın hayati bir önem arz ettiğini düşündüğüm bazı cümleler kullanır. Bu cümleler, üzerinde düşünmeye ve yazmaya çalıştığım bazı konuları da en çıplak halde gösterebilmesi açısından çok büyük önem arz ediyorlar. Nişanyan yazının sonunda şöyle diyor:

    Şimdi diyorlar ki memlekete özgürlük geldi. Doksan seneden beri tabu olan şeylerden bile artık serbestçe bahsedebilirsin.
    Ama bir de ne görelim? Bu sefer başka şeyler sansüre tabi olmuş. Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar.
    Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı  ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!
    Doğanın boşluk kabul etmemesi gibi, bu toprakların havası  mıdır, suyu mudur, özgürlük kabul etmiyor herhalde. ”   

Bu cümleler bir liberalin özgürlük anlayışını ortaya koyması  açısından benim için bir çıkış noktası  oluşturuyorlar. Bu çıkış noktası, demokratlık ile liberalliğin özgürlük anlayışını açıklamak için bir itici gücü de kendinde barındırıyor bence.

Liberal bir birey, kendisinde, tarihin bütün birikimini ve ilan edilen “son”un zaferini gördüğü  için olsa gerek, öteki ile ilişkisini kendi baktığı  yere göre konumlamayı tercih ediyor. Kendi anlayışı  zaten tarihin en olgun anlayışı  olduğu için de, ötekine saygı gösterdiği zamanlarda bile bunu sadece hoşgörü ile yapabiliyor, “hemhal olmak” liberalizmin kitabında yazmıyor çünkü! Bir liberal kişisel özgürlükleri maksimize etmeye çalışırken, çoğunlukla bunu toplumsal ilişkileri ve bu ilişkilerde olması gereken ahlakîliği göz ardı ederek yapar. Bu özgürlük isteği, Nişanyan’ın yazdıklarında net olarak görülebildiği gibi “sevilmeyen”, “beğenilmeyen” ve “aşağı görülen” insanlara ve onların inandıklarına hakaret etmenin sonsuz şehvetine sahip olma isteği demektir bir anlamda.

Karikatür krizi sırasında da benzer bir anlayışı görebilmiştik Avrupa’da. Avrupalı  aydınlar bunun bir özgürlük ve demokrasi sorunu olduğunu söylemekte direttiler. Liberal özgürlük şehveti, kendisine bakarak ve kendi geldiği yerin mutlaklığına inanarak “öteki”ne girişilmiş bir savaş demektir aslında. Bunu, eleştirilemez olan ekonomik kurumları ve aygıtlarında; eleştirilemez olan laikliğinde ve bunun gibi bir sürü anlayışta görmek olasıdır aslında. Ancak, eleştirilemez, hatta yaklaşılamaz olanın bu kadar çok olduğu liberal sistemler, bazı şeyleri eleştirmenin sınırları konusunda oldukça esnektirler. Mesela Avrupa’da, başta kendi halkın çoğunluğunun inandığı Hıristiyanlık olmak üzere her türlü dine karşı aşağılayıcı tutumlar sergileyebilirsiniz. Bu hakaretler sizin başınıza serbest piyasayı eleştirdiğinizde olduğu kadar bela açmaz asla! Zira liberal sistem, boşalttığı dinsel alana hızla başka kutsallar sızdırır. Karikatür krizi sırasında “kendisine bakarak Müslümanları tanımlayan” liberal birey ve aydın da bu karikatürler üzerindeki tartışmaları asla anlayamamıştı zaten.

Liberalizmin bu hoyratlığı  ve oluşturduğu “ahlakçılığa”  karşıt olarak otomatik oluşan engin ahlaksızlığı, onunla demokrasinin arasını aşılmaz şekilde açan önemli sebeplerden birisidir bence. Peki, bir demokrat liberallerin bu tutumuna karşıt olarak nasıl bir özgürlük anlayışına sahiptir?

Benim anladığım anlamda demokratlık, kendisine bakarak ötekinin mutlak olarak ne düşündüğünün bilinebildiği ve bu yüzden de yolunu tamamlamış olmanın şehvetine sahip olunan bir şey değildir. Demokrat, liberalizmin bireyinin tersine, “insan” olmak için uğraşır. Liberal bir birey için özgürlük adeta başkalarına hakaret edebilme özgürlüğüdür. Bu yöndeki engellemelerin hepsi fikre yapılan sansür olarak değerlendirilir. Ama demokrat insan, fikre sansür uygulanmasını asla talep etmezken, kendisini ötekiyle ilişkiyi nasıl kurabileceği yönünde dinamik olarak konumlandırır. Yani kendisine bakarak ötekini anladığını ve bu açıdan da yaptığının mutlak doğru olduğunu iddia etmez. Ötekiyle ilişkisi, öğrenme ve ikna süreçleri ile devamlılığı olan bir ilişkidir. Çünkü bilir ki “ben öteki olmadan asla tamamlanamaz”. Bu açıdan dindar olmayan – hatta ateist olan – bir demokrat bile, bir dindarın (Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist, Taoist vs. hiç fark etmez) üzerinde yoğun olarak hakaret etkisi yaratabilecek şeyleri söylememeye çalışır. Dindar bir demokrat da aynısını yapar!

Nişanyan’ın yaptığına karşıt, bir demokrat, özgürlüğü, insanlara ve onların kutsallarına hakaret etmenin bir ehliyeti olarak görmez. Özgürlük, insanın kendisini “oldurması” için bir araç olarak önem kazanır demokratlıkta. Bu demek değildir ki eleştiri olmaz. Eleştiri olur, hem de ilk önce kendisinden başlayarak… Ama bunda bile demokrat, eleştirdiği insan veya toplumla hemhal olmaya özen gösterir. Ancak bu şekilde o insan veya toplumları anlayabilir, tanıyabilir çünkü. Yine eleştiri mutlak bir “son bilgiye” sahip olan bir insanın diğerine eleştirisi değil, yolda olduğunu ve o yoldaki durumunun mutlak doğru olmayabileceğini bilen bir insanın eleştirisi olarak önem kazandığı için, bu eleştirilerde her zaman bir edep çizgisi korunur.

Peki, bir demokratın Nişanyan’ın eleştirilerine karşı tavrı  nasıl olur? Öncelikle bir Müslüman olarak, liberal olmayı değil ama demokrat olmayı kendimle uyuşturabildiğimi söyleyebilirim. Bu bakımdan Nişanyan’ın, söylediği sözleri söylemesinin engellenmemesi, yasaklanmaması için onunla birlikte mücadele vermeye hazır olduğumu söylemeliyim. Ama yazının kendisine geldiğimizde, yazılanların mutlak bir “ciddiye almama” tavrı ile değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira kişisel ilişkilerde de, toplumsal ilişkilerde de bir tarafın diğerine ilk söylediği şeylerin hakaret olduğu bir yerde iletişimin olamayacağını düşünürüm. Mesela bana en uzak ideoloji olan Kemalizm’e bile eleştiri getirirken, bunu kişileştirmek ve değerli kabul edilen kişilere hakaret etmek bana çok edepli bir eleştiri gibi gelmez.

Son tahlilde, liberal birey adeta her şeye hakareti kendinde hak gören bir atomcuktur. Demokrat ise, insanlarla birlikte yaşaması gerektiğini bildiği ve insanlarla hemhal olmayı ana düsturu olarak belirlediği için, kendisine bakarak ‘ötekini’ bilemeyeceğini ve anlayamayacağını bilir. Eleştirir, ama bu eleştirilerde bile tutturduğu bir edep düzeyi mutlaka vardır.

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    Özgürlük fetisizminin altini ne kadar çizsek azdir. Türkiye’de özellikle Kürtçe yasagi ve yobaz laiklik gibi konular yüzünden bireysel özgürlükler çignendiginden TEMEL/TEK SORUN bireysel özgürlüklermis gibi gözüküyor.

    Oysa son iki yildir yaptigimiz tartismalarda ögrendim ki özgürlük kavrami SORUMLULUK olmadan tarif edilemiyor. DiSiPLiN ya da YAPTIRIM demiyorum.

    Enver’in isaret ettigi hemhal olma ve bazi seyleri (nefsine hakim olarak) KENDi KENDiNE YASAKLAMAK aslinda insani özgürlestiriyor. Ama bati etkisi altindaki yerli liberallerimiz ne yazik ki insani HOMO ECONOMICUS çerçevesine hapsettiklerinden özgürlügü kendisi için istiyorlar. ÖZgürlüge bir MUTLAKiYET(!) atfediyorlar.

    Aslinda Nisanyan gibi birikimli bir dostumuzun bu yazdiklarini düsün(E)MEyecek kadar zeki ve hatta AKILLI oldugundan eminim.

    “Madem Kürtçe konusulmasi serbest, ben de ALLAH’i elestirecem” mantigi(!) birakin liberal bir aydini, orta zekâli bir insana bile yakismaz.

    Meselâ basörtüsü yasagi yüzünden okuyamayan, hatta saglik, adalet gibi kamu hizmetlerinden faydalanmasi engellenen bir insan elbette ki bu düzeni kuran Kemalcileri, Atatürkistleri hatta Atatürk’ün bazi yaptiklarini elestirecektir. çünkü:
    1) Atatürkizm bu kizi magdur etmistir,
    2) Atatürkizmin alternatifleri vardir,
    3) Atatürkizm bu kiza baski yoluyla dayatilmaktadir, bu insanin baska çikis yolu yoktur.

    Sevanyan ile eger Iran’da yasasaydik Humeynizmi çatir çatir elestirmek durumunda kalacaktik. Bu hem hakkimiz hem de ödevimiz olacakti. Ne demokrat, ne liberal, sadece insan olarak buna mecbur olurduk.

    Türkiye’deki zorunlu din derslerini, Alevî sehitlere TSK tarafindan dayatilan sünnî cenaze törenlerini elestirmesi gereken bir liberalin böyle ayaga düsmesi gerçekten üzücü.

    Alternatifi olan ve size dayatilan seyleri elestirirsiniz. Simdi tutup Buda veya Konfiçyüs’ün aleyhinde atip tutmanin bir alemi var mi? istedigin kadar saygi duyarsin veya duymazsin.

    Ama birgün bir asya ülkesinde ulus-devlet adina, milli birlik ve beraberlik adina hristiyan veya müslümanlara budizm dayatilirsa o zaman elestiririz. Buda’yi degil ulus-devleti tabi ki. O zaman vicdan sahibi budistler de bizimle olur.

    Türkiye’de de zaman zaman “ezen güç” rolünde bir Islamci baski görülüyorsa bunun sorumlusu da çaresi de insanlar. Ne ALLAH ne de Kur’an’i elestirmenin bir anlami yok.

    Ermeniler 1915’te katledilirken onlari evlerine saklayanlar ALLAH Rizasi için yaptilar bunu. Usama Bin Laden saga sola saldirirken yine ALLAH’in adini aniyor. Demek ki insan salakliginin dini, imani, irki ve milleti yok 🙂

  3. Yazan:eg Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    mehmetçim zaten yazılan şeyler (ki bu maddeden sonraki bazı maddelerde de sürdürdü tavrını nişanyan) eleştiri olsa anlayacak ve saygı duyacağım. kimsenin Allah’a ve islama inanma zorunluluğu yok. eleştirme hakkı da var islam dininin düsturlarını. ama bir insan bunu

    “Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!”

    sözleriyle yazarsa benim de sevan nişanyan’ı bir daha ciddiye almama hakkım var diye düşünüyorum. o kim alınırsa alınsın derdim değil diyorsa, ben de “senin de derdin benim derdim değil kardeşim benden uzak Allah’a yakın ol. ama bu şekilde o imkanda yok zaten” deme hakkım var elbette.

    ama taraf’ın liberallerinde oldukça net görülen bir tavır bu. özellikle yazıya mizah katacağım diye yaptıkları şeyler iyice itici.

  4. Yazan:ahmet ihsan Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    merhabalar, uzun süredir derin düşünce’yi takip ediyor, derin düşünce ekibinin fikirlerinden ziyadesiyle istifade ediyorum. siteye ilk yorumum olması hasebiyle hakkı teslim etmek babından gecikmiş bir tebrik ve teşekkürü iletmek boynumun borcu olmuştu uzun süredir.

    yazıya gelecek olursak, enver bey’in yazısı kuramsal bir liberalizm eleştirisinden ziyade -sözüm nişanyan’a değil kesinlikle- düşük ahlaklı bir liberali, etik değerleri herşeyin üstünde gören herhangi bir demokratla kıyaslaması bakımından liberal etiğe ciddi bir eleştiri getirememiş. bu, bu aralar sıkça karşılaşıyorum, müslüman ama hayli asabi bir yaşlı amcaya “onun asabiliği müslümanlığındandır” demekten farksız. nişanyan’ın pür-liberal biri olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakalım; liberal paradigmanın, özgürlüğü her türlü değer üzerine koyduğundan manevi alanı boşalttığı, bu durumun da toplumda ciddi bir ahlak çöküntüsünü netice verdiği iddiası, sıkça kullanılan bir argüman olmasına rağmen, ispatlanması hayli güçtür. “kamusal ahlak” peşinde koşan toplum mühendislerinin hem bireysel, hem toplumsal ahlakı nasıl yerle bir ettiği de herkesin malumudur.

    bir müslüman olarak nişanyan’ın yazdıkları beni de rahatsız etti elbette. fakat bu “hakarete müsaade etmeme” çabasının iplerini, hele de bizimki gibi “hukuk mu devlet mi?” sorusuna %60-70’lik bir oranla “devlet” cevabı veren yargıçların bulunduğu bir ülkede yargının vicdanına bırakırsak vay halimize. sen kuran’ı kutsal kabul edersin, öteki kemal’i, öteki hsyk’yı. olan da kravatını giyinip ifade vermeye giden altan’lara olur.

    derin düşünce arşivinde muhakkak bulunur gerçi ama ben ismi malum, içeriği meçhul “demokratlık” mefhumunun eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizgiyle ilgili görüşlerini cidden merak ediyorum. tabi, bir kıstas varsa bu kıstasın ifade özgürlüğü üzerindeki etkilerini de.

    saygılar…

  5. Yazan:cb Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    Enver bey,

    ben aslında sizin nişanyan’ı ciddiye almamaktan çok gözlemlediğiniz şeyleri bir yazar ruhu ile çok daha derin yorumlayabilen derinliğinize rastladım bu yazı da,fikrinize sağlık.

  6. Yazan:Mert Kayhan Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    Kannatimce insani ve dolayısı ile toplumları oluşturan etik değerleri direkt olarak tetikleyen nesenel yaptırımlar, mutlak suretle kökenlerini geçmiş nesillere ve ortaçağdan da ötesine dayanan bazı davranış biçimlerinden alırlar.

    Dünya, net bir ifade ile bilimsel araştırmalar ve bununla direkt olarak alakalı olan yatırımlar neticesinde dönmektedir. Dünyanın var oluşu ve insanalığın var oluşu gibi kökü bilimsel olarak netlik kazanmamış puslu konulara girmek değil amacım, dikkat edilip üzerinde kafa yorulması gereken konu, bugün müspet manada insanlığın hizmetinde olan bilim ve yan gelişimlerinin kesin olarak dogmatik yaptırımları red etmesidir.

    ülke yönetiminde vergi düsturu, demokratik veya anti demokratik, monarşik veya dikta farketmeksizin, hemen hemen her toplumsal yönetim biçimide mevcut görülmüş ve tesbit edilmiştir.

    insanların ürettikleri emek karşılığında değere dönüşen bu vergiler ile sağlanan hizmetler ancak sistematik anlamında sorgulanabilir.

    Bugünkü rejim itibari ile, anayasal gereklilik ve bağlı rejim usülünce alınan vergiler ile, bilim tarafından dogmatik kabul edilen bir dine menzup hatun kişiler başları örtülü olduğu halde vergileri ile eğitim eşitliğinden yoksun bırakılırken, yine bu dogmatik olduya hiç inanmadığı halde vergilerinden pay kesilerek ayakta tutulan ve giderek güçlenen bir diyanet işleri başkanlığı da mevcutur.

    işte, Demokrat olmak ile liberal olmak konularının net oalarak birbirlerine itici güç uyguladığı durum budur diye düşünüyorum.

    inanan bir insan için hizmet üreten ve milyonlarca TL ödenek ayrılan Diyanet işleri başkanlığı ve temsil ettiği din, bugün bilimsel manada tamamen ispattan uzak dogmatik bir altyapıya sahip Arabik bir mitolojinin ürünüdür. Yani kısaca T.C. arabik bir mitolojinin ürününe olanca laikliği ile ciddi bir fon ayırmış ve finanse etmektedir.

    Öte yandan, inandığı dinin gereği başını örten kızlar, devletin sosyal yapısı gereği eşitlikçi eğitim sisteminden faydalanması gerekirken, laik düsturun sansürü neticesinde en temel vergilendirilme hizmetlerinden geri bırakılmaktadırlar.

    Çelişkiler zamanla Demokratların lehinde yön almaktadırlar.

    Fetişizim, insani bir içgüdürü, fakat bilim insani bir gereklilik ve olmazsa olmazdır.

    Tanrının mevucdiyeti halen tarıtılışırken, kanserin mevcudiyeti, koleranın, AIDS’in, bunlar ile beraber cep mikroçip’in ve cyber iletişimin mevcudiyeti ispat edilmiş ve fiili müdahale edilmesi gereken unsurlardır.

    Demokratik yaklaşım, her an insanın mevcut yaşantısını dünyevi manada refaha oturtacak platformu genişletecek bir yön çizmelidir.

    Selam ile…

  7. Yazan:eg Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    ahmet ihsan bey haklısınız bir anlamda. ama şunu söyleme lazım bu yazı benim için bir başlangıç değil uzun zamanların kuramsal ya da pratik gözlemlerinin nişanyan nezdinde bir teşhiri demektir. kuramsal bir eleştiri arıyorsanız (ben bunları yazmıştım demekten hoşlanmıyorum) oldukça uzun kuramsal eleştirilerim de mevcuttur. ismimin üzerine tıklarsanız oradaki yazıların birçoğu liberalizmin çeşitli perspektiflerden eleştirileridir aslında.

  8. Yazan:eg Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    yine mehmet’in(mehmet yılmaz) yazdığı liberalizm eleştirileri de çok önemlidir. ve sizin sorunuzun direkt karşılığı da mehmetin yazılarında açıkça vardır.

  9. Yazan:ahmet ihsan Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    @ eg’ye

    enver bey, önceki yazılarınızdan habersiz olduğum için haksızlık yaptım sanırım, özür dilerim. fırsat buldukça yazılarınızı takip etmeye devam edeceğim. saygılar.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin