RSS Feed for This Post

Kürt Açılımına Açılmak

Geçen hafta içinde Siyaset Meydanı programında Ayşe Hür, Metin Heper ve Ergun Aybars Kürt sorununun tarihsel geçmişini tartıştılar. Tartışma sırasında, tarihçilerin çeşitli perspektiflerden yaklaştıkları sorunlardan ve onlara getirilen cevaplardan çok, programa izleyici olarak katılan öğrencilerin durumu dikkatimi çekti. Kendilerini Kemalist, milliyetçi ya da milliyetçi-sosyalist olarak tanımlayan bu gençlerde dikkatimi çeken şey beni oldukça rahatsız etti. Bu gençlerin hepsi, Kürt sorunuyla ilgili çekilen acılara kalplerini kapatmış görünüyorlardı. Hemen hepsi Ayşe Hür’e yönelik öfkelerini dile getirirken, bunun ardında biriken genel bir nefreti de dışa vuruyor gibiydiler.

Bu öğrencilerin bakışlarında, ürkütücü  bir nefretten sonra en çok dikkatimi çeken şey korku oldu. Korku ruhu kemirir ya; bu gençlerin de korkuları, ruhlarında onlara ferahlık verecek bir şeylerden ve onların yüzünü, bakanlarda güven uyandıracak bir görünümden uzak tutuyordu.

Kürt açılımına ya da genel bir vicdan meselesi olarak “açılıma açılmaktan” korkuyor gibilerdi bu gençler. Açılıma açılmak, kendilerine sığınak yaptıkları en güvenli koylardan bilinmeze kulaç açmaktı ve bu yüzden güvenilirliği tehlikeye sokabilirdi! İnsanların, bir varoluş meselesi olarak kendilerini yasladıkları fikir, dünya görüşü veya eylem biçimine güvenlerini yitirmemek için her geçen gün biraz daha içine kapandıkları ideolojik bağnazlıktı bence bu gençleri esir alan. Ama bu bağnazlıktan çok daha tehlikeli bir şey vardı: Akleden bir kalbin ve varlığını unutmuş olmak! Zira akleden kalp, kendisini açarak karşıdakiyle hemhal olmaya uğraş veren yegâne hazinesidir insanın; vicdanının tahtı…

Kürt açılımına açılmak da benim için benzer bir anlam ifade ediyor. Her şeyden önce yaptıklarımızla yüzleşmek cesaretini bulabilmektir kapıyı açmak. Kalbin aynasında gördüğümüz tarihimizle, devletimizle ve hepsinden önemlisi kendimizle yüzleşmek! Bu açılma gerçekten de korkutur insanı. Çünkü açtığımız kapıdan ilk gelecek olanlar, daha önce kapıdan zorla kovduklarımız, dinlemekten, duymaktan, görmekten ısrarlı bir şekilde kaçtıklarımız olacaktır. Mesela ilk geleceklerden birisi, şimdiye kadar Cem Garipoğlu adlı “çocuğun” sucuklu tostunu yemesi türü haberlerden duymaya fırsat bulamadığımız, daha dün ölen 13 yaşındaki Kürt kızı Ceylan Önkol’un acısı olacaktır. Bir havan topu ateşiyle bedeni paramparça olan, ama ruhuyla bizim gözümüzün içine bakan Ceylan’ın acısı…

Evet, açtık kapıları  bir kere ve bundan sonra geleceklerden Siyaset Meydanı’ndaki gençler gibi korksak yeridir gerçekten de. Diyarbakır Cezaevi’ndeki akıl almaz işkencelerin mağdurlarından birisinin acısı kapımızı çalabilir hemen. Selim Dindar, Neşe Düzel’e verdiği röportajda olayı şöyle anlatmıştı hani:

    “Mesela Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKİ’de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. ‘Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz’ diyordu. Biz, ‘ Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız’ desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dâhil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. ‘Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre’de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır’ diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve ‘Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor’ dendi. Ben şahadet getirdim. Dedim ki, ‘Biz yaşıyoruz.'”

Röportajı  okuyanlar hatırlayacaklardır. Mehmet Salih Besen, yaşıyor olduğuna inanmak için açılan telefonda, karısının sesini duyunca ölmüş. Evet, Kürt açılımına açılmak bizim, dünyalarını şaşırttığımız insanların acılarıyla yüzleşmemize, belki onlar için geceler boyu sessiz sessiz ağlamamıza sebep olacaktır. “Bizim” diyorum zira her zulümde, o zulme sessiz duranların da suçu vardır. Bizim diyorum, çünkü kalbimizi açmak, mazluma yakınlığımızı sağladığı kadar, zalimliğimizle yüzleşmemiz de demek aynı zamanda. Uğur Kaymaz çalacaktır kapımızı; ürkek ama bir o kadar da can acıtıcı bir sesle ve diyecektir ki bize, ben ne yaptım da yaşımdan fazla kurşunu sırtımda götürmek zorunda kaldım? Verecek bir cevabımız olmayacaktır belki gözyaşlarımızdan başka. Ama açılıma açtığımız kapıyı artık daha da açmak isteyeceğiz. Şimdiye kadar bizden saklananları, ya da kendimizin, vicdanımızın kapısını kapamamızdan dolayı kendimizden sakladıklarımızı duymak, görmek isteyeceğiz tüm açıklığıyla. Zira ancak bu şekilde temizlenebileceğimize inanacağız.

Kimilerimizin “akleden kalbi” devreden çıkarmak için ” haklandıran akılları” devreye girmek isteyecektir muhakkak. Bize diyecektir ki, “Ne biliyorsun Uğur’un terörist olmadığını? Ne biliyorsun Ceylan’ın PKK bombasıyla ölmediğini? Diyarbakır Cezaevi’nde olanlar zaten o dönem her yerde olmadı mı?” Haklandıran akıl devreye girdiğinde, kendisini bir incelik, bir güzellik ve bir hüzün olarak sunan akleden kalp devreden çıkmak isteyecek belki. Ama yine içine bir sızı bırakacak ve “orasını bunca insan için cehenneme haline getiren kim olursa olsun, öncelikle orasını cehennem olmaktan kurtarabilmek için beni sonuna kadar açman gerekmez mi?” diyecek. Bir çocuğun ölü gözlerinin dünyanın hiçbir servetine ya da hiçbir devletin bekasına karşılık verilemeyeceğini bir daha fısıldayacak vicdanımıza bir güz esintisi gibi.

Kürt açılımına kalbini aç sevgili kardeşim. Akleden kalbini dinle. Sana verdiği ses, merhametin, vicdanın tüm dünyada susmaya yüz tutmuş  fısıltısıdır. İlk anlarda, uzun zaman sonra yüzleşmekten kaynaklanan acıya dayanamayıp da onu yarı yolda terk etme. Acı duymak, acı duyanla hemhâl olmak, bir süre sonra hepimizin acılarının hafiflemesine yol açacaktır. Ceylan’la, Uğur’la en sevdiklerini birlikte düşün. Eğer çocuğunun bir gün sokakta yürürken bir bomba ile paramparça olmasını istemiyorsan, ülkemizin bir yerlerinde her gün bu tür olayların olabildiği bir ortam olduğunu ve bunun böyle sürmemesi gerektiğini bir kez daha düşün. Bugün açılıma açtığın kalbin Ceylan’ın, Uğur’un ve daha nicelerinin acısıyla fazlasıyla yanacaktır, buna hazır ol. Ama başka acılarla yanmayacağımız bir gelecek için de bu acılarla yanmak gerekiyor. Bugün bir şey yap ve kalbini açtığın o insanlar için doya doya ağla ki anlayabilesin. Ağlamak anlamaktır ve anlamak da tarihin tekerrür etmemesi için gereklidir.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:seyyide demirhan Tarih: Eki 2, 2009 | Reply

    Muhalefet edenlerin hiçbirinin bir tane bile Kürt arkadası yoktur,onlardan gercek hikayeleri dinlememişlerdir.Ya da kendileri bundan önceki birçok hükümetin yaptığı ‘üvey evlat politikasını’ görmezden gelmişlerdir.Bundandır böyle yanlıştan doğruya dönmeme ısrarları…

  3. Yazan:Ali Duman Tarih: Eki 3, 2009 | Reply

    dünyayı 100 yıl geriden takip etmenin yarattığı bir MAKAS AÇIKLIĞI var, işte bu makas açıklığı “ABD koplosu, AB oyunu, dış güçler” gibi benzeri argumanlarla kapatılmaya çalışılıyor.

    aynen 85 yıldır kullandıkları “sevr hortuluyor” uydurması gibi, hiçte sevrin hortladığını görmedim, görmedik. kaldıki sevr ile lozanın ne farkı var, onu da bu sevri hortlatanlar elbet anlatırlar burada.

    mevcut statükoyu olduğu gibi sürdürmeye çalışanlar, bu niyetlerini açık edemedikleri için ipe sapa gelmez argumanlar üretiyorlar. en yaygın ise malum “dış mihraklar” sanırsınız ki bütün dünya bir araya gelmiş türkiye yi bölmeye çalışıyor, böyle bir paranoya tedaviyi zorunlu kılıyor.

    en büyük bölücülüğü ötekileştirme siyasetini güdenler yaparken, bütünleştirmeye çalışanları ise bölücükle suçlamaktadırlar, zaten bu siyaset sefilleri, üretemedikleri siyaset için kolayını bulmuşlar, kendileri ne ise karşılarındakini onunla suçluyorlar, yani bölücü iseler, hasımlarını bölücükle suçluyorlar, bu siyasetsizliğin ayaklar altına alınmasıdır.

    12 eylüle karşıymış gibi görünürken, 12 eylül yasalarını ve anayasasını savunurlar, değişimin mümkün olmadığı dönemlerde yeni demokrat anayasa, demokratik haklar vs. savunurlar, ancak değişimin mümkün olduğu dönemlerde ise tüm tükürdüklerini utanmadan sıkılmadan yalarcasına değişime karşı dururlar.

    anlı şanlı tusiadımız var, ne demokrat anayasalar hazırlatmıştı, ne demokrat kürt çözümleri hazırlatmıştı, ancak ne varki simdilerde hiç birinin adını anmıyor, kürt lafını bile ağzına alamıyor, hatta demokratikleşme ve ab uyum yasaları için hükümete yavaş git, frene bas nasihatları veriyor, tıpkı kendisini temsil eden sahte sol chp gibi takiyeci, al birini vur diğerine.

    ab’nin yolu diyarbakırdan geçer diyenler sus pus, o laflar kifayetsiz kimliklerinin kifayetsiz sözleriydi.

    okumuş, tahsil yapmış çocuklar vehimler üzerine kurgulanmış mesnetsiz argumanlara inanıyorlar hemde ciddi ciddi inanıyorlar, bir cahili daha kolay barışa ve demokratik açılıma ikna edebilirsiniz, ancak, üniversite bitirene kadar resmi ideolojinin ezberlerini içmiş diplomalıyı barışa, demokrasiye ikna edemezsiniz, zira şems’in dediği “ilmi hayra yormayacaksan, cahil kalmak evladır” sözü tamda burada karşılığını buluyor.

    bilinmeyeni araştırma görevini üstlenen üniversitelerde kemalizm ve atatürkçülük dersleri veriliyor, ilk ve orta öğrenimde verildiği yetmiyormuş gibi, üniversitelerimizin dünya klasmanında ilk 500 e giremeyişlerinin sebebi çok belli değil mi? bilim yerine kemalizm şırıngasına devam…. açılım,demokrasi, barış, kardeşlik mi? dış güçlerin oyunu, abd koplosu, ab’nin oyunu canım, zaten bizim bölünmemizi istiyor bu dış güçler, zaten dört bir yanımız düşmanla çevrili, nemize gerek açılım, demokrasi, barış, kardeşlik.

    barıştan, demokrasiden, kardeşlikten, çeteci, derin devlet yerine hukuk devletinden dem vuran cumhurbaşkanını dinleyen baykal’ın yüreği kararmış, senin yüreğinin karartmayacak nutukları ergenekoncular atabilir ancak, iyiki de kararmış, senin yüreğinin kararmadığı yerde bizimki kararır.

  4. Yazan:HAKAN YILMAZ Tarih: Eki 3, 2009 | Reply

    Tıp biliminin psikiyatri bölümünde korkunç bir hastalık vardır. Bu hastalık kişilik bölünmesi olarak tanımlanan ŞİZOFRENİ olup bu hastalığa yakalanmış kimselere de ŞİZOFREN denilmektedir.

    Kısaca betimlemeye çalıştığım bu hastalık ne yazık ki bugünlerde hükümetimizin üyelerince halkımıza adeta şırınga edilmektedir.

    Şırınga, KÜRT AÇILIMI, DEMOKRATİK AÇILIM...tamlamaları ile yapılmaktadır.
    Hükümet bu tamlamaları, bilinçsizcesine, bir takım dış çevrelerden aldığı önerilerle, FARKINDALIK OLMADAN kendi halkına şırında edince, dış çevreler bu durumdan çok memnun olduklarını muhtelif vesilelerle de belirtmişlerdir.

    Bugün bu hastalığa bir örnek olarak MİLLİYET gazetesinin baş sayfasında sayın HÜLYA AVŞAR’ın bir açıklaması vardı. Sayın Avşar bu açıklamasında diyor ki;

    ” KÜRT TARAFIM GURURLU, TÜRK TARAFIM ŞAŞKIN”

    Sağlıklı bir insan bugün bilmektedir ki, saf bir etnik kimlikten söz etmek ancak bilgiden ve farkındalıktan yoksun olanlara özgü bir söylem olabilir. Ve hiç bir şekilde de bugün yaşayan bir kimsenin fizyolojik yapısında hangi ırksal yapı taşları olduğunu bilmenin doğrudan imkanı da yoktur.

    Bu vatanın vatandaşı olanlara TÜRK VATANDAŞI denilmektedir. Ve bu vatandaşların etnik yapılarında çok değişik ırklardan gelen DNA’ların bulunması son derecede olağan ve normal bir olguyken, şimdi tutup da kişiliklerimizin içindeki taraflardan söz etmeye kalkmak ancak bir şizofreni örneği oluşturmaz mı?

    Bunun başlıca nedeni de hükümetimizin içeriğini belirtmeksizin kapalı bir tarzda yapmış olduğu ayrımcı şırınga nedeniyledir.

    FARKINDALIK en büyük aracımızdır…

  5. Yazan:Ali Duman Tarih: Eki 3, 2009 | Reply

    evet bir hastalık var, hemde çok ağır bir şizofreni vakası.

    85 yıldır resmi ideolojinin yalanları ile şırınga ediliyor.

    mustafa suphiler karadenizin soğuk sularına gömülerek şırınga edildi.

    “önce asalım sonra yargılarız” diyen istiklal mahkemeleriyle şırınga edildi.

    kaçarak canını zor kurtaran nazım hikmet yok sayılarak şırınga edildi.

    sabahattin ali katledilerek şırınga edildi.

    hırant dink katledilerek şırınga edildi.

    kemalist olmayan kemal tahir, orhan kemal, oğuz atay, yaşar kemal, orhan pamuk (ve daha niceleri) yok sayılarak şırınga edildi/ediliyor.

    aleviler yok sayılarak şırınga edildi.

    kürtler yok sayılarak şırınga edildi.

    bu topraklar üzerinde binlerce yıldır yaşanan kültürler, diller yok sayılarak şırınga edildi/ediliyor.

    100 yıl sanıyordum oysa ne yüzyılı bin geride kalmış mağara kaçkınlarının haklı bir siyaseti ol(a)mayınca, açıklayamadıkları ya da demokrasi düşmanlıklarını ancak “abd komplosu”, “ab planı”, “dış güçler” argümanlarıyla kapatmaya çalışıyorlar, (bu taktikler doğu perinçek taktiğidir çooookk bayatladı çoook) kimse yemez artık bunları, kardeş katilliğini meşru kılan, sayısız darbeleri meşru kılan paradigmanın tüm kaleleri bir bir yıkılmaya başladı. bu uydurma argümanlar, aptalca bahaneler, demokrasi talebi karşısındaki her türlü kıvırtmalar bin yıllık gericiliğinizi açıklamaya yetmez.

    şizofreni, paranoya, cinayet, darbe, muhtıra, katliam ne ararsanız var, yerden, denizden bomba ve silah fışkırıyor, o silahları türkiyenin halkları size yedirecek.

    sandıkta yedirecek, milli irade olarak yedirecek, kardeşlik adına yedirecek, barış adına yedirecek.

    85 yıllık uyduruk “sevr hortlatılıyor” paranoyası iflas etti, yenileri sahnede, “bölüyorlar”, “dış oyunlar” her türlü çözüm ve halkın talebine verebildikleri TEK YANIT BU. Yalanın da dolanın da bir bitimi var ve o bitimi yaşıyoruz.

    not: bu vatanda yaşayan herkese TÜRK deniyormuş, yok yaaa, KURANI KERİMDE mi yazıyor böyle olduğu, bir yalan uydur eeeeee sonra herkes ona inansın, tapsın, kendi yalanınıza ancak kendinizi inandırırsınız, dünya da size güler, ortaçağ kaçkınları. Hitlerde herkesi alman yapmaya kalkmış, olmayanları da yakmıştı, zira zaten esinlendiğiniz kafa işte o 1935 kafasıdır, hitler kafasıdır. 1935’de yapılan kongrede chp resmen o kafayı benimsediğini örnek aldığını dünyaya deklere etmiştir. TÜRKİYE’nin HALKLARI çağdışılığınızı çağın dışına, tarihin çöplüğüne gömecektir, kendinizi buna hazırlarsanız iyi olur.

    dünya medeniyetine beşiklik yapmış anadolu toprakları tarihinin en vahşi, en kanlı, kültürel anlamda en çorak dönemini yaşamaktadır ve bunu aşmasını, kendine dayatılan bu aşağılık hain paradigmayı yırtıp atmasını bilecektir.

    Zira mevlananın da, yunus emrenin de, pir sultan abdalın da yüzü yere düşürülmeyecektir.

  6. Yazan:Osman ÇELEBİ Tarih: Eki 5, 2009 | Reply

    Ben Türk Milliyetçiliği’ne karşıyım ama sen ey Kürt; sen etnik milliyetçilik yapabilirisin.

    Dengeler korunmassa iki tarafta birbirini yiyecek!

  7. Yazan:rıza altunışık Tarih: Eki 5, 2009 | Reply

    AÇILIMI AÇALIM

    Kanyon Rıza Altunışık

    Geçmişe saplanıp kalmak geleceği görmemekle eşdeğerdir ancak geçmişten ders almamakta da geleceği kayabetmektir.

    Uzun süredir ülke gündemini işgal etmesina rağmen ortaya atanlarca hala içeriği açıklanmayan açılım meselesini biraz daha açmakta yarar görüyorum.

    İnsanlığı etkisi altına alan iletişim çağının ülkemizdeki yansımaları gözönüne alındığında çıplak gözle yani tarafsız ve önyargısızca değerlendirme yapmak için şöyle rahatça koltuklarımıza bir yaslanalım.

    İnsanlık tarihinin zorlu dönemeçlerinden damıtılarak günümüze kadar gelmeyi başarmış bir milletin bu dönemide atlatacağına ama bunu yaşarken çalkantılı bir sürecide yaşayacağını inanıyorum.

    Tarih boyunca birbirlerini mezhep ve toprak için boğazlayan batı toplumları geçtiğimiz yüzyılın ortalarında bir anlaşmaya vardlıar.

    Devletleri, milletleri ve mezhepleri ayrı olan bu topluluklar artık kendi aralarında birleşmenin förmüllerini aramaya koyuldular. Nihayetinde avrupa ekonomik topluluğu’nu (AET) oluşturarak diri olmanın bir olmaktan geçtiğini kendi milletlerine anlatmaya başladılar.

    Zamanla ekonomik topluluk kültürel ve siyasi birliğe doğru yol alırken bu birliğe rakip olabilecek milletleride ihmal etmediler.

    18. yüzyılda gerçekleşen ve gideren büyüyerek ekonomik, siyasi, kültürel ve emperyal bir merkez haline gelen Amerika’nın bir başka versiyunu avrupa kıtasında zuhur ediyor.

    300 yıl önce 72 ayrı milletten gelen toplulukların Amerikayı oluşturarak dünya devi olmalarından ilham alan avrupa aynı yolu biraz farklıda olsa katetmenin eşiğine geldi.

    Bütün farklılıklara ve aralarındaki husumete karşın batı birleşmenin adımlarını çok hızlı atıyor.

    Peki batı yani hristiyan dünyası birleşmenin adımlarını atarken bin yılı aşkın süredir birlikte yaşamış, kız alıp kız vermiş, ortak kültürel değerlerde harman olmuş Türk milleti ne halde acaba?

    Kendi aralarına birliği ve dirliği sağlamış AB-D, niçin Türk milletinin etnisitesini kaşımaya çalışyor?

    Acaba hristıyan batı, Türk milletini oluşturan müslüman boyları bizden dahamı çok seviyor?

    600 milyonluk bir AB ve 350 milyonluk ABD, niçin 72 milyonluk Türkiye’nin birliğinden rahatsız?

    BOP senaryoları ile ülkemizinde içinde bulunduğu islam milletlerini kargaşa ve kana boğmanın ilk adımlarını Filistin, Afganistan ve Irak’ta atmadılarmı?

    Afganistan’ı hangi gerekçe ile işgal edip yere serdiler. Irak’taki işgalin amacı nükleer silahlar değilmiydi?

    Nerede kaldı Afganistan işgalinin Taliban gerekçesi? Hani Irak’ta nükleer silah?

    Şimdi sıra Türkiye’yi karıştırmaya geldi; Ey Lazı, Çerkezi, Kürdü, Türkmeni, Boşnakı, Alevi’si ve Sunni’si ile Türk milletini oluşturan kardeşlerim; ırka, aşirete ve mezhebe dayalı küçük, küçük beyliklerin dönemini bizler bin yıl önce yaşadık.

    Aynı kültürel değerlere sahip toplulukların aralarına kin, nefret ve kargaşayı tekrar sokmak isteyenlere tek yürek ve tek yumruk olarakı cevap verme zamanıdır şimdi.

    Özgürlüğe, İnsan haklarına ve katılımcı Demokrasiye sonuna kadar tabiki evet, ancak terörlü yada terörsüz bölücülüğe asla.

    Açılım diye bizim aramıza nifak sokarak etnik kimliğimizi milli kimliğimizin önüne geçirmek isteyip bizi bin yıl geriye sürükleyecek hertürlü senaryoya hayır.

  8. Yazan:Ali Duman Tarih: Eki 6, 2009 | Reply

    kürt sorununu yaratan dinamiklerin en başında türk ırkçılığı ve türk milliyetçiliği gelmektedir.

    türk milliyetçiliği 12 eylül faşizmi ile tırmandırılmış olup, diyarbakır hapishanesinde yapılan acımasız işkenceler kürt isyanını zorunlu kılmıştır.

    önce isyan ettireceksin, sonra kafasına vurup sindirmeye asimile etmeye çalışacaksın, cumhuriyetin kuruluşundan beri çıkan isyanlar bizzat derin devlet tarafından çıkarılmıştır, tek nedeni sürgünler, sıkıyönetimler, baskılar ile asimile politikalarını uygulamaktır.

    ülke fiilen değilse de, manen bölünmüştür, bu bölünmüşlüğü diyarbakır başta olmak üzere kürt illerine gittiğinizde görürsünüz, basit anlamıyla 20 yıl önce diyarbakırın sokaklarında türkçe ağırlıkla konuşulurken, bugün türkçe konuşana rastlayamazsınız, işte bu bölünmüşlüğün en bariz göstergesidir ve bunun sorumlusu başta darbeci faşistler olmak üzere türk ırkçı ve milliyetçileridir.

    türk ırkçı ve milliyetçiliğinin sözcülüğünü yapan mhp ve chp denen ortaçağ kaçkını partiler, kürtler adına konuşma hakkına sahip değillerdir. her iki partide türkiyenin partisi değildir, onlar türkiyenin bölgesel partileridir. güneydoğudan SIFIR çeken bu her iki parti hangi yüzle kürt meselesi hakkında atıp tutmaktadırlar. önce diyarbakırda miting yapabilme, seçimde sıfır çekmeme durumuna gelmeleri gerekmektedir. aynı şeyleri dtp için de söyleyebiliriz, sadece bir bölgeden oy alarak türkiyenin partisi olamazsınız. türk milliyetçiliği bölücülüğü ne kadar kışkırtıyorsa, kürt milliyetçiliği de ateşe benzinle gidiyor.

    demokratik ülkelerde sol/sosyaldemokrat/sosyalist siyasetler vardır ve bu siyasetler iktidardan daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, eşitlik, kardeşlik ve hukukun üstünlüğünü talep ederler, iktidarları bu doğrultuda ikaz ederler.

    bizde mevcut mhp açıkca ırkçılık ve milliyetçilik yaparken, sözde sosyaldemokrat geçinen ancak solculuğu da sosyaldemokratlığı da sahte olan chp ise iktidarı sürekil kırmızı çizgileri geçmemesi konusunda ikaz etmekte, mevcut bozuk düzeni hükümeti “sorun neyyyy kardeşim” diyerek tehdit etmektedir. peki takiyeci sahtekar sol chp, oyunu aldığın %20 sosyal demokrat oy böyle ırkçılık, miliyetçilik yaparak mı, statükoyu korumaya çalışarak mı temsil edeceksin, sana mı acımalı,sana oy verenlere mi acımalı bilmiyorum, ancak tek bir gerçek var ki, türkiyenin demokratikleşmesinin, çağdaşlaşmasının, bölgesel güç olmasının önünde bir çuval gibi durmaktasınız, küçük olsun benim olsun zihniyetiyle gidecek bir yer kalmadı.

    içeriği belli olmayan açılımın içini doldurmayı niye denemiyorsunuz. sizi gidi statükocular sizi, sizi gidi demokrasi düşmanları sizi, sizi gidi ırkçı, milliyetçi faşistler sizi. ipliğiniz pazara çıktı, yolunuz yol değil ve buraya kadar.

    açılımları ve hükümeti eleştirenlere bir bakmak gerekiyor;
    200milyon dolar için imf’nin kapısında yatanlar eleştiriyolar,

    16 bankanın soyulmasına öyle veya böyle ön ayak olanlar ülke soygun krizleriyle yere serildikten sonra, halkı uyuşturmak için “türkiyede iyi şeylerde oluyor” kıvamında çerden çöpten haberler yaparak ana haber bülteninde verenler eleştiriyorlar,

    abd başkanı ile 5 dakika görüşebilmek için kapısında 5 saat görüşenler ve başkanın karşısında el pençe duranlar eleştiriyorlar,

    yurtdısında türkiyeyi her diplomatik görüşmede rezil eden monşer diplomatlar eleştiriyorlar,

    dünya çapında recep tayip erdoğan’ın sağladığı misyonun yüzde biri kadar misyon sağlayamayanlar eleştiriyorlar.

    40 yıl ülkeyi yönetmiş demiler ile 7 yıldır yöneten erdoğan’ın bir karşılaştırın bakalım kimin uluslararası misyonu ağır basar.

    dünyanın tanıdığı ve izlediği erdoğan, uluslararası liderliğe oynarken, birde alternatifi baykal ve bahçeliye bakınız, o baykal ki korkudan üyesi olduğu sosyalist enternasyonal’in toplantılarına katılamıyor, biri uluslararası oynarken diğerleri kasaba siyasetciliğine devam ediyor.

    evet, akp’ye alternatif bir sol ve sosyaldemokrat parti eksikliği türkiyenin en büyük eksikliğidir, inanıyorum ki en kısa zamanda bu boşluk doldurulacaktır, zira boşluklar doldurulur. işte o zaman muhalefet sorunu da olmayan bir türkiye her konuda çok daha sağlıklı hamleler yapabilecektir.

  9. Yazan:Osman ÇELEBİ Tarih: Eki 7, 2009 | Reply

    Peki DTP nin kırmızı çizgileri yok mu? DTP ve Kürt Irkçılığındna nende bahsedilmiyor bu sitede hiç?

  10. Yazan:MY Tarih: Eki 7, 2009 | Reply

    Osman Bey hesap soran komser agizlarini birakma zamani gelmedi mi artik?

    bakin DTP kategorisindeki yazilari okuyun önce, mesela sunlari:

    Kemalizmin son çocukları: DTP ve CHP

    DTP, Kürtlerin CHP’sidir!

    Acele Kürt kanı aranıyor!

    Kürt milliyetçileri nerede duracak?

    herseyden sikayet eden ama hiç bir seyle dogru dürüst ilgilenmeyen gazetelerin cahil köse yazarlari ne yazik ki sizin gibi hassas insanlari bile kötü yönde etkileyebiliyor. DTP hakkinda çikan bütün yazilara buradan erisebilirsiniz:

    http://www.derindusunce.org/category/dtp/

    Bugün yasadigimiz Terör sorunu Türk milliyetçiligi ve Kürt milliyetçiliginin ayrilmaz bir parçasi. Ama sorun daha da derindir, köklüdür. Herseyi kaba kuvvetle, askerî çözüm(!) ile halletmeyi adet edinen bir devletimiz var ilk sorumluluk devletindir. Devleti yikmak filan degil ama hatalarini görmek, düzeltmek gerekir.

    Türkiye’yi sevmek bunu gerektirir, Türk milletini sevmek bunu gerektirir, insan olmak da bunu gerektirir. Daha adil ve insani bir T.C. daha güçlü olacaktir. Bu fikirlerimizi de ispatlariyla su makalelerde sunduk;

    Vatanın bütünlüğü silahla mı korunur?

    PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin