Devlet eğitimde rekabete açık mı?
By Ufuk Coskun on Eki 15, 2009 in Devlet, Eğitim, Kemalizm, Liberalizm, Ulus-Devlet
Türkiye’de eğitim alanında yapılan birçok araştırma “devletin eğitime müdahalesini haklı görenleri” yanıltıyor. Bilindiği gibi ülkemizde eğitim hizmetleri büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilmekte ve üretilmektedir.” Devletin demir çelik üretimi yapmasına, bu üretime sübvanse etmesine ve denetlemesine büyük bir çoğunluk karşı çıkarken, söz konusu eğitim olunca bu defa aynı çoğunluk tam tersi görüşleri savunmaktadır.” (M. Çokgezen; Liberal Düşünce Dergisi Kasım 2008) Peki, Türkiye’de eğitimi bu denli özel ve önemli kılan düşünce ne olabilir? Albert Jay Nock; “Devlet okullarının iyi birey yetiştirmekten çok iyi vatandaş yaratmakla ilgilendiğini” ifade eder. Eğitimin neden devlet tarafından müdahale edildiğini sorgulayan John Lott ise; “Devletin eğitim hizmetlerinin halkı kontrol etmede maliyeti düşüren bir mekanizma olduğundan” bahseder. Türkiye’de eğitim bireyin kendi başına bir değer olarak algılandığı, tanındığı ve saygı duyulduğu bir anlayışı geliştirmekten çok -Nock’un da ifade ettiği gibi- iyi bir vatandaş yaratma yolunda işlev görmektedir. Bu bakımdan yıllardır sosyal, siyasal, ekonomik, bilim, sanat ve teknoloji alanlarında ciddi ilerlemeler kaydedemedik.
Türkiye’de eğitim -bir bilim dalı olarak- özellikle darbe süreçlerinde devletin tekeli altına alınarak sadece resmi ideolojiyi transfer eden bir aracı durumuna indirgenmiştir. Örneğin 60 darbesi üniversitelerin ancak devlet eliyle kurulabileceği şartını dayatmıştı. Bu durum özel teşebbüsün eğitim alanındaki tüm girişimlerinin de önünü tıkamış oldu. . Ne var ki devlet kıt imkânlarıyla bu yükün altından kalkamadı. Neticede bu ülkenin çocuklarına ne kaliteli bir ilköğretim sunabildi ne de üniversite eğitimi… Sonuçta devlet, eğitim alanında kötü bir performans ortaya koydu. Üniversiteleri bilim üreten mekânlar olmaktan çok ideolojik kamplara dönüştüren YÖK’ün kurulmasıyla da ülkede hem hür fikirlerin gelişmesi engellendi hem de bilim, sanat, edebiyat, fen ve teknoloji alanlarında ciddi gerilemeler kaydedildi.
Yüksek maliyet, düşük kalite;
Kişi başına düşen harcama miktarının, devlet okullarında, özel okullara göre daha yüksek olmasına karşılık, eğitim kalitesinin devlet okullarında çok düşük olduğu görülmektedir. Bugün yapılan birçok araştırmada devlet okullarının başarısının özel okullara göre çok düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin 2003 yılında açıklanan Uluslararası Öğrenci Başarısını Belirme Programı PISA’nın verilerine göre devlet okulları okuma, problem çözme, fen ve matematik alanlarında özel okulların bir hayli gerisinde gözükmektedir. Dünyanın önde gelen ölçme değerlendirme kurumlarından biri olan CITO’nun Türkiye biriminin geliştirdiği Öğrenci İzleme Sistemi’nin Eylül 2007 sonuçları da bundan pek farklı değildir.
CITO Türkiye Öğrenci İzleme Sistemi (ÖİS) ayrıca “ilköğretime başlayan öğrencilerde eğitime “hazır bulunuşluk” açısından bir sorun olmadığı; ancak eğitim süresince, sınıf düzeyi yükseldikçe, üst düzey düşünme becerilerini edinemedikleri” raporunu da sunmuştur.(CITO Eğitim; Kuram ve uygulama sayı;4)
Araştırmalar devletin eğitime müdahalesinin haklı bir gerekçesi olmadığını kanıtlamaktadır. Türkiye’de devletin eğitimi tekelinde tutmasının, eğitimin egemen ideolojiyi aktaran bir araç haline getirilmesiyle yakından bir ilgisi bulunmaktadır. Oysa eğitim; “bireyin anlam arayışı yolunda beyninin, yüreğinin ve elinin özgürleştirilmesidir. Eğitim bir sınır koyma uğraşısı değil, ufukları genişletme çalışması olmalıdır. İnsanoğluna yakışır bir eğitim, korkudan bağımsız bir eğitimdir. Korku dolu birey, özgür düşünme gücünü yitirir. Birey özgürlüğünü yitirince yeteneklerin de yitirir.”(Muhsin Hesapçıoğlu; “Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Eğitim İdeolojisi)
Müfredat tekeli kırılmalı;
TÜRKÖZOKBİR’e göre (Özel Okullar Birliği) bugün Türkiye’de okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim olmak üzere toplam 2.353 özel okulda; 38.794 öğretmen, 344.769 öğrenciye eğitim vermektedir. Bu oran devletin eğitim kurumlarıyla karşılaştırıldığında bir hayli azdır. Türkiye’de özel okulların da müfredatını ve denetlemesini devlet yapıyor. Bu durum doğası gereği sürekli çocuklarına daha kaliteli bir gelecek yaratma çabası içerisinde olan ebeveynlerin önünde çokta fazla bir seçenek imkânı sunmuyor. Bunun için eğitimin ciddi bir reforma ihtiyacı vardır. Öncelikle özel okulların açılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekmektedir. En önemlisi de müfredat tekeli mutlaka kırılmalıdır.
Özel okuldan kasıt Özgür Eğitim-sen’in yayımladığı bir raporda ifade edildiği gibi, “Ekonomisiyle, müfredatıyla, ders kitaplarıyla devletten tamamen bağımsız okullardır. Devlet bu okulların müfredatlarını sadece insan hakları açısından denetleyebilmelidir. Bunun dışında okullar istedikleri müfredatı hazırlayıp topluma sunabilmelidir. İsteyen ideolojik parasız okulda açabilir. Cemaatler kendi dini inançlarına yönelik ve kendi dillerinin de öğretildiği eğitimde verebilirler. Arz talep meselesi…“ Bugün var olan özel okulların müfredatını bile devletin belirlediğini ifade etmiştik. Aslında bu tekel kalkmalıdır. Türkiye’de yaşayan farklı kesimler, cemaatler vs. müfredatlarını ve eğitim politikalarını kendileri belirlemesi kaydıyla okullarını açabilmelidir. Neticede talep bulan okul devam eder, talep bulamayansa kapanır. Devlet okulları da olmalı ve işlevlerine devam etmelidir. Ve bu resmi okullar diğer özel okullarla rekabet edebilmelidir. Türkiye’de çeşitli eğitim kurumlarının kendi aralarında yapacağı rekabet hem eğitimin maliyetini düşürecektir hem kalitesini arttıracaktır hem de özgür düşünce kanallarını alabildiğine açacaktır.
Özel okulların bu çerçevede ele alınıp önündeki engellerin kalkmasıyla anadilde eğitim tartışmaları, zorunlu din dersi tartışmaları, İmam Hatip Lisesi tartışmaları da büyük oranda bitecektir. Diğer taraftan özel okula giden her öğrencinin devlet okullarındaki öğrenci yoğunluğunu hafifleteceği ve devlet okullarındaki öğrencilerin daha iyi bir eğitim almalarına imkân ve fırsat vereceği de göz ardı edilmemelidir. Devlet vatandaşını kafasına göre biçimlendirebileceğine ve bunda da hakkı olduğuna inanıyor. Vatandaşa etnik kimlik, ana dil, din, yaşam biçimi tercih edip dayatmaya kalkıyor. Oysa insanlar devletin kendi tercihlerine saygılı olmasını istiyorlar. Yurttaşlarının etnik kimlik, dil, din gibi tercihlerindeki farklılığa saygı duyup bunlar arasında ayrım yapmadan, hakemlik yapmasını istiyorlar.
Kendine güvenen, ülkesinde yaşayan kendi ırkından, renginden, mezhebinden ve inancından olmayanlarla önyargısız kurduğu sağlam ilişkilerin geliştirilmesine imkân sağlayan, birlik ve kardeşlik duygularını bilinçli bir şekilde yaşayan aklı başında bireylerin var olması için eğitim alanında mutlaka aşılması gereken engelleri aşmak durumundayız. Demokratik dünyanın geldiği bu noktada çocuklarımıza hayata asker gözüyle bakmalarını sağlamakla ne bilimde, sanatta, ekonomide nede insan hakları alanlarında bir ilerleme sağlayabiliriz. Farklı kültürlerin, renklerin, ırkların ve inanç türlerinin var olduğu bir coğrafyada tek tip düşünce tarzını ve eğitim politikalarını alabildiğince tartışmak ve çözüm önerileri üretmek durumundayız…
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
4 Yorum
Yazan:tuğba Tarih: Eki 16, 2009 | Reply
Devlet okullarında eğitimin kalitesiz olmasından bahsetnişsiniz.Açıklamak istiyorum.Biz öğretmen adayları yıllarca kpss adı verilen sınava hazırlanmak durumunda kalıyoruz.Sınav aşılması zor bir engel gibi.Bunu bu yıl kpss birincisinin 99,6 puan aldığı halde atanmamasından anlayabiliriz.Atanamamasının sebebi ise ironik..İhtiyaçları yokmuş.
Sorun şu atanamayan 350bin öğretmenin bugün sendikaların söylediğine göre 150bini devlet okullarında ”ücretli köle”adı altında 300-500tl ye boyun eğmek durumunda bırakılmıştır.Okullarda atama yapılmadığı için matematik derslerine muhasebecilerin,türkçe derslerine ingilizce öğretmenlerinin girdiği aşikardır.Bu sayılar hiçte küçümsencek gibi değildir.Yaklaşık bir hafta önce Van Başkale ilçesince ücretli öğretmenlik yapanların listesinde hiç öğretmen olmaması çok üzücüdür.Mesleğimizi bugün 2yıllık mezunları yapmaktadır.
Bugün uygulanan eğitim politikası bu şekildedir.Devlet 1kadrolu hocaya vereceği parayı 3ücretli köleye vermektedir bu da ucuz iş gücüdür.
Öss de neden 30bin kişinin sıfır çektiğini açıklayabilmişimdir inşallah….
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 20, 2009 | Reply
Bence eğitim sisteminin sorgulanmasında,devletten önce,eğitimin rekabete açılmasına henüz hazır olmayan genel geçer anlayıştan başlanmalıdır.
Soruyu değiştirecek olursak:
Devletin tekelinde tuttuğu hantal eğitim sistemini bir sosyal hizmet gibi gören anlayış,acaba sistemin rekabete açılmasına ne kadar açık.
Dolayısıyla bugün devlet bu yetki ve imtiyazını devretmeye yanaşsa bile,bu yapının sunduğu hizmetin niteliğine bakmaksızın sistemin salt parasız(!)oluşundan ötürü önemsendiği yaygın bir eğilim var.Açıkçası,toplumca kabul gören bu bakış açısı serbest rekabet ya da farklı alternatif önerilere pek açık görünmüyor.Bir bakıma,devletin eğitim ve sağlık gibi alanlarda otoritesinden vazgeçmeMesinin başlıca nedeni,bu statik yapının devlet dışında kabul görmesi,sistem devamlılığının toplumun büyük bir çoğunluğununca savunuluyor olmasındandır.
Kuşkusuz devlet-vatandaş-toplum ayağında gözlenen bu ilişki ağının değişmez kılan pek çok neden var.
Birincisi,her bir değişim/dönüşüm talebinin ilk elden Neoliberalizme,küresel entegrasyona vb.klasik söylemlere dayandırılarak reddedilmesi.Yani öngörülen düzenleme veya reformların ne getirip ne götüreceği tartışılmaksızın hadisenin ideolojik rekabetlere indirgenmesi.
İkinci bir husus,reform ve yenilik karşısına dikilen bu klasik söylem şeklinin halkın eğitim harcamalarında çektiği sıkıntılarla örtüşüyor olması.Zira eğitime ayıracağı bütçede zorlanan vatandaş doğal olarak parasız devlet eğitiminden yana olacaktır.
Sonuç olarak beklenti ve ihtiyaçları karşılamaktan uzak sistemler maalesef yeterince anlaşılamıyor.Ve ilginçtir,toplumda bu kafa karışıklığını yaratanlar da genellikle sosyal adalet ve eşitlikten yana görünenler tarafından yapılıyor.Zira toplumsal bilincimiz “hangisi doğrudur”u bulmaktan ziyade “kimler yapıyor”a endeksli.E tabi vaziyet böyle olunca da enerjimizi “düzeltme”ye değil siyasal ve ideolojik rekebetlere harcıyoruz.Hele iktidarda satmadık bir şey bırakmadığı(!) düşünülen bir parti de olunca gelsin muhalif söylemler;sosyalist,feminist,aydın,devrimci tavırları.Yani olay budur.AKP karşıtlığına indirgenen muhalefet anlayışından ancak bu kadarı olur.Bu mantık değişmediği sürece de köklü reformaların pratiğe geçmesi maalesef oldukça zor.
*****
Ayrıca bu ve bir önceki yazısında eğitim sistemimize dair değerli görüş ve katkılarından dolayı Ufuk beyi canı gönülden tebrik ediyorum.Her iki makale de eğitim sistemimizin tüm eksikliklerini gün yüzüne çıkarmış.Yazılarının devamını bekliyor,çalışmalarında başarılar diliyorum.
Yazan:Ufuk Tarih: Eki 21, 2009 | Reply
Aziz bey;
Öncelikle teşekkür ederim…
***
Baker; “ Okullar orduların ileri karakollarıdır çünkü okuldaki disiplin ordudakini aratmayacak düzeydedir” der. Althusser ise; “Eğitim devletin ideolojik aygıtıdır. Ortaçağda bunu kilise günümüzde ise bu işlevi okul yerine getirmektedir.”demiştir.
Dünyayı, hayatı, içinde yaşadığımız ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik meselelerine olan bakış açımızı, algılayış biçimimizi geliştirdiğimiz tutum ve tavırları genelde eğitim kurumlarından edindiğimiz bilgi, birikim ve duygularla belirliyor ve bu doğrultuda hareket ediyoruz. Burada eğitim kurumlarının devletin kendisine bağımlı, uyumlu ve uysal yurttaşlar yetiştirme merkezi görme işlevinin büyük bir önemi vardır. Devletin kurguladığı ve müdahil olduğu bir eğitim sistemimin merkezinde doğal olarak “itaat” yer almaktadır. Matematik dersinde bile bireyin milli meselelere yönlendirilmesi bu duruma verilebilecek küçük bir örnektir. Hâlbuki merkeze insani vasıfları, farklılıkları, düşünceyi, demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun özgürleşmesini bekleyemezsiniz.
O yüzden Türkiye’de ben eğitimciyim,sendikalıyım diyen herkes öncelikle otoriter eğitim anlayışını karşı çıkarak bireyin özgürleşmesini, seçimlerini bastırmamalarını, resmi ideolojinin, baskıcılığın, militarizmin eğitim kurumları vasıtasıyla bireylere aşılanmaması gerektiğine dair eleştirilerini ve çözüm modellerini sunmak zorundadır.Bir ülkenin farklılıklarla barışık, özgür bireylerini yetiştirmenin yolunun kuşkusuz özgürlükçü bir anlayışla şekillenmiş, hukukun, insan haklarının, demokrasinin, bilimin, sanatın ve felsefenin doğru anlatımlarla kazandırıldığı bir eğitim sisteminden geçeceği bilinmelidir. Ben Avrupa Birliği ülkelerinde gerek eğitimle ilgili gerekse insan haklarıyla ilgili çok ciddi sorunların yaşanmamasının altında bu eleştirilerin, hesaplaşmaların ve çözüm modellerinin uygulanması olduğuna inanıyorum.
Eğitim kurumlarının öğrettiği gibi seven, hisseden, bilen, öven ve düşünen bir birey içinde yaşadığı toplumun gerçeklerine bir türlü nüfuz edemeyecek ve ona yabancılaşacaktır. Her karşılaştığı yeni bir toplumsal sorun karşısında bocalayacaktır.Nitekim öyle de olmaktadır.Bu yüzdendir ki devletin eğitime olan müdahalesine şiddetle karşıyım.Geçen yazmış olduğum “Parasız eğitim” Eğitimde devlet tekeli demektir adlı yazımı ÖVDER adında bir derneğin başkanı -yazıyı anlamamış olacak ki- Evrensel gazetesinde eleştirmiş.Tuhaf bir eleştiri olduğu için linkini buraya yazıyorum..
http://evrensel.net/haber.php?haber_id=58918
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 21, 2009 | Reply
Ufuk bey selamlar,
İlginiz için ben teşekkür ederim.Yorumunuzda ülke gerçekliğini çok yerinde saptamalarla irdelemişsiniz.
Hani klişe bir söz vardır,”her şeyin başı eğitim”deriz ya.Gerçekten de bugün yaşadığımız pek çok sorunun kaynağında halen işlerlikte olan eğitim biçiminin/sisteminin büyük bir rolü vardır.Resmi ideolojiye endeksli,dediğiniz gibi matemetik,kimya ve fizik konularının bile milliyetçiliğe yönlendirildiği öğütücü bir eğitim sisteminde elbette insanı,toplumu ileriye taşıyabilecek potansiyel bulunamaz.Dolayısıyla her türlü çarpıklığı içinde barındıran sistem tıkır tıkır işlerken,bu yapı maalesef muhalif iddiasında olan kesimlere de bir şekilde sirayet ediyor.Bu durum öyle bir noktaya gelmiştir ki, milliyetçiliğe paralel olarak ideolojileri esas alan bir kollektif bilincin oluşmasına neden olur.Bu bağlamda sistem karşıtı çoğu eleştiri ve gözlemler-belki de farkında olmayarak-eleştirdikleri sistemle aynı safa düşerler;Tıpkı linkini verdiğiniz eleştirel yazı gibi.
Dikkatimi çekti,size yöneltilen eleştiri yazısına yazının anlaşılmadığını belirtmişsiniz.Doğrudur,yazının doğru anlaşılmadığı kesin.Lakin sözkonusu kolekktif bilinç ülke gerçeklerini ne kadar doğru okuyabiliyor ki sizi anlayabilsin.Yazıyı okudum,baştan sonuna kadar eleştiriye dayanak tek bir tesbite rastlamadım.Bildik klasik söylemler,liberalizme giydirme telaşıyla bildik ideolojik karşı çıkış…başka da bir şey yok.
Oysa bireyin kendi olma yolunda kendini gerçekleştirebilmesinin,tartışageldiğimiz katı disipline dayalı,beyin yıkayıcı bir kışla eğitim mantığıyla mümkün olamayacağı noktasında hemfikir bir yaklaşım var.Yani sorunun teşhisinde kısmi bir mutabakat var.Fakat iş ne zaman çözüme dair fikir üretmeye geldğinde maalesef tartışmanın rotası değişiveriyor.
Gerçi linkini verdiğiniz yazıyı okumamıştım ama benzer tartışmalara ve karşı tepkilere Baskın Oran’nın Radikal 2’de yayımlanan makalelerinden bir hayli aşinayım.O zaman da Evrenselde’deki yazıya benzer salvolarla karşılanmıştı hocanın paralı eğitim önerisi. Ne kadar eğitimci,sendikacı,sosyalist,feminist varsa hep bir ağızdan Baskın hocanın işbirlikçiliğinden,düzen yanlısı olmasından,patronların hizmetinde olduğundan dem vurmuşlardı.
Dolasıyla ilk yorumumda bu statik anlayışa gönderme yapmıştım.Zira bu anlayış nedeniyle eğitimde hiçbir reform gerçekleşmiyor…Bir barikat gibi her türü açılımın önünü kapatıyor.Sanırım linkini verdiğiniz eleştiri yazısı da bu gerçeği bir kez daha ortaya çıkarmış oldu.Farkındaysanız,sanki kim bunlar dendiğinde,mübarek “ben burdayım”dermiş gibi cuk diye oturmuş.E burası Türkiye,yani malum olacağı üzre tuhaflıklar ülkesi.