Obama Nobel Ödülünü Reddeder Mi?
By eg on Eki 22, 2009 in Makale
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama’nın bu yılki Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi, Nobel ödülü tartışmalarını tekrar alevlendirecek gibi görünüyor. Dünya barışına katkı yapmış önemli siyasetçilere ve düşünürlere verilen bu ödülün, henüz dünya barışına bizim görebildiğimiz bir katkısı olmamış bir siyasetçiye verilmesi nasıl değerlendirilmelidir?
SARTRE NOBEL’İ NEDEN REDDETMİŞTİ?
Obama’ya verilen ödül, birazdan açıklayacağım sebeplerden dolayı, aklıma Sartre’yi getirdi. 1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Jean Paul Sartre bilindiği gibi ödülü reddetmişti. Sartre, ödülün açıklanmasından sonra, uzunca bir yazı kaleme almış ve ödülü reddetme gerekçelerini ortaya koymuştu. ” Bu tutumun temelinde benim, yazarın görevine dair anlayışım var. Siyaset, topluluk, ya da edebiyat meselelerinde bir tutumu benimseyen yazar, bence ancak kendi imkânlarını, yani kalemini ve kâğıdını kullanmalıdır. Kabul edeceği her paye, okuyucularını bir etki karşısında bırakır ki, işte ben bunu istemiyorum. İmzamı ‘Jean Paul Sartre’ olarak atmakla, ‘Jean Paul Sartre 1964 Nobel’i’ diye atmak aynı şey değildir, diyorum. Bu çeşit bir ödül kabul eden yazar, aynı zamanda, onu bu şerefe layık gören kurumu veya müesseseyi de bir yük altına sokmuş olmaktadır. Venezüella çetecilerine karşı duyduğum yakınlık, şimdi sadece beni bağlar, oysa Nobel ödülü kazanmış Jean Paul Sartre Venezüella’daki ayaklanmayı desteklediği zaman, kendisiyle birlikte, bir müessese olarak Nobel’i de peşinden sürüklemiş olur. ” sözleriyle ödüle yönelik tutumunu sergileyen Sartre, bu ödül, kendisinin de imzaladığı, Cezayir Savaşı’na karşı “121’ler beyannamesi” yayımlandığı sıralarda verilseydi ödülü seve seve kabul edebileceğini söylemişti. Aslında bu yazısında Sartre, üstü kapalı da olsa, Nobel Ödülü’nün Batının liberal-kapitalist yönelimine destek olan ya da olabilecek kişilere verildiğini düşündüğünü söyler.
Nobel Ödülü’nün tarihine baktığımızda özellikle Edebiyat alanında Kafka, Proust, Woolf, Joyce, Borges gibi dev isimleri bu ödüle layık görmeyen akademinin; edebiyatçılığı kendinden menkul Churchill’e veya SSCB’den asla ödül alması gereken ilk kişilerden olmayan Şolohov’a ya da asla büyük bir edebiyatçı olmadığını düşündüğüm Naipoul’a ödül verdiğini görebiliriz. Genellikle Edebiyat ve Barış Ödülleri etrafında dönen tartışmaların, Edebiyat Ödülü’nün büyüklüğünü göz ardı etmemizi gerektirmediğini düşünmekle birlikte, yine de değerlendirme konusunda temkini elden bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Sartre’nin söylediği gibi, Nobel Ödülleri, Batılı liberal-kapitalist sistemin, kendisine karşıt gördüğü ülkelerde, liberalizm lehine muhalefeti destekleyen ya da böyle bir muhalefeti görünür kılanlara veriliyorsa; Neruda, Aragon, Sartre gibi, şairlikleri, yazarlıkları politik kimliklerinden ayrı düşünülmemesi gereken ve ana politik çizgileri itibariyle liberal-kapitalist sistemin dışında kalanları nasıl değerlendirmeliyiz?
Ben, bu noktada Nobel Ödülü’nün, komplo teorileriyle ilişkilendirilmeden değerlendirilmesi gereken bir yönü üzerine durmak istiyorum. Ben de Sartre gibi, Nobel Ödülü’nün, genellikle Batılı değerleri yücelten ve ülkesindeki muhalefeti de bu yönde olanlara verildiğini düşünüyorum. Ancak bu noktada Sartre’nin durduğu Doğu- Batı ayrımı üzerinde durmanın elzem olduğunu düşünüyorum. Sartre, yukarıda sözünü ettiğimiz yazısında Batı ile Doğu Blokları arasındaki farklardan bahseder. Nobel Ödüllerinin ya Batılılara, ya da Batılı değerleri Doğu Bloku ülkelerde ya da Asya veya Afrika ülkelerinde savunanlara verildiğini ima ederek, Doğulu olmayla özdeşleştirdiği bir sosyalist deneyimden bahseder. Yani Sartre’ye göre sosyalist ülkelerdeki aydınlar ancak kendi ülkelerindeki rejime karşıt bir muhalefet gösteriyorlarsa Nobel alabiliyorlardı. Hâlbuki başta kendisi olmak üzere, kendisinden sonra ödül alan Pablo Neruda, Luis Aragon gibi birçok isim Batı sistemi içinde yer alan ve bu sisteme karşıt olan yazarlardı.
NOBEL VE ‘EHLİLEŞTİRİLEBİLEN’ MUHALEFET
Bence asıl tartışılması gereken, tam da yukarıdaki tartışmalarla geldiğimiz bu noktada görmemiz gerekenler olmalıdır. Bence ne Sartre, ne Aragon, ne de Neruda Nobel Ödüllerini veren kuruluşlar tarafından Batı liberalizmine ve değerlerine tam anlamıyla karşıt isimler olarak görülmüyorlardı. Bu isimler Batı sisteminin kendi içinde geliştirdiği “ehlileştirilmiş” ya da “ehlileştirilmesi olası olan” bir muhalefeti temsil ediyorlardı ve bu tip bir muhalefet, liberal sistemin totaliter yüzünü makyajlamak için, en az liberal-kapitalist iktidar kadar gerekli bir muhalefetti. Dolayısıyla Nobel Ödüllerinin, Batılı değerlerin reklamını ve savunusunu yapan aydınlara verildiği ve bu sisteme muhalif görünen aydınların da, salt “zorunlu muhalefetin” gereğini içgüdüsel olarak görünür kıldıkları için bu ödüllere layık görüldüğünü düşünüyorum.
SARTRE VE OBAMA’NIN ORTAK YÖNLERİ
Obama’nın Nobel Ödülüne geldiğimizde, Obama ile Sartre’yi bir noktada birbirine benzer görüyorum. Her ikisi de asla değiştirmeye mukadder olamayacakları bir sisteme muhalif bir kimlik taşıyorlar. Elbette burada, hakiki bir entelektüel ve muhalif olan Sartre ile ABD Başkanı’nını aynı kefeye koymaktan ziyade, onlara, muhalefet ihtiyacı duyanların biçtikleri giysileri görünür kılmak niyetindeyim. Yani Batı liberal-kapitalist sistemine muhalefeti bir aydın olarak yapmış, ama yine de sistemin ürettiği makinenin dışına çıkmayı becerememiş bir Sartre ile, bu sistemi bizzat yaratan ülkelerden birincisinin Başkanı olan Obama’nın ortak noktalarını göz ardı etmememiz gerekiyor bence.
Liberal-kapitalist sistemin baş zalimi ve pazarlayıcısı olan ABD’nin, Gazze katliamlarında İsrail’i desteklemesi; bugünlerde Afganistan’a binlerce takviye asker gönderme kararı almak üzere olması; İran’a müdahale etmek konusunda ciddi bir niyet taşıyor olduğunun görülmesi ve bunun gibi birçok başka eylemi, bu ülkenin Başkanı olan Obama’dan, hala çok şey bekleniyor olmasını nasıl açıklar? Bence yukarıda açıkladığımız, ona biçilen giysi ile ilişkilidir bu. Yani sistemin bekası için zorunlu olan muhalif yapının gerekliliğiyle ilgili bir durum bu.
Sistemin kendisine, köklü bir entelektüel muhalefet yapamayan, alternatif bir demokrasi ve özgürlük siyaseti geliştiremeyen; ama ABD’nin, artık devasa bir çapulcu haline gelmiş zorbalığından da rahatsız olanların, “testi kırılmadan önce dayak atan” Nasreddin Hoca misali, kendilerinin nefesinin ancak yetebildiği bir muhalif yapıyı ABD Başkanı’nda bulmak istemelerindendir bu ödülün Obama’ya verilmiş olması. Yani yaptıklarından değil, ama ilerde yapması istenen şeyleri yapabilecek olması umudunu taşımasından dolayı!
Bence Sartre’ye verilen ödül de bu tip bir anlayışın ürünüydü. Terazinin ne zaman bir tarafı ağır basar, öte tarafı bastırıp teraziyi dengeye kavuşturmak için duyulan içgüdüsel bir arzunun dışavurumu… Ancak bu içgüdünün, terazinin kendisini sorgulamak yönünde bir değişim göstermediğini de görmemiz gerekiyor bence. Obama Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Zira terazi ABD yönünde fazlasıyla dengeden sapmış durumda. Bunu, aslında aynı sistemin bir varyantı olan Avrupa yönünde dengelemek ihtiyacının bir tür bilinçaltı dışavurumu. Peki, kendisini bu bilinçaltı oyununun parçası yapmak istemeyecek kadar bilinçli ve namuslu bir entelektüel olan Sartre gibi, Obama da ödülü reddedebilecek midir?
6 Yorum
Yazan:arif Tarih: Eki 22, 2009 | Reply
Enver bey, Obama ile Sartre’ı kıyaslamamk gerekir ki; bunu sizde vurgulamışsınız. Fikir üretmek ve bunları ifade etmek tabii bir insan hakkıdır. Özellikle entellektüeller için mutlaka ekmek ve su kadar değerlidir. Ancak bu hak, güçlü yöneticiler için bir hak değildir. Onlar çok değişik fikirlerin, toplumun o anda dönmekte olan çarkını nasıl engellemeksizin, sindirilebileceği ile ilgilenirler pek pek. Zira, Savaşçı askerlerin ganimet hakkıda çok güçlü bir taleptir. Toprak arzusu gözü kör edecek kadar güçlü bir taleptir kimileri için. Obama’ya neden Nobel barış ödülü verildi. Zira ABD çok yıprandı ve onun başında bu imajı değiştirecek bir kişiliğin; gerçek bir kişiliğin olduğuna inanmak gerekiyor. Obama’nın ABD yi bitme noktasına getiren yanlışlardan dersler çıkarıp, gerçek bir değişime gidebileceği umudu gerçek mi diye sorulabilir. Pek çok İslamcı, solcu yada değişik kesimden insan ABD nin canı cehenneme de diyebilir. Batının görece üstünlüğü, özgürlükçü bir zemini, en azından kendileri için gerçekleştirmiş olmaları. Asıl sorulması gereken soru, batının bu tarzına karşılık ortaya konan alternatif varmıdır? Sartre dönemi Sosyalist alternatifi, İnsanı kısırlaştırıcı bir durağanlık sonrası çöktü. Batı ise bu dinamizmi nerden alıyor. Doğunun ve diğer bölgelerin sömürüsü yeterli bir cevap mı? İnsanı atak bir yapıya ulaştıran bir karmaşık motivasyon dizesi, Batılı zeminde vücut buluyor. Özgürlükler, çeşitli eğilimdeki insanların daha kapsamlı bir sisteme katılış sinerjisi yaratırken; doğulu toplumlarda bu denge bulunamıyor. Zira Batı taklit edilirken şekli öncelikler ile yetinilip, eğilimlerin serbestçe ortaya konduğu bir motivasyon sağlanamıyor. Eğer gerçek din, yani İlahi hitap temel alınır ve uyduruk ve geleneklerden arınabilirse, İslam yeni bir soluk olabilir. Evet ABD rezilce bir provakasyon bahanesi ile-11 Eylül-kendi sonunu getirecek bir tuzağa, yine kendi ayağıyla düştü. Zira hedef aldığı İslam, bugün katma yanlışlıklarıyla dahi, mükemmel bir canlılık taşıyor. Obama bir fırsat gibi görünüyor. Eğer bu oyalamacı ve cilalı bir imaj operasyonu ise ABD kaçınılmaz sonuna doğru yola devam edecektir. Yok gerçekten karmaşık ve dinamik katılımlar sistemi ile devam etme becerisini gösterebilirse o zaman durum değişir. İlk ziyaretini bir İslam ülkesine yapması, El Ezheri ziyeret etmesi çok önemli mesajlar. ABD nin ve batının yanlışları yok mu? Unutmayalım ki, tek doğru peşinde koşmak, gerçek bir yanılgıdır. Farklılıkarda ve değişik fikirlerde, eğilim ve beklentilerde rahmet vardır. Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz sizin yerinize başka bir ümmet var ederdim, hitabı boşuna değildir. Çoğulcu, yarışmacı, yanlış ve günahında sergilenebileceği bir vasat, gerçek bir dünyadır. Tüm günahkarları yoketmek isteği ise, pek istenen bir şey olmasa gerek. Zira Bush ve avanesi de, tüm kötüleri yoketmek amacındaydı. Amerikan halkının çoğuda buna inanıyordu. Obama umarım bu ödüle layık olur, zira bu vasatın tüm dünyaya yayılması adına batının hala önde olduğunu kabul etmeliyiz. Bu vasatın gerçek din algısına uygun olduğu idraki, benim samimi kanaatimdir. Mutlak doğru olduğunu ise iddia etmem ise söz konusu olamaz pek tabiki. Son olarak, ödüller silsilesi de çok önemli bir motivasyon. Her alanda, çok değişik kurumların ve yapıların ödüller dağıtması ise şık bir davranış. Evet bunların bazen manüplasyon sırttığı çok bariz görülüyor, ancak yinede ödül alan bir sanatçının yada bilim adamının yaşadığı sevinç ve gurur çok insani ve etkileyici oluyor. Siz sinema ile çok ilgilisiniz ve o alandaki ödüllerin etkisini daha iyi hissedebilirsiniz. Oscarda yada başka yerde dökülen sevinç göz yaşları falan sahici şeyler olmalı. Muhabbetle…
Yazan:eg Tarih: Eki 22, 2009 | Reply
arif bey buna benzer bir yorumu mustafa akyol’un liberaller Allahsız mıdır yazısına da yapmışsınız yanlış hatırlamıyorsam. bense aydınlanma ideolojisi ve o ideoojiye her şekilde göbekten bağlı olan modern batının tarihte gerçek dine en uzak olunan zamanları temsil ettiğini düşünüyorum. bu yüzden yukarıda alıntıladığım sözlerinize katılmam hiçbir şekilde mümkün değil. gerçek din olduysa eğer bir yerde ve bir zamanlar, bu son 300 yılın batısında olmadı asla!!
Yazan:eg Tarih: Eki 22, 2009 | Reply
ödüllerle ilgili birşey söylemem gerekirse…
nobel ödüllerinin özellikle edebiyat alanında olanlarının önemli bir kısmının gerçekten böyle bir ödülü hak edenlere verildiğini düşünüyorum. ama bu, o ödülü tüm dünyada sadece onlar hak ediyor anlamına gelmez. mesela dünyanın en önemli şairlerini yetiştirmiş doğu dünyasından nobel ödülü alan bir şair bulamazsınız ama yunan şiirinden ödül alan seferis, elitis gibi şairler vardır. bir sezai karakoç, bir turgut uyar, ismet özel ya da sscb’den ahmetova seferis’ten daha kötü şairler mi? tagore gibi bir numunelik belki herkesi tatmin edebilir ama beni etmiyor. bu anlamda nobel edebiyat ödülü her ne kadar tüm dünyadaki hak edenleri ödüllendiriyor gibi görünse de aslında batı dünyası edebiyat ödülüdür bunu kabul etmek gerekli. aynen oscar’ın asıl olarak hollywood sineması ödülü olması gibi… batı dünyasının dışındakilere verilen ödüller ise batı dünyası anlayışlarına en yakınlar arasından ya da “şeytanlaştırılan ülkelerin” muhalif sanatçılarına verilir. ha bu ödüller o ödülleri alan muhaliflerin değerini düşürmeli mi? elbette hayır. ama değerini büyütmemeli de aynı zamanda…son sorunuza geleyim..oscarla ilgili hiçbir şey bana sahici gelmiyor üzgünüm…
Yazan:Hakkı Tarih: Eki 23, 2009 | Reply
Bu adaylık bizi yani müslümanları (İran ve Suriye hariç) ilgilendirmiyor, zira Nobel’i veren de alan da üç aşağı beş yukarı aynı zihniyettedir.
İran ve Suriye’yi niçin ilgilendiriyor diye soracak olursanız, bu adaylıkla muhtemel saldırılarını biraz geciktirecek, onlara “çare” bulma veya müdafaayı güçlendirme zamanı tanıyacaktır.
Yazan:arif Tarih: Eki 23, 2009 | Reply
Atilla Yayla bugün Zamanda Bazı ülkeler neden fakir adlı bir yazı yayınlamış. İnsanları özgür bırakın, zenginliğin geldiğini göreceksiniz hükmüyle bitirmiş yazısını. Hedefi maddi zenginlik olmayan bir yaklaşım açısından da özgürlüklerin aynı sonucu vereceğini öngörmek gerekir. Daha adil bir dünya, kısıtlamacı, parçalara bölüp kategorize edici, ötekiyle hesaplaşıcı bir zihniyetin eseri olamaz. Müslümanların dünya dağılımıda ilginç. AB de nüfusa oranları beşte bir. En yoğun nüfus Asyada ve yaklaşık aynı oran. Rusyada onbeş milyon müslüman var. Çinde yirmi iki milyon ve Hindistanda Yüzyirmi milyon. Liberalizm özgürlükçülük anlamıyla, önümüzdeki süreçte ençok müslümanların ilgi alanına girecek hiç kuşkusuz. Çin, Rusya, Hindistan ve ABD ile AB bünyesinde azınlık konumundaki insanların, kısıtlamalarla karşılaştığı aşikar. Bunların aşılması, İslamın halis öğretisinin algılanması içinde özgürlüğe ihtiyaç var hiç kuşkusuz. Bir yorumcu İslam adına en doğru sözlerin Türkiye ve ABD deki müslümanlardan çıkabileceği-mealen- tarzında şeyler söylemişti. Bu iki ülkede yaşayan müslümanların, demokratik zeminden istifade ederek daha canlı ve özgür bir tartışma ve yayıncılık imkanlarına sahip olduğunu kast ettiğini sanıyorum. Zira birçok müslüman ülkede bu yayıncılık ve tartışma selefi yaklaşımlarla engelleniyor. İran ve Arabistan örneği yerinde olur kanımca. Evet önümüzdeki süreçte akıl yoran müslüman bireylerin, özgürlükler ve demokrasi platformuna gerçekten çok büyük ihtiyacı olacak. Zira insanlığın Allah indindeki gerçek İslamın ferahlığına ihtiyacı her zamankinden daha çok. Atilla Yayla ve Mustafa Akyol liberal eğilimli yazarlar. Bilhassa Mustafa Akyol, İslamı doğru anlamak adına faydalı çalışmalarda da bulunuyor. İslam ve Özgürlüklerin bir tezat değil, başlı başına bir ayniyet taşıdığı mutlaka gösterilmelidir. Tabiki başıboş dejenere yaşamlar da, bu özgürlük alanından faydalanıyor, tıpkı kayıt dışı kara para özgürlüğü gibi. Bunlarlada toplum bozucu rollerini sınırlayarak mücadele edilmeli hiç kuşkusuz. Demokrasiler buna imkan veriyor. ABD de cinselliğin sergilenme şekli bazı eyaletlerde, Türkiyeden daha kısıtlayıcı olabiliyor. Yine maliyenin kara para ile, Al capone örneğinde olduğu gibi etkin bir savaşı olabiliyor. Demokratik zemin güçlendikçe, bu alandaki tartışmanın giderek gelişeceğini umuyorum. Ali Bulaç ve Mustafa Akyol ve daha pekçok kimse bu alanda tartışmayı şimdiden geliştiriyor. katkıda bulunmak adına Enver beyin yazılarını önemsediğimi belirtmek isterim. Bu zeminin yani özgür tartışma platformu ile Liberalizmin karıştırılmamasınıda, bilhassa Liberal olduklarını ileri sürenlere hatırlatılmalıdır bilvesile…
Yazan:suzannur Tarih: Eki 23, 2009 | Reply
Başlığı ilk gördüğümde aklıma ilk gelen, kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek, anlayışı oldu. Yani yaptıkları için değil yapması istenenler için bir damla (bu az oldu, bayağı bir damla)bal vermek bu.
Gelelim Nobel’i neden Doğulu yazar/şairlerin alamadıklarına… Bunda siyasi sebepler kadar bu ülkedeki sanatçıların uluslararası düzeyde kendilerini tanıtma şansı bulamamalarının da etkisi çok fazla. Tagore örneğinde onun dönemin en önemli isimlerle arkadaş olması (einstein vs.) eserlerinin çevrilerek İngiliz edebiyatında okunur olması ödülü alması için gereken zemini hazırlamıştır. Bu noktada neden biz alamıyoruzun cevabı eserlerimizin çevrilmemesi ve sanatçılarımızın çok dar bir alana sıkışıp kalmış olmalarıdır. Ancak şu da var ki zaten okuma oranı çok düşük olan ülkemizde popülist sanattan arda kalan gerçek sanatçıları kim tanıtıp eserlerini dünyaya yayacak? İşte bu yayılımdan sonra ödül alamıyorsak o zaman demeliyiz “aha da siyasi sebeplerden!”
Elin oğlu senin eserini çevirecek değil, senin bir şeyler yapman lazım, yapmadan da armut piş ağzıma düş olmuyor. O kadar dar bir alana sıkışıp kalmış bir ülkeyiz ki, sanat, edebiyat, siyaset… Olanı datüketmekte ve kötülemekte o kadar hemfikiriz ki…ne diyeyim?!
Bu arada ilk defa bir yorumumda bu kadar atasözü kullanmış oldum 🙂
Obama reddeder mi, iyi de neden reddetsin? Arkasından müessese olarak Nobel’i mi sürükler?!