Uzak ihtimal… Yeniden
By Konuk Yazar on Eki 24, 2009 in Sanat, Sinema
Uzak İhtimal, A.Ö.F. İlahiyat mezunu Musa’nın, Beypazarı’ndan İstanbul Topkapı’da küçük bir camiye müezzin olarak gelmesi ve Galata civarında bir lojmana yerleşmesi ile başlar. Musa’nın kapı komşusu, rahibe adayı Clara’dır. Ölmek üzere yaşlı bir rahibeye bakan kimsesiz genç bir kadın olan Clara ile Musa’nın karşılaşmaları, genç müezzinin ona ilgi duymasına sebep olur. Bu arada Musa’nın kilisede tanıştığı Sahaf Yakup’unda Clara ile ilgili bir sırrı vardır. Her iki adamın, Clara’ya söyleyemedikleri üzerine şekillenen filmde genel olarak Musa’nın, aşkı tanıma süreci işlenir.
Çocuk adam olarak Musa ya da masumiyetin çocuksuluğa tahvili…
Musa; korunaklı bir hayatın yetişkinliğe geçememiş, Müslüman mahallenin bile öteki oğlanı. Musa imam-hatipli, açık öğretimli, (yani yaygın eğitimli) haliyle karşı cinsle arkadaşlık kuracak kadar vakit geçirme olasılığı için permütasyon bilmeye gerek yok.
Musa üstüne bol gelen takım elbisenin içinde; erkenden yaş almış, genç olmadan orta kuşağa uzun atlamayla geçenlerden. O, yolculuk yaptığı Mustafa Abisine şeker ikram edenlerden.
Musa yalnızlığını ilk defa tadan, ilk defa bir başına kalmış, evde yolluğunu yiyen bir çocuk adam. Eve yerleşme aşamasında, ocağın ışığını yapmış olması onu sevindirir. Işığı birkaç kez açıp kapar. Sigortalar atmasa, tornavida istemek durumunda kalmasa, asansörde mahzur kalmasa Musa Hoca, cami ev arasında mekik dokur ve imam efendinin ya da hanımannesinin münasip bulduğu biriyle baş göz edilir. Senaristler ta baştan Musa’da her anlamda tamamlanmamışlık hissini vermek ister. Hafız değildir mesela, son sureleri iyi olsa da. İlahiyat Fakültesini ön lisans olarak okumuştur. Hafızlığa devam eder mi ya da lisansa geçiş yapmak için bir çabası olur mu? Musa’yı tanıdıkça hiç zannetmez seyirci; çünkü onun daha fazlasını talep etmesi kendi iradesi ile değil iradeyi zorlayacaklara bağlıdır.
Musa, genel geçer karizmatik her tavırdan yoksun. Hani beşerle münasebeti gelişmemiştir de mesela kitapla ilişkisi nispeten daha iyi olan insanlar vardır ya, bu durum adamın alnının ortasına çakılı durur, işte Musa o adamlardan da değildir. Menakibü’l Arifin’i bilir. Neticede imam hatiplidir; ama o kadar. Bavulundan kitaplar çıkarıpta yatağının kenarını dizdiğini görmez seyirci.(Mustafa Kutlu’nun Mavi Kuşu dışında) Sahaf Yakup’a bile “çok kitap birikmiş, bunları kim alıyor” der. Meraklısının varlığını yadırgar gibidir. Yakup’un Musa’ya ilgi duyma nedeni Clara’nın komşusu olması değilse nedir? Sahafta zücaciyeye girmiş bir fil yavrusu andırır tavırları. Antika kitabın sırtını koparır, lambayı kırar. Öylesine arayıp bulmuş, yani tercih ettiği bir kitap değildir ki Bukowski’nin Kadınları. Ama Sahaf “kadınlar, dikkatli olmak gerekir” dediğinde nar tutmuş gibi hemen yerine bırakır kitabı. Her şeyin ortalamasıdır Musa, bir tek çayı beş şekerle içer o kadar.
Çocuk adam Musa, Clara’yı mutfağının penceresinden gördüğünden beridir artık mutfakta yaşar, gözü hep karşı pencerededir. Tabakları defalarca yıkar, elmasından ısırığını orada alır. Clara’yı köşe başlarında orta mektep talebeleri gibi bekler; çünkü bundan kendini alıkoyamaz. Onu öyle derin düşünceler içinde görmeyiz. Boğaza karşı burnunu çeke çeke simit kemirir Musa.
Musa’nın İHL’li arkadaşı ‘Ulan Ayhan’ da Müslüman mahallenin diğer ‘öteki oğlanı’dır. Musa, Ayhan’ın kendisini bırakıp gitmesinin ardından bile çocuksu bir jestle ‘gel tamam mı’ yapandır. Musa düşünmez sadece yaşar. Clara ile bir gelecek kurma fikri bile düzenbaz Ayhan’ın “İyi ya Müslüman yaparsın hatunu sevaptır.” demesi üzerine oluşmuş olabilir. Nitekim o sahneden sonra Sultan Ahmet’de mısır yiyen Musa’nın gözü orada bir kadın (başörtülü) ile adama – bir çifte- takılır.
Musa edilgendir. Karakola götürüldüğünde tokat yediğinde edilgenliği daha bir belirginleşir.
Musa çocuk adamdır. Clara, Yakup’u hastane ziyaretinden ayrılırken Musa’ya ilk defa adını söylediğinde öyle mutlu olur ki Musa, Yakup’a gülümseyerek “Clara” der. Clara kaç zaman sonra ismini bahşetmiştir ya da söylemeyi akletmiştir. Musa, kahveyi büyüyünce içecektir. Yaş almış ama damak tadını alamamıştır. Bu acı şeye, bundan sonrada içe içe alışacaktır.
Bir çocuk adamdır Musa. Clara’nın akşam yemeğine gelecek olması, onu limonlarla oynamaya hatta Yakup Beyin kafasına çarptırmaya kadar götürür. Şile’de Clara’nın yanında kılıktan kılığa girer ve o meşum fotoğraftada çocuksu bir safiyetle gözünün takılı kaldığı yerde durur.
Musa, İstanbul’a bir çocukla kafa kafaya geldiği gibi, Şile’ye de arka koltukta gider, oradan arka koltukta döner. Hayatın arka koltuk müdavimidir o.
Musa’nın, Clara’nın İtalya’ya rahibe olmaya gittiğini öğrendiğinde ki tavrı bile çocuksu bir içerlemişlikten ibarettir. Öyle ki Clara’ya küsmüş gibidir, iyi akşamlar bile diyemez.
Musa, üzüntüsünü nasıl yaşayacağını da bilemez, sigarasını balkonda ocağın çakmağıyla güç bela yakarda tellendirmeyi beceremez.
Bu balığın adı neydi? ÇUPRA Ya bu durumun adı?
Musa, irtifa olarak Clara’nın ayak dibindedir. Asansörden çıkma sahnesinde olduğu gibi çıkmaya çalıştığı yer Clara’nın yanıdır. Clara’nın mum tuttuğu yer kadar aydınlıkta evinin kapısını açabilecektir.
Film boyunca Musa’nın edilgen tavrına uymayan tek yaptığı şey, Clara’nın düşürdüğü haçlı kolyeyi vermek için arkasından koşturup kilise kapısından döndükten sonra tekrar kiliseye kadar gitmesidir. Gerçi bu herkesin girebileceği saattedir, (bir girişimde bulunmayı gerektirmez) ama bu kadarı bile Musa’dan beklenmeyecek bir şeydir. (Pekala, Clara’ya akşam kapısındada verebilirdi. Malum kolye bu, ekşimez kokmaz.) Yine Clara’nın Şile’de birlikte çektirdikleri fotoğrafı Musa’ya vermek için (pekala Musa’nın evine gelipte verebilirdi. Malum fotoğraf bu, ekşimez kokmaz.) camiye kadar gelmesi de bir nevi aynı şeydir. Böylece aslında birbirine çok benzeyen bu iki karakter kendilerinden beklenmeyen bir şey yapmış ve bir diğerinin mabedine gitmiştir.
Sahaf Yakup, Musa ile Clara’nın Şile’yi görmemiş olmamalarına çok şaşırır. Yakup’un bilmediği bizim hissettiğimiz şey ise ikisinin daha önce hiç aşık olmamasıdır mesela… Yakup’un da Musa gibi Clara’ya söyleyecekleri vardır. Her ikisi de söyleyemezler. Her ikisi de mevcut durumlarını tamı tamına aynı kelimelerle ifade ederler. Korkuyorlardır ve daha zamanı gelmemiştir. Ama Musa için ‘daha zamanı var’, Yakup’la aynı şeyi ifade etmez. Yakup için bu zaman; her şeyin olgunlaşması için, geçmesi gereken süreyi gösterirken, Musa içinse; karşı tarafın saati gözüne dürtmesi, kadranı gözbebeğinin içinden geçirmesi, yelkovanı avcuna alması, olmadı ‘e hadi’ demesi ile mümkündür. Ama muhatabı kendisi gibiyse tüm bunlara fırsat dahi kalmayacaktır.
Sahi Clara, bir de sen vardın değil mi…
Clara ölüm eşiğinde birisinin her gün erimesine an be an tanıklık ettiği bir hayat yaşarken nasıl bir yaşam enerjisine sahip olabilir ki! O, sahaflardan aldığı kendine benzeyen fotoğraflardan aile albümü yapan şu dünya da yalnız bir kadındır. Yapayalnız…
Kendisi için yaptığı tek şey mutfakta kahve ve sigara içmek. Sigara içerken ne düşündüğü önemlidir Clara’nın. Kendine aile albümü yapan bir kadının hayalperest olmadığını kim iddia edebilir ki? Clara’yı rolünde izlediğimiz ayrıca filmin yazar kadrosunda da geçen Görkem Yeltan, verdiği tüm röportajlarda; “Clara evlenmeyi hiç düşünmeyen biridir; çünkü bir rahibe olarak zaten Tanrı ile evlidir” şeklinde görüş beyan eder de; filmde Clara henüz rahibe değildir ve sigara içme görüntüsü bile onun mevcut durumu açısından protez kaçmaktadır. Bir diğer taraftan sürekli aile resimlerinden albüm yapan bir kadın, halihazırda bir ailenin parçası olmayı dilemiyorsa bunu senaristler niye yazmış, yönetmen niye çekmiştir. Yoksa bobinler karıştı da o Clara, bu Clara değil midir?
Hayat bilgisi belli ki çok sınırlı olan bu yalnız kadın, kendisine hibe edilen üç beş yirmilik banknotla ayakta kalamayacağına göre rahibe olmaya memleketi İtalya’ya gitmesi bir açıdan tercih bile değildir.
Uzak İhtimal’in yakınlıkları…
Uzak İhtimal; Takva ve The İmam ile birlikte kategorize edilmeye çalışılsa da her ikisinden bir hayli farklıdır. Takva; ateist bir perspektifin cemaat ahvalini anlarmış gibi yapmasını, The İmam ise karikatürize edilmiş fazla idealist bir tavrı içerirken, Uzak İhtimal, senarist ve yönetmenlerinin geldiği sosyal çevre göz önüne alındığında; hem İslami kesimin jargonuna hakim bir dil tutturulması hem de davranış kalıplarının yerindelikleriyle her iki örnekten daha samimi unsurlar barındırır. Örneğin; Musa, Clara ile ilk defa öyle bakmadan etmeden konuşur, mutfak penceresinde Clara’yı ilk gördüğünde bakmaya bile utanır, onunla aynı asansöre binmeye bile çekinir, tokalaşmak için elini ilk uzatan olmaz. Filmde Müslüman mahallesinde ki adap, ana karaktere genetik bir kod gibi işlenmiştir.
Caminin daimi cemaatinin sabah çayını birlikte içmeleri, Musa’yı davet ederken ihtiyarların; “Hoca gelsene simit var, peynir var, her şey var” derken ki halleri, cami cemaatinin namaz sonrası dağılırken Musa’nın elini muhabbetle sıkmaları, bir panorama gibidir.
Musa’nın imamın evinde eğreti otururken hocanın “Cami cemaati de seni sevdi. Seni baş göz etmekte bize düşecek anlaşılan. Aday var mı? Öyle bir yok dedin ki, evet der gibi. Hayırlı işin utanması olur mu Musa! Dindar bir kız mı? Maşallah ehl-i dinden kızdan zarar gelmez. Hayırlısı olsun.” sözleri; hem ince bir mizah hem de işlerin olurunu gözler önüne serer inceliktedir.
Musa’nın en hali…
Uzak İhtimal’in öyküsü; Musa’nın tıpkı asansörde mahzur kaldığında ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle anında dilinden dökülen ‘Bismillahirrahmanirrahim’ ile başlar. Clara’yı asansörden kendisini kurtardığı için teşekkürü gibi ‘Allah razı olsun’ şeklinde devam eder. Çünkü artık o, mutfakta pencere önünde yaşayan, sokak köşelerinde yol gözleyen bir yaşama sevincine tutulmuştur. Çünkü o, kalbinin başka bir ritimle atabileceğini göstermiştir. Bu az şey değildir ve onun nezdinde Clara’dan Allah razı olsundur. Film Musa’nın, Clara’yı, Yakup’un akşam yemeğe davet ettiğini öğrendiği an sevincinden ‘Vallaha mı’ derken ki hem hayreti hem imanı şeddeleyen aşkıyla gelişir ve Musa’nın silindir altında kalmışçasına ezilen içine karşın, (kal denilemediğine göre vardır bunda da bir hikmet.) ‘hayırlısı neyse o olsun’ şeklinde de biter.
Senaristler, bu çocuk adamla sadece duygularımıza seslenir; çünkü Musa baştan ayağa safi duygudur. Musa sevilmeyecek bir adam da değildir hani. Caminin gedikli cemaati, bu kendi halinde mahcup adamı nasıl severse, seyircide sevecektir. Ona karşı seyircinin, karakoldaki Sahaf Yakup gibi hissetmesi kaçınılmazdır artık, anlaşılmıştır ki Musa mazur görülecek olandır. Musa karakterinde Nadir Sarıbacak ise zaten muhteşemdir. Umarız ki bir gün İslami hassasiyetler taşıyan karakterlerin, bizi sadece hislendirmeleri değil, düşündürmeleri de mümkün olacak.
‘Söyle Rabbin kimse ona tapayım.’ Uzak İhtimal’in tanıtımlarında geçen ana cümle bu. Neredeyse kamyon arkası arabesk çıkartma gibi. Oysaki bu, filmin hiçbir sahnesinde renk ve doku olarak yer almamış bir hissiyattır. Söz konusu ticari bir tavır dahi de olsa, Musa’nın tespih niyetine yanlışlıkla haçlı kolyeyi çekmesini yadırgayan yaşlı amcanın bakışı gibi tuhaf hislere gark olmamak yine de elde değildir.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
1 Yorum
Yazan:Filiz S. Tarih: Nis 7, 2015 | Reply
Son üç makaleye ulaşamadım .Sanatla ilgili yazılarınız çok güzel, aydınlanıyor ve başka bir bakış açısı kazanıyorum