Savaş ve Barış
By Konuk Yazar on Kas 2, 2009 in AKP, Barış, BBP, bölücülük, CHP, Devlet Terörü, DTP, MHP, Savaş, Türk Silahlı Kuvvetleri, Ulus-Devlet, vicdan
Taner Renda
1978 yılıydı sanırım. türkiye işçi partisi gaziosmanpaşa ilçemizde ulusal sorun ile ilgili partili ve partisiz devrimci arkadaşlara verdiğim seminerin sonunda salonun arka taraflarında oturan iki kişi , benimle aynı düşüncede olmadıklarını ve ulusal sorunun çözümüne benim kadar barışçı bakmadıklarını belirttiler. ben kendilerinin her hangi bir örgüte bağlı olup olmadığını sorduğumda, aldığım cevap beni bir hali şaşırtmıştı: bizler APOCUYUZ. ben böyle bir örgüt ismi duymadığımı söyleyince de: BUNDAN SONRA ÇOK DUYACAKSINIZ demişti. gerçekten daha sonraki yıllarda bu ismi diğer kürt sorununa barışçı ve doğru yaklaşan kürt örgütlerini yok eden örgütün ismi olarak duymuştum. DDKD , DHKD ve diğer kürt örgütlerini birer birer acımazsızca yok eden bu örgütün devlete yaptığı hizmet sanırım daha sonra bir biçimde ödüllendirilmiştir (uyuşturucu kaçakçılığının geçiş ve dağıtım hakkını vererek mesela).
Bence kürt sorununun bu kadar kan ve vahşete boğulmasına ve hala içinden çıkılmaz bir boyuta gelmesinde, devletin rolü olduğu kadar, pkk’nın 80 sonrası var olan diğer kürt örgütlerini devletin de işine gelecek biçimde “çözmesi”nde de aramak gerekir. ayrıca, dünya silah tekellerinin bölgesel savaşları çıkararak veya var olan anlaşmazlıkları uzlaşmaz yöntemlerle sürdürülmesini sağlamaya çalışması da bir diğer önemli etkendir. türk silahlı kuvvetlerinin ülke içindeki konumunu her daim güçlü tutmaya ve daha fazla silah alımı yaparak silah tekelleriyle daha fazla içli dışlı olmaya teşne olması da işin bir başka boyutu. Ve de doğudaki feodal kalıntıların hala güç merkezi olarak; gerek uluslar arası, gerek işbaşındaki hükümetlerin kendi varlıklarını oralarda da sürdürebilmesi ve yerel feodal güçlerin sermaye hareketlerini batıya taşımasına karşın, işgüçlerini feodal yapıda tutmaları sonucu insanlar üzerinde tartışmasız etkili kalmaları da bu sürecin çıkmazları arasındadır.
Yakın geçmişe kadar var olan “kürt sorununu” ; ne uluslararası konum, ne iktidardaki hükümetler, ne de bölgenin güç sahibi kürt aşiretleri çözme yönünde adım atılması taraftarıydılar. Ta ki, yeni enerji dengeleri oluşturulması gündeme gelene kadar. Bu andan itibaren yukarıda andığımız her üç kesim de çözüm konusunda büyük bir istek duymaya başladılar.
Peki , bu sorunu çözmek isteyen gerek merkezi hükümet, gerekse de diğer meclisteki partilerden çözümden bahsederken kürtlerin ana dillerini rahatça konuşabilmelerinin ötesine geçtiğini hatırlayanımız var mı? Peki, bölge ağalarının ellerindeki binlerce dönüm toprağa karşın, milyonlarca topraksız veya az topraklı insanlardan bahsedenleri var mı? Bölge kadınlarının kaderi haline getirilen insanlık dışı uygulamaların değiştirilmesini söyleyen var mı ? ve de en önemlisi; b u kan ve vahşet ortamının doğmasına neden olup, “şehit yakınları” ve ” terörist yakınları” diye ölen ve öldürülenleri ikiye bölenlerin kimler olduğunun konuşulduğunu hiç duyduk mu?
Eğer sorunun doğru yönde çözümü isteniyorsa; herkesin eteğindeki taşlar ortaya dökülmeli. Hiç kimsenin elleri diğerinden daha temiz değil. Olan sadece ve sadece ülkemiz insanlarından binlercesinin silinmesi güç acılar yaşamasına, telafisi olmayan kayıplar vermesine, ülke kaynaklarından yüz milyarlarca doların iş ve aş yerine, silah tüccarlarına ve ülke içindeki işbirlikçilerinin cebine akmasına ve sorunumuzun insani ve barışçıl biçimde çözülmesi yerine , içinden çıkılması güç bir pozisyon almasına yol açmıştır.
Akp, chp, mhp,dtp ve pkk bu sorunu kendileri için çözmek istiyor. Çözümün ve barışın dilini konuşacak olanlar , bu sorunu yaşayanlar olacaktır. Bizlerin bu sorunu çözmek konusundaki isteğimizin içtenliği, gücü, azmi ve kararlılığı, sonucu belirleyecektir.