Cihan Aktaş’la Gerçek İran’ı ararken(1)
By Mehmet Yılmaz on Kas 13, 2009 in devrim, Ortadoğu, Röportaj
Sunuş: Türkiye’deki İran algısı oldukça çarpıcı bir kutuplaşma sunuyor. Bir yanda üniversite yurtlarında odalarına, dolaplarına Humeyni’nin posterlerini asan, adeta idolleştiren gençler ne ona ne de İran’a dönük en ufak bir eleştiriye tahammül edemiyor. Diğer yandan “öcü İran” imajı ile kendini korkutan Kemalistler “Türkiye İran olmasın” diye yıllardır korku siyaseti yapıyor. Hakikat büyük ihtimalle bu ikisi arasında bir yerlerde. Ama nerede?
Yazarlarımızdan Özlem Yağız’ın sayesinde tanıdığımız Cihan Aktaş değerli vaktini ayırıp internet üzerinden yaptığımız bu söyleşiye katıldı. Birazdan okuyacağınız gibi Gerçek İran’ı ararken karşımıza çıkmış büyük bir fırsat bu. Zira Cihan Hanım bu ülke hakkında en “yetkili” kalemlerden biri. (Kitaplarının listesine buradan erişebilirsiniz.)
MY: Cihan Hanım, öncelikle Derin Düşünce‘ye ayırdığınız vakit için teşekkür ediyorum. Ben açıkça sormuş olmasam bile gerekli gördüğünüz eklemeleri yapmaktan ve yeni sorular sormaktan çekinmeyin lütfen. İlk amacımız öğrenmek…
İran hakkındaki tecrübenizden bahseder misiniz? Bilgi birikiminizi nasıl oluşturdunuz? Ne kadar zamandır bu ülkeye gidip geliyorsunuz? Aydınlarını, siyasetçilerini ve tabi halkını ne kadar tanıyorsunuz?
-Her şeyden önce bu söyleşimiz için duyduğum memnuniyeti belirtmek istiyorum. Derin Düşünce çok özel bir site, düşünceyi ön planda tutan bir site. Bu nedenle de söyleşimizin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Site ahalisini ve müdavimlerini de gönülden selamlıyorum. Bana yönelen her soru çok “derin düşünülmüş”; bu nedenle de geniş bir cevabı hak ediyor. Ne yazık ki bunu mevcut söyleşi çerçevesinde yapmam çok güç. İster istemez boşluklar ortaya çıkacak.
Sorunuza dönersek….
Üniversite öğrencisiyken sınıfımda İranlı arkadaşlar vardı. Onların da etkisiyle İran İslam devrimi’ne ilgi duyuyordum. Tabii bir okur (ve o dönemde amatör bir yazar) olarak düşüncelerimin izlediği seyir de bu ilgiyi besliyordu. Ali Şeriati’den tercümeler okumaya başlamıştım. Ayetullah Humeyni’nin vakarlı duruşunun beni çok etkilediğini söylemeliyim. Müslümanların ille de sağcı, silik, sinik, apolitik kişilikler olmayabileceğini, devrimci de olabileceğini gösteriyordu hayatıyla, fikirleriyle.
Her şekilde İran devrimine yönelik ilgimle bir şekilde ilgili bir evlilik yaptım. Eşim, üniversite tahsilini İTÜ’de tamamlamış olan İranlı bir Azeridir. İlk kez 1985’de gittim İran’a. 1998’den itibaren hayatımı yılın bir bölümünü İran’da geçirecek şekilde sürdürüyorum. Süreç içinde Farsça’yı kendime yetecek kadar öğrendim. Dergi ve gazeteleri uzun zaman sıkı bir şekilde takip ettim, özellikle de reformist basını. Reformistler bana her zaman devrimin çekirdeğini ileri bir noktaya taşıma kavrayışına sahip görünmüşlerdir, tabii teorisyenlerinden söz ediyorum, yoksa, hareket içine çok farklı muhalif kesimleri çekiyor elbet. Reformistlerin İran devriminin başlangıçta dondurulmuş tartışma içeriğini günümüz şartlarına uygun bir dille geliştirmeye çalıştıkları kanısındayım. Dolayısıyla reform kelimesi burada ertelenmiş devrim ideallerini bir açma çabasının ifadesi olmaktadır. Bu konular üzerine az yazmadım aslında. İran sineması ve İranlı reformistler üzerine kitaplarım var. Bir de Yakın Yabancı ismiyle, İran bağlamındaki denemelerimin yer aldığı bir kitabım yayınlandı geçen sene.
MY:İran’da en çok beğendiğiniz ve “ah keşke Türkiye’de de olsa” dediğiniz şeyler nelerdir? Türkiye bu ülkeden neler öğrenebilir?
-Tabii bu bağlamda çok şey söylenebilir, her şeyden önce de öğrenmenin karşılıklı bir süreç olduğu. Bu açıdan bakılacak olursa her iki ülke içinde karşılıklı öğrenme bakımından çok uygun bir dönemden geçiyoruz.
İran’daki sağlık hizmetlerinin, sağlık merkezlerinde hastaya yaklaşımın Türkiye’ye göre çok ileride olduğunu düşünürdüm eskiden. 2000’li yıllarda Türkiye bu alanda atağa geçti.
Kültür ve sanatın hayat içindeki dolaşımı veya hayatın sanatlaşması bağlamında İranlıların çok ileri bir alışkanlığı olduğu kanısındayım. Sıradan insanın hayat içindeki zarafeti bu. Tanımadığınız komşunuzla merdivenlerde karşılaştığınızda sizden bir selamı esirgememesi gibi.
Başka bir örnek de kadınlara dönük dinsel, elbette kültürü de etkileyen ve muhakkak ki kültürden de beslenmiş olan geliştirici bakış açısıdır. İranlı kadınların konumu, kişilikleri, ufukları her zaman kanunların onlara tanıdığının çok ilerisinde olmuştur.
Bir de sürprizlerle dolu bir halk, İran halkı. Geçen Haziran ayında, hileli olduğu düşünülen seçimlerin ardından insanlar bütün tehditlere rağmen sokaklara döküldü. O insanlar, o kadınlar, 1987 ya da 1988 yılında Urumiye’de gördüğüm, süt pahalandığı için sokağa dökülen ev kadınlarıyla aynı özü taşıyorlar. Devrimin başlangıçta onlara sunduğu idealleri unutmuyor ve hatırlatıyorlar.
Bütün bunların yanında şimdi aklıma gelen bir özellik olarak, İranlıların çabuk organize olma gibi bir özelliğinden söz edebilirim. Bu özelliklerinin Muharrem ayının onundan itibaren başlayarak kırk gün kadar süren v eher kesimden insanın katılımını mümkün kılan
Aşura programları sırasında geliştirdiklerini düşünüyorum.
MY:Türkiye’deki İslâm inancı ve yaşayışı ile İran’daki arasında ne gibi farklılıklar var? İbadet, dogma ve günlük yaşamdaki yansımalar açısından değerlendirebilir misiniz?
-İran’da dinin yaşanış biçiminin devrimden sonra bir değişim geçirdiğini dikkate almak gerekir bu soruyu cevaplandırırken. Söz gelimi Cuma namazları İran’da Rehberlik makamının görüşlerinin halka ulaştırıldığı bir tribün konumundadır. Bazen bu söylemlerle çeşitli ölçülerde buluşan, bazen de kendine apayrı bir uzay yaratmış örfi bir dindarlık da mevcuttur toplumda. Türkiye’de büyük kentlerde camilerin daha dolu olduğu bir gerçek. İranlılar ibadetlerini Türklere nispeten daha fazla bir oranda ev içlerinde sürdürüyorlar gibi gelir bana. Bunda belki namazları cem edebilmenin de rolü vardır. Muharrem ayı ve 12 İmam’ın doğum ya da ölüm günleri etrafında öne çıkan günler, Şia mezhepi özelinde bir anlama sahiptir ve sanırım devrimden önce de benzeri bir etki mevcuttu toplumda. İranlılar zaten törenleri çok önemseyen bir toplumdur ve bu dini törenler için de geçerlidir.
İranlılar özde dindar insanlardır. Dinin tek biçimde okunmasına dayalı bir dinsel söylem karşısında mesafe koyan kesimlerin varlığını ayrıca değerlendirmek gerekir.
İslam dünyasının İran’a bir teşekkür borçlu olduğunu düşünürüm. Modern dünyada İslam’dan kaynaklanan bir siyaset tecrübesi konusunda İran, Ali Bulaç’ın da vurgulamış olduğu gibi bir laboratuvar olmuştur.
MY:Din dışında günlük hayat açısından neler söylenebilir? Aile ilişkileri, iş hayatı ve mahalle baskısı… Türkiye’ye benzeyen ve ayrılan şeyler neler?
Aile ilişkileri çok güçlüdür. Büyük şehirlerde dahi o bağ bir şekilde taşrayla şehirler arasında derin bir akış oluşmasını sağlar. Kadınlar aile içinde etkindirler. Modern toplumlarda olduğu gibi çocuk sayısı azalıyor ve çocuğun eğitiminin kalitesi büyük bir amaca dönüşüyor. İran söz konusu olduğunda sıklıkla hatırlanan muta nikahı normal olarak kabul görmez toplumda, gizli-saklı ilişkiler için bir kılıf halinde var olur. Kadınlar modern hayatın imkanları konusunda çok iddialıdırlar. Bu, üniversite eğitimi konusunda olsun, kariyer alanında olsun kendini hemen belli eden bir iddiadır. Enflasyonun hızla tırmanması nedeniyle geçim sıkıntısı, insanları en az iki işte çalışmaya zorluyor birkaç yıldan bu yana.
Mahalle baskısı bağlamında Türkiye’den farklı sahnelerle karşılaşmak mümkün. Mesela Ramazan’da yolcu olan kişinin oruç tutmaması tabii karşılanır. Diğer taraftan mahalle baskısı az çok asayiş polisinin denetimlerine terketmiştir işlevini. Bu denetimler evlerde uydu cihazı, evin dışına taşarak uygunsuz olduğu izlenimini uyandıran doğum gibi partileri gibi konularda kendini gösterir. Ama bu adım başı polisin doğum günü partisi bastığı anlamına da gelmez. Kadınlar çok geç saatlerde güven içinde sokaklarda bulunabilirler. Site içlerinde başını örtmeden dolaşan genç kızlara rastlayabilirsiniz. Kimsenin sesi çıkmaz genellikle. Elbet bu konuda şehirlerle taşra arasında bir fark olduğu hatırlanmalı. Ayrıca küçük memur tepkisi ya da iktidar alanı diye bir şey var ki dünyanın pek çok yerinde birbirine benzer. Özel hayat yüksek duvarların arasında yaşanır, teoride de karışan görüşen olmaz; komşular ihbarda bulunmazsa. İdeolojik kaygılarla kişisel husumete dayalı komşu ihbarlarının zaman içinde azaldığını, toplumun bu yönde bir olgunlaşmaya sahip olduğu kanısındayım.
Bu sorular bağlamında açıklayıcı olabilir diye, 2000 yılında yazmış olduğum bir makaleden bir bölümü aktarıyorum aşağıda.
İRAN’DA SİYAH YORGUNLUĞU
İran Devrimi, modern dünyayla, aydınlanmanın değerleriyle, Batı ile ve ülkelerindeki Batılılaşma girişimleriyle gecikmiş bir yüzleşmeye giren müslümanlara kimliklerinin ve aidiyetlerinin renklerini, geçmişlerini ve bugünlerini, ideallerini ve bu ideallerin gündemlerinde tuttuğu yere dair meseleleri, çelişkileri ve açmazları görebilecekleri bir ayna oldu. Ayrıca, İslam Alemi’ni kendi değerleri, birikimleri, kaynakları ve tarihleriyle yüzleşmeye; müslüman aydınları ve alimleri, gerek İslam Medeniyeti’nden, gerekse Batı’dan kaynaklandığı düşünülen birçok kurum ve kavram üzerinde yeni baştan düşünmeye mecbur etti.
Bu yeni baştan düşünmeye mecbur olunan konular içinde en büyük handikapın kadın hakları ve kadının konumu gibi konularda yaşandığını söylersek, yanılmış olmayız. Gerek İran içinde, gerekse dünyada devrim üzerine yapılan değerlendirmelerde ‘kadınların durumu’ en başından bu yana, devrimin kazanımlarının veya handikaplarınıN ölçüsü ve göstergesi olarak işlenen başlıca konulardan biri durumundadır. Devrim her kesimden kadın kitlelerinin geniş katılımıyla dikkatleri çekmişti. İslam Tarihinin görünmez kıldığı varsayılan kadının bu devrimdeki rolü, müslüman kadının aşağı yukarı 1300 yıllık bir aradan sonra özne olarak geriye dönüşünün bir göstergesi sayılıyordu. Devrimden önce dini aydınların geleneksel ve batıcı kadın arasında bir yerde tasarladıkları müslüman kadın, devrimden sonraki yıllarda, kendisini geleneksel kadının konumuna indirgeyen bir zemine sevkeden fıkhi hükümlerle yüzyüze geldi. (1) Şia’da içtihat geleneğinin sürekliliğine rağmen, kısmen bu geleneğin içeriğinin hayata aktarılamamasının, kısmen de tarihsel okuma ve yorumlardaki peDerşahi bakışın zaaflarını taşıyan bu uygulama denemeleri, zaman zaman İran’ı modern dünya düzeni, insan haklarını savunan uluslararası kurumlar ve davalarında son yüz yılda bir hayli mesafe katetmiş bulunan kadın hakları savunucuları karşısında zor duruma düşürdü. Doksanlı yılların ilk yarısına kadar kendilerine bu bağlamda yönelen eleştirileri İranlı yöneticiler genellikle, “Batı’nın kültürel hücumunun tezahürlerinden biri” şeklinde değerlendirmeye devam etseler bile, bazen “recm” hadisesinde olduğu gibi dikkate almak zorunda kaldılar. Kadınlarla ilgili olarak Batı’dan yönelen eleştiriler, İran’da kadın hakları savunucularının mevzilerinin sürekli genişlemesinde uyarıcı bir etkiye sahip oldu.
Din adına yapılan bir devrimin yine din adına kadınlarla, çocuklarla, gençlerle, modern değerler ve kurumlarla, kendini sosyolojik süreçlere ve tarihselliğe mahkum etmeye direnen geleneklerle yüzleşmesi kaçınılmazdı. Devrimciler büyük ihtimalle müziğin, resmin, kadının, eğitimin, siyasal katılımın, özgürlüğün hatta üretimin olmadığı bir dünya düşlemiyorlardı ama İslam adına yapılan bir devrim bütün bu alanlarda yasaklar ve yoksunluklarla dolu, otoriter, ataerkil, eril ve hiyerarşik bir yönetme tarzının oluşturduğu hayli geniş ve karmaşık bir tarihsel mirasla hesaplaşmak, bir bakıma bu mirası yeniden tanımak zorundaydı.
YAKINDA DEVAM EDECEK
3 Yorum
Yazan:eg Tarih: Kas 13, 2009 | Reply
çok faydalı ve önemli bir röportaj…öncelikle özlem hanım ve mehmet’e emekleri için teşekkür ederim. sonra da cihan hanım’a bilgi ve deneyimlerini paylaştığı için…devamını merakla bekliyorum.
Yazan:özlem Tarih: Kas 13, 2009 | Reply
Ben de yazının devamını merakla bekleyenlerdenim.
Bu arad Enver Bey, Cihan Hanım’ın kitapları arasındaki Şarkın şiiri İran sineması dikkatinizi çekti mi?
Yazan:eg Tarih: Kas 14, 2009 | Reply
şarkın şiiri iran sineması kitabını okumuştum özlem hanım. çok da güzel bir kitap zaten.