Dikkat Edin Hırsız Var; İnsanlığınızı ve Sanatınızı Çalıyorlar: 2012 Filmi Üzerine
By eg on Kas 25, 2009 in Sanat, Sinema
Roland Emmerich, genellikle devasa bütçeli filmleriyle bilinen bir yönetmendir. Son filmi “2012”nin bütçesinin 200 milyon doların üstünde olduğu söyleniyor. Bu kadar büyük bütçelerin bir yönetmene teslim edilmesi bu yönetmenin hangi özellikleriyle ilgilidir diye gayri-ihtiyari düşününce, ortaya sinema adına umudumuzu bitiren bir tablo çıkması kaçınılmaz oluyor.
“Kurtuluş Günü (Independence Day – 1996)”, “Yarından Sonra (The Day After Tomorrow – 2004)” gibi Emmerich filmlerinin bir devamı gibi olan “2012” de, o filmler gibi dünyanın başına gelmesi muhtemel bir felaketi ele alıyor. Bir Maya kehanetinde söylenenlerin gerçekleşmeye başlaması ile birlikte, insanlığın tümden yok olmaması için yapılanlar konu edilir filmde. Güneş patlamalarının oluşturduğu nötrinoların yerkabuğunun çok derinlerinde oluşturduğu devasa enerjinin yerkabuğunun dengesini bozup dünyanın bir çeşit kıyametle karşı karşıya kalmasıdır çıkış noktası.
Dünya sinemasında, sinemanın bir sanat formu olmaktan çıkıp güç gösterisi yapan, eğlendiren, dikte eden, manipüle eden, propaganda yapan bir endüstriye dönmesinde Hollywood’un payının yadsınamaz olduğunu düşünüyorum. Roland Emmerich, bu açıdan bakıldığında, Alman kökenli olmasına rağmen Hollywood sinemasının son yıllardaki sembolü mahiyetinde bir yönetmen olarak değerlendirilebilir.
Hollywood sinemasında birincil amaç, seyirciyi çekecek yöntemler üzerine kafa yormak olduğu ve seyircinin, ne pahasına olursa olsun ilgisinin çekilmesi devasa para kazanmanın da en etkili yolu olduğu için, Emmerich gibi yönetmenlerin kendilerine verilen devasa bütçelerin hakkını verdikleri rahatlıkla söylenebilir. Ancak bu “hakkını vermek” eylemi, sinema sanatının hakkını vermek değil, “sahibinin sesini iyi duyurabilmek” olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda Emmerich gibi yönetmenler, birer sinema sanatçısı değil, devasa mühendislik projelerini yürüten yöneticiler gibidirler.
Roland Emmerich gibi sinema mühendislerinin yaptıkları zaten bir sanat değil, bir “show business” olduğu için, bu konuda “kafa yormamıza gerek yok, ne yaparlarsa yapsınlar” diye de düşünebiliriz gayet tabii. Ancak durumun bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Zira Hollywood sineması, seyircinin zevklerini tek yönlü olarak “eğitecek” ve sonra da verdiği eğitimin karşılığını her kuruşuna kadar geri alacak devasa bir “big brother” aynı zamanda. Bu bağlamda beni asıl ilgilendiren, seyircinin zevklerinin tek taraflı manipülasyonu yoluyla köreltilip, bu körelmenin bir rant aracı olarak kullanılmasıdır. Emmerich filmleri bu “zevk eğitiminin” en göze batan yönlerini taşıdığı için tartışmamızda özellikle önemlidir diye düşünüyorum.
Hollywood’un “zevk eğitimi ve manipülasyonunun” birkaç yönü vardır. Birinci yön, seyircinin filmin dışına çıkıp filme kuşbakışı bakmasını engelleyecek bütün araçları olabildiğince etkin kullanmaktır. “Katharsis” sanatların tümünde bir amaç olarak değerlendirilebilirse de, Hollywood “katharsis”i insanî boyutundan soyutlayarak “bir otomat gibi kendini kaptırma ve teslim olma” olarak amaçlar. Bu noktada Hollywood tipi katharsis, insanın, kendi deneyimi ve hayatıyla, izlediği film arasında bir ilişki kurmasını amaçlamaktan çok, tek taraflı bir dikte etme yöntemiyle seyircinin kendi hayatını unutması olarak işlev görür. Adeta seyircinin, robot gibi sorgusuz sualsiz uyması gereken emirlerin dikte edilmesidir söz konusu olan.
Hollywood filmlerinin kurgusu ve biçimi, yukarıda açıkladığımız tür bir katharsis yaratma amacına hizmet etmesi gerektiği için, kesinlikle rastgele değildir. Hızlı kurgu ile seyircinin bir an dahi durup düşünmesine, ya da filmin içerisinde olan bitenle kendi gerçekliği arasında içsel bir ilişki kurmasına izin verilmez. Tam tersi seyircinin, filmin “mesajlarına” mutlak ve robot gibi teslimiyeti amaçlanır. Ancak amaçladığı şeyi şansa bırakmayacak kadar da mahirdir bu sinema. Emmerich’te en etkili versiyonlarını gördüğümüz hızlı kurgu ve özel efektlerle, seyircinin kendi gerçekliği ile ilişki kurması bir yana, seyircinin dikte edilen gerçeklik dışında bir gerçekliğinin olması dahi engellenir. Zira seyirciyi robotlaştırmanın en etkili yöntemi, sinema perdesinde gördüğümüz şeylerin birer teknoloji nesnesi haline getirilip insandan uzaklaştırılması ve insanın nesneleştirilmesidir.
Filmlerinin çoğunda olduğu gibi 2012 filminde de, Roland Emmerich bilimsel jargonu oldukça etkili kullanır. Zira inandırıcılığın en etkili yöntemi, modern çağların yeni dinini ve rahiplerini – yani bilimi ve bilim adamlarını – olabilecek tüm etkinliğiyle konunun içine dâhil etmektir. Böylece daha başlangıçta seyircinin üzerine bilimsel bir iktidar kurulur. Seyirci, kendisine dikte edilen bilimsel iktidar altında, kendisinin söz sahibi olamayacağı mutlak bir edilgenlik içine sürüklenmiştir bile. Artık seyirciye düşen sadece şaşkınlık ve hayranlıkla kendisine verileni kabul etmektir. İzlenmenin birinci adımı başarılı olmuştur.
İkinci adım, işin içerisine mutlaka birkaç “gerçek hayat” tıkıştırmaktır. Böylece seyirci, kendisini hepten hayatın dışında bir fantezi izliyormuş hissiyatına kaptırmadan filmi izlemeye devam edebilir! “Kurtuluş Günü”, “Yarından Sonra” ve “2012” de neredeyse birbirinin tıpkısı bilim adamı aileleriyle tanışırız. Bu aileler sonradan insanlığı kurtaracak kişiler ve aileleridir aynı zamanda. Doğanın, binaların, şehirlerin bir kâğıt parçası gibi parçalandığı, yok olduğu yerlerde, gerek bir uçakla, gerek bir karavanla, gerekse de yürüyerek bu felaketlerden hep saniyenin onda biri farkla kurtulan süpermenlerdir bu “gerçek hayat” mensupları. Ama seyirci artık makinenin içine öyle dâhil edilmiştir ki, komikliğin, saçmalığın ve fantezinin farkına bile varmadan şaşkınlık ve hayranlıkla kahramanlarını izler. Tabii ki kahramanlar, hem modern dinin mensubu olan bilim ve teknoloji insanı olmaları; hem de Amerikan ailesinin, bir süreliğine krize girmiş ama Amerikan ailesi olmanın erdemini fark etmiş olan fertleri olmaları hasebiyle özellikle önem taşırlar. Bir taşta iki kuş az şey mi?
2012 filminin, diğer Emmerich filmleri gibi en güçlü etkileme yöntemi, kullandığı bilgisayar efektleridir. Bu yolla etkilemenin psikolojik arka planı, ancak bilgisayar oyunlarının insanları eroin gibi bağımlı yapma sebepleriyle ilişki kurularak kestirilebilir bence. Filmin oldukça büyük bir kısmı bilgisayarlarla yapılan özel efektlerden ibaret. Böylece izleyici korkutulurken, tedirgin edilirken bile eğlendirilerek filmin izlenme şansı artırılıyor. Bilgisayar teknolojilerinin geldiği nokta, sanallıktan bir gerçeklik türetmek konusunda oldukça başarılıdır. Nasıl ki bilgisayar oyunları, özellikle bağımlılarında bir sanal gerçeklik yaratıp o kişinin manipüle edilme kapılarını açıyor; Roland Emmerich de aynı şeyi filmlerini izlemeye gelmiş olan seyirciye yapıyor bence. Ancak burada bir noktayı özellikle vurgulamak gerekiyor: Emmerich bilgisayar efektlerini bir gerçeklik algısı yaratmak için kullanırken, Hollywood sinemasına has hızlı kurgunun en çılgın, en başdöndürücü versiyonlarını tercih ediyor. Böylece seyircinin, içine yuvarlandığı sanal gerçeklik hakkında düşünüp, kendi gerçekliği ile bağını sorgulama şansı dahi kalmıyor. Despotik kurgu ve teknolojinin aşırı kullanımı bir çeşit klip izleyicisi yaratıyor karşısında; ama izlediğinin bir klip olduğunun farkına dahi varamayan bir klip izleyicisi…
2012 filminin çok daha derinlemesine eleştirilmesi gereken bir yönünü burada kısaca geçmek isterim. Amerikan liberalizmi ve kapitalizmi, nasıl ki sosyal darwinizmin kıyılarında dolaşıyorsa, felaketten kurtulacak insanların seçimi de sosyal darwinist bir yöntemle yapılıyor. Ancak sağduyulu (ve siyah) Amerikan başkanı “keşke kura ile seçseydik” diyerek de günah çıkarıyor iş işten geçtikten sonra. Tabii ki kendisini feda edecek kadar yüce gönüllüdür Amerikan başkanı ve halkıyla kalır! Ancak kurtulmak için seçilenler ya bir milyar doları verebilen ultra-zenginler, ya ülke yönetimlerinde yer alanlar, ya da “gen havuzu açısından en değerli genleri oluşturacak olan” bilim adamlarıdır.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız bütün bu etkilemeizlettirme yöntemlerinin hizmet ettiği nihai amacı irdelemezsek 2012’yi de yeterince incelemiş olmayız. Hollywood’da yapılan filmlerin kahir çoğunluğunda olduğu gibi Emmerich filmlerinde de, filmin içerisine yedirilen ve hayati bir propaganda elemanı olarak işleyen etmenler unutulmaz. Bu da, insanlığın ölüme gittiği, yok olmaya başladığı bir noktada, ortaya çıkan kahraman ve fedakâr figürlerinin – hem kişisel, hem de kurumsal olarak – çoğunlukla Amerikalı olduğu gerçeğidir. Ancak kör gözüm parmağına propaganda yapıyorlar izlenimi vermemek için de, bizzat Amerikan hükümeti içinde bir “kötü” imal etme işi asla unutulmaz. Emmerich’in tüm filmlerinde yaşanan büyük felaketlerin sonunda insanlığı düzlüğe çıkaran ve 2012’de olduğu gibi “Nuh’un gemisiyle” insanlığa yeniden hayat verenler de Amerikalılardır. Bu gemilerin Çin’de üretilmesi, Çin’i ve Çinlileri Amerikalıların yönettiği basit bir figür halinden öteye taşımıyor maalesef. Oscar törenlerinde, bana birer müsamere gibi görünen demokratik görünme yarışının tam tersine, Hollywood sineması son derece Amerikan milliyetçisi ve şoven bir sinemadır aslında.
Genelde Hollywood, özelde de Emmerich sinemasını, elinin altında devasa teknolojik imkân ve yetenekler olan ama insanî, ahlakî, vicdanî ve aklî olarak bu imkânlardan bir güzellik ortaya koymak yerine, o imkânları çirkinliğe payanda yapan büyük hırsızlara benzetiyorum. Roland Emmerich hakkında yazmak ise, onun, buna değmesinden değil, insanlara “dikkat edin hırsız var; insanlığınızı, vicdanınızı, aklınızı ve bunlarla birlikte sanatınızı çalıyorlar!” uyarısı yapmak içindir.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
9 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
Çok güzel bir yazı olmuş aklınıza sağlık. çok zaman bir mağazada dolaşırken tekno müzik eşliğinde zihnimin uyuşmasına, ya da çocuklarımın hırsla bilgisayar oyunları oynamasına, televizyonun esir aldığı eşime dostuma bakarken hayatımızın ne kadar çok alanını biz farkındabile değilken işgal ettiklerini beynimizi uyuşturduklarımızı duygularımızı körelttiklerini düşünüyorum ben de. Hiçbir kuşak yeni gelen kuşakları beğenmez eleştirmekten vazgeçmez ama ben teknoloji tarafından bu kadar aptallaştırılan bir dünyada gelecek adına umutlu olamıyorum çoğu zaman. En basit bir filmde bile farkında olmadan tekrar tekrar işgale uğruyor ruhumuz. Bu sabah bu metacafede neler vardır vs. diye bakarken aşağıdaki klibi gördüm. bakar mısınız gerçek savaş görüntüleri nasıl da bir bilgisayar oyunu imişçesine sunuluyor. Bilgisayar oyunlarında şiddetin sıradanlaştırılmasına rastlamıştım da gerçek şiddetin bir bilgisayar oyunu imişçesine sıradanlaştırılması hiç aklıma gelmezdi.
Aslına bakarsanız şeytanın bile aklına gelmeyeceğini düşünürdüm böyle bir şeyin.buyrun klibe siz de bakin.
http://www.metacafe.com/watch/2282056/palestine_dont_be_sad/
Yazan:özlem Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
Cok ozur dilerim yanlış link vermişim bu baktığım başka bir linkti. bahsettiğim link aşağıda.
http://www.metacafe.com/watch/412463/war_clips/
Yazan:eg Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
atıla bombalar, o bombaların altında kalan hayatlar havai fişek gösterisi gibi gösteriliyor. bir ara susan sontag ve jean baudrillard da yazmıştı, bu savaş görüntülerinin her gün televizyonlarda (ve burada olduğu gibi bir klipte)görünür olması artık gerçek acıları sanallaştırıyor gözümüzde. adeta bilgisayar oyunlarında olan bir durumla karşılaşıyoruz. metacafe filistinin acılarını paylaşan videolara yasak koyuyor ama amerikan propagandası zalimliklere pek bir yasak yok galiba:((
Yazan:eg Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
bu arada konuyla ilgisiz ama stv’de bir dizi dikkatimi çekti. genelde stv dizilerini beğenmem ama bu dizi (bir de beşinci boyut vardı) çok ilginç. “ben senin eksik kalmış duanım” diyen küçük bir kızcağız var. biraz kieslowski’nin dekalog’unu andırıyor. her bölümde dua etmeyi unutmuş bir insana dua etmenin güzelliğini, ferahlatıcılığını ve hikmetlerini gösteren güzel bir dizi(en azından izlediğim iki bölümü öyleydi). bu geceden itibaren sabaha karşı hacı adayları (annemle babam da orada olduğu için özellikle insanın dikkatini celbediyor) arafat’ta vakfeye durmaya başlayacaklar. hacıların arafat’ta olduğu zamanlar duaların en güçlü, en samimi edilmesi gereken zamanlardır belki de. filistin için ve nice acı çekenler için bu gece dua edelim hep birlikte…
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
atıla bombalar, o bombaların altında kalan hayatlar havai fişek gösterisi gibi gösteriliyor. bir ara susan sontag ve jean baudrillard da yazmıştı, bu savaş görüntülerinin her gün televizyonlarda (ve burada olduğu gibi bir klipte)görünür olması artık gerçek acıları sanallaştırıyor gözümüzde. adeta bilgisayar oyunlarında olan bir durumla karşılaşıyoruz
Enver bey elinize sağlık öncenlikle.
Bu bahsettiğiniz şeyi destekler nitelikte bilimsel çalışmalar var bildiğim kadarıyla.
Mesela bir kontrol grubuna bir şey izletmiyorlar, deney grubuna da porno izletiyorlar.
Ardından her iki gruba da tecavüz sahneleri izletip suçu işleyene ne ceza verilmesi gerektiğini soruyorlar. Kontrol grubundakiler daha yüksek ceza ön görürken porno izleyen deney grubundakiler daha düşük cezalar ön görüyorlar.
Buda görsel yolla tekrarlanan bilginin iyi ya da kötü normalleşmeye sebep olduğu yönünde kanıt oluyor.
Yazan:özlem Tarih: Kas 25, 2009 | Reply
Ancak bir not düşmek isterim burada şiddetin sunuluşu da çok önemli. Bazı arkadaşlarla bir dönem tartışmalarımız olmuştu. Filistin ile ilgili afiş ve görsellerde katledilen çocukların görüntülerini kullanmayalım demişlerdi. Bu da bana çok naif geldi. Ne göstereceğim peki oradaki zulmü anlatmak için yerde kırılmış oyuncak bebekleri mi? Peki neden metacafe mesela üçüncüdür benim kullandığım klibi yayindan kaldırıyor. Öte taraftan en sadist şekilde amerikan şiddetini yayınlayan klip yayında. Sizlerin bu bağlamda bir eleştiri yapmadığınızı biliyorum ama daha önce bazı arkadaşlarla tartışılan bir mevzu olduğu için söylemek istedim.
Yazan:Mustafa Tarih: Kas 26, 2009 | Reply
Hollywoodda ABDnin devlet felsefesin agirligi vardir. Nitekim bu sitede birkac makalelerde epey izah edilmisti. 2012 filmindede öyle oldugunu bariz bir sekilde gösterdiniz.
Yazan:İlhami Tarih: Ara 4, 2009 | Reply
2012 filmi için söyleyebileceğim tek cümle beni oldukça rahatsız ettiğidir,ancak 2012 yılının kendisi için birkaç cümlem var..
2012 Yılı geldiğinde neler olacak?
Sorusundan evvel ki aslında bu sorunun cevabını elbet gaybı bilme isteğiyle öğrenmek arzusu taşırız..lakin bu sorunun cevabı imkanımız el vermediğinden elimizde değil..
Peki neden önemli?
Birilerinin veya geçmişte yaşamış olanların söylemleri kehanetleri mi?Hani şu Nostradamus’unda kehanetleri 2012 yılına kadar iken…
Bunlar belki yalan belki gerçek bilemem,Allahın hangi kullarına geçmişte şimdide veya gelecekte rahmet ettiğini edeceğini bilemem..bu sebeple sözüm yok..
Ancak..
Şu an için insanlığın bir kısmının 2012 yılına dair düşünceleri umutları korkuları var,helede umutları..umutlardan yola çıkalım biz..umutlu olanlar ne diyor?
2012’de her şey daha güzel olacak..her ne kadar evrenin devinimine de bağlasalar,bilinç altlarındaki ana düşünce ”dünyaya ilahi el dokunacak”,Tanrı o yılda dünyaya direkt müdahale edecek…bu düşüncenin sahipleri umutlu,bu düşüncenin sahipleri korkulu..korku yaranı olanların elbet nasipleri de korku olacaktır,umudun ise umut..
İnsanlığın içinden umut sahipleri o günde artık zulmün sona ereceğini o günden sonrasında artık savaşlar olmayacağını kan dökülmeyeceğinin kendilerince hesabını yapmaktalar..elbet böyle düşünen bu umudu içimizde barındıranların bu ülkede belki sayıları 1000’i geçmez..lakin dünyada bu sayı hiçte azımsanacak gibi değil..
İnsanlığın özlediği ne?
beklediği vakit ne?
ya boşa geçirdiği zaman?
belki 2012 senesi kötüler üzerinde de bir baskı oluşturup onları İNSANCA düşünmeye sevk edecek..kim bilir?
Bu tablo şunu gösteriyor ki insanda bir değişim isteği var..inanın bu istek öyle kolay kolay gelmez..çeşitli araçları da kullansanız ve ömrünüzü bu uğurda heba bile etseniz ”insanda değişim isteğini uyandıramazsınız”
2012’ye ait düşünüşler işte bunu başarmıştır..2012 sadece bir yılın adı,lakin bu yılın başlı başına kendisi insanın kendini sorgulamasına neden olmaktadır,iyisiyle kötüsüyle…
Ben bu yılı değilde bu yılın insanlarda,daha gelmeden meydana getirdiği bu tabloyu sevdim..hani mehdi inancıda buna benzerde kimi ateş yaranı adamlar ben O’yum diye açığa çıkarlar ya..bu öyle bir şeyde değil..çünkü bu düşünce dünyanın her köşesinde insanlardan bir kısmını umuda sevketmiş..
Peki 2012 de bana göre ne olacak?veya bu tarih neyi ifade ediyor?
Benim gördüğüm şu ki;kapitalizmin emperyalizmin sonu gelmiştir artık sosyalist bir yaşayış dünyanın önemli bir bölümüne yayılacaktır..sosyalist derken komunizm anlaşılmasın..bu öyle bir sosyalizm ki insanların ona mecbur oldukları bir yapı..paylaşımcılık..bu olduğunda elbet herkes zengin olmayacaktır lakin kimsede aç kalmayacak geçim derdine düşmeyecektir..geçim derdine düşmemiş insan refah içinde yaşayacaktır bu da kavgaları azaltırken bir zaman sonra,o şaşkınlık devrini atlattıktan sonra kişilerin refahla beraber genel olarak kasaları dolduktan sonra devreye ”unutmak” girecektir..zaten tüm belada bu değil mi?unutma belası..
İnsan unutmaya başladığında tekrar ben merkezci konumuna gelecek tekrar öldürmeye başlayacak tekrar başa dönecektir..bizim şanşımız şu ki bu geçiş dönemine inşallah rastlayacağız..lakin ömürlerimiz elbet başa dönüşü görmeyecektir..belki 2 veya 3 nesil sonra..belkide 10 nesil..Allah bilir..
Peki biz ve bizler gibilerin rolu nedir?işi nedir?
işte tam bu noktada bizler devredeyiz..
islamın en iyi ve net anlaşıldığı şu topraklar üzerinden doğarsa bir nur doğar ancak..bu nur insanlığın o başa dönme devirlerini ya çok uzatacaktır veya tamamen ortadan kaldıracaktır..
İyilik yaygın olduğunda kötülük kendine sığınacak liman bulamaz…
etkimize bir örnek…
bugünlerde sayımız belki 3 belki 5..ancak fikirlerimiz sürekli yayılmada kafalarda soru işaretleri uyandırmada..belki 1 ay önce savunduğum bir düşünceyi hiç bilmediğim girmediğim bir platformda savunulurken buluyorum..keza sizlerin düşüncelerinizde öyledir…herkes kendini elbet daha doğru takip eder..
Elçinin vefatından kısa süre sonra salatın namaz formuna hapsedilişine şu sürecimizde seyrimiz de şahit olmadık mı?Kaldı ki ana dili arapça olanlara ek olarak alimlerde ve günümüzün din adamları da salatı namaz formundan kurtaramamışlardır..şu an Türkiye’de en azından salatı namaz formundan kurtaran bir meal bile yoktur..lakin biz salatı şu seyrimizde namaz formundan kurtarabildik ve bunu başardık..sayımız 3 veya 5 olsa da..
Umut her zaman güzel neticeler vermese de yaşanan süreç insanı ”ONARIR”..Umutların mutlak etkisi insanı karamsarlıktan kurtarmasıdır..düşünün ki;Cehennemden çıkış arayanlar Rab’den ”Artık benimle konuşmayın bana çağrıda bulunmayın ve sinin oraya”cümlesini duyduktan sonra bile her defasında bir cehennem bekçilerine bir cennetliklere seslenirler bu süreç bir türlü sona ermez..çünkü umutsuzluk,insanı bir değil belki bin defa öldürür..bilseler ki 100 bin katrilyon sonra o cehennemden çıkacaklar;bu onlara toplu iğne başı kadarda olsa bir ışık yayar ve onlara aydınlanmak için o ışık fazlasıyla yeter de artar..
bilmiyorum belkide şu yukarda yazılanların hiçbiri olmayacak belkide her şey daha kötü olacak bilemiyorum ancak insanlığın o umudunu çıkış için bir ”SEBEP” ve ışık olarak görüyorum..o her ne kadar spekülasyonlara uğrasa da çoğunluğun umudu sebebiyle o yılı belki değil ama o süreçte yaşanabilecek güzel şeyleri umut ediyorum..
Yazan:mehmet Tarih: Oca 3, 2010 | Reply
Çok güzel bir yazı olmuş aklınıza sağlık. çok zaman bir mağazada dolaşırken tekno müzik eşliğinde zihnimin uyuşmasına, ya da çocuklarımın hırsla bilgisayar oyunları oynamasına, televizyonun esir aldığı eşime dostuma bakarken hayatımızın ne kadar çok alanını biz farkındabile değilken işgal ettiklerini beynimizi uyuşturduklarımızı duygularımızı körelttiklerini düşünüyorum ben de. Hiçbir kuşak yeni gelen kuşakları beğenmez eleştirmekten vazgeçmez ama ben teknoloji tarafından bu kadar aptallaştırılan bir dünyada gelecek adına umutlu olamıyorum çoğu zaman. En basit bir filmde bile farkında olmadan tekrar tekrar işgale uğruyor ruhumuz. Bu sabah bu metacafede neler vardır vs. diye bakarken aşağıdaki klibi gördüm. bakar mısınız gerçek savaş görüntüleri nasıl da bir bilgisayar oyunu imişçesine sunuluyor. Bilgisayar oyunlarında şiddetin sıradanlaştırılmasına rastlamıştım da gerçek şiddetin bir bilgisayar oyunu imişçesine sıradanlaştırılması hiç aklıma gelmezdi.
Aslına bakarsanız şeytanın bile aklına gelmeyeceğini düşünürdüm böyle bir şeyin.buyrun klibe siz de bakin.
atıla bombalar, o bombaların altında kalan hayatlar havai fişek gösterisi gibi gösteriliyor. bir ara susan sontag ve jean baudrillard da yazmıştı, bu savaş görüntülerinin her gün televizyonlarda (ve burada olduğu gibi bir klipte)görünür olması artık gerçek acıları sanallaştırıyor gözümüzde. adeta bilgisayar oyunlarında olan bir durumla karşılaşıyoruz. metacafe filistinin acılarını paylaşan videolara yasak koyuyor ama amerikan propagandası zalimliklere pek bir yasak yok galiba:((Ancak bir not düşmek isterim burada şiddetin sunuluşu da çok önemli. Bazı arkadaşlarla bir dönem tartışmalarımız olmuştu. Filistin ile ilgili afiş ve görsellerde katledilen çocukların görüntülerini kullanmayalım demişlerdi. Bu da bana çok naif geldi. Ne göstereceğim peki oradaki zulmü anlatmak için yerde kırılmış oyuncak bebekleri mi? Peki neden metacafe mesela üçüncüdür benim kullandığım klibi yayindan kaldırıyor. Öte taraftan en sadist şekilde amerikan şiddetini yayınlayan klip yayında. Sizlerin bu bağlamda bir eleştiri yapmadığınızı biliyorum ama daha önce bazı arkadaşlarla tartışılan bir mevzu olduğu için söylemek istedim.