RSS Feed for This Post

Zina da böyle bir şey işte…

Oh lord won’t you buy me a Mercedes Benz. – Tanrım, bana bir Mercedes almaz mısın?

My friends all drive porsches, I must make amends. – Arkadaşlarım Porche kullanıyor.

Worked hard all my lifetime, no help from my friends.  – Hayatım zor, kimseden hayır yok,

So oh lord won’t you buy me a Mercedes Benz – Tanrım, bana bir Mercedes almaz mısın?

Oh lord won’t you buy me a color TV. – Tanrım, bana renkli bir televizyon almaz mısın?

Dialing for dollars is trying to find me. – Ödüllü TV yarışmaları beni bulmaya çalışıyor.

I wait for delivery each day until 3. – Teslimat için her gün 3’e kadar müsaitim.

Janis Joplin’in bu şahane şarkısı insanların din ile nasıl sapık bir ilişkiye girebileceğini anlatan, dikkate değer bir eser. Teorik olarak maddiyattan sıyrılmış, iman etmiş biri Tanrı’dan otomobil ve TV istiyor! Zina deyince akla hemen yatak odası gelir ama özünde daha “genel” bir şey söz konusu. Neden?

Zina* kelimesinin ingilizce karşılığı adultery. Kökeni latince adulterare‘den geliyor, altın gibi “iyi” bir şeyin içine bakır vs daha “ucuz” şeyler katarak değerini düşürmek, kirletmek, sulandırmak gibi anlamları var. Semavî dinlerin öncesindeki geleneklerin etkisiyle olacak, gerek Yahudiler, Hristiyanlar gerekse Müslümanlar sevap-günah kavramlarını biraz kafalarına göre yorumlamışlar sanki?

“Belden aşağı” günahlara büyük tepki verilirken daha makul(!) veya makbul(!) günahlar halının altına süpürülmüş: Başlık parası, kan davası, ırkçılık, milliyetçilik, putsal devlet… Tabi ortaya çıkan tablonun tutarsızlığı neticesinde GÜNAH kelimesinin anlamı yani  aklî ve vicdanî zemini görünmez oluyor.

Bir başka deyişle kanunu meşru kılan zemin tahrip edilince insanlar ister istemez yasaklara ve ödüllere odaklanıyor. Dini din yapan temeller kuma gömülü. Bugün İslâm da dahil bir çok dinin (görünen) kuralları ve uygulanan şekilleri kafa karıştırıcı bir halde. İnsanlar “iyi ama, …” diye başlayan cümlelerle bir sürü itiraz getiriyorlar. Bu itirazlara verilen ezberci yanıtları ise oldum olası sev(e)medim:

  • – ALLAH öyle emretmiş!
  • – İyi ama sebebi ne? Hikmeti ne?
  • – Kur’an’da böyle yazıyor! İtiraz mı ediyorsun?
  • – Yaw hocam bunda bir tutarlılık olmalı. Emirleri, yasakları birleştiren bir zemin olmalı. Kul hakkı? Şirk?

Pozitivizm ile zina:  İslam inancının kirletilmesi

Moderniteyi, pozitivizmi çok eleştirdik bu sayfalarda. Hatta bir kitap bile yayınladık “Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?” adında, tam 74 sayfa! Bu kitapta savunduğumuz fikirlerden belki de en önemlisi pozitivizm yüzünden insanların her şeyi bölüp parçalayarak anlamaya çalışmasıydı. Çünkü Hayat’ı, İnsan’ı ve Kâinat’ı kavramların, kelimelerin, sayıların ve formüllerin içine hapsederseniz anlamı kaybedersiniz. Bir fıkranın neden komik olduğunu açıklayarak kimseyi güldüremezsiniz! **

Zannediyorum İslam düşüncesine de en büyük zararı veren bu parçalama merakı oldu. İman’ı önce kelimelere, ardından sarıklara, cüppelere, belirli tip binalara, haftanın belli günlerine hapseden bir parçalama süreci başladı. Ne zaman? Belki de İslam’dan çok önce. Zira insanı kendinden uzaklaştıran, kendisiyle arasına mesafe koyan bu parçalama güdüsü bizim doğamızın bir parçası, daha doğrusu nefsimizin doğal bir işlevi. Ama bu hayvanî işleve karşı mücadele etme özgürlüğüne de sahibiz. O halde devam edelim:

Evet, İslam inancı ve İslam düşüncesi nasıl oldu da “içeriden” parçalandı? Anlamı boşaltılıp şekle mahkûm edildi?

Kimi insanlar yapıları gereği diğerlerine göre daha fazla güven ihtiyacı içindedir. Hergün aynı yoldan geçmek, aynı lokantada yemek, aynı gazeteyi okumak onlara güven verir. Bu “tanıdık” ortam onları rahatlatır. Bazı meslekler(***) de insanları bu yöne iter: Muhasebe, hukuk, mühendislik… Kanunları, ilkeleri oturmuş, sürprize, maceraya yer olmayan mesleklerdir bunlar. Tersine reklâm, basın, turizm gibi mesleklerde sürekli yenilik vardır. Bu meslekler insanı esnekliğe alıştırabilir.

İşte bu güven ihtiyacı insanların din ile ilişkisini de belirliyor zannediyorum. Yani bu durumdaki insanlar “katı” birşeyler arıyorlar tutunacak, içine sığınacak…Duvarları ritüelleşen alışkanlık tuğlasıyla örülmüş barınağa sığınan insan bilimsel determinizimde bulamadığını dinsel determinizmde(!) arıyor. İlâhî mesajın içeriğini anlamaya çalışmak oldukça ürkütücü olabilir bu bağlamda. Ya beklenmedik bir şey çıkarsa? Ya yeterince kesin olmazsa? Ya ÖZGÜRLÜK’ten kaçmam imkânsızsa?

Neticede yol ikiye ayrılıyor: Ya hesaplarıyla kontrol edemediği herşeyi (din, inanç, metafizik, …) reddeden bir pozitivist oluyor ya da “Kur’an’da böyle yazıyor! İtiraz mı ediyorsun?” diyen katı bir Müslüman. İkinci gruptaki Müslümanların Tasavvuf’a ve felsefeye de ateşli biçimde “gayrı İslamî” diyerek karşı çıktıklarına tanık olduk sitede son zamanlarda, hatırlayacaksınız. Ne ilginçtir ki balıkların, meyvaların üzerinde ALLAH’tan işaret arayanlar, Kur’an’daki ayet ve surelerin sayısını çarparak, bölerek şifre bulanlar(!) da yine bu “katı” gruptan çıkıyor.

“Bak sen şu işe! Demek ki ALLAH var” şeklinde özetleyebileceğimiz mucizeperverlik korkarım iman zayıflığından geliyor:

  • – Karına neden aşıksın?
  • – Sarı saçları var, boyu uzun, ayrıca çok zeki ve tahsilli.
  • – Daha uzun, daha sarışın, daha zeki bir kadın bulursan boşanacak mısın?

Elbette ilk soru yanlıştı, aşkın objektif sebebi olsaydı herkes aynı kişilere aşık olurdu.  İnanmak da objektif biçimde açıklanabilecek bir şey değil. Hele katı kavramlara, ritüellere parçalanmasında, rasyonalize edilmesinde büyük sakınca var. Bu bağlamda Tanrı’nın varlığını mucizelerle ispat etme ihtiyacı da iman değil bir güvenlik arayışı kanımca. “Heyy! Demek ki deli değilim, bir Tanrı varmış!”

Tanrı varlığına dair elle tutulur, gözle görülür ispatları aramanın yolu korkarım… materyalizden geçiyor!  1600’lerde Beden-Ruh dikotomisine çözüm arayan Descartes’ın Ruh ile Beden’in temas ettiği yeri bulmak için kadavralar üzerinde yaptığı bilimsel(!) araştırmalar geliyor akla. Madde’nin içinde Ruh aramak… En sonunda Pineal Bez denen bezelye büyüklüğünde bir salgı bezinde karar kılmıştı zavallı adamcağız.

Ulus-Devlet ile zina: İslam inancının ırkçılık ile kirletilmesi

İslâm coğrafyasının dış düşmanları vardı eskiden: Haçlılar, Moğollar… Şimdi Irak’ı işgal eden ABD ordusu var. İsrail var. Dış düşmanlardan daha tehlikeli olanın iç hastalıklar olduğunu düşünüyorum uzun zamandır. İçerinden gelen tehlikeye karşı pek bir savunmasız durumdayız. En son Diyanet’in ırkçı mahyaları ile canlandı tartışma ama sorunun kökenleri cahiliyye dönemine kadar uzanıyor. Arap yarımadasındaki kabilelerin arasındaki kan-soy kavgaları insanların Madde ile Ruh’u karıştırma hatasına kolaylıkla düşebildiğini gösteriyor. Felâketlerin Müslümanların üzerinden silindir gibi geçtiği hemen her dönemde ırkçılık görüyoruz. Pusuda bekleyen, tam tedavi olmamış bir hastalık gibi tekrar tekrar çıkıyor ortaya.

Endülüs’ün çöküşü ile ilgili bir rivayete göre: Önce Araplar ile Berberîler birbirlerine düşmüşler. Berberîler bertaraf edilince Mağrib Arapları ile Suriye  Arapları bölünmüş. Suriyeliler galip gelince Şam ve civarından gelenler öteki Suriyelilere üstünlük taslamış. 1100’lü senelerde Endülüs’ü yıkan kan-soy-ırk saplantısının 1900’lerde Osmanlıyı da içeriden çökertmesi bir raslantı mı? 2009 Türkiyesinde hâlâ Türk-Kürt kavgası sürüyor. Devletten maaş alan insanlar camilerimize “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazabiliyor korkmadan, utanmadan.

İşte bunun için yazdım bu yazıyı:

  • Aşk’ı Seks ile,
  • Mutluluk’u Tatmin ile,
  • Kudret’i Silah ile,
  • Özgürlüğü Para ile,
  • Takva’yı Irk ile,
  • Ruh’u Madde ile,

Karıştıran yolların aynı yere çıktığını düşünüyorum.

Çok sevdiğiniz bir dostunuz gözünüzün önünde bir başkasının karısına sulansa ne hissederdiniz? Mide bulantısı? Camilerdeki ırkçı sloganlar, “ötekilerin” otobüsünü taşlayanlar, cenazelerdeki sloganlar da bana kusma hissi veriyor.

Zinanın ve şirkin yolu bu… Madde ve Ruh’u karıştıranın yolu.

 

(*) Türkçe/Arapça eski anlamlarını da aradık ama tatmin edici bir bilgi bulamadık. Bilenler söylerse memnun olurum.

(**)Bergson’un dediği gibi “gözü ne kadar bölerseniz bölün GÖRME denen şeyi göremezsiniz”.

(***) “Mesleğiniz kaderinizi belirliyor” tarzı bir klişe okumayın lütfen,  sadece örneklemek amacıyla kullanıyorum.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 40 Yorum

  2. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    Sayın Yılmaz güzel bir yazı olmuş ancak ‘Türküm’ ifadesini ben gururla telaffuz etmeme rağmen hayatımda bir gün bile kelimeye ırkçı bir ‘connotation’ yüklemedim. Aslen ailem Rumeli’den gelmiş. 4-5 kuşak öncemizi hiç bilmiyoruz. Türkiye’deki çoğunluk bu durumdadır kanımca. Türk’üm ifadesini biz zaten ‘Osmanlılık’ gibi Türkiye’yi ana yurdu bilen, Türkiye vatandaşı olan kimseler için kullanıyoruz. Buna yahudi, ermeni, rum, Kürt, laz, çerkez dahildir. Herkes Türk’tür. Kanımca Türk kelimesini ırkçı bir biçimde yorumlamak, Turkey kelimesini ‘hindi’ şeklinde anlamaktır. (Ya da ben çok naive bir vatandaşım!)

  3. Yazan:BetuL Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    Cok guzel yazmissiniz Mehmet bey. Bana da kusma hissi veriyor.

  4. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    nilgün hanım,

    Sizce, mesela ordumuzun Diyarbakır’da dağın yamacına “Ne Mutlu Türk’üm diyene!” yazması, Osmanlılık ekseninde neye tekabül etmektedir. Veya Mardin’de bir köyde, Türkçe bilmeyen çocuklara her sabah “Ne mutlu Türküm diyene!” diye ant içtirmenin mantığı nedir?
    Sözlerin ne anlama geldiğinden çok, ne anlamda algılandığı değil midir önemli olan?
    Ne diyeceğiz insanlara, gereksiz yere alınganlık yapıyorsunuz, halbuki devlet sizi çok seviyor, yanaklarınızdan öpüyor mu diyeceğiz?
    Rumeli göçmenisiniz. Ve 4-5 kuşak öncenizi bilmemekle iftihar ediyorsunuz. Dilinizi de unutmuşsunuz değil mi, kültür olarak da herhalde börekle, patlıcan salatası filan kalmıştır. Bütün bunlar çok çoğulcu bir ülkede yaşadığınızı mı, yoksa asimile olduğunuzu mu gösteriyor. Sizin için asimile olmak problem teşkil etmiyor olabilir. Başkası dilini, kültürünü terk etmek istemiyor. İstemiyor, bu yüzden de zorlanıyor. Kim Ermeni’yi, Kürt’ü, Süryani’yi filan Türk biliyor? yok böyle bir naive’lik 🙂
    Bu, Amerika’lıların Irak’a demokrasi getirdiğini söylemesi gibi bir şey. Kimi kandırıyoruz ki?
    Turkey’i Hindi olarak anlamak mümkün tabi ama Turkey’i, müşfik, demokrat, Osmanlı’nın devamı, çoğulcu bir devlet olarak anlamak pek mümkün görünmüyor maalesef. 🙂

  5. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    ‘Türk’ ifadesi ırkçı Türkiye Cumhuriyetinin icadı değildir. Batı bu ifadeyi 17.yy., belki çok daha önceleri müslüman Osmanlılar için kullanıyordu. (Yanılmıyorsam Alman imparatoru Frederic Barbarossa 10 ya da 11.yy.da kullanmış) Bir örnek: 1666’da İzmir’li Sabetay Sevi ile ilgili Amsterdam’a yazılan bir mektupta şu ifade yer alır “..entreating him to speed his journey because the Grand Turk (bu vezirdir) was eager to see him.” (Scholem, The Mystical Messiah, s.442)

    Osmanlı topraklarında yaşayan müslümanlara Batı ‘Türkler’ diyordu; Osmanlı’nın son döneminde ırkçılığı başta Arnavutlar ve Araplar olmak üzere Türklerin dışındaki topluluklar başlatmış ve teker teker Osmanlı’dan ayrılmaya başlamışlardır; Atatürk’ün yaptığı, yalnızca geriye kalan müslüman tebayı ‘Türk’ adı altında birleştirmek olmuştur.

  6. Yazan:Rakaful Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    İlk önce, bu yazıyı üstüme alınıyorum.Çünkü Felsefe’yi tavizsiz bir şekilde reddediyorum.Bizim medeniyetimizin aynı kelimeyi karşılayan kavramı, ilimdir ve feylesofu karşılayan kavramı ise, âlimdir.Üstelik, bizim kavramlarımızın için doludur, dolayısı ile içi boş kavramları, kendi kavramlarımızın yerine ikame etmeyi ben uygun bulmuyorum.Bu mesele uzun olduğu için, kısa kesiyorum.

    Zina kelimesinin tarifini istemişsiniz.Zina bir İslâmi kelam ise, bu kelimenin tarifi de İslâm başta Kur’ân ve sünnette aranmalıdır.Benim şimdiye kadarki okumalarıma göre, zinanın tarifini şöyle yapabilirim:

    Zina, Allah’ın Rasulü’nün sünneti olan nikah dışındaki, herhangi bir cinsel birleşmedir.Bunun yanında, Allah Rasulü buna şunları da ekliyor:

    “…Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır.” (Buhârî, İsti’zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20–21)

    Allah Rasulü’nün burada yaptığı tarife göre, zina yine -sünnet olan nikah dışındaki- cinsel birleşmeye varıyor.Siz buna gayri-meşru olma anlamı yükleyerek, farklı bir şekilde kullanmışsınız.

    Ayrıca yazınızda bazı katılmadığım yerler var fakat zamanım olmadığı için oraya değinmeyeceğim.Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, kainattaki işlerin bütün hikmetlerini bilmek imkansızdır.Bu dinin adı İslamiyet, yani teslim olma dinidir.İnanmak için soru sormak ve mantık aramak yasak değildir, bilakis gereklidir.Ama Allah’ı sorgulamak ve O’nun yetkilerini tayin etmeye kalkışmak…Bir kul istese de zaten bunu yapamaz.İşin hikmetini öğreneyim derken, Allah’ı sorgulamaya kalkmak, pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktır.İnsanların istidatları varsa, ilme talib olup gerekenleri derinlemesine öğrenirler.Ama istidatları olmayanlara aynı şeyleri anlatmaya kalkarsanız, onların inancına zarar verirsiniz.Çünkü herkesin anlayışı bir değildir…

  7. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    nilgün hanım,

    Atatürk’ün niyeti halis olabilir. Biz bugünü konuşuyoruz. Bugün “Ne Mutlu Türküm diyene” veya “Türkiye Türklerindir” diyenlerin bundan kastettiği gayet “ırkçı” bir şeydir. Atatürk’ün de niyetinin müslüman teba olmadığını biliyoruz. “Damarlarınızda akan asil kan” gibi bir ifade veya azınlıklar ile ilgili sair düşünceleri pek bu niyeti yansıtmıyor.

  8. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 2, 2009 | Reply

    ES Atatürk ırkçılık yaptı derseniz, Kanuni de evladını öldürdü, canavardır dememiz gerekir ama diyemeyiz; çünkü tarihi olaylar dönemin anlayışları içinde değerlendirilmelidir. Kanuni imparatorluğu parçalanmaktan kurtarmak istiyordu, Atatürk ise tebaa için bir ‘zamk’ arıyordu.

    Şimdi, Avrupa haritalarında yer aldığı şekliyle Kürdistan (Doğu Anadolu) Kürtlerindir diyenler ırkçılık ve bölücülük yapmıyorlar mı sizce? Bir Türklerin Türkiyesi, bir de Kürtlerin Kürdistanı mı olsun? Ya öteki halklar? Onların da hakları yok mu? Onlara nereleri verilsin? Mesela Karadeniz kıyıları? Bu sorunlara hiçbir yazardan çözüm önerisi gelmiyor. Herkes bireysel haklar diye tutturuyor; iyi de o takdirde tüm haklara sahip ve özgür biçimde Robinson hayatı yaşayın, bakalım o haklarınızı koruyup hayatınızı idame ettirebilecekmisiniz! Topluluk halinde güvenle yaşamanın bir bedeli yok mudur? Kişisel haklarınızdan bir miktar feragat etmeniz gerekmez mi?

  9. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Nilgün hanım,

    O zamkın alası Osmanlı’da mevcuttu. Arap vilayetlerindeki isyanlar özellikle ittihat ve terakkinin iktidarı ele almasından sonra patlak vermiştir.Bu coğrafyada ki arapların ise eğitim ve
    halifelik makamı üzerinde yetkiden başka bir talepleride yoktur.

    Şerif Hüseyin’in isyanında Araplar;

    -Cemal paşa, suriye’deki arap entelektüellerini idam etti.

    -Mekke’deki halkın durumu kötü.

    -İttihatçılar, halifeyi esir aldı.

    Diye isyan etmişlerdir.

    İsyancı orduda 3000 civarında Arap varken bu uygulamalara rağmen Cemal Paşa’nın ordusunda 300 bine yakın Arap vardır.

    Bu bahsettiğiniz beceriksizler bizim kuvvetli Zamk’ımızı söküp yerine Fransa’dan uhu İTHAL ettiler.

    Bu nedenlere dayanarak isyancı Arapların esas argümanıda Dinsiz İttihat ve Terakki hükümeti bizi temsil edemez idi.

    Dönemine göre de değerlendirirsek ittihatçı kadronun siyonistlere çanak tuttuğu kendini yaşadığı coğrafyaya zorla yabancılaştırarak bu toprakları paramparça ettiğini görüyoruz.

    Zamanınız olursa size şu iki yazıyı tavsiye edeceğim.

    http://www.derindusunce.org/2009/01/23/gazze-filistin-siyonizm/

    http://www.derindusunce.org/2009/04/22/ilber-ortayli-ile-sohbet/

    Sağlıcakla

  10. Yazan:MY Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Dikkate deger bir açiklama
    KAYNAK: http://www.mumsema.com/konu-disi-basliklar/36837-prizma-34.html

    Üstad’ın Felsefe Telakkisi
    Üstad’ın felsefeden tevakki ettiği söyleniyor Doğru mudur?

    Üstad hayattayken Türkiye’de, Auguste Comte gibi düşünürlerin bayraktarlığını yaptığı pozitif düşünce çok hâkimdi Türk aydını daha bir sürü materyalist, natüralist, rasyonalist feylesofların düşüncelerinin tesirinde idi Dolayısıyla Üstad’ın felsefeye karşı tavrına biraz da bu zaviyeden bakmak lâzım Çünkü bazı dönemlerde İslâm felsefesi diyebileceğimiz çok mahzurlu olmayan bir kısım düşünce akımları da olmuş, hatta kelâm ilmi bir yönüyle bu akımlardan beslenmiş ve çok defa onlara dayanmıştır İmam Gazzâlî de felsefeye karşı verdiği mücadeleyi bir yönüyle yine ayrı bir felsefî sistem geliştirerek yapmıştır Buna isterseniz Bergson’un anlayışıyla, aklın akılla yenilmesi, isterseniz bir silah ile öldürücü başka bir silahı bertaraf etme de diyebilirsiniz
    İşte, bu açıdan bakıldığında, Üstad’ın tevakki ettiği ve zararlı gördüğü felsefenin; materyalizme dayalı, bütün güç ve kuvvetini tamamen pozitivizmden alan mücerret akılcılıktan (rasyonalizm) beslenen bir felsefe olduğu görülür ki, böyle bir felsefî düşünüş Necip Fazıl’ın benzetmesiyle parmak ucu kadar bir şeker parçası elde edebilmek için bir çuval keçiboynuzu yemek gibi bir şeydir
    Bediüzzaman’ın felsefeden tevakki edişinin sebeplerinden biri de, yine kendilerinin ifade ettiği gibi, felsefî ve aklî ilimlerle çok iştigal etmenin kalbin marazını artırması mülâhazasıdır
    Üstad en eski eserlerinden olan Muhakemat, Münazarat ve Lemeat’ta bile hep fünun-u medeniyeyi teşvik etmektedir Böyle bir insanın, fünun-u müsbetenin (pozitif bilimler) karşısında olması düşünülemez Onun, karşısında olduğu, din tanımayan felsefe ve mücerret akılcılıktır ki, onlarla iştigal ölçüsünde insanda kalbî ve ruhî maraz baş gösterir Yoksa akıl, ilmin sebeplerinden birisidir
    İnsanın duyularıyla algıladığı şeylerde, onu pozitif neticeye götürebilecek olan havâss-ı selîme, ilmin sebeplerinden biridir Fakat ihmal edilen ve unutulan nokta, bütün bunlara ruh katıp gerçek derinliğini kazandıracak olan kaynağın haber-i mütevatir olduğudur Haber-i mütevatir, yalan üzerinde ittifakı mümkün olmayan insanların verdiği haber mânâsına geldiği gibi, Allah’tan gelen haber mânâsına da gelir Üstad tarafından Risalelerin değişik yerlerinde tahlil edilen Kur’ân-ı Kerim açısından meseleye yaklaşacak olursanız, onun beşer kelâmı olmadığı, binaenaleyh ilmin diğer sebeplerine gerçek bir derinlik kaynağı olduğu apaçık görülecektir
    Oysa felsefe tarihi ne baktığımızda görmekteyiz ki; rasyonalistler kendilerine göre bir yol tutup gitmişler, natüralistler ayrı bir yol izlemişler, pozitivistlerin tuttukları yol ise tamamen ayrı olmuş ve bu gruplardan her biri, üzerinde durdukları hususun tek başına ilme sebep olabileceğine inanmışlar İşte bunları tek başına birer gerçekmiş gibi algılamaktır ki, kalbî ve ruhî marazı artırır Ve Üstad’ın itirazı işte bu noktadandır Mücerret akılla iştigal eden insanın aklının ve kalbinin marazının arttığı ölçüde, kendini bu türlü ilimlere salması, kalbî ve ruhî kaymalarla sonuçlanabilir
    Evet, felsefî ve aklî ilimlerle uğraşmak ayrı meseledir, fünun-u medeniyeyle uğraşmak ise ayrı bir meseledir Üstad hazretleri fünun-u medeniyeye teşvik etmiş ve gerçek hakikatin onlarla ulûm-u diniyenin imtizacından doğacağını belirtmiştir Ulûm-u diniye vücuttaki kalb gibidir ve insan bütün kuvvetini ondan alır Fünun-u medeniye ise akıl mesabesindedir ve yine o olmadan insan gücünü tam olarak kullanamaz Gerçi akılda bir kısım yanılmalar da olabilir ama, yanılma bir yönüyle ilim de yeni araştırmaların rehberi olduğundan, doğruyu bulabilmek için yanlıştan başlayıp yürümek bazen izlenmesi icap eden bir yol da olabilir Müspet ilimlere gelince, kimsenin bunlara diyeceği bir şey yoktur Zira, netice itibarıyla kâinatı okuma, onu yorumlama ve bu yorumlarla bir yere varma hep ona bağlıdır
    Şimdiye kadar kimse ilmin karşısında duramamıştır Allah’tan gerçek mânâda haşyet duyanların ancak O’nun âlim olan kullarının olduğu, âyetle ifade edilir[1] Binaenaleyh Üstad’ın ilmin karşısında olduğunu düşünmek çok abestir Öyleyse Üstad’ın, ilmin değil, Kur’ân referanslı olmayan mücerret aklın dar kalıplarının karşısında olduğunu söylemek daha uygundur
    Burada şu meseleyi de arz etmenin yerinde olacağını düşünüyorum Pozitif ilimlerle elde edilen neticeler, her ne kadar bir kesinlik ifade etseler de, mütevatir haber bunlardan farklıdır Onlara müşâhede demek daha uygundur Zaten eskiden pozitif ilimlere tecrübî ilimler deniyor ve bu ilimler, yakın tarihe kadar öyle anılıyordu Tecrübe edilmiş bu ilimlerin bazılarında dünden bugüne hep bir kısım değişiklikler olagelmektedir Tabiî bunların içinde değişmeyen ve neticeleri itibarıyla sübut bulanlar da vardır ki, bunlar artık değişmemektedirler Bunun aksini iddia etmek de mümkün değildir Meselâ, suyun kimyevî yapısı bellidir Veya havada pozitif ve negatif hâlde olan bulutların rüzgâr veya başka bir saikle çarpışmaya geçip çiy noktasındaki damlaların arzın bağrına şefkat gözyaşları gibi takattur etmesi, bilinen bir hâdisedir Bunların işleyişi değişmez Sütün nasıl meydana geldiğini biliriz Bunların cereyanında herhangi bir değişiklik olması düşünülemez Ancak meseleye yaklaşımın veya ifade tarzının değişebileceğini söylemek mümkündür
    Bu, şöyle de ifade edilebilir: Küllî kanunlara bağlı olan bir kısım cüz’î kaideler vardır Ve o cüz’î disiplinleri, bağlı olduğu küllî kanunlara irca etmek için daha derli toplu bir şekilde ifade etmek söz konusu olabilir ve işte bu ifadeler değişebilir Yani tarifler yetersiz kalır da meseleyi tarif etmede bir genişleme olabilir ve daha geniş bir tarif yapma ihtiyacı duyulabilir Zaten efrâdını câmi ağyârını mâni olması, tarifin en önemli özelliklerinden biridir

  11. Yazan:sq Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Bahsettiğiniz Osmanlı zamkı kullanma tarihi geçince imparatorluklar çağının kapanmasıyla tarihin çöplüğünü boyladı maalesef ve bunu da hiçbirşey engeleyemezdi.

    Bugün de “Ne mutlü Türküm diyene”miadını doldurmuş gibi gözüküyor.

    İttihat ve Terakkiye de gelene kadar da Arapların Osmanlı’ya ne zaman kanı kaynadı merak ediyorum, Maşallah zamkın yüzü suyu hürmetine bir tane Osmanlı eseri bırakmadılar.

    Yazıya gelirsek de nacizane,
    kudret ve silah, özgürlük ve parayı anladım da,
    “aşk ve seks, ruh ve madde, mutluluk ve tatmin” gibi durumları bıçakla keser gibi ayırmanın kalıplaştırıcı bir tarafı da olabilir. Birine yeryüzüne inemeyecek bir kutsallık(ruh gibi) diğerine de aşırı derecede önemsizlik, değersizlik(madde) atfetmek bana biraz madonna/whore complexi çağrıştırıyor sanki:))

  12. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    nilgün hanım,

    Irkçı ırkçıdır, canavar da canavardır. Kundaktaki bir bebeğin boğazlanmasını ne uğruna sineye çekebilirsin ki? Allah hesabını soracak. Ne imparatorluğu parçalanmaktan kurtarmak, ne zamk aramak bir özür teşkil edebilir. Ayrıca Osmanlı, milliyetçilik denilen o “zamk”! ile bölündü, nasıl bir zamksa. Kala kala bir avuç azınlık ile Türkler ve Kürtler başbaşa kalınca artık ortada yapıştıracak iki unsur kalıyor. Onlar da İslam bağıyla yapışıktı zaten, ırkçılıkla cart diye ortadan ayrıldı.
    Öncelikle sizin şunu anlamanız gerekiyor. Güneydoğu Anadolu bölgesi Kürtler tarafından zaptedilmiş bir yer değil, Yavuz zamanında kendi istekleriyle Osmanlı’ya bağlanmış bir bölge. Burada asırlardır Kürtler yaşıyor. Devlet, 1930’lardan beri bu insanlarla uğraşıyor. Bu insanlar da çıkıp, “yetti gayri, biz sizin baskılarınızla mı uğraşacağız, ayrılmak istiyoruz kardeşim” diyorsa bu “bölücülüğün” suçu kime aittir sizce?
    Bu ülkede, “bizler” ve “onlar” şeklindeki retorik sürdükçe bu bölünme sürüyor. Bunu ancak insanların kalplerini kazanmakla, onlara değer vermekle, eşit görmekle, Batı’daki sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmeyi Doğu’da da sunmakla önleyebilirsin.
    Osmanlı maanaaasındaki Türk filan gibi söylemlerle değil.

  13. Yazan:semih Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    kıymetli bir yazı olmuş emeğinize sağlık…Ben yurt dışında yaşıyorum zamanım oldukça gittigim camide pek az türk görüyorum.ama biliyormusunuz bir çogunun nereli oldugunu bilmediginiz onlarca insan size öyle sıcak öyle icten gözle bakarki kardeşim diye hitap edersiniz…Allah kalplerdeki nurunu tamamlasın.doğru ile yanlışı ayırmayı Nasip etsin.inanan Kalpleri birleştiren ALLAH tır…

  14. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    ES Oğlunu kurban etmek üzere olan Hz. İbrahim’i Allah bağışladı mı yoksa canavarca bir girişime kalkıştığından dolayı mahkum mu etti acaba?

  15. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    ES Sizin de şunu anlamanız gerekiyor. İslam hiçbir zaman ‘zamk’ olmadı. Olsa idi, mezhepler ortaya çıkıp bölünmeler yaşanmazdı.

  16. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply


    Sapla samanı karıştırıyorsunuz. Ne alakası var Hz.İbrahim’in Kemalist ırkçılıkla? Çok tuhaf bir akıl yürütme şekliniz var.
    Hz.İbrahim, gördüğü rüyayı yanlış tabir etti. Oğlunun boynuna bıçağı dayadığında ise bunu devletin bekası veya halkların çimentosu sebebiyle yapmıyordu; kendisi de, oğlu da tam bir tevekkül içinde Tanrı’nın emri olduğunu düşündükleri şeyi uyguluyorlardı.

  17. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    NÖ Sizin tekrar anlamanız gereken şey şu: İnsanları zamkla birbirine yapıştıramazsınız. Bireysel haklar, özgürlük, fırsat eşitliği sağlamanız gerekir, kültürüne saygı duymanız, insanları aşağılamamanız gerekir. İnsanların birlikte yaşayıp yaşamama hakkına da saygı duymanız gerekir. İslam, ancak bunları sağladığınız sürece ortak bir değer olarak fayda sağlar. Milliyetçilik ise kesinlikle, her şekilde bölücüdür. Şiddetle uzak durmak lazım. Atatürk milliyetçiliği ölmüştür. Artık ruhuna fatiha okuyup gömmemiz lazım. Biliyorum çok seviyordunuz ama ceset gittikçe çürüyüp kokmaya başladı.

  18. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    ES: Atatürk’ün ruhuna fatiha okumamıza gerek yok; öldü deriz biter gider; daha iyi bir seçenek bulabildiğimiz sürece….

    Hz. İbrahim örneğini pekala anladınız; dönemsel anlayışlar 21.yy. mantığıyla eleştirilmez.

    Sizinle bir noktada buluşamamamın sebebi sanırım şu: Ben de Kürt kardeşlerimizin, yalnızca onların değil tüm vatandaşlarımızın haklarının savunulmasının sonuna kadar yanındayım. Ancak pozitivist akıl hep bir adım sonrasını düşünmek ister. Ya ondan sonra? Bu sütunlardaki haykırışlar konuya bütüncül bir çözüm getirmiyor. Şimdi şu hakları verelim, sonrasına bakarız (bölünmeye razı mıyız?); şimdi şu başörtüsü serbest kalsın, sonrasına bakarız…(kol-bacak kesme cezası ya da çok eşliliği hukuk sistemimizde ister miyiz?) Ben getirilen açılım önerilerinin uç noktada nereye varabileceklerinin bilincinde olarak yanında ya da karşısında durmak isterim. Burada ya da diğer gazete sütunlarında böyle bütüncül bir çerçeveyi henüz bulamadım. Bilinmeyen için alkış tutmak istemiyorum.

  19. Yazan:MB Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Sayın SQ

    Maşallah zamkın yüzü suyu hürmetine bir tane Osmanlı eseri bırakmadılar.(sq)

    Bakın Hz. İsa’nın bir hadisi aklıma geldi.

    “Kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği görmezsin. Ne zaman kendi gözündeki merteği ortadan kaldırırsan işte o zaman kardeşinin gözündeki çöpü kaldırabilmek üzere oldukça iyi bir görüşe kavuşacaksın.”

    Suudi Arabistan’ın Ecyad Kalesi’ni yok etmesine veya Sırp militanların Mostar Köprüsü’nü yıkmasına, Balkanlardaki Osmanlı eserlerinin yok edilmesine kızıyoruz haklısınız da, öncelikle kendi medeniyetimizi kendi ellerimizle nasıl yok ettiğimizi bir konuşsak. Yani önce gözümüzün önündeki çöpü bir kaldırsak.

    Bunlar neler mi mesela ?

    -Bir Osmanlı generalinin yaptığı bir inkılâp ile İslam ve Osmanlı Medeniyetinin yaşayan bütün kaynaklarının bir gecede imha edilmesi…

    -Vakıfların bünyesindeki tekke, zaviye, han, hamam… hasılı Osmanlı’yı ve İslam’ı hatırlatacak her simge yok pahasına ehil olmayan insanlara devredilir. Çoğu yıkılır. Bir kısmı ise, dükkân, meyhane ve bir kısmı da bar yapılır.

    İstanbul Büyükşehir Belediye’nin 2003′te yaptırdığı bir envanter çalışması sonucu, sadece Tarihi Yarımadada altı binden ziyade tarihi eserin yok edildiği belirlendi ki, bunların tamamına yakını, Osmanlı eseriydi. Mesela Rumelihisarı sahnesinin yeri camii idi. Beş – on yıl öncesine kadar mihrabı hala ayaktaydı.

    – Osmanlı arşivlerinin satılması ve hurda kağıt yapılması vs…

    Daha da fazlası için, bakınız: Geldikleri Gibi Gitmediler II : Lozan Tehditi

    Bak sen şu araplara Ecyad kalemizi nasıl da yıkmışlar hainler. Zaten onlar değil miydi bizi arkamızdan vuran cık cık cık…

  20. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    NÖ Bir sonraki adım diye bir şey yok. Ne Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak gibi bir eğilimleri var- ki ayrılmak isteselerdi buna yerden göğe kadar hak verirdim; ne de dindarların el, kol keselim, herkesi kapatalım diye bir hevesi var. Bunlar 100 senedir olduğu ve sizin de bebekliğinizden beri endoktrine edilen ve öcüler yemesin, gel ben seni korurum diyen devletin uydurduğu korku senaryoları.
    Keşke aklınız hakikaten pozitivist çalışsa da bölünme, irtica diyen deveyi hamuduyla götüren yaygaracıların farkına varabilseniz.

  21. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    NÖ Bir de yazdıklarımı dikkatli okursanız sevinirim. Önem vermiyorsanız cevap yazmamayı tercih ederim.

    Atatürk milliyetçiliği ölmüştür. Artık ruhuna fatiha okuyup gömmemiz lazım. Biliyorum çok seviyordunuz ama ceset gittikçe çürüyüp kokmaya başladı.

    diyorum. Siz ne anlıyorsunuz:

    ES: Atatürk’ün ruhuna fatiha okumamıza gerek yok; öldü deriz biter gider; daha iyi bir seçenek bulabildiğimiz sürece….

    Pozitivist akıl ya ondandır 🙂

  22. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Nilgün hanım,
    bu millet irtica isterse irtica gelir, bölünmek isterse bölünür.Böyle halk hareketlerinin önüne hiç kimse geçemez.Bu gün rejim bu şekilde yürüyorsa bunun garantörü yine halktır rejime bir şekilde vesayet edenler ya da ettiklerini zannedenler değil.

    Sayın sq,

    İttihat ve Terakkiye de gelene kadar da Arapların Osmanlı’ya ne zaman kanı kaynadı merak ediyorum, Maşallah zamkın yüzü suyu hürmetine bir tane Osmanlı eseri bırakmadılar.

    Diyorsunuz, Osmanlı eserlerinin tahribi zaten ittihat ve terakkiden sonra gerçekleşti.Tıpkı isyanlar gibi.Yani bu miletleri bir arada tutan ORTAK DEĞER unutulduğu ve tahrip edildiği an.

    Arapların Osmanlıya neticede hep kanı kaynıyordu zira kaynamasaydı Osmanlı askeri harcamalarını batıdan ziyade bu bölgeye yönlendirecek ve batıda ilerleyemeyecekti.

    Dikkat ederseniz bizim doğuya seferimiz tek tük olmakla beraber batıyla sürekli mücadele halindeyizdir.

    İsyancı orduda 3000 civarında Arap varken bu uygulamalara rağmen Cemal Paşa’nın ordusunda 300 bine yakın Arap vardır.

    Demiştik tarihi belgelerle sabit bu sizin kumandanızda can veriyor bu adamlar hemde bir Arap isyanına karşı yani kendi kavmine karşı siinle birlikte mücadele ediyor.Daha ne olacak?İki millet birbirine daha ne kadar yakın olacak?

  23. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    “..ne de dindarların el, kol keselim, herkesi kapatalım diye bir hevesi var. Bunlar 100 senedir olduğu ve sizin de bebekliğinizden beri endoktrine edilen ve öcüler yemesin, gel ben seni korurum diyen devletin uydurduğu korku senaryoları..”ES

    19 Kasım 2009 günü İlahiyat Fakültesi 50.yıl etkinliği bağlamında bir sempozyum vardı. Öğrenci katılımı çok azdı ancak dekan,yirmi kadar doçent/profesör hocalarımız orada idi. Başı açık tek kadın olarak salonda üçüncü sırada erkek hocalarımın arasında oturuyordum. Arka sıralarda ise üç tane başı-örtülü genç kız vardı. 8-10 da başka sıralara serpilmiş vaziyette erkek öğrenciler.

    Dört hoca kürsüde bildirilerini okuduktan sonra – adını vermiyeceğim – moderatör profesör bana dönerek (ki ben seyirciyim) : “Bakın Nilgün Hanım 50 yılda nerelere geldik, şu arkadaki genç kızlar erkekler arasına karışabilir miyidi? Sizinki aynı şey değil siz zaten raydan çıkmışsınız” dedi..” Kulaklarıma inanamadım, doğru mu duydum diye bir süre düşündüm. Hiçbir cevap veremedim; salondaki diğer tüm hocalar duymazdan geldi; kendi utansın diyerek oturumun bitmesini bekledim ve sessizce salondan çıktım.

    Siz ne diyorsunuz? Kimse beni endoktrine etmedi. İlahiyat’ın göbeğinde yaşıyor ve görüyorum diyerek son sözümü söylemiş olayım.

  24. Yazan:sq Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Sayın MB,

    Tarih kıyımı elbette her yerde. Verdiğiniz örneklerde de çok haklısınız.
    Ha keza aynı şey bugün Bizans eserlerinin de başına geliyor.
    Hele tarihi yarımadadan bahsedeceksek!
    Büyük Şehir Belediyesi 2003’te envanter çalışması yapmış sağolsun da en büyük tarih kıyımını onlar yapıyor. Camilerin rezalet restorasyonlarına, kalıntılar üzerine dikilen otellere kim izin veriyor?

    Sayın Olcayto Tan Haskol,
    Aslına bakarsanız pek öyle demiyorum.
    ORTAK DEĞER’den şüpheliyim çünkü. Gerek Mısır gerek Arap yarımadasında sanıldığı kadar Osmanlı sempatisi aramak biraz hayalcilik olabilir. O yüzden de Osmanlı olan herşeyi Ecyad kalesi örneğinde olduğu gibi sistemli olarak yok ediyorlar.
    Ayrıca o bahsettiğiniz “zamk” Osmanlı döneminde, Alevileri, Cebel Lübnan’da Dürzileri katlederken vb. de pek yapıştıramadı. Anadolu toprağından çıktığınızda Osmanlı “zamkına”tepki duyan çok fazla örnek bulabilirsiniz. Her devletin kendi günahları vardır nihayetinde.

  25. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Sn.Nilgün Öven,

    size laf atan prof.un dili de prof.A.Demirsoy’unki gibi biraz sivriceymiş..uslup sorunu deyip geçin, üzerinde kafa yormayın bence..

    Yalnız adam hidayete ermiş herhalde! Hiç ses etmediğiniz halde saçlarınıza bakıp size Nilgün hanım diye hitap ettiğine göre!Adını verseniz de bi de kendisine biz görünsek hiçbir hukukumuz yokken bakalım bizi de tanıyacak mı test edelim, ne dersiniz?

  26. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    Çuvaldız: Üslup dokundurması çok zekiceydi, bunu teslim etmeliyim. Ancak beni senaryo yazmış olmakla suçlamayın. Okulun öğrencisiyim zaten. İlahiyat Fakültesi’nde tanınmak isterseniz başınızı açın yeter! Biraz da pozitivist fikirler ileri sürün…

  27. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    nilgün hanım,

    Ben neden cevap veremeyip salondan çıktığınızı ve hikayedeki en arkadaki 3 başörtülü kızın ve serpiştirilmiş erkeklerin işlevini anlamadım. Böyle bir aşağılanmaya maruz kaldınız ve hiçbir yere şikayet etmediniz, ses de çıkarmadınız, sadece korkup kaçtınız anladığım kadarıyla. İlahiyatçı profesör sizi taşlamakla mı yoksa kafanızı kesmekle mi tehdit etti?
    İlahiyatçı profesörün ismini verebilir misiniz, bir de ondan dinleyelim hikayeyi.
    Anlattığınızın ne kadar arkasındasınız bir görelim.

  28. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 3, 2009 | Reply

    @sq
    Bir detay dışında size katılıyorum.Arap yarımadasında “Günümüzde” Osmanlı sempatisi aramak elbette hayalcilik olacaktır.Ancak bu Ecyad kalesinin yıkılması meselesi parçalanmadan sonradır.Yani bizi bu coğrafyaya bağlayan ya da bu coğrafyayı birbirine bağlayan değerleri ki bunlar Osmanlının kimlik tanımının değerleridir.Terk edilmesinden sonra gerçekleşmiştir.

    Devletin günahları meselesine gelince yüzde yüz katılıyorum.Osmanlı’nın da dolabında bir sürü iskeleti var elbette.Amacım Osmanlı fetişistliği değil ancak resmi tarihte okutulduğundan çok farklı bir geçmişe sahip olduğumuzu vurgulamam gerek.

    Bir de eklemek istediğim yapılan yanlışların yanısıra Osmanlı’nın yönetim felsefesi bizim ardından inşa ettiğimiz Cumhuriyete nispeten (yine dönemi için) daha birleştiricidir.

    Takdir edersiniz ki Osmanlı onlarca etnik unsuru (yapılan hatalara vs rağmen) bir arada tutabilmişken ittihat ve terakki zihniyeti zaten bir arada olan bir sürü unsuru zorla Türkleştirmeye çalışarak dağıtmıştır.

    Başında da bunu kıyaslamak istedim açıkçası.

  29. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    Sn.Nilgün Öven,

    1. Yazan:nilgün öven Tarih: Kas 20, 2009 | Reply
    …………
    Yalnız bir bilgiyi paylaşmak isterim. Dün Marmara Üniversitesi’nde 50.yıl etkinlikleri bağlamında sempozyum vardı. Diyanetten katılan bir zat istatistiki bilgiler verdi. İlahiyat fakültelerinde sınıflar yükseldikçe, dini duygularda düşüş görülüyormuş. Hatta buna karşı önlem alınması ve motivasyon yaratılması konuşuldu. Master/doktora bile yapmış, gene de başını açmak istemeyenler olduğunu biliyorum. Ancak bilgilendikçe, bu literal ifadeleri bir biçimde dönemin genel ahlak anlayışı içinde yorumlamak isteyenlerin sayısı da kanımca az değil…….. http://www.derindusunce.org/2009/11/07/sucu-basortusu/

    Senaryo yazmış olmakla sizi itham etmedim ve halen etmiyorum.Sadece benim anorml derecede Ahmet Selçuk isimli yorumcuyu hatırlatıyorsunuz.Akrabalığınız yok değil mi?

    Degisik zamanlarda, degisik baglamlarda yazdigim yazilari boluk porcuk bir araya koyarak kendinize gore bir senaryoyla ne yapmaya calisiyorsunuz??(Ahmet Selçuk)

    Yazılarımdaki ifadeler bağlamından koparılıp aktarıldığında anlamlarını yitiriyor. Dolayısı ile bu eleştirilere cevap vermiyorum.(N.Ö)
    http://www.derindusunce.org/2009/11/23/beden-esas-nefs-basortusu-ile-ilgisi-olmayan-basortusu-yazisi/

    http://www.derindusunce.org/2009/11/21/benim-universitemde-basortusu-yasagi-yok/

    Çok ilginç bir şekilde her ikiniz de sorularınıza cevap arıyorsunuz ama size yöneltilen hiçbir soruya cevap vermiyorsunuz!

    O sorulara cevap vermek yerine çekip gitti sanırım siz de yakında aynı şekilde soruları cevapsız bırakıp bir de benzer ithamlarda bulunup çekip gidersiniz.

    Ancak zeki biri zekice olanı teşhis edebilir, öyle değil mi?

  30. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    Ecyad kalesinin yıkılmasının Türk düşmanlığıyla bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Vehhabilerin böyle bir “terminator” misyonu var. Sahabe türbelerini de dümdüz etmişlerdi. Mesela Hz.Ebu Bekr’in evinin bulunduğu yeri düzleyip Hilton yapmışlar. Eh hatırayı yaşatacakalar ya (!) otelin bir katını da mescid yapıp adını Ebu Bekr mescidi koymuşlar.
    Araplarda bir Türk düşmanlığı yok. Din, onlara geldiğinden mütevellid bir kibir var, Vehhabiliğin getirdiği bir kutsallığa ve dolayısıyla tarihe saygısızlık var.

  31. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    Din, onlara geldiğinden mütevellid bir kibir var, Vehhabiliğin getirdiği bir kutsallığa ve dolayısıyla tarihe saygısızlık var.

    yüzde yüz katılıyorum.

  32. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    Sn.Ekrem Senai,
    Belki de Nilgün hanım şunu demek istiyordur;

    İlahiyat Fakültesi’nde tanınmak isterseniz başınızı açın yeter! Biraz da pozitivist fikirler ileri sürün…(N.Ö)

    Başörtülü genç kızları anlayabiliyorum. Bir fakültede tanınmak isterseniz(!) başınızı örtmeniz, peruk ya da şapka takmanız yeter! Biraz da Allah, din içeren fikirler ileri sürün yeter…

    Tüm bunlar nedeniyle bir prof. sadece sizi “utandırmak” maksadıyla “raydan çıkmış” olduğunuzu söyleyebilir. Arka sıradaki başörtülü genç kızın, serpilmiş 8-10 ve 20 kadar doçent/profesörün, şahsi garezi(!) nedeniyle başı açık Nilgün hanıma yaşattığı bu durum karşısında sessiz kalmaları ise oldukça anlamlı.

    Diyanetten katılan bir zat istatistiki bilgiler verdi. İlahiyat fakültelerinde sınıflar yükseldikçe, dini duygularda düşüş görülüyormuş.(N.Ö)
    Nilgün hanımın yaşamış olduğu bu olaydan yola çıkarak anlatmaya çalıştığı 2 zıt şey olabiir;

    1)İlahiyatın göbeğinde olduğu halde Nilgün hanım gibi karekterli insanların endoktirine olamayacağı

    2)ya da muhtemelen o zatı onaylarcasına İlahiyat son sınıfta olduğu için dini duygularında düşüş yaşamakta olduğu,(endoktrine?)

    Velhasıl bu durumu dini duygularda yaşanmakta olan düşüşü durdurmak ve aksi yönde motive etmek maksadıyla alınmış tedbirler kapsamında değerlendirmek gerekir.Bu hocanın tavrı Mümferittir.Yasal hiçbir dayanağı olmadığı için utandırmak maksadıyla susmak yeterli tepki olacaktır.

  33. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    Çuvaldız hanım,

    Olayın doğru aktarılmadığını düşünüyorum. Ortada bir şahsi garez olabilir, profesörün öğrencisine takması olabilir, profesörün genel saygısızlığı olabilir, kötü espri anlayışı olabilir ama ortada bir irtica durumu olmadığını; koca salonda duruma itiraz eden tek bir kişinin (nilgün hanım dahil) olmaması bence gösteriyor. Tabi irticadan ne anladığınıza bağlı. Başörtülü öğrencilerin erkeklerden ayrı oturmayı tercih etmesi, ilahiyat profesörünün sürekli dinden söz etmesi, ilahiyat öğrencisi kadınların başının kapalı olması, erkeklerin badem bıyıklı olması şeklinde bir irtica tarifi yaparsak zaten yandı gülüm keten helva…
    Ben en çok pozitivizmi bu kadar çok seven birinin neden ilahiyatta okuduğunu merak ettim. Mühendisliğe puanınız mı yetmedi?

  34. Yazan:MY Tarih: Ara 4, 2009 | Reply

    “Ben en çok pozitivizmi bu kadar çok seven birinin neden ilahiyatta okuduğunu merak ettim. Mühendisliğe puanınız mı yetmedi?”(ES)

    Walla ben de takildim biraz buna. Ne isiniz vardi yani? hakikaten?

  35. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    ES,MY, çuvaldız: Yahu siz de beni mahkemeye çıkardınız! Anlattığıma pişman oldum. Unutunuz lütfen. İlahiyatta ne mi işim var? Mısır, Sümer Hitit, Uzak-Doğu kültürleri hakkında biraz seyahat biraz okuma ile bir miktar bilgi edindikten sonra bunların semavi dinlerle aşağı yukarı aynı şeyi söyledikleri halde niçin şiddetle reddedildiklerine takıldım. Daha sonra Yahudiliği, Hıristiyanlığı, bu dinler ile İslam arasındaki polemikleri ve hepsinin felsefe ile olan münasebetlerini, Plato ve Aristo yanında İbni Sina ve Farabi’nin de ne dediklerini merak etmeye başladım; bu merakımı gidermeye çalışıyorum yalnızca. Dışarıdan okuma da yeterli olabilirdi ama master düzeyinde bir çalışma imkanı doğunca daha düzenli bir tempo olur diye tercih ettim; öyle de oldu. Hepsi de bu. Irkçı muhalefetin ajanı falan değilim!!:))

  36. Yazan:MY Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    Nilgün Hanim açikladikça merakimi tahrik ediyorsunuz, insan sirf merak için inanmadigi bir dinin ilahiyat tahsilini yapar mi? Fakültede okutulan kitaplari satin alabilirdiniz mesela? doçent vb insanlarla yazisiyorum ve çok da yardimci oluyorlar. Siz de böyle yapabilirdiniz.

    Ögrenciyeken aileme “merak için Japonya’ya gidecem Taoizm ögrenecem, iki yil master yapacam, para verin” deseydim sopa yerdim her halde :))

    Insan senelerini harcar mi? ne yiyip ne içiyorsunuz? kiranizi nasil ödüyorsunuz? Tam gün degil mi tahsil? Yoksa Muazzam Pasha’nin torunu musunuz?

  37. Yazan:cb Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    mehmet yılmaz’ın bu harika yazısına yorum yazacaktım ki ekrem senai’nin yorumlarını okuyup gülmekten oraya bakamadım,kusura bakma mehmet abi :)))

    çuvaldız,ekrem ve my ,

    ben babamdan dolayı ve ihl’li olduğum için inanın çok ilahiyatçı tanıdım,hatta ünive hazırlandnığım dönem omü ilahiyatta korsan olarak bazı derslere katıldım yani ilahiyatçılar üzerinden konuşabilecek genelleme hatasına düşmeyecek ortalamada bu insanlar ile sohbet şansım oldu,bahsi geçen ilahiyatçıların bir kısmı 28 şubat öncesi biraz yobazcılık oynuyorlardı bu kısmen doğru olabilir ama ama ama 28 şubat sonrası benim gördüğüm ilahiyatçılrın çoğu çok af edersiniz kuyruklarına baka baka sustular ya da peruk,vatan millet,devlete itaat zırvaları ile içtihat yönünde bol bol fetva verdiler hatta hatta ihl’lerde bir çok ilahiyatçı öğretmen çocuklara zorla baş açtırdılar,dersten attılar üstelik yabancı dil,edebiyat vs hocaları bu çocuklara sahip çıkarken ilahiyatçı hocalardan ağır yasaklar gördüler,örnekleri ile sabit ve maalesef içtihad noktasında kafayı sıyırmış,felsefenin karanlık koridorlarında kendini kaybetmiş birçok ilahiyaçıda gördüm 3 vakt namzdan,namazın terkine kadar ha bir de ilahiyat fak. neden bir referans olsun ki malum oryantalistler bizdeki prof. ünvanlı hocalardan çok daha ilahiyaçıdır,ilahiyat bilgisine sahiptir,demek ki sorun bilmek ile değil iman etmek ile alakalı o da maalesef akılla değil,gönülle oluyor :))vermeyince mabud,neylesin sultan mahmud?hatta şimdi akılma geldi kendini islam bilimci olarak tanıtan,bu konuda uzman birinin son fetvası,akıllara zarar ;

    cemile : – birbirine namahrem kadın ve erkeğin birbirine şehvet içerecek şekilde dokunması haramdır.

    islam bilimci : – yok öyle birşey,Allah bunu emretmez,aklınızı kullanmıyorsunuz,dünyayı kendinize zindan ediyorsunuz.

    cemile : – ölmek istiyorum :))

  38. Yazan:İlhami Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    🙂 yorumlardan bazıları dikkatimi çekti..hoş bir anı idi benim için..çocuklar okulda andın sonunda…

    2.sınıfa giden bir kız çocuğu Türküm yerine Kürdüm deyiveriyor..tabi yanındaki onu duyunca gülüyor ve diyor ki Kürt değil Türk..çocuk şaşırıyor ama nasıl olur ben Kürdüm Türk değilim ki..ufaklık anlatmıştı..

    bazen bir çocuk aklı kadar akıllı olamıyoruz ve herşeyi çorba haline getiriyoruz..

  39. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    Sn.Ekrem Senai,

    Nilgün hanımın anlatmış olduğu olayın dikiz aynasından bakarak tekrar okunabileceğini söylemeye çalışmıştım. örn:ambulans.

    Sn.Nilgün Öven,
    Mahkemeye çıkarılmış gibi hissetmek yaşamadan anlaşılır bir durum olamaz sanırım. Sürekli daha fazla açıklama yapıp, kendini savunuyor durumunda olmak zor bir duygu olsa gerek. Bu suç işlememiş birini mütemadiyen “itiraf” etmeye zorlamak gibi değil mi?

    Başörtüsü ile okumak isteyen birinin el kol kesmeyi talep eden bir düzeni hedeflediğini söyletmeye çalışmaktan farkı yok değil mi?

    Ayna!

    Karşınızdaki kendi hükmüne inanmışsa siz ağzınızla kuş tutsanız da aksine inandıramazsınız. Çünkü kendi hükmünün doğruluğunu teyit ettiğini düşündükleri dışındakilerle ilgilenmez, hatta duymamak için kulaklarını bile tıkar.

    Öz hakkında ve diğer yazdıklarınızdan sizin de hüküm vermiş olduğunuz sonucuna varabilmek çok kolay elbette.

    Niçin İlahiyatta okumak istediğinizi merak etmiyorum. Sizin hangi konuda neden öğrenim almak istediğiniz beni neden ilgilendirsin ki? Ben, sizin söylemiş olduklarınızla ilgileniyorum sadece. Ama en azından İlahiyatta başı açık olmakla yaşadığınızı söylediğiniz sıkıntının benzerini çok ağır bir şekilde başörtülü hemcinslerinizin ne yaşıyor olduğunu anlayabilmek için kullanabilirsiniz. Adil olmak için insanın en deneyimlerini kullanıyor olması yadsınacak bir yöntem değildir.

    Irkçı muhalefetin ajanı falan değilim!!:))(N.Ö)

    Türban, Atatürk ve Cumhuriyetten intikam almak isteyenlerin öncü kuvvetlerinin üniformasıdır. Laiklik karşıtı güçlerin çalışmalarıyla gelişip büyümüştür. …(Deniz Baykal)

    Başörtüsü ile ilgili yapılan yasa değişikliğinden sonra parti kapatma davaları bile açıldı hatırlayın! Niçin?

  40. Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    MY: Şimdi merakınızı giderecek ve beni sonsuza kadar! gündemden düşürecek açıklamayı yapıyorum: :)) 59 yaşındayım! Üslubumdan farkettiğiniz gibi eskiden yorum yazan, felsefeyi sıkılarak terk etmiş Nilgün’üm. Ama sonradan aslında din bilimleri ve felsefeden hiç te sıkılmamış olduğumu farkedip, okulu bıraktığım için hüzünlenirken af çıktı! Şimdi okulun en hevesli öğrencisi olarak derslerimi ‘pekiyi’ derece ile tamamlamış bulunuyorum. Spinoza’nın metafiziğinde insanın durumu konulu tezim üstünde çalışıyorum.

    Bu arada dün ve bugün Bilgi Üniversitesi’ndeki Spinoza günlerindeydim. Marilena De Souza Chaui isimli, Sao Paulo Üniversitesinden ünlü bir uzman olduğu anlaşılan profesör hanımın “Spinoza’da Korku, Umut, Savaş ve Barış Hakkında Saptamalar” tebliği ilginçti. Sizin de bu kavramlar üstünde düşündüğünüzü biliyorum. Spinoza ‘tutku’ları hüzünlü ve neşeli diye ayırmış. Varoluşsal ezilmişlik, korku, nefret hüzünlü; aşk, umut ise neşeli tutkular..Diğer yandan Spinoza’ya göre akıl tutkuları altedemiyor. O halde korku nasıl oluyor da politik yaşam şeklinde iyi etkiye dönüşebiliyor? Bunu tartıştı. Ben bilmiyordum; son 30 yıldır insan özerkliği, demokrasi bağlamında Spinoza’nın fikirleri çok revaçta imiş. AB tartışmalarında ona rücu ediliyormuş…

    Spinoza ve Kadın başlıklı bir diğer tebliğdeki saptamalar da ilginçti. Felsefe tarihi boyunca ifade edilen ruh/beden ayrımı erkek/kadın la özdeşleştiriliyormuş; erkek, eril olan ruha, beden, dişil olan kadına. Eh, ruh daha üstün, erkek de daha üstün…Kadının dinlerdeki ikincil pozisyonunu biliyordum da, felsefe tarihinin de böyle yorumladığını bilmiyordum…Ama siz bunlara zaten vakıfsınız herhalde…

  41. Yazan:MY Tarih: Ara 5, 2009 | Reply

    Sevgili Nilgün Hanim,
    samimi açiklamaniz için tesekkürler, zaten hemen hemen emindim o ayni Nilgün oldugunuzdan 🙂

    Spinoza’nin etik konusundaki çalismalari ilgimi çekiyor ama korku konulu dosyam için de istifade edebilirim tabi kendisinden.

    Yeni yorumlarda görüsmek üzere

  1. 14 Trackback(s)

  2. Ara 4, 2009: Dikkat! Derin Mevzu… : Derin Düşünce
  3. Ara 14, 2009: Karamsar Müslüman olur mu? : Derin Düşünce
  4. Şub 17, 2010: Bakmak, görmek, anlamak: Sanat’ta ayrıntı (1) : Derin Düşünce
  5. Mar 5, 2010: Ece Nur Yobaz Laiklerin Korkulu Rüyası Oldu! : Derin Düşünce
  6. Nis 30, 2010: Boşluk aynası ve Edward Hopper: Sanat’ta Ayrıntı(8) : Derin Düşünce
  7. May 18, 2010: Liberalizmin kusurları(2): Çalışan Bireyleri intihara sürükler : Derin Düşünce
  8. Haz 1, 2010: Liberalizmin kusurları(3): Liberalizm ahlâksızdır! : Derin Düşünce
  9. Haz 25, 2010: Irkçıların iç dünyası nasıldır? : Derin Düşünce
  10. Ağu 5, 2010: Kuşların sırrı: Sanat’ta ayrıntı(7) : Derin Düşünce
  11. Mar 25, 2011: Marx ve İnsan’ın kendine yabancılaşması(2): Makineleşmek : Derin Düşünce
  12. Nis 19, 2011: Körlerin gördüğü, gözlerin görmediği ateş : Derin Düşünce
  13. Nis 27, 2011: “Din Toplumun Afyonudur” (Karl Marx) : Derin Düşünce
  14. Tem 5, 2015: Koreli seni dövüyorum, Çinli sen anla!
  15. Ara 18, 2015: Milliyetçilik ve Irkçılık Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin