Dikkat! Derin Mevzu…
By Editorden on Ara 4, 2009 in Derin Mevzu, En çok okunan yazılar, Sitede Yaşam
“…Tanrı varlığına dair elle tutulur, gözle görülür ispatları aramanın yolu korkarım… materyalizden geçiyor! 1600’lerde Beden-Ruh dikotomisine çözüm arayan Descartes’ın Ruh ile Beden’in temas ettiği yeri bulmak için kadavralar üzerinde yaptığı bilimsel(!) araştırmalar geliyor akla. Madde’nin içinde Ruh aramak… En sonunda beynin alt kısmında Pineal Bez denen bezelye büyüklüğünde bir salgı bezinde karar kılmıştı zavallı adamcağız. …” (Zina da böyle bir şey işte… yazısından alıntı)
Sitede güncel konular ve özellikle siyaset öne çıkıyor. Aslında siyasetin dışında da ilginç kategoriler var : İnsan, Derin Mevzu, Hayat, Sinema, Ölüm, Sanat, Felsefe, Tasavvuf… Darbe günlüklerinden, Danıştayın toz dumanından bıkmış okuyucularımıza bu sayfaları tavsiye etmek isteriz.
Özünde bu konular siyasetten, ekonomiden ve dış politikadan ayrı-gayrı değil. Descartes’ın aradığı şey doğruydu ama yanlış yerde arıyordu. İnsan’ı, Hayatı ve Ölüm’ü tarif edemeyen bir ülkenin insanlarını nasıl adalet ve uyum içinde yaşatabilir? Sanat’a, güzelliğe İnsan’ı çeken nedir? Bunun yanıtını bilmeyenler “milletleri” barıştırabilir mi?
14 Yorum
Yazan:Mustafa Tarih: Ara 4, 2009 | Reply
Pineal Bez arastirmis arastirmamis neyi ifade ederki ? Descartes hakikati ariyordu. Hakikati samimiyet ile tevazu ile arayana Allahü Teala nasib edecegini Kurani kerimde bildirmisti.
Descarteside Imam Gazalinin eserlerini cok okudum ve meditationes ve bir takim diger eserlerinde Imam Gazalinin bir takim yazilarina cok benzeyen yerler var hemde can alici yerlerde. Gerci Imamin eserleri latincede tercüme edilmemisti (felsefeye ait makasid haric) ama ibraniceye epey tercüme var idi. Önemli degil alinti olmasa bile baglanti olmasa bile dikkat edici seyler.
Yazan:Rakaful Tarih: Ara 5, 2009 | Reply
Saydığınız şeyleri siyasete bağlamanız garibime gitti doğrusu…
Sonuçta her şey gibi siyaset de insan içindir.İnsan yalnızca Allah içindir.Dolayısı ile, insanı başka bir kategori altına atmak, kanaatime göre, onu Allah’tan başkası için yapmak demektir.
Gerçekten, sitede hep siyaset hakim.Bunun nedeni de magazinsel siyaset gündemi galiba.Bizim içimizde de yıllardır televizyonlarca oluşturuluşan bir magazinsel merak olduğu için, bu konuları konuşmadan edemiyoruz.Ve ne kadar üstüne düşüyorsak, sanki biz o konu için varmışız gibi bir tablo (lisan-ı hal ile) çiziyoruz.
İnşaallah, daha başka konulara değinen yazar kardeşlerimiz olur da, biz de “eşyanın bizim için” olduğu hakikatinin farkına varırız.
Yazan:Cengiz Tarih: Ara 5, 2009 | Reply
Pineal bez vb. açıklamalar, ruh-beden ikiliğini (dualism) savunmanın getirdiği şeyler. Bu bugün de popüler olan bir düşünce ya da inanç. Buna göre bizler bir bedenden ve bir ruhtan oluşuyoruz. Ama biraz üzerine gidildiğinde birçok çıkmaz çıkıyor karşımıza. Bu denli yaygın olan bir kabulün bu denli sorunlu olması da şaşırtıcı.
Şu soru geliyor ister istemez aklımıza :
Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeye inanmayı nasıl oluyor da başarabiliyoruz?
Yazan:Mustafa Tarih: Ara 5, 2009 | Reply
Insanlarin mizaclari farklidir. Kimi teorik ve felsefi boyutlara el verisli kimi pratik dünyaya el verisli…Yunusun dedigi gibi : “Sizde bir türlü bizde bir türlü….”
Editöre presibde katiliyorum. Temeller ve köklere inmek derinlik boyutudur. Velakin su günlerde zamanlarda tarihi anlar yasiyoruz sahit oluyoruz…Sultan, ulu Hakan ve Halife-i ru-i zemin Abdulhamid Sani (II.) den tam 100 sene sonra zalimlere en genis darbe vurulmakta ve millet kendi kendini tanimak yoluna girmekte.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 5, 2009 | Reply
Bence öncelikle materyali tanımlamak gerekir.
“Zamana ve mekana tabi olan her şey materyalin konusudur.”
Burada fizik dünya ile meta-fizik arasında keskin bir çizgi vardır.İnsan yaratılışı itibariyle bu fizik dünyaya hapistir.O bu dört boyuta zamana ve mekana tabidir.Hiç bir teknik keşif, bilimsel buluş bu gerçeğin önüne geçemez.Salt bu değerlendirmeyle burada “mutlak” suretle bir determinizm yürür.Zaman ve mekana tabi tüm bilgiler evrenin bir yerindedir ve bir gün insan tarafından tanımlanmayı beklemektedir.
Mesela insanoğlu muhteşem icatları sayesinde zamanda yolculuk edebilir.Evreni parçalayıp bölerek yeniden oluşturabilir ya da bir şekilde aynı anda iki yerde birden var olmanın bir yolunu bulabilir.Bütün bu “son noktalar” materyalist felsefede insanın kendini hapsettiği 4 boyut gerçeğini değiştirmez.
Evet o paralel evrenleri aşarak zamanı değiştirebilir.”Ancak yine zamana tabidir”.
Yada bir yerden bir yere ışınlanabilir ancak yine mekana tabidir.
İnsanoğlunun fizik dünyada oluşturabileceği bu bütün birikim ve bunun dahil olduğu tüm alem bir daire içine alınırsa metafizik kavramlar bunun dışında kalanlardır.
Bu meta-fizik dünya ise akılla algılanamayacaktır.Çünkü aklın bu daire içine giren kısmı bir et parçasından ibarettir.Görevini yapmaktadır.
Yaratıcı yada bir anti-fizik dünya ancak adını koyamayacağımız ve insan kavramlarıyla açıklayamayacağım bir algı biçimiyle algılanabilir.O zaman ve mekana tabi değildir, her yerdedir, her şeyi görür, her şeyi bilir.İdrak ise ancak onun var olduğuna olabileceğine dair bir “İnanca” sahip olabilir.
Kendi benliğinden hareketle yaratıcının farkında olmak böyle bir uyanıştır.Akıl bunu düşünen bir araçtır ama bu akılla algılanamaz.Göz görür ancak görülemez ya da kulak işitir ancak duyulamaz.Hem algılanır hem algılanmaz ki bu ikilik dahi insan aklının sınırının dışında bir hadisedir.
O meta-fizik alem bizim algılayamadığınız kendi dinamikleri itibariyle bu alemin yasalarını belirleyebilir.Bu alemde bir insan denizi mantıken ikiye bölemeyecektir, bölememesi gerekir ama “O” aklın bu kendini hapsettiği zavallılığın reddini arzu eder.”O” isterse deniz bölünecektir.
Öyle ki insan aklının tabi olduğu alemin sınırlarına bile ulaşabileceği şüpheliyken
bu 4 boyuta tabi yaratığın aklını referans alması buna tabi olmayan ve her şeyi bilen bir yaratıcı gözünde utanç verici bir kibirdir.
Sizin farkınızda olmayan binlerce karınca düşünün.Bunlar kendi yuvalarından başka bir yer olup olmadığını tartışırken siz bütün bir evrenin var olduğu bilgisine sahipsiniz.Ancak bunlardan akıllıları kendi “karınca akıllarını” referans alıp ben “Mehmet’e” inanmıyorum kardeşim öyle şey mi olur kocaman iki gözü var her yere gidebiliyor falan diyebilirler.Kendi dünyalarında birbirlerine zulmedip hırsla tüneller kazarak yuvalarını genişletebilirler.
Ancak bir gün bütün bunlar sonlandığında ve sizin bakış açınıza sahip olduklarında duyacakları utanç ne korkunçtur.
Bu farkındalığa alternatif bir bakış açısı için Ekrem beyin bu harika videosunu tavsiye ediyorum.
http://www.derindusunce.org/2009/11/09/dr-kuantum-ve-duz-dunya/
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 5, 2009 | Reply
Yazıyı okuduktan hemen sonra kendimce küçük bir araştırma yapmayı planladım.İşe,”siyasaet dışı” olarak etiketlenen yazıları taramakla başladım.Amacım hangi konulara ilgi duyulduğunu öğrenmekti.Aslında buna merak da denilebilir.
Edindiğim sonuca göre,sitede daha çok siyasi konulara ilgi duyuluyor.Gerçi yorum bazındaki katılımı dikkate alarak bu tesbite vardım ama yine de siyaset dışı konulara yorum bazında katılımın oldukça düşük oluşu kısmen bir fikir veriyor.Tabii ilgiyi sadece yorumlama oranına bağlamamak gerekiyor.Zira en çok okunan makaleler bölümünde takip ettiğim kadarıyla okuma oranı ile yorumla katılma arasında ciddi anlamda bir orantısızlık var.Yani yer yer birbiriyle orantılı olsa da,en çok okunan makaleler bazen çok düşük oranda yorum alırken,tersine”en çok okunanlar”listesine girmeyen makaleler de bazen daha çok yorum alabiliyor.
Kısacası-istisnalar dışında-gerçekten de siyasi ve güncel konuların daha çok ilgi çektiği ortaya çıkıyor.En azından varolan istatistiki tablonun böyle bir seyir izlediği söylenebilir.
Bu seyir doğru mu yanlış mı,olumlu mu olumsuz mu,bu ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz.Ancak bir dönem toplumun siyasetin dışına itildiği yönündeki görüşleri çürütecek denli yoğun bir tartışma sürecine girdildiğini düşünüyorum.
Toplumun siyasete müdahil olma sürecini hızlandıran en önemli faktör de kuşkusuz son yıllarda internet üzerinden gerçekleşen kitle iletişim kanalları.Bugün artık sayılmayacak ölçüde tartışma forumları,düşünce platformları,fikir klüpleri,paylaşım grupları var ve bu da muazzam bir kitle iletişim ağı yaratıyor.
Dolayısıyla öyle ya da böyle su akacağı yatağı(nı) bulacaktır.Geçmişte yaşanan depolitizasyon bugün kısmen bir kutuplaşma riski getiricek boyutta bir katılım,bir toplumsal muhalefet modeli yaratmış olsa da,bu en nihayetinde meyvelerini vermeye başlayacaktır.
Yine kendimden örnek vereceğim.Yaklaşık beş yıl kadar öncesine kadar ideoloji bazlı kendimi ifade ederdim.Doğru olduğunu düşündüğüm ideoloji benim için her şeyin önündeydi.Ancak insanları dinledikçe,farklı görüşlere kulak verdikçe ideoloji yerini gerçekleri sorgulamaya,anlama ve anlaşılmaya bıraktı.Tabi bu hiç de bir çiçek bahçesinin tarhında yürümek gibi olmuyor.Kavga,dövüş,kutuplaşma…ne derseniz var bu yolda.Ama artık dünyanın bir zaman doğruluğundan kuşku duymadığım ideolojilerden ibaret olmadığını idrak edebiliyor,empati kurabiliyorum.Ve sanırım bunu “karşı”fikirlere borçluyum…Katılmadığım her bir fikrin benim için birer aynaya dönüştğünü ve gerçeğe bir adım daha yaklaşma isteğime ivme kazandırdığını düşünüyorum.
Tabii “hangi gerçek?”diyecek olursanız,evet,galiba orası biraz “derin mevzu”
Yazan:MY Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
“Saydığınız şeyleri siyasete bağlamanız garibime gitti doğrusu…
Sonuçta her şey gibi siyaset de insan içindir” (RAKAFUL)
sorunuzun yanitini kendiniz vermissiniz, zaten “baglantilari göremiyorum demek ki baglanti yok” demek sirk olurdu degil mi? Insanin kendisini “herseyi gören” ilan etmesi demek istiyorum 🙂 sevgili Rakaful kardesim.
“Magazin” diye küçümsediginiz siyaset ise Islâm’in kalbinde olan bir kavrama eklemlenir, KUL HAKKI.
Türk vatandaslarinin vergisiyle alinan bir havan mermisi 14 yasinda bir kizi öldürünce “siyasetten bana ne” diyen Müslümana(?) din kardesim demek biraz zor geliyor da…
Yazan:MY Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
Selamlar Aziz Bey,
insanlarin siyasete dahil olma arzusu konusundaki tespitinize katiliyorum, sanirim 12 Eylül darbesini takip eden apolitik yillarin acisini çikariyor bir çogumuz 🙂
Bunun yaninda insan olmak bence siyasî olmayi gerektiriyor. Tabi bu TARAF TUTMAK anlaminda degil. Ideoloji konusunda yaptiginiz özelestiri benim için de geçerli. Gençligimde çok aradim DOGRU BiR iDEOLOJi! Aslinda çeliskisi içinde bir arayis bu, köseli bir yuvarlak aramak gibi, (hangi sairdi bunu icad eden?)
Neyse, insan olmak siyasî olmaktir diyorum yine de. çünkü insan olmak haksizliklardan rahatsiz olmaktir, zulme karsi durmak istemekir en azindan.
Hükümet A veya B partisi olsun ne gam. Ama haksizligin her türlüsü azalsin, devlet eliyle veya özel kisiler arasinda islenen suçlar ceza bulsun, zalimler korksun adaletten.
Bence DD sitesinde veya baska yerlerde konusan insanlarin ilk derdi bu. Tabi hepimizin örtüsen/çatisan degerleri, ideolojileri ve inançlari var. Ama ADALET konusunda herkes hassas.
Adalet duygusu insanin tarifinde, kimyasinda var.
Zaten Türkiye’yi hukuk alaninda ilerletebilecek siyasî hareketlerin önü çok açik. Gerek solcularda gerekse liberallerde hareketlenmeler var. AKP’ye ciddî rakipler çikmasini umud ediyorum bu baglamda.
Yazan:Rakaful Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
Ben siyaseti küçümsemiyorum, sadece şu anda gündemde olan -medyanın dayattığı- siyaseti maganzinsel buluyorum.Hem İslâm’ın kendi siyaseti varken ve ben de bu siyaseti ibadet bilmiş iken mi siyaseti küçük göreceğim?Böyle bir anlam çıkarmanızı doğrusu anlayamadım…
İslâm hukuku, senin leh ve aleyhinde olanı bilmeni ister.Benim leh ve aleyhimde olan her konu benim bilme alanıma girer.Dolayısı ile hiçbir şeyden banane demedim, diyemem de…
Bugün DerinDüşünce’nin derin düşünememe günü galiba, ne söylesem yanlış anlaşılıyor 🙂
Yazan:MY Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
“Bugün DerinDüşünce’nin derin düşünememe günü galiba, ne söylesem yanlış anlaşılıyor :)”
Sitede bugün 1622 yaziya karsilik 24.483 yorum var. Sitenin “derinligi” büyük ölçüde yorumculara bagli 🙂
Yanlis anlasiLmak ile anlat(A)mamak arasindaki SINIR çok incedir 🙂
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
Selamlar Mehmet bey,
Katılıyorum,insan olmak bir anlamda müdahil olmayı gerektiriyor.Doğru adına yapılan her dönüşüm çabası bu anlamda bir katılımdır.Tabii siz bu eylemliliği “siyasi olma”olarak tanımlarsınız ben başka bir şekilde yorumlarım.Sonuçta esas olan,birey olarak yaptığımız katılımın/eylemliliğin ne kadar sahici olup olmadığı ya da benimsenen yöntemin ne getirip ne götürdüğüdür.Kısacası siyasi olmak tek başına yeterli değil.Yeterli olsaydı,sanırım Demirel,Baykal gibi siyasi kişiliklerin birer siyasi peygamber(!) olarak anılmaları gerekirdi.Oysa anılan siyasi figürlerin topluma neler kazandıkları ortadadır.
Fakat şu da var.Siyaseti araçsallaştırıyor ya da içini boşaltıyorlar diye meydan böylelerine mi kalmalı?Elbette ki hayır…siyaset adına başımıza çorap ören bu yozlaşmış/statik siyasi anlayışa elbette alternatif getirilmeli,bir şekilde yaratılmış olan boşluk doldurulmalıdır.Lakin siyaset-ülkemizde-o denli kirletilmiş ve adeta ayak oyunlarına dönüştürülmüş ki,böylesi bir ortamda temiz siyasetin vücut bulması neredeyse imkansız hale gelmiş.Peki bunun tek sebebi siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştıran siyasi figürler mi?Belki bu da bir etken olabilir ama tek belirleyici olan bu değil.Dolayısıyla içiçe geçmiş olan siyasi yapının bir de toplumsal boyutu var:toplumsal ön kabuller.Buna ister yerleşik değerler diyelim,ister kollektif algı,zihniyet ya da başka bir şey…bu karmaşa bir şekilde dönüşümü zorlaştırmaktadır.Burada vurgulamak istediğim nokta şu.Evet alternatif bir siyasi yapılanmaya ihtiyaç var ve bunu inşa etmenin koşulları zorlanmalı.Ha,sol bir parti mi olur,liberal veya muhafazakar mı olur çok da önemli değil.Asıl önemli olan,bunun nasıl pratiğe geçeceğidir.Zira geçmişte de örnekleriyle sabittir, gerçek anlamda sosyal eşitliği,adaleti,özgürlüğü savunma iddiasında olan siyasi yapılar toplumca kabul görmedi.Bugün de aynı eğilim devam ediyor.Bakın,son günlerde yeni bir sol parti üzerinde konuşulup tartışılıyor.Ancak hedeflenen partinin geniş halk kitlelerinden destek bulacağından pek de umutlu değilim.Neden?Çünkü demin söylediğim ön kabuller henüz aşılmış değil…Ortada kolay kolay değişmeyecek bir yığın alışkanlık var.Dolayısıyla her şeyden önce bir zihniyet değişimine ihtiyaç var ve bu da sonuç getirmeyeceği önceden bilinen parti girişimleriyle değil daha ziyade demokrasiyi içselleştirecek toplumsal mekanizmalarla mümkün olacaktır.Yani sivil toplum örgütleriyle,toplumsal muhalefetle.Elbet bu da siyasi bir olgudur ve sizin kasdettiğiniz siyaset de bundan farklı değil.Ancak kitlesel tabanın henüz olgunlaşmadığı,dönüşüm isteğinin toplum tazyikiyle oluşmadığı bir toplumsal iklimde tek başına “yukarıdan”inşa edilen bir toplum mühendisliği sonuç vermeyecektir.Bunun örneğini de hükümetin başlattığı “demokratik açılım”hamlasiyle görüyoruz.Eksikleri olmasına karşın bizler toplumca bu süreci okuyamıyoruz.Peki %/40 lık bir temsil gücüne sahip,tek başına iktidar olmuş bir parti kararlarını hayata geçirmekte zorlanırken,acaba kitle desteği tartışmalı yeni bir oluşum ne kadar sonuç getirebilir?Bana göre bu tablo toplum olarak henüz nerede olduğumuzun bir göstergesi.
Yazan:MY Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
“siyaset” yerine müdahil olmak belki daha isabetli, her türlü hayir isini de içine almasi bakimindan. “Bana ne?” demeyen insan demek istemistim elbette 🙂
Son kismi biraz karamsar bitirmissiniz:
“Peki %/40 lık bir temsil gücüne sahip,tek başına iktidar olmuş bir parti kararlarını hayata geçirmekte zorlanırken,acaba kitle desteği tartışmalı yeni bir oluşum ne kadar sonuç getirebilir?Bana göre bu tablo toplum olarak henüz nerede olduğumuzun bir göstergesi.”
MHP ve CHP gibi yerlerde çesme baslari “son kullanma tarihi geçmis” liderlerce tutulmus. Bahçeli veya Baykal gibi insanlarla Demirel, Erbakan, Ecevit arasinda bir fark yok.
Fakat daha da önemlisi 1850-1950 arasinda Osmanli cografyasinda yasanan travmalarin bedelini ödemekteyiz. Yani TOPLUM OLAMADIGIMIZI söylerken ne demek istiyoruz? birbirimizin dertleriyle dertlenemiyoruz, HEMHAL olamiyoruz. Neden? Kendi etnik/dinsel “ekibimize” dertleriMiZE, katliamlariMIZA, göçleriMiZE o kadar odaklanmisiz ki… Insan olmadan Alevî, insan olmadan Müslüman, insan olmadan Türk, insan olmadan Kürt olmaya çalisiyoruz… Her seferinde çöküyor bu tür siyasî projeler, sil bastan.
Sanirim bir DTP’li söylemisti: “Ben AKP’nin en çok demokrat olma ihtimalini sevmistim” diye… Hâlâ geçerli bu durum.
Bir yandan çok demokratik çikislar, sözler ve eylemler, diger yandan 1930 fasizmi kokan kâbuslar. AKP’nin içinde de bir açilim mücadelesi var sanki? Türkiye’nin küçültülmüs bir modeli gibi bu parti 🙂
Cemil çiçek’in “Ermenistan sinirina dayandilar” seklinde zirvalamasi geliyor aklima ama örnekler çok aslinda.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
Evet karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım:)
Yalnız,bir barış projesinin-ilk kez hükümet programına alınması/resmi ağızlarca dillendirilmesi-toplumda ne tür infiallere yol açtığı görüldükçe insan pek umutlu olamıyor.Hadi Bahçeli,Baykal gibi politikacıların tavrı kendi siyaset(sizlik)lerinin bir gereği.Peki,barış ve diyalog arayışını dünyanın sonu gelmiş gibi algılayıp sokaklara dökülen insanlara ne demeli?Bir yandan DTP konvoyuna kaldırım taşlarıyla saldıran gözü dönmüş kalabalıklar,diğer yandan molotof kokteylleriyle ortalığı savaş alanına çeviren şiddet yanlıları.Üstelik bütün bunlar, çatışmaların kısmen durulduğu,silahların sustuğu bir dönemde yapılıyor.Tabii barışı sabote etmek isteyen marjinal grupların işi diyeceğiz ama maalesef bu kadar basit değil.DTP konvoyuna saldıran insanların görüntüleri tv.lerde izlemiş olmalısınız,hani öyle pek de “hazır organize gruplarla” sınırlı görünmüyordu.Pazar gezmesine çıkan,çocuğunu parkta gezdiren sıradan insanların da bu cinnet haline katıldığını gözlerimle tanık oldum.Apartmanlardan eline geçirdiği cisimleri(taş,boş meşrubat şişesi,artık Allah ne verdiyse)fırlatan insanlar gördüm.Ayrıca kahvede,sokakta,işyerinde bu açılımı felaket gibi yorumlanlayanlar var.Yani öyle bir avuç insanla,marjinal gruplarla açıklanacak gibi görünmüyor durum.Tabii diğer yandan DTP’nin şahin kanadının manipülasyonuyla aynı şekilde açılıma kuşkuyla hatta nefretle yaklaşan refleksif tutumları da unutmamak gerekir..Kısacası Türkiyenin kalıcı,istikrarlı bir barış sürecine girmesinden rahatsız olan kesimler var ve bu kesimler(azdır veya çoktur)sonuçata halkın geniş kesimlerini barıştan soğutacak şekilde etkileyip yönlendirebilecek güçteler.Düşünebiliyor musunuz kürtleri güya temsil eden kanaat önderleri,siyasiler,toplum mühendisleri bütün enerjilerini AKP’yle uğraşmaya harcıyor.Varsa yoksa AKP’ye yüklenmek!Yahu bu nasıl bir akıl tutulamasıdır,nasıl yaman bir çelişkidir şahsen anlamış değilim.Ve böyle kendinden geçmiş bir toplumun bağrında sağlıklı bir iradenin çıkmasından umutlu değilim.Halihazırdaki tablo bunu gösteriyor maalesef.Kısacası korkunç bir travma geçiriyoruz tolumca…nerde duracak onu da bilmiyorum.
Yazan:Rakaful Tarih: Ara 6, 2009 | Reply
Doğrudur, biz de “ârif olan anlar” diyelim o zaman 🙂