Kemalizm’in güzelleştirilmesi
By Rafet Gunay on Ara 20, 2009 in Basın günlüğü, Kemalizm
Çünkü her siyasi hareket aynı zamanda bir tez ve bir davettir. Kendi farklılığını açık bir biçimde konumlandırmak, siyasete davet edilen kitleye tutarlı ve güvenilir bir sığınak sunarken, tarih yazımı açısından kalıcılığın da koşullarından birini oluşturur. Kendinize verdiğiniz tanım, zaman içinde başkalarının sizi bu tanımın içinden okumasına neden olur ve siyaset yelpazesinde talip olunan yere oturulur. CHP’nin 6 okunun ve MHP’nin 9 ışığının ortaya çıktığı dönemdeki etkisi bu işlevi açıkça ortaya koyar. Öte yandan aynı ok ve ışıkların bugün siyasi analiz işlevlerini yitirmesi, kendini tanımlama çabasının kimlik kazanma açısından geçiciliğine de işaret ediyor. Zamanın sınavına tabi olan siyasi hareket ve kimlikler, uyum yeteneklerini ve değişme kapasitelerini güdükleştirdikleri ölçüde, kendilerine biçtikleri tanımdan çok daha dar bir noktaya sıkışmak durumunda kalıyorlar. Böylece formel tanımların sağladığı arka plandaki referans, bir anlamda bu siyasi hareketlerin içe kapanma süreçlerini betimlemeye hizmet ediyor.
Öte yandan bunun tersine giden bir süreci de tahayyül etmek mümkün. Bir siyasi hareketin giderek kendisine ilişkin tanımına daha da fazla sahip çıktığı, bu tanımın içini doldurduğu, değişen çevre koşullarına göre yeniden belirlediği durumlar da olabilir. Avrupa’da böylesi bir gelişme gösteren çok sayıda siyasi parti var. Türkiye’de de AKP’nin bu yönde ilerlediği söylenebilir. ‘Muhafazakâr demokratlığı’ el yordamıyla arayan, kendi kimliksel arka planını dünyanın değişen zihniyetiyle ilişki içine sokan ve bu karşılaşmadan bir otantik siyasi duruş üretmeye çalışan bir hareket AKP…
Partiler arasındaki bu performans farklılığının en önemli nedeni, kendinize atfettiğiniz tanımla, sizi ortaya çıkaran tarihsel zeminin ne derece bağlantılı olduğuyla yakından ilintili. Çünkü sürekliliğin yasaları işliyor ve nihayette asıl belirleyici olan sizin normatif tercihleriniz değil, miras aldığınız gelenek oluyor. Daha da ilginç olarak, bu geleneği reddetmeyenlerin değişme ihtimali, kendilerine yeni bir gelenek uydurmaya çalışanların değişme ihtimalinden çok daha fazla oluyor. Bu durumda gelenekle bugünün çakışmasından siyasi kimlik üretmeye çalışan AKP gibi oluşumlar, geleneği ‘güzelleştirerek’ sterilize eden CHP ve MHP gibi yapılanmalardan daha başarılı oluyorlar.
CUMHURİYET REJİMİNİN İDEOLOJİK ZEMİNİ
Türkiye’de tek parti dönemi aslında birçok açıdan bir ‘güzelleştirme ve sterilize etme’ dönemiydi. Tarihin güzelleştirilmesiyle başlayan süreç, halkın, kimliğin, devletin ve nihayet yönetimin güzelleştirilmesiyle devam etti. Ne var ki bu güzelleştirme CHP siyasetini toplumsal gerçeklikten kopardı. Oysa zaman kendi hükmünü icra ediyor, toplum kendi sürekliliği içinde yeni adaptasyon mekanizmaları arıyordu. Böylece tanımlar durağanlaştı, kalıplaştı ve birer şablon haline gelerek anlamsızlaştı. Cumhuriyet yönetiminin kendisini geçmişten koparma, Zümrüdüanka gibi göklerden inme imajının peşinden gitmesi, önceleri kabul edilebilir bir ideoloji üretmiş gözükse de, tam da bu nedenlerle söz konusu ideoloji ülkeyi yönetmekte aciz kaldı. Ortaya yabancılaşmış, siyasete seyirci kalan, devletten ürken bir toplum çıkarken, Kürt meselesi başta olmak üzere tüm toplumsal sorunlar giderek kemikleşti.
Kemalist kadroların iktidar hevesi yeni bir meşruiyet zemini gerektiriyor ve bu da geçmişten ve yaşanan süreklilikten kopmayı ima ediyordu. Ancak bu kopuşun gerçekçi olmaması nedeniyle sonuçta ortaya formel bir tanım, normatif bir ‘Kemalizm’ çıktı. Diğer bir deyişle ideal bir Kemalizm tanımı sayesinde gerçekliğin de o tanıma uygun yaşandığı sanısı yaratılmaya çalışıldı. Oysa altı okta billurlaşan ‘Kemalizm’, siyaseten üretilmiş bir yanılsamaydı ve tarihsel zeminden devralınan asıl ‘altı okun’ çarpıtılmasını ifade ediyordu.
Bildiğimiz üzere Kemalizm’in CHP retoriği olarak üretilmiş olan ilkeleri altı tane: Milliyetçilik, devletçilik, laiklik, devrimcilik, cumhuriyetçilik ve halkçılık. Ezberlenmiş söyleme bakılırsa, milliyetçilik etnik olmayan ve vatandaşlığı temel alan bir Türklüğü, devletçilik toplumun ihtiyacı doğrultusunda devletin müdahil olmasını, laiklik zihinlerin hurafelerden kurtulmasını, devrimcilik sürekli daha ileri gitme iradesini, cumhuriyetçilik milletin kendi kendisini yönetmesini ve nihayet halkçılık Türkiye halkının iyiliğinin ve çıkarlarının öne çıkarılmasını ifade etmekteydi.
Oysa gerçek bu değildi ve Kemalizm hiçbir zaman bu hayalî tanımların içeriği ile uyuşmadı. Çünkü bu akımın tarihsel zemini farklıydı… Bu zeminin birbirini besleyen üç ayrı ideolojik süreç üzerine oturduğunu öne sürebiliriz. Bunlardan ilki Osmanlıcılıktan İslamcılığa, oradan Türkçülüğe uzanan kimlik arayışıdır. Genç Osmanlılarla başlayan bu arayış 1910-15 arasında Türkçülükte karar kılmasına karşın, daima içinde Osmanlıcı ve İslamcı öğeler de taşıdı. Öte yandan entelektüel tartışmanın odağına baktığımızda bu üç akım arasında kronolojik bir sıralama yapmak da mümkün. İlk tercih olan Osmanlıcılık, gayrimüslim grupların ayrılıkçılığını önleyecek bir yönetimsel adım atılamadığı için akim kaldı. Çünkü İslami kesim yüzyılların alışılmış hegemonyasından sonra gayrimüslimlerle eşitliği hazmedemedi. İslamcılık ise Arnavutlar ve Araplar gibi Müslüman toplumların da milliyetçiliğe kaymaları nedeniyle anlamsızlaştı. Böylece kimliksel temel elde kalan coğrafyaya uygun olarak daralırken, elde kalan Müslüman nüfus da Türk kimliği altında toparlandı. Ancak yeni kadroların milliyetçilikleri ve Müslümanlık dışı bir meşruiyet zeminini gereksinmeleri etnik vurgusu çok güçlü bir Türklük üretti. Bu bakış Cumhuriyet döneminde daha da sertleşti ve ırkçılığa göz kırpmaya başladı. Dolayısıyla Kemalizm’in altı oku arasında sayılan milliyetçilik gerçekte etnik bir Türkçülüğü aşamadı ve zaten somut siyaset açısından aşma gayreti içinde de olmadı.
Cumhuriyet’in ideolojik zemininin ikinci ayağı modernlikti… Merkeziyetçiliği ve onun siyasi öznesi olan ulus-devleti hedefleyen otoriter bir anlayışla, farklılaşmayı ve bireysel iradeyi ifade eden bir relativizmi birleştiren modernlik, bu topraklara aksak bir biçimde ithal edildi. Yeni kadrolar modernliğin ilk yönünü sevdiler, ama ikinci yönünü benimsemek bir yana, zararlı buldular. Modernlik, Kemalistler tarafından bireysel özgürlük alanının daraltılması ve merkeziyetçiliğin derinleşmesi yönünde kullanıldı. Böylece ‘devlet’ modernliğin taşıyıcısı ve norm koyucusu haline geldi. Toplumun devletin tanımladığı çerçeve içinde kalması, devletin istediği doğrultuda şekillenmesi talep edildi. Dolayısıyla ‘devletçilik’ denen şey, CHP’nin tanımladığı şekilde, ihtiyaç duyulduğunda devreye girecek bir destek değil, yeni rejimin esası ve toplum üzerindeki tahakkümün adıydı.
Modernliği otoriter zihniyetin meşrulaşması olarak algılayan Cumhuriyetçi kadrolar, bunun aynı zamanda dinin geriletilmesini ifade etmesinden de memnun oldular. Onlara göre din, insanları düşünmekten ve ilerlemekten alıkoyan bir hurafeler bütünüydü veya o hale gelmişti. Zihinlerin temizlenmesi ve toplumun kendisini daha berrak, ilerici zihinlere teslim etmesi gerekiyordu. Laiklik aslında bir kamusal alan tanımı, ama onun da gerisinde bir iktidar alanı tanımıydı. Çünkü toplum bir anda laiklik üzerinden aydınlanmış ve aydınlanmamış kitlelere bölünmüş oldu. Yönetme hakkı ise doğal olarak aydınlanmışlara aitti ve böylece laiklik iktidarı elde tutan kadroların yönetme meşruiyetlerini besleyen ana kaynak haline geldi. Bunun, Kemalizm’in formel altı okunda sözü edilen bireysel temelli bir sekülerleşmeyle ilgisi yoktu. Dindardaki değişim potansiyeli değil, onun kimliğinin ima ettiği ‘geri’ konum önemliydi ve amaç toplumun aydınlanması değil, aydınlanmamış olduğu varsayılan toplumun aydın devlet kadrolarına tabi olmasıydı.
Cumhuriyet rejiminin ideolojik zeminini oluşturan üçüncü akım ise İttihatçılıktı… Kendisini doğuran jöntürk akımının kendine özgü evrimleşmesiyle ortaya çıkan İttihatçılığın en güçlü özelliği, doğruları bilen küçük bir grubun tepeden inme usullerle devlete el koyarak söz konusu doğruları hayata geçirmesinin meşru olduğu anlayışıydı. Diğer bir deyişle darbecilik sadece anlık bir iktidar değişimini değil, iktidarı daim kılacak bir sürekliliği ima etmekteydi. Bu anlayış Kemalizm’in altı okunda ‘devrimcilik’ olarak yeniden üretildiğinde topluma öncülük yönü öne çıkarıldı. Ne var ki siyasi gelenek açısından bakıldığında Kemalizm’in asıl özelliği bu öncülüğün kendinden menkul bir ‘doğruyu bilme’ inancına dayanmasıydı. Devrimcilik, reformları öne çıkarırken, aslında bu reform taşıyıcılığı altında iktidarın pekişmesini ve ‘sürekli darbe’ arayışını ifade etti.
İttihatçılığın ikinci özelliği ise orduculuğuydu ve bu eğilim de Cumhuriyet rejimi altında kurumsallaştı. İttihatçılar sadece iktidara el koymayı değil, bunun askeri güç kullanarak yapılmasını ve iktidarın sürekliliğini zaten sürekliliği olan bir kuruma, yani orduya bağlamayı hedeflediler. Böylece hem siyasi darbenin başarılı olması, hem de daha önemli olarak darbenin kalıcı bir rejime dönüşmesi garanti altına alınıyordu. Cumhuriyet bu bakışı tümüyle devraldı ve rejimin temeli haline getirdi. Ordu ‘doğal olarak’ rejimin sahibi, koruyucusu ve savunucusu oldu. Bizlerin ‘cumhuriyet’ dediği rejim, aslında ordunun gözetim ve denetimi altında tutulan bir vesayet haliydi. Dolayısıyla CHP jargonunda altı oktan biri olan cumhuriyetçiliğin gerçek anlamı ve işlevi de aslında asker/sivil ilişkilerindeki hiyerarşiye karşılık gelmekteydi.
DEVLETİN KONTROLÜNDEKİ ‘ÇAĞDAŞLIK’
Cumhuriyet’in ideolojik arka planındaki otoriterlik ve devlet vurgusunun toplumsal açıdan tamamlayıcılığını ise bugün ‘çağdaşlık’ dediğimiz nitelik sağlamaktaydı. Görüntüde modern bir yaşam biçimini çağrıştıran bu anlayışın asıl özelliği özel hayatla kamusal hayatın kesin çizgilerle ayrılması ve toplumun bu ayrışmayı kabullenmesidir. Çağdaşlık devletin onaylamadığı tüm ideolojik tutumların özel hayata sınırlandırılmasıyla kalmaz. Bizzat siyasetin de son kertede devlete ait bir uğraş olduğunu kabullenmeyi ifade eder. Çağdaş kişi, kendi özel hayatında tam bir modern gibi davranan, ancak temel siyasi meselelerde edilgenliğe razı olan, kendisini devlete teslim eden biridir. Teslim kavramının İslamiyet’le bağını andıran bir biçimde, çağdaşlık devlet üzerinden bir günlük hayat dinselliğini ima eder. Devletin arzu ettiği, beğendiği ve mükafatlandırdığı ‘halk’ söz konusu çağdaşlığı benimseyenlerdir. Cumhuriyet dönemi boyunca devlet kadroları bu çağdaş kesimle koalisyon içinde olmuş, onları farklı kanallar içinde iktidardan nasiplendirmiştir. Dolayısıyla altı okun içinde yer alan halkçılığın gerçek sosyolojik karşılığı aslında cemaatçiliktir ve eski düzenden farkı, çağdaş bir cemaatin devlet güdümünde üretilerek rejimin payandası haline getirilmesidir.
Tek parti döneminde Kemalizm’in kalıcı bir hale sokulması ve CHP’nin de ideolojik ve kurumsal tabanının pekişmesi için tasarlanan ‘altı ok’, hayali ve bugün ortaya çıktığı üzere hayalci bir tasarım, miras alınan gerçekliği çarpıtan bir güzellemeydi. Kemalizm’i ‘olması gereken’ ideoloji olarak kurgulamanın o dönemde siyasi getirisi yok değildi. Ayrıca Kemalizm’in gerçek ideolojik zemininin de toplum nezdinde kolay savunulabilir olduğu söylenemezdi. Ne var ki bu tercih Kemalizm’i gerçeklerden soyutladığı ölçüde, siyasi bir yüzleşmeye ve Kemalist hareketin kendisini değişen koşullara adapte etmesine de engel oldu. Böylece bir ideoloji olarak Kemalizm giderek tıkandı, daha düşük evsafta kadroların eline düştü ve sığlaştı. İdeolojiler değişen çevre koşullarına cevap verebildikleri ölçüde ayakta kalırlar. Bunu beceremeyen bir ideolojinin devlet politikası ile ayakta tutulması, durumu hastalıklı hale getirebilir ve nitekim günümüzdeki ulusalcılığın söz konusu hastalanma haline tekabül ettiği söylenebilir. İdeolojiler ilelebet yaşayacak diye bir kural yok… Hele Kemalizm gibi entelektüel işlevlerinin sonuna gelmiş akımlarda, rehabilitasyon şansı ancak güzelleme çabasının ortaya çıkardığı makyajın dökülmesi ve radikal bir yüzleşmenin yaşanabilmesi ile -belki- mümkün olabilir.
13 Yorum
Yazan:s.r. Tarih: Ara 20, 2009 | Reply
Ülkemizde ADD denilen bir oluşum var bildiğiniz üzere açılımı Atatürkçü Düşünce Derneği’dir. Bir zamanlar bende üye olmaya çalışmıştım. Çünkü bende bir Atatürk hayranıyım ve benimle aynı duyguları paylaşan insanlarla fikir alışverişinde bulunabilmek, yeni şeyler öğrenmek ve aktivitelere dahil olmak amacındaydım.
Bu örgüt vakti zamanında atamızın yazdığı Nutuk adlı kitabı ücretsiz dağıtıyordu. Ne kadar ulvi bir görevdi ve bu davranışlarından ötürü bir an önce aralarında olmayı istiyordum.
ADD bünyesinde üst düzey bilge kişiler, okumuş öğrenmiş filozof denilebilecek aydınlar vardı. Yani öyle bir örgütten birazdan bahsedeceğim bir fikrin çıkması beni hayal kırıklığına uğrattı.
Bu değerli örgüt üyeleri düşünmüş taşınmışlar ve internette tesadüfen “Kemalizmin karın ağrısı” adlı bir google sites’in barındırdığı web sitesiyle karşlılaşmışlar.
Siteyi incelemedim fakat zannedersem kemalistlere ve aynı düşüncedeki insnalara hakaretler yayınlanıyordu. Şuan site kullanımda değil.
Bizim bilge kişiliklerde bu siteden rahatsız olmuşlar ve düşünün ne yapmışlar ? Google için kapatma davası açmışlar.
Arkadaşlar yanlış duymadınız Google’ ı yani elimizi ayağımızı, teknolojinin zirvesindeki o ulvi şirketi Türkiye’den çekilmesini sağlamaya çalışmışlar
Şimdi gel ve böyle bir örgüte güven, benimse, onlara dahil olmayı iste Atatürkçülük bu mudur? Yani sizden olmayan karşıt görüşlere derhal sansür uygulanması, o seslerin yok sayılmasımıdır?
Komik bir durum. Çelişkinin dibine vurmuş bu kişiliklere gülmemek inanın imkansız.
Ben kimim ki onlara Atatürkçülüğü öğreteceğim. Fakat ben Atatürk’ün bize gösterdiği yolda, eşitliğe, özgürlüğe değer verdiğini zannediyorum. Ehh tabi siz Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri daha iyi bilirsiniz ben karışmış olmayayım işinize.
Eğer atatürkçülük bu ise ben yanlış bir ideolojiye hayran kalmışım. Yazık olmuş bana…
Ülkemizin gerilerde kalabilmesi için ellerinden geleni yapan bu geri görüşlü düşünceden yoksun, zavallı bile denemeyecek, kişiliksiz kişileri kınıyorum…
Açın artık gözünüzü dünyanın artık tek odaklandığı nokta TEKNOLOJİ ve siz gelişememesi için elinizden geleni ardınıza koymuyorsunuz… Yazıklar olsun!!!
Atam üzgünüm… Sırf bu düşüncedeki insanlara inat bende böyle bir başlık attım, inan konunun seninle bir alakası yok… Tekrar özür diliyorum…
Yazan:Kenan Tarih: Ara 21, 2009 | Reply
Değerli s.r
Bir seminerde bu memlekette başından beri evrensel anlamda kabul görmüş bir felsefi görüşe sahip kimse yoktur, çok şanslı değilse önce “resmi ideolojicidir.”Ardından liberal,sosyalist şudur budur demiştim.
Hür düşünce tutkunları haklı olarak bir isyan etmişti öyle şeymi olur canım homurtular filan yükseldi.Sonra bir tanesi kendi düşünce gelişimi kronolojisini anlattı, ardından millet bir bir döküldü çok gülmüştük.
Siz kendinizi milli endoktrinasyondan kurtarıp bunları söyleyebiliyorsanız entellektüel faaliyetiniz sıfırdan başladığınızda muhtemelen Nobel alacak düzeydedir 🙂
Bence bu ülkede kemalist olmayan her birey bir Aristodur bir Kant’tır. 🙂
Yazan:s.r. Tarih: Ara 21, 2009 | Reply
aslında bu yorumu yazarken en başında çok düşündüm. fakat T:S:K. ya düşman bir sitede yorum yazmak beni çok endişelendirdi. onlar gibi düşünmek istemediğimi belirtmek için bu yorumu yazdım.. Sitenin 5 aylık takipçisiyim. Kemalistlere yapılan atıflar yanlış değil. Sitenin en radikal takipçisi snowqueen bile benim kadar kemalist değildir. artık o da kendini sorguya cekmelidir. Tabii, bunun için bir kere Kemalizm’in bizzat Kemalistler tarafından yeniden yorumlanması ve değerlendirilmesi lazım. Yani, Kemalizm bir yerel ideoloji olarak yaşamaya devam edebilir; belki Türkiye için çok önemli projeler de sunabilir. Ancak mevcut şekliyle sadece bir şikâyet kaynağı ve etrafa küfür eden bir görüntü vermekten öteye gidemez. Kemalizm’in demokratikleşmesi için, Kemalistlerin artık herkesin Kemalist olmayacağını ve buna da gerek olmadığını anlamaları gerekir. Ordu-Siyaset ilişkisine bakış açılarını değiştirmeleri gerekir. Kemalizm’in resmi bir devlet ideolojisi değil, sadece Kemalistlerin ideolojisi olması gerektiğini kabul etmeleri gerekir; Dünyanın gittiği rotaya uygun, yeri gelince eleştirel ama mutlaka yapıcı projeler ve fikirler geliştirmeleri gerekir; Atatürk’ü kendi tekellerine almaktan vazgeçmeleri gerekir; ve de en önemlisi bu toplumda etiketlemeye alıştıkları (Sorosçu, Fethullahçı, Liboş, İşbirlikçi, Hain vb. )insanlarla bir arada yaşamayı ve başkalarına tahammül etmeyi öğrenmeleri gerekir. Ezcümle, Kemalistlerin de artık demokratikleşmesi gerekir; Kemalistlerin artık Türkiye’de ve Dünyada kendilerinden farklı olan ve hep olacak olan insanlar olduğunu kabul etmesi lazım. Hele bunu bir yapsınlar, gerisi çorap söküğü gibi gelir…
Yazan:Kenan Tarih: Ara 21, 2009 | Reply
Sizden bunu duymak umut verici yüzde yüz katılıyorum.
Yazan:s.r. Tarih: Ara 21, 2009 | Reply
Kenan bey katılmak eğer benim fikirlerimi desteklemekse,lütfen desteklemeyin.buranın müdavimi değilin.siz siz olun ben siz olayım. artık değiştik.
Yazan:Kenan Tarih: Ara 21, 2009 | Reply
Fikirlerinizi desteklemiyorum. Hatta karşısındayım
fikirlere bakış açınızı destekliyorum.Zaten bu sebeple sizden bunu duymak umut verici.
Yazan:ali duman Tarih: Ara 22, 2009 | Reply
sn. s.r.
samimi ve yapıcı eleştirileriniz için yürekten tebrikler, zira resmi ideolojinin ezberinden, geçmiş, Atatürk’e hayran kişiliklerden böyle samimi ve yapıcı eleştiri duymaya hasret kalmıştım, kendini kemalist sanıp, atatürk’ü putlaştıranlar, esasında atatürke en büyük ihaneti yapanlardır, zira putlaştırmak ihanettir, çünkü putlar ergeç yıkılırlar.
kemalizmi sizin gibi değerlendiren kemalistlerin sayısı arttığında, atatürk daha anlamlı hale gelecek, O’nu çıkarları için pas pas gibi kullananların elinden almak, bu siyasi rantcıların oyununu bozmak gerekir, zira atatürk, isminin arkasına sığınılarak yapılan çıkarcı, ilkesiz, sansürcü siyasetin aktörü olmayı hak etmiyor, bu durum atatürke yapılmış en büyük hakareterden biridir. ayrıca ne ülkede, ne de dünyada, atatürkün değerini, tarihi aktörlüğünü red edene de rastlamadım, böyle bir şey tamamen siyasi rant derdinde olan ve kemalist apoletiyle dolaşanların uydurmasıdır. Dini çıkarlarına alet eden dinciler ne kadar tehlikeli ise, atatürkü çıkarlarına alet en atatürkçüeler de en az onlar kadar tehlikelidir.
ADD de kurulduğunda bende sizin gibi iyiniyetli düşünmüş, ADD’den; atatürkü çıkar amaçları doğrultusunda kullananların elinden alacağını ummuştum, ancak ne var ki tam tersine ADD, atatürkü küçük çıkarlara alet etmenin merkezi haline gelmiştir.
Sizin de belirttiğiniz gibi bu yapılanma en fazla atatürke zarar vermektedir. benim bu konudaki fikrim bir türkiye klasiği haline gelmiştir ki, bu tespitim de şudur;
Türkiye de dinciler dine, atatürkçülerde atatürke ihanet ederler, zira her ikisi de ait oldukları siyasetin rantından geçinirler, ne yazıkki gerçek bu. gerçekler acı oluyor, ancak bizim ülkemizde daha da acı oluyor.
selam ve saygılarımla.
Yazan:s.r. Tarih: Ara 22, 2009 | Reply
ali duman bey:
demişssiniz.katılıyorum kesinlikle.
aslında sözde sosyalist olan oportünistlerin gerçekleştirdiği eylemdir kemalizme karşı gelmek. bunlar sözlükteki yazarından tut gazetedeki yazarına kadar özellikle akp iktidara geldikten sonra kemalizm üzerine baya bi atıp tutmaya başladılar. bu kişiler yer geldi kurtuluş savaşı’nın anti-emperyalist olmadığından bahsettiler yeri geldi kemalizm’in ırkçı olduğundan dem vurdular. bu arkadaşlar hep dağda ölen teröristleri savundular. bir kerede sözlüğe gelip o askerlere yazık allah belasını versin o teröristlerin yazmadılar. demokratikleşme,ab süreci,özgürlük,türban gibi ezberletilmiş şeyleri konuşup duruyorlar. bu arkadaşlar o kadar solcu ki(!) akp iktidarını eleştirmiyorlar. şu an ülkeyi uçuruma sürükleyen kemalizm midir yoksa sözde kemalist geçinen bir iktidarın mıdır sormak isterim sizlere.sözde bu ülkenin gitgide dinin egemenliğine girdiğinden,giderek muhafazakarlaştığından bahsedip, bir sürü stratejik noktanın küresel şirketlere emperyalistlere peşkeş çekildiğinden bahsederler. merak ediyorum bu sözde kemalistler kemalizm’i destekleyip tutuyorlar zaten onlar amerikan uşağı anlıyorum. siz solcusunuz ha. gülüyorum ve acıyorum size brüksel solcuları!sözde askeri dikteyi savunup kemal atatürkün arkasına saklanarak darbeleri ve cuntayı savunmalrı bu dünyada kuzay korenin füze atması kadar gülünçtür.
Yazan:ali duman Tarih: Ara 23, 2009 | Reply
Sn. S.r.
kemalzime bakıştaki fikirlerimiz farklı, ancak şu var ki bu durum hepimizin canını yakan ülkemizdeki sorunlara aynı pencereden bakmamıza engel teşkil etmez.
öncelikle 86 yıldır uygulanan TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ sonucu yaratılmış olan zihin bulanıklığına bir son vermek gerekiyor, ayrıca 21 nci yüzyıla girdik, gelecek bin yılı kemalizm ile sürdürmemizin bir yolu yok, herşey değişiyor ve “tek değişmeyen şey değişim”.
Dünya konjektörüne göre şekillenen “izm”lerin bir ömrü var, eninde sonunda sona eriyor. stalinizmin sona ermesi gibi, maoizmin sona ermesi gibi, nazizmin sona ermesi gibi, reel sosyalizmin sona ermesi gibi, kemalizm de tarihsel misyonunu tamamlamıştır, zira bunun böyle olduğunu gören genelkurmay başkanları dahi son 2 yıldır yaptıkları konuşmalarda “kemalizm” terimi yerine “atatürkçü düşünce sistemi” terimini kullanmaya başladılar, pek tabiki bu bir terim meselesi değildir, farklı tabir kullanmak sonucu değiştirmez.
kemalizmin icat ettiği ilkelere, ya da chp nin altı okuna bir bakalım, bu okların arasında ÇOĞULCU VE KATILIMCI DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ konuları var mı? oysa artık günümüzde yükselen değerler bu argümanlar üzerinden yükselmektedir.
kemalizm, modernitenin tavan yaptığı bir konjektörde vucut bulmuş, iki cihan savaşı arasında militarist bir dünyaya tekamül etmektedir.
ülkemizi de etkileyen dönemin dünya konjektörü KUTSAL DEVLET anlayışı üzerine kurulu NASYONAL SOSYALİST değerleri taşımaktaydı. Malum bu modernite ve uluslasma süreci en nihayet HİTLER ve MUSOLİNİ faşizmini yarattı. Şimdi böyle bir konjektörde doğan ve değişmemekte direnen bir kemalizmin bugünkü gelişen demokrasi değerlerine ne kadar tekamül edebileceğini bir düşünün.
bana göre esasen, osmanlıyı yıkan en büyük etken uluslaslaşma sürecinin yarattığı infial ve bu infial ateşine benzinle giden ittihat ve teraki milliyetçiliğidir. o faşisan anlayış osmanlının yarattığı çok milletli, çok dilli, çok kültürlü, çok dinli imparatorluk kültürünü yerle bir etmiş, buna enver paşanın hırsı da eklenince, bir imparatorluk ve imparatorluk kültürü yerle bir edilmiştir, bir imparatorluğun izlerinin tamamen silinmesi imha planına son şekli ise ingiltere vermiştir.
asıl yıkıcı olan ise imparatorluğun yerle bir olması değildir, imparatorluk kültürünün yerini yıkıcı ulusalcı, milliyetçi, ırkçı kültürün yer almasıdır, zira almanya/japonya gibi başka imparatorluklar da yıkıldı, hatta bizden daha ağır yenilgilere uğradılar, ancak düştükleri yerden kalkmasını bildiler, bunu becerdiler, biz bunu beceremedik ise bizde bir arıza var anlamına gelmektedir, bu arızalı durumun izlerini halkın doğal demokrasi gelişiminin önünü tıkayan ve faşizmi kurumlaştıran devlet anlayışında aramak gerekir, osmanlı dahi çok partili iken, cumhuriyet olarak ilan edilen devletin neden 25 yıl boyunca tek partiye mahkum bırakıldığını, akabinde 27 parti kapatılarak, birbirinin aynısı olan, sözde çok partililik varmış gibi takiye yapılarak, tek parti anlayışının hala bugüne kadar niye devam ettirildiğini sorgulamak gerekir, bu sorgulamaları yapmadan bugüne geldik, tüm pislikleri halının altına atarak bugünlere geldik, bu kafayla da devam etmek istiyoruz, bu statükonun devamı için en büyük mücadeleyi de mhp ve ne yazık ki chp vermektedir.
Bu ülkenin tarihinde tek bir kez sol parti (TİP) parlemantoya girdi, ancak ne var ki TİP’i tasfiye etmek için 12 MART faşist darbesi yapıldı, o gün, bugündür bu ülkede sol parlemantoda temsil edilmemiştir. böyle arızalı bir demokrasi, böyle arızalı bir temsili sistem (parlemanto) olabilir mi?
gerçek bir sol siyasete geçit vermeyen, solcuları dar ağaçlarına çeken, sürgün edilen (nazım hikmetleri, sabahattin alileri, sabiha sertelleri, behice boranları, mahir çayanları, deniz gezmişleri anımsayın) bir ülkede elbetteki KUTSAL DEVLET ANLAYIŞINA SAHİP NASYONAL SOL gelişecektir.
İşte bu nedenlerle solun yerine NASYONAL SOL/SOSYALİSTLERİN ikame edildiği dönemi yaşamaktayız. Bu pespaye durum devletin bilinçli tercihidir.
kemalizm adına iktidara geleceksiniz, her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, danışıklı darbeleri, muhtıraları kabullenip, dik duramayacaksınız, 6 kez şapkanızı alıp kaçacaksınız, 16 bankayı devlet/çete/yargı organizeli bir şekilde soyup, bu halkın cebinden 100 milyar dolarını çalacaksınız, sonra bu halk size akp’yi çakınca dumura uğrayacaksınız, bunun neresi ahlaki, bunun neresi etik. Akp’ye atıp tutanlar, önce dönüp kendilerine bir bakmalılar, “nerede hata yaptık” diye. Türkiyeyi akp’ye muhtaç edenler utanmak yerine, üste çıkmaya çalışmaktalar, türkiyenin bankalarını soyanlar utanmalı, 28 şubata ve daha önceki darbelere dik duramayanlar utanmalı, türkiyeyi 40 cente muhtaç edenler utanmalı, 12 martı, 12 eylülü yaparak türkiyenin en iyi yetişmiş iki kuşağını yok edenler utanmalı, abd başkanının karşısında el pençe durup, 5 dakika görüşebilmek için başkanın kapısında 5 saat bekleyenler utanmalı, türkiyenin dış prestijini ürdün’den bile daha kötü hale getirenler utanmalı, işte bu utanmazların, utanmazlıklarının bir sonucudur akp iktidarı, tüm bu utanmazlardan hesap sormayıp, onları görmezlikten gelip, akp’yi günah keçisi yapmak hiç bir işe yaramaz, yaramayacağı gibi bu fikirlerin sahiplerini de temize çıkarmaz.
akp’yi eleştirmek için, öncelikle akp’ye iktidar yollarını döşeyen pespayeliği sorgulamak gerekir sevgili arkadaşım.
bu halk akp’yi gökten zembille indirmedi, akp türkiyenin pespaye yönetilmesine verilen yanıttır. bu halk sürekli kendini satanlara oy vermek zorunda değildi, öyle sananlara çakılan kazıktır akp, bu halk hiçte haksız değildir, yaptığı tercihle.
pek tabiki, demokrasi aynı zamanda halkın seçtiklerine katlanma sanatıdır, zira ben bu halkın doğruyu kendi kendine , düşe kalka bulacağına inanmaktayım, sağlıklı olanı da budur, birilerinin halk/vatan kurtarıcılığını soyunması, ikide bir halkın özgür iradesi olan parlemantoyu kapatması imparatorluk mirascısı olan bu ülkenin niye bu denli geri kaldığının en iyi tarifidir, halk düşe kalka iyiyi bulur, halkın kafasına vurulması, halka “göbeğini kaşıyan ayılar” muamelesi çekilmesi faşizan bir yöntemdir, ayrıca halka ve milli iradeye yapılmış en büyük ihanettir. bu zihniyet yüzünen en az 50 yıl geride kaldık, geride bırakıldık.
sevgili arkaaşım zihin bulanıklığına gerek yok, türkiye 50 yıldır nato üyesi, daha dün neredeyse abd’nin müstemlekesi gibiydi, bugün ise ilk kez gerçekten abd’nin stratejik ortağı durumuna gelmektedir, ben nesnel olanı söylüyorum, yoksa benim fikrimi soracak olsanız, ben abd’ye de diğer tüm kapitalist ülkelere de karşıyım, ancak bu ortaklık varsa onurlu olsun, yani sosyalist bir demokrasi olmayacaksa hiç olmazsa çoğulcu/katılımcı demokrasi olsun, inandığım dar kalıplara kendimi mahkum etmiş değilim, elbetteki bu ülke için iyi olanı tercih etmek durumundayım, dünkü yönetlenler bugünden çok daha kötü yönetmişlerdi bu ülkeyi, buna emin olun, zihninizi bulandıranların daha dün yazdıkları gazete yazılarını çıkarmaya gerek yok, abd’yi nasıl övüyorlardı, abd’nin saddamı nasıl vuracağını, abd füzelerinin muhteşemliğini öve öve bitiremiyorlardı, bu abd yardakçıları, ne olduysa ergenekonun ortaya çıkmasıyla birlikte anti-abd’ci kesildiler, oysa daha dün abd yardakçılığı için yazdıkları köşe yazıları arşivlerde yerli yerinde duruyor, illa bunları çıkartıp sahiplerine yedirmek mi gerekiyor, gerci onlarda bu mide olduğu sürece her şeyi yerler. bakmayın siz onlara.
demokrasilerde elbette fikir özgürlüğü vardır, elbette ki akp’ye muhaliflik yapacaksınız, bende yapıyorum, ancak bu işi düşmanlığa götürmek doğru değildir, zira düşmanlıkların demokrasilerde yeri olmaz. ancak ne varki akp’yi sandıkta yenemeyeceğini anlayan ucube siyasi partiler belden aşağı vurmalara, ordudan darbe beklentilerine giriştiler, böyle bir zihniyet çok daha tehlikelidir.
hukuk devleti anlayışına dahi sahip olamamışız, karşıt fikirlerdeki insanlar sırf abd yaşıyor diye mahkum ediliyor, bunlara takılmamak gerekiyor, karşıt fikirliyim, ancak düşman olarak görmek için bir neden göremiyorum, abd yaşanmışlığı niye düşmanlık olarak göreyim, bir hukuksuzluk var mı? ona bakarım, yani akp’ye oy veriyorsa bu millet çok da haksız değil, daha iyisi oldu da bu millet oyunu mu esirgedi, akp’den daha iyi yönettiğini iddia edebileceğiniz bir iktidarı oldu mu bu ülkenin.
derdim akp’yi savunmak değil, savunmam oyda vermem, sadece nesnel gerçeklikleri dile getiriyorum. şayet akp’ye muhalif olmak sorunları çözecekse hep birlikte muhalif olalım, çözülsün sorunlar, oysa bunun böyle olmadığını biliyoruz.
akp’yi yapılacak en iyi muhalefet, ondan çok daha iyi çözümler üretmek ve halka sunmaktır, yoksa akp’ye endeksli bir siyaset ancak akp’nin değirmenine su taşır, bizdeki ucube muhalefetin niye muhalefette eridiği buna en iyi örnek değil midir?
konuyu dağıtım biraz, kusura bakmayın, ancak sanırım bir şekilde toparlanır, toparlarız, ya da elbirliği ile toparlanır.
selam ve saygılar.
Yazan:s.r. Tarih: Ara 23, 2009 | Reply
katılmamak elde değil…umarız sözde kemalist chp de akıllanır da bizim gibi solcularda zan altında kalmaz…
Yazan:s.r. Tarih: Ara 26, 2009 | Reply
Bahçeşehir Üniversitesi`nden Dr. Selçuk Şirin, 18 ile 25 yaş arasındaki gençlerle ilgili bir kimlik araştırması yapmış. Sorulardan biri şöyle:
`Kendinizi aşağıdaki siyasi gruplardan hangisine daha yakın görüyorsunuz?` (Birden fazla şık işaretlenebilir.)
a) Kemalist/Atatürkçü, b) İslami kesim, c) Muhafazakâr, d) Milliyetçi, e) Ulusalcı, f) Ülkücü, g) Sol (sosyal demokrat), h) Sosyalist- komünist.
Siyasi parti olarak CHP`yi destekleyen gençlerden yüzde 14.4`ü `b` şıkkını da işaretleyerek, kendisini `İslami kesime` yakın bulduğunu belirtmiş!
AKP`yi destekleyen gençlerin durumu ise daha da ilginç: 10 gençten 4`ü kendini `Kemalist/Atatürkçü` olarak da tanımlamış!
Olacak iş mi?
Yazan:Cengiz Tarih: Ara 27, 2009 | Reply
Sayın s.r.
TSK’ya düşman site nasıl bir şey?
Bir kurumu adam etmeye çalışmak ona düşman olmak mıdır?
Bir kurumun hastalıklarını teşhis edip tedavisine çalışmak düşmanlık mı?
Yöntem konusunda pekala eleştiri ve katkılar olabilir.
Ama “düşmanlık” nitelemesinin hiçbir değeri yok.
Yazan:s.r. Tarih: Ara 27, 2009 | Reply
S.n. Cengiz
Düşmanlık aslında insanın nefret beslediği kişiye bağlı olarak yaşamıs ya da yaşamaya devam ettiği olaylar sonucunda ona karşı beslediği bir duygudur. Bu duygu insanın karşındaki kişiyi sevmemesinden de kaynaklanır. Sonuçta düşmanlık beslediği kişiye karşı iletişimsizlik ve daha da kötü olaylar olmasına yol açar. Ancak kin duygusu daha farklıdır.
Düşmanlık bazen değişik durumlarda karşımıza çıkabilir. Daha önce açıkladığımız olaydan farklı olarak hem duygu hem de eylem niteliğinde de karşımıza çıkar. Daha çok az gelişmiş toplumlarda nefret duyguları daha sık görülür. Düşmanlığın sadece insanın içinde kalması iki insana fiziksel olarak zarar vermemesi yönünden tehlikeli değildir. Ancak düşmanlığın eyleme ve duyguyla birlikte düşünceye geçmesi insanlara ve çevredekilere zarar verebilir ve bu yüzden tehlikelidir.
ben burada kin dolu değilde sadece olaylara bakış açısını yansıtan bir drum olarak ima etmiştim.