“Şeytan’ın” Avukatı
By Özlem Yağız on Oca 8, 2010 in Türk Basını, vicdan
Bir zamandır hiçbir şey yazmak için içimde istek duymuyordum. Zaten genellikle tepesi atmadığı zamanlar zor yazan bir insanım. Yanlış anlaşılmasın memlekette insanın tepesini arttıran konular bittiğinden değil maalesef ne memlekette ne dünyada tepemi arttıran konular hiç bitmiyor. Tamamıyla ruh halimle ilgili… Bu kadar çok yazmaya, ortalığı bu kadar çok yazılarımla kirletmeye gerek var mı tarzında garip bir patolojik hal yaşadığım.
Ama işte gene kendimi alamadım. Dün akşam Sevan Nişanyan’ın artık yazılarının Taraf’ta teklifsizce sansüre uğratılmasından bahisle, Sansür yazısından sonra gitgide iğreti bir şekilde orada varlığının devam etmesi, Taraf gazetesinin dindarlarla arasını bozmak istemediği için arkasında görünmek, durmak istemedikleri gibi sebeplerle Kelimebaz köşesine son verdiğini açıkladığı yazıyı okuduktan sonra kontrollü bir tepe atma hali ile bu yazının başına oturuyorum. Muhtemelen bu yazıdan sonra da bilmem kaçıncı defa eşimle dostumla ‘Sevan’ın avukatlığını yapmak sana mı düştü kavgası vereceğim.’ Bu Sevan’ın avukatlığı sıfatından ilhamla yazının başlığını “Şeytan’ın” avukatı olarak koysam da derdim aslında şeytanın avuktalığı değil tabi ki. Belki şeytanın ne kadar şeytan olduğunu sorgulamak ama daha çok meleklerin ne kadar melek olduğunu tartışmaya açmak.
Öncelikle malum sansür yazısı. Bir sürü insan bir şeyler yazdı o yazı hakkında. Herkes kendi huyuna suyuna, dünya görüşüne göre kızdı, eleştirdi, küfretti ya da Sevan Nişanyan’ın bu üslupla dahi olsa yazma hakkı olduğunu savundu. Ben kendi açımdan eleştiren cenahtaydım. (sin kafsız, edeplice) Çünkü bir toplumda ilişkilerin bu kadar liberal bir ahlakla yürümeyeceğine eğer bir arada yaşıyorsak mutlaka insanların bazı hassasiyetlerine dikkat etmek gerektiğine inanıyorum. Meselem inanca saygı gibi ne olduğu belirsiz bir kavram da değil. Saygıyı hak eden inanç var, etmeyen inanç var düpedüz mücadele edilmesi gereken inanç var. Meselem eğer karşınızdaki inancı ya da düşünceyi kendi zaliminiz olarak görmüyorsanız size o inancı taşıyan insanlar, insani hallerinden değil de bizatihi inancın kendisinden kaynaklanan bir zalimlik silahı ile saldırmıyorlarsa insanların değer verdiği mevhumlarda onların inançları, düşünceleriyle alay etmenin bizzat insanı aşağılamak olduğunu düşünüyorum. Ve insanların birbirini aşağıladığı bir toplumda bence bir süre sonra zulüm ve barbarlığın dili konuşmaya başlar. Bu bağlamda ne bir müslümanın bir hristiyanın inançlarını ve dini ritüellerini aşağılama hakkı vardır, ne bir ateistin müslümanın inançlarını ne de bir müslümanın kendisine zulmetmeyen bir ateisti. Ya da daha doğru bir ifadeyle hakkı yoktur demeyelim doğru bir yol değildir, insanlara iyilik getirmez diyelim. Öte yandan Sansür yazısına tepkim tamamen bireysel bir tepki idi. Sevan beyin o çok sevdiğim ifadesi ile Taraf gazetesine, ööörtmenim Sevan yaramazlık yapıyor atın bunu dışarı demeyi düşünmedim.
Tepki gösterdim çünkü Sevan bey Taraf gazetesini elime aldığımda okuduğum ilk yazardı. Eğer din konusunda polemiğe girmek tartışmak istiyorsa çok daha iyi yazılar yazma kapasitesine sahip birisiydi. Böyle bir yazının anlamı sadece acıtmak olabilirdi benim gözümde. Müslümanlar din ile alay eden yazılara maruz kalmıyorlar mı? Bir arşiv oluşturmak istesem bu yazıdan çok daha haşin kalın bir dosya oluşturacağıma eminim. Bu tür bir yazıyı yazan mesela bir İlhan Selçuk olsa yine aynı sebeplerden dolayı kızardım ama kınamak için zahmet etmezdim. Ama Sevan Nişanyan’ı önemsedim diyelim.
Sonuçta Sevan Nişanyan Eşek Muhabbeti diye çok samimi becerebildiği kadar gönül alıcı bir yazı yazdı. Nedense çok az kişinin dikkatini çekti bu yazı. Sanırım bir yerde ortaya çıkan kargaşadan ellerini uğuşturanların hevesini kursağında bırakıcı bir yazıydı. Ne de güzel olurdu bu yazı yerine iki sansür yazısı üstüne üç Batman gösterisi falan. Ama maalesef.
Sansür ve Feriştah yazısı hariç tutulursa sanırım benim gibi dindar insanların ve benim gibi dindar insanlarla bir şekilde yol arkadaşlığı kurmak isteyen Taraf gazetesi yöneticileri gibi insanların karşılarına bir soru çıkıyor. Bizler din mevzuunda tartışmak, dokundurmak, didişmek isteyen insanlarla nasıl bir ilişki kurmalıyız. Karanlıkta duyduğumuz her tıkırtıda elimize tavayı alıp önümüze gelenin kafasına mı geçirmeliyiz. Ya tavayı kafasına geçirdiğimiz adam bizim “şeytanımız” değilse. Kendi adıma ben kendisine bir atasözü hususunda muhalefet eden 116 dindar insanla yazışan, laf yetiştiren Nişanyan’ın din hususundaki didişmelerini hiçbir konuda dindarlarla muhatap olmayıp, ilişkisini fildişi kulesinden söylev tarzı yürüten, arada bir de ben Allah’a inanmam ama dini çok severim yazıları yazan Ahmet Altan’ın sevgi sözcüklerinden çok daha tercih edilir buluyorum. Burada kibirli bir görüntünün arkasında bir insani hassasiyet ve alçak gönüllülük, diğerinde ise nezaket kisvesinin altında gerçek bir kibir görüyorum. Birinde sizinle kavga etmek istese de aynı seviyede durup göz göze bakıştığınız bir insan diğerinde ise soğuk bir İngiliz asaleti var. Birinde samimi bir inanç tartışması kendi doğrularını da sorgulama riskini göze alarak, sizin doğrularınıza sataşan, sizi zorlasa da daha çok düşünmeye, araştırmaya, inandığınız şeyleri daha sağlam savunmaya iten bir “şeytan” diğerinde ise yerlileri sevelim ama doğal hayatlarına dokunmayalım, buradan seyredelim diyen beyaz adam tavrı mevcut. Ancak içimizdeki “melek” bir şekilde bizlere insanların dürüstçe inandıkları gibi olmayanlarını makbul görmemiz, öyle düşünmediklerini bilsek de öyle düşünüyormuş gibi yapanlarını tercih etmemiz gerektiğini söylüyor. İslam tarihinde okuduğumuz sonradan Müslüman olmuş ya da olmamış pek çok insanın peygamberimizle ve müminlerle cebelleşmelerini , tartışa tartışa gelmiş bir dinin mensupları olduğumuzu bize unutturuyor. Kur’an da Allah’ın ahirete inanmayan müşriklerle, meleklerin Allah ile, şeytanın Allah ile tartışmasını yeri geldiğinde peygamberlerin dahi Allah’tan bir delil inanmak için bir mucize görmek istediği ayetleri unutuyor ve sorularla dolu bir kitabın takipçileri olarak soru soran insanın susmasını istiyoruz. Tartışmadan, ızdırabını çekmeden hazıra konduğumuz kurcalanamaz bir inanç isteği belki de bizimki. Rahat zihni konforumuzu bozmayan bizi ızdırabıyla, acısıyla rahatsız etmeyen daima el üstünde görmeğe alıştığımız bir din.
Bu toplumda bir ateistin kendi dinsizliğini savunma, tartışmaya açma hakkını savunmak zor. Bu zorluk sahip olduğumuz inancın özünden ziyade insan olmanın halleri ile daha ilgili gibi geliyor bana. Eğer meselenin özü müslüman toplumlarda müslüman isimli insanların yegane hassasiyetinin sadece sahih bir inancı savunmak istemesi ile ilgili olsaydı sanırım Muaviye’nin, Yezid’in hükümran olduğu Müslüman toplumlarda Hüseyin’in kıyıma uğramaması, Ebu Zer’in çölde yapayalnız ölmemesi, bu tarihin bambaşka bir şekilde yaşanması gerekirdi.
Modern zamanlarda müslümanın hali Ulysses’in gemisi ile seyahat eden adamlara benziyor. Varacağımız son limana varana kadar denizkızlarının şarkılarına muhatabız. O şarkıları duyup peşlerine düşmek karanlık sulara dalmak işten bile değil. Türlü çeşit yol var önümüzde. Bazen kitle kültürünün araçlarıyla ile bazen “sakıncalı” düşüncelerle bizleri avlayabilecek bu seslere ya kulaklarımıza bir tıkaç tıkacak geçeceğiz, ya seslerin sahiplerini ne olduğuna, kim olduğuna, ne söylediğine bile bakmadan avlayacak, kovacak, küfredeceğiz ya da kendimizi sağlam bir kazığa bağlayarak bu sesleri duyma riskini göze alacak kulağımızdaki tıkaçları çıkaracağız. En kolay ve acısız gözüken yol kulaklarımızı tıkayıp geçmek ama ben kulağımı tıkasam da küçük tayfalar tıkamayı ret ediyor. Gemi tayfalarını tek tek denizkızlarına kaptırıyor. Kendimi kurtardım diyelim tayfalarını kaybetmiş bir gemi ile limana varabilir miyim?
Bazı insanlar can sıkıcıdır. Bizleri savunmasız bir anımızda yakalar farkında olmasak da dürüstlüğümüzü test ederler. Zor bir konudur. Neden senin inancını düşüncelerini zorlayarak tartışan insan seni bu kadar sinirlendirir de senin inancını kullanarak makam mevki edinmiş, düpedüz hırsızlık arsızlık, çalıp çırpma peşindeki adam o kadar da canımızı sıkmaz. Neden köşedyenlerimiz her çıktığı kanalda Onno Tunç’u elinde silahla sokaklarda kovaladığını neşe içinde anlatan Sezen Aksu’ya hayrandır, konserlerini kaçırmaz da eşine başka türlü bir şiddet uyguladığını duydukları adamın kitaplarını almayın diye feryat ederler, neden her gördüğü sit alanını düpedüz yağmalayıp imara açan adamlar oraya bir beton Mustafa diktiğinde başımızın tacı oluverirlerde bir başka adam matematik köyü inşa etmeye çalışırken filanca belgesi falanca bakanlıkta filanca bürokratın aklına yatmamış diye kanunsuz iş yapmaktan hapis cezası ile yargılanır.
Toplum, yasalar, ahlak, eşimiz dostumuz , okuyucu kitlesi vs. bize hep bizim gibi olmayan o adamı cezalandırmamızı, zapt u rapt altına almamızı, yazılarını budamamızı, sivri dilini koparmamızı, imza kampanyaları düzenlememizi, içeri tıkmamızı, hatta insafının derecesine göre cesedini kuduz itlere yedirmemizi söyler. Adnan Hoca gibilerinin her türlü gayrı ahlaki, gayrı insani hallerini artık sağır sultanlar bildiği halde onun reklam gelirleriyle yaptıklarına karşı da dokuz derece miyop olmuş gazeteler vay inancımıza küfretti bu adam manşetleri atar müvekkilim hakkında. Gökkafes gibi ucubeleri cart diye boğaza diken, Sarıyer ormanlarını düpedüz yağmaya açan bürokrat zihniyet matematik köyünün hamamını görmekte neden o kadar mahirdir.
Sözün özü böyle adamlar başına gelecek her şeyi hak etmiştirler…Bir açıklaması yok. Çünkü öyledirler.
…Bu makale ilginizi çekti ise…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
35 Yorum
Yazan:beytullah emrah Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
nişanyan’ın inanmama ve inanmadığını söyleme hakkına birşey diyemem, kendi tercihidir, sonuçlarına da ahirette katlanır. mezkur yazılarındaki üsluba ise ben de itiraz ettim, bu itirazımı da hem yazara hem de taraf’a ilettim. ve şayet gazete bu konudaki yayın politikası neyse, onu açıkça ve o an uygulamalıydı. yani savunuyorlarsa bunu belirtmeliydiler, savunmuyorlarsa çıkıp “özür” dileyerek gereğini yapmalıydılar. samimiyet ve tutarlılık bunu gerektirirdi.
nişanyan’ın yazdıklarını okuyunca ise hiç de şık olmayan yollara gidildiğini gördüm, bu da kabul edilebilir değil tabi…
nişanyan’ın mezkur yazılarından sonra uzun süre taraf almadım, almak istemedim… ne zaman ki nişanyan’ın “Eşek muhabbeti” yazısını okudum arkadaşın aldığı gazetede, o gün gittim bir taraf da ben aldım…
nişanyan’ın yaptığı bence bir özrü gerektiriyordu ve şimdi kabul etmek lazım ki, nişanyan’a yapılanlar için de gazetenin özür dilemesi gerekiyor.
taraf ise müslümanlara yönelik yayın politikasını netleştirmelidir. ahmet altan gazze’ye en ağır saldırılarda dahi bir çift laf etmezken, sonra çıkıp da her vesilede müslümanları samimiyet testine tabi tutması tutarlı değildir. madem ceylan önkol için eleştiri hakkını kullanıyor, o halde konuyu gündemine alan müslümanların da varlığını haber olarak görebilmelidir.
evet, müslüman kamuoyu içeriye dönük bir çok konuda sorunlu sınavlar veriyor, yanlış işler yapabiliyor, kabul ama doğru yapanları da görmek, haber yapmak en azından eleştirel yaklaşımı kabul etmiş bir gazetenin toplumsal sorumluluğu değil midir?
Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
Özlem Hanım;
Sevan Nişanyan’ın “Kelimebaz” köşesi bence enternasyonel aklın köşesiydi. Toplumsal her baskıyı metinler arasıllıkla inceden alaya alan, zaman zaman Norveç’teki kişinin orda söyleyemeyeceği şeyi köşesinde söyleyen;yine İrandaki bir kimsenin orda söyleyemedğini köşesinde söyleyen bir yan vardı. Bilinen en medyatik tepkinin sizden gelmesini de anlamlı buldum Özlem hanım, ayrıca teşekkür bu konuda. Müslümanlar açısından dünya artık ak ve kara yasaların oluşturduğu bir döngü olmaktan çıkarılmalı. Abbasi hükümetleri döneminde din konusunda daha liberal daha entelektüel bir bilinç söz konsuydu. Mesela o döneme ait bazı hikayelerde, nüktelerde bugün bile “müslüman hassasiyetini” zorlayacak ibareler mevcut… Bence bir dindar Sevan’ın “canı sıkıldıkça kitap yazan Allah” ibaresine espritüel yaklaşmayı bilmeli.” Yayınevlerini, gazeteleri dolduran yüzlerce yazarın “Allah” üzerinden yarattığı binlerce metni okudğunuzda çok komik nüanslar bulacaksınız. son birkaç yıldır vicdanlı müslümanlar sayesinde alevilere yönelik yapılan direkt inanç sahiplerinin katlini hedef alan “mum söndü” olayını ise ülkede hiç bir yazar ciddi bir tavır alamadı. Allahtan bomba bir tane soytarının (güner ümit) patladı da millet haberdar oldu. Dinsel kimliğiyle ön plana çıkan bir yayın evinde 2 başörtülü hanımla birlikte ilköğretim yayınlarının editörlüğünü yapıyordum. Kitaplardan birine 1. İnönü Zaferi diye bir ibare konmuştu, hanım arakdaşlara bu ibarenin yanlış, hamasi ve yalan olduğunu söyledim. Böyle bir zafer yok dedim, çıkartalım, cesaret edemediler. Sonra onlara “Gençlik Marşı” diye bildikleri marşın İsveç Kır şarkısı “Tre Trallade Jantor”dan çalıntı olduğunu söylediğimde bayağı gülmüşlerdi. Üstelik şarkı sözleri oldukça erotik, dediğimde şaşırdılar ama Fatih’in İstanbul işgali dediğimde yüz buruşturuyorlardı. Fazla uzatmadan ilk tepkinin sizden gelmesine ayrıca sevindim. Biz bir grup blogger olarak bu durumu yaygın bir kampanyaya dönüştürdük, bunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
http://cengizchefikir.blogspot.com/
Yazan:cb Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
özlem selamlar,
emeğine sağlık,yerinde bir yazı olmuş.
failleri açıklamadan içimden fonundan binbir küfürle geçirdiğim cümlelerime yakın cümleler ile tercüman olmuşsun sağol.
yazının özünden çıkarttığım ve kendime göre yorumladığım ‘ bir insan düşünün ki,bu insan benim gibi düşünmesin ama dürüst olsun.bir insan düşünün ki,her daim demokrasi yeminleri etsin,ben gibi düşünmediği bal gibi ortada olsun,arada bana göz kırpsın,o ve türevleri son zamanlarda sık sık dürüst olmayan,taraflı girişimlere,cümlelere imza atsın.şimdi ben bir müslüman olarak bu durumda,söz söyleme yetkisi olanın,bu yetkisinden dolayı,daha cici ve şirin bir imaj seçtiğinden dolayı ona mı meyledeyim,diğerleri gibi onun taşeronluğunu mu yapayım?yoksa içine su kaçmamış bir müslüman olarak,söz söyleme yetkisinin öteki tarafa göre daha az olan,ben gibi düşünmediği halde terazinin dürüst tarafında olanın yanında mı olayım?müslüman nerede durur?rantın geldiği yerde mi?gücün yanında mı?adaletin ortasında mı?adalet ateist için gerekliyse,o kendim için istediğimi başkaları için istiyorum naraları atanların dilleri,bir yerlerine mi kaçar?ya da daha iğretisini yapıp görmezden duymazdan mı gelir? ‘dır.
özlemcim,müslümanlığına su kaçırmadığın için tebrik ederim,selam olsun
Yazan:eg Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
tepesi atınca insan güzel yazıyor…özlem hanım’ın bu yazısı da güzel olmuş.
açık söyleyeyim, bir süredir taraf’ta leyla ipekçi, etyen mahçupyan ve cihan aktaş harici yazılarını sonuna kadar okuyabildiğim kimse kalmadı. sevan nişanyan’ın yazılarının benim için büyük önem arzettiğini söyleyemem. bana çok bir fayda getiren bir yazar olarak da görmedim kendisini. ama sevan nişanyan’ı samimi bulurum. bu belki hayatımın büyük çoğunluğunu (en azından üniversite yıllarım ve sonrasının büyük kısmını)nişanyan gibi dine, Allah’a fütursuzca laflar eden, ama biraz konuşunca hatasını anlayıp özür dileyebilen, inançsızlığında dahi samimi olan atesitler arasında geçirdim. bu yüzden nişanyan’ı okunur bulmasam da samimi bulurdum.
taraf’ın nişanyan’a bir sansür koyduğundan ve nişanyan’ın taraf’ta yazmayı bıraktığından (bu haber geçrek mi hala bilmiyorum) haberim yoktu. hatta ben nişanyan’ın özlem hanım’ın sözünü ettiği yazıları sonrası taraf’ta yayımlanmak üzere bir cevap yazısı yazmıştım .o zamana kadar taraf’ta birçok yazım yayımlanmasına ve yine o dönemlerde hemen her gönderdiğim yazı yayımlanmasına rağmen o yazı yayımlanmamıştı. ben de bunu nişanyan’ın(ve onun nezdinde liberalizmin) eleştirilmesinin istenmemesine bağlamıştım.hatta o yazıdan sonra taraf’a gönderdiğim bir yazı daha (o da rasim ozanla ilgiliydi) yayımlanmayınca uzunca bir süredir taraf’a bir daha yazı göndermemiştim. şimdi ne oldu da nişanyan’dan rahatsız oldular, ne oldu da nişanyan yazmayı bıraktı cidden bilemiyorum. ama bunun sebebinin dindarlara şirin gözükmek olduğunu hiç sanmıyorum…
neyse uzun yazdım. şunu söyleyeyim son tahlilde: taraf bir sansür uyguladıysa nişanyan’a; kınıyorum taraf’ı. yazılarını pek beğenmesem de en azından okurdum nişanyan’ı. zira şu an taraf’ta hiç okumadığım yazar sayısı çok fazla…
Yazan:eg Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
nişanyan’ın yazısı buymuş (okumamıştım şimdi okudum). eğer nişanyan’ın söylediklerinin yarısı doğru ise, büyük umutla yayın hayatına girmiş, hepimizin bir mucize gibi değerlendirdiğimiz ve türkiye için olmazsa olmaz diye düşündüğümüz taraf gazetesi “ölmüş” demektir. gerçi buna nişanyan’ın bu yazısıyla karar vermiş değildik elbet, ama en azından içimde bir şüphe vardı, acaba bu bir kuruntu mudur diye…nişanyan doğru söylüyorsa (ki yalan söylemesi için bir sebep görmüyorum) kuruntularımız doğru çıkmış demektir. yazık olmuş taraf’a!!!
Yazan:eg Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
nişanyan
demiş ya doğrusu ben de bunu anlamıyorum. bir insana böyle davranılıyorsa bir yerde, o insan nasıl oluyor da eylül-ocak arasında dayanabiliyor orada kalmaya da, o gazeteyi o “uyarıları” yapanların, alenen fırça atanların başına geçirmiyor? ben olsam kesinlikle ikincisini yapardım.
Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Oca 8, 2010 | Reply
yorum gönderdik, sansür mü kondu yoksa ulaşmadı mı:)
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
Özlem hanım,doğrusu yukarıdaki paragraf sanki ruh halimi yansıtır gibi olmuş…uzun zamandır,bu meramımı bile anlatmaya-anlatma isteği duyduğum halde-mecalimin olmadığı tuhaf bir yılgınlık hali!
Yoksa benim de bir iki satır yazmam için tepem mi atmalıydı?Öyle ya,uzun bir aradan sonra tekrar yazabildiğime göre…ya havaya girebileceğime yetecek kadar tepem atmış ya da bilmediğim başka bir mucize gerçekleşmiş olmalıydı.
Peki neye borçluydum dilimi çözen bu mucizeyi?Şayet insanı çileden çıkaran,sinirlerini alt üst eden,öfkelendiren,kızdıran yani sizin o güzel tabirinizle tepe attıran şeyler olsaydı sebep,sanırım sizin benim gibilerinin dakka başı bir şeyler yazması icap ederdi.Çünkü bu memlekette bırakınız etkilenip tepki vermeyi,insana cinnet geçirtecek o kadar çok şey var ki.
Fakat bazen yaşadığımız,bir şekilde tanığı olduğumuz şoke edici olaylardan çok daha fazlasına “sıradan” bir takım şeyler daha derin etkiler yaratarak tepkilerimizi tetikleyebiliyor.Tıpkı yazınıza taşıdığınız konu gibi.Tabii işlediğiniz konu burada elbette sıradan ve geçiştirilecek bir olay değildir.Ancak hadise bir yazarın yazdığı gazeteyle olan ilşkisi,bu ilişkinin sonucu olarak aldığı bir karardan çok daha fazlasıdır.Zira,Nişanyan gazete değiştiren,yazdığı gazeteden ayrılan ilk gazeteci değildir.Ve doğal olarak görev ve sorumluluk alanı değişen ya da bir şekilde yazdıkları gazeteden ayrılan yazar veya gazeteciler bunu okurlarıyla paylaşacak şekilde bunu duygusal bir veda yazısıyla noktalarlar.Nişanyan da doğal olarak bunu yapmış.Tabii söylediklerinde haklılık payı da olabilir,gerçekten haksızlığa da uğramış olabilir.Zira Taraf ile arasında neler geçti,bu şekilde sonuçlanmasının nedeni tam olarak nedir bilmiyorum.Mesela sansürlendiğini iddia ettiği yazıların içeriği neydi,kimleri rahatsız ettiği düşünüldü ki Taraf buna sınır koymak istedi.Her neyse,diyeceğim o ki,tepkiniz,olayın şeklinden çok “güvendiğiniz dağlara kar yağmış”olduğuna kanaat getirmiş olduğunuzdan kaynaklı bir tepki gibi görünüyor.Ki haklı ve yerinde bir tepki olduğunu düşünüyorum.Bana göre sahici ve samimi bir sorgulama ve eleştiridir bu ve son derece anlaşılır buluyorum.Çünkü samimi ve içten insanlar;samimiyetine güvendikleri insanların bu yönde bir fire verdiklerini düşündüklerinde ancak büyük şaşkınlık yaşarlar.Zalimin zalimliği,vicdansızlığı kötüdür ama zalim zulüm yaparken çok da şaşırtıcı olmaz.Vicdansızlık,ikiyüzlülük ya da samimiyetsizlik için de aynı şey geçerlidir.Zihnimizde bu yönde yer etmiş,kişilik sicilleri hafızarımızda olumsuz yargılara neden olmuş kişi veya kişilerin olumsuz eylemleri genelde bizi çok da şaşırtmaz.Ahlaklı,vicdanlı ya da samimi olduğunu düşündüğümüz bir yerlerden veya birilerinden gelince büyük ve sarsıcı etkiler bırakır üzerimizde.Yani tam da söylediğiniz gibi tepemiz atmaya başlar.
Kısaca siz,Tarafın Nişanyana haksızlık yaptığını düşünerek tepki duydunuz.Ya da Nişanyan vakası,bu gazetenin sizde yarattığı bazı hayal kırıklıklarını su yüzüne çıkarttı.Belki de bu gazete hakkında çok fazla beklentiye girdiniz ve umutlarınızı bu anlamda boşa çıkaran sonuçlara vardınız.Dedim ya sizi gayet iyi anlıyorum.Ve bence haksızlık hiç ummadığınız ve beklemediğiniz bir yerden gelince de sessizliğiniz kendiliğinden bir tepkiye dönüştü.İyi de oldu.Sayenizde ben de bugün konuşabildim.Neden bügün ve neden sizin bu yazınızla?Hayır hayır! sakın yazınıza tepem attı da dilim çözüldü şeklinde anlaşılmasın.Tam tersi içinde bulunduğum ruh halime tercüman olduğunuz için.Ve ayrıca hassasiyetiniz için,samimiyetiniz için.Bir ara sevgili Cemile kardeşimin de Sevan beyin aldığı tehdit mesajlarıyla ilgili anlamlı bir yazısı olmuştu.
Yani tam da böylesi yazılar beni konuşturabiliyor.Bunun için de size ayrıca teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
Bu da gazetelerin, haber sitelerinin kendilerine uyarladığı “zihniyet sansürü” Edirne’deki faşist çılgınlığa, saldırganlığa güya demokrat medyanın sansürü…haber7, “Edirne’de, terör örgütü DHKP-C’nin propagandasını yaptıkları gerekçesiyle tutuklanan 5 kişiye destek vermek amacıyla açıklama yapan gruba, çevrede toplanan kişiler tepki gösterdi” hiç bir şey olmamış ordaki vatandaşlar eylemcilere sanki “aaa yapmayın çok ayıp” demişler. bir diğeri tatlı su müslümanı zaman’ın olayı görme şekli “Edirne’de eylemcilere meydan dayağı
Edirne eylem yapılmasına izin verilmeyen grup şehir merkezine gizli bir şekilde giriş yaptı.
” meydan dayağıymış çocukları yaramazlık yapmış birileri de kulak çekmiş gibi. EE, hani linç bir ergenekon kültüryüdü, sıra size gelince mi demokrat müslüman olunuyor…Star gazetesi sitesi hala olayı görmemiş, gördüyse de ben görmedim… yeni şafak görmemiş, doğan grubu ise radikal dışında olayın adını koyan yok… Demek sansür için baskıya gerek yokmuş, yarım demokrat-yarım müslüman-yarım bilmem ne olunca zihin kendine sansür uyguluyor. Daha hangi sansürden bahsedelim. Linç, açık açık faşizmin kontrgerillanın ordunun polisin yeni bir savaş konsepti haline gelmişse ve bir toplum buna sessiz kalıyorsa gazetesi ve aydınıyla bu alçalmadır…Umarım derin düsünce sitesi bunu münferit bir olay diye geçiştirmez…Ergenekonun kontr terörün kalbi ırkçı ve faşist kültürü kitleselleştirme opearsyonudur…AKP bundan nemalanmaya çalışıyorsa yarın öbür gün çankayada nişantaşında başörtülü hanımlar linç edildğinde bu toplumsal alçamaya ortak olmuş demediktir… dün komunistler, bugün kürtler, ermeniler, romanlar yarın da şeriatcılar bilmem kimler aynı lincin kurbamı olacaklardır.
Yazan:özlem Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
Merhaba Arkadaşlar,
evet ben de yorumlarınızı okuduktan sonra ve başka bir platformdaki arkadaşların düşüncelerini gördükten sonra bir kaç şey söyleme ihtiyacı duyydum. Yazı Sevan bey’in Taraf ile olan problemi sebebi ile genel olarak bir taraf eleştirisi gibi algılandı. Aslında benim tartışmak istediğim bu olaydan yola çıkarak gerek dindarlar olarak ve gerekse diğer kesimlerin bazı durumlardaki tavırlarını konuşmaktı.
Nihayetinde Sevan bey’in yazısını okuyunca meselenin sadece bir din özgürlüğü sansür konusu olmadığı daha çok Taraf’ın yazarına kıymetini hissettiremediği kendisini iğreti hissettirmesi ile ilgli bir mesele olduğunu, sansur olayının bunun üzerine gelen bir taşma olduğunu düşünüyorum. Belki yazarın kendisi de yanılıyor olabilir bilemeyiz nihayetinde bazı insanların en büyük sermayesi sevildiğini desteklendiğini hissetmektir. Buna daha fazla ihtiyaç duymuş olabilir.
Ancak sansür yazısı ve arkasından gelişen kimi hadiseler beni düşünce özgürlüğünün sınırları ve toplumsal tepkilerdeki samimiyet üzerinde daha fazla düşünmeye itti.
Zira Taraf gibi zar zor ayakta kalan, bu günü de çıkaracak mıyız tedirginliğinde olan bir gazetenin bu yazı üzerine gelen tepkilerden etkilenmemesi, kendisini baskı altında hissetmemesi zor. Bu noktada taraf ı değil kendi reflekslerimizi tartışmak ihtiyacı duydum. Sansür yazısından sonra benim bildiğim kadarı ile Taraf Nişanyan”ın yazılarına son verilmesi, kınanması gibi taleplerle epey zorlandı. Bir kesimin ise söylemi bizler sizin ateist olmanızdan rahatsız değiliz ancak Ahmet Altan gibi şefkatli bize karşı nazik bir ateizm anlayışı istiyoruz oldu. Diğer küfreden hakaret eden kesimi bir kenara bırakıyorum. Bazı arkadaşlar Ahmet Altan ,Nişanyan kıyasımı yersiz bulmuş neden yaptığımı anlayamamışlar. Bu kıyas bir parça bu sebepledir. Keşke en güzeli nezaketi ve şefkati elden bırakmayan ancak bunun yanı sıra gerçek ilişkiler kurabilen bir temasımız olsa. Ancak eğer bir tercih söz konusu ise ben benimle çata çat pata pat kavga eden ama aramıza hiyerarşik bir mesafe koymayan’öteki’ modelini tercih ederim. Burada yine şu soru akla geliyor Altan kaka Nişanyan cici midir?
Bence bu şekilde olayları ve insanları kategorik değerlendirmemek gerekir. Sevan Nişanyan’ın bazı konularda fikirlerine tahammül etmekte zorlanırken bir başka yönden Ahmet Altan’ın Taraf’ın başındaki mücadelesini çok taktir edebilirim de. Şöyle diyelim bizler Ahmet Altan tarzı şefkatli ateistler istiyoruz diyen insanlara karşı benim de farklı bir kişilik olarak bir itirazım olsun bu kıyas.
Esas olarak tartışmak istediğim konuya gelirsek dindar kesim aslında sansür yazısı karşısında büyük oranda gayet mantıklı davrandı. Hatta beni şaşırtan bir şekilde bu tür yazıların yazılmasının bir hak olduğunu, bu yazılara alternatif olarak müslümanların da aynı üslup ile oyunu aynı kurallar içerisinde oynayarak karşı yazılar yazması gerektiğini, bu şekilde tepki göstermenin acizlik olduğunu söyleyenler de oldu. Bu görüşleri de ilgi ile okudum.
Ama benim ironi konusunda bir tavrım var. İroninin çok etkili, güçlü ve mutlaka doğru kullanılması gereken bir silah olduğunu düşünüyorum. İroni sadece zalime yöneltilmeli. Bir toplumda insanların kiliseye giden insanlara hadi oğlum görmüyor musun o heykel hah ha diye konuştuğunu, semah yapan bir aleviye döndün döndün de şimdi ibadet mi etmiş oldun dediğini ya da namaz kılan müslümana o kadar toz koklayacağına gidip iki sayfa yazı falan okusaydın bıdı bıdı aklınca kendine getirici sözler söylediğini düşünsenize. Bu bilginin ve insanları düşündürmenin değil barbarlığın dili olur. Ve bir süre sonra karşısındakinin içindeki barbarı uyandırır.
Ancak din konusunda tartışmak isteyen bunu da diplomat ağızlarla yapmak istemeyen insanlara karşı tavrımız ne olmalı. Burada bir tahammülsüzlük olduğunu ve bazı konuları çok tepkisellikle karşıladığımızı görüyorum. Bu hal bazen ürkütücü provokasyona açık bir hal alıyor. Bence bu noktada insanların farklı sesler duymaya konuşmaya ihtiyacı var. Eğer Şeytan Ayetleri kitabının yayınlandığı günlerde bu tür olaylara zihnen toplum daha hazırlıklı olsaydı acaba Sivas’ta o tezgahı kurmak bu kadar kolay olur muydu. Bizler hala Sivas’ı aramızda doğru dürüst tartışamıyoruz. Bir anda Selman rüştü gibi bir adama karşı İslamın izzetini koruyan bazı insanlara karşı siz her türlü hakarete eyvallah diyen, kesim haline geliyorsunuz.
ikinci bir konu da tabi samimiyet meselesi. bana yıllarca Hoca, Üstad sıfatı ile yemediği herze kalmamış adamların arkasında duran onlardan nemalanan çevreler bir anda islama hakaret edildi manşeti attığında içimde bir şeyler isyan ediyor. Bunun arkasından ne gelecek bakalım diyorum. Bazen de samimiyetsizlik kasıtlı değil ama farkında olmadan psikolojik sebeplerle oluyor. Kendimize yakın gördüğümüz mağdura desteğimiz ilgimiz had safhada abartılı olurken aynı mağduriyeti bir başkası yaşadığında tepkisiz geçebiliyoruz. Basit bir örnek isterseniz Tevhide olayı ile Ceylan olayı gibi, holokosta ağlayanların filistin’e susması Filistin’e ağlayanların Kürt meselesindeki sessizliği gibi vs. vs. gider…
Enver Bey Nişanyan’ın o yapılanlara nasıl tahammül ettiğini sormuş. Bilemeyiz en doğrusunu olayı yaşayan taraflar bilir. gerçekten manzara o kadar vahim miydi ya da gitgide mi ağırlaştı. Nihayetinde Sevan bey’in çok tepki alan iki yazısı da yayınlandı taraf’ta,
Ama bazen de insanlar ani sert kopuşlar yaşamazlar. tavırları farklıdır. Mesela Enver bey siz Taraf’tan üç dört kişi haricinde kileri belli hayal kırıklığı sebebi ile okuyamadığınızı söylüyorsunuz. Ben bu şekilde radikal kopmam. eğer böyle olacak olsam dünya tarihine eser vermiş pek çok insanın yediği herzeler yüzünden romanlarını yazılarını vs. okumamam gerekir tepkilerim de aşama aşama yükselir. bir anda patlamaz. böyle bir şey olabilir bilemem.
selamlar.
Yazan:özlem Tarih: Oca 10, 2010 | Reply
demiş Beytullah Bey. Çok doğru. Biliyorsunuz Ceylan olayının arkasından buluşan kadınlar bir kampanya düzenlediler. bu kampanya metnine pekçok gazeteden dindar kimliği ile bilinen hemen hemen tüm kadın yazarlar ve birçok stk temsilcisi imza attı. Metin yine birçok gazetede yayınlandı birgün gazetesinden yeşillere kadar mutlulukla karşılandı. Ancak Ahmet Altan’ın dindarlara sorular yönelttiği taraf gazetesi defalarca hatırlatılmasına rağmen haber yapmadı. haber yapmamanın ötesinde cevap dahi vermedi. Sonrası ise daha can sıkıcı.
Neyse detaya gerek yok. Mesele şu ki aydınlarımızın gerçekten dindar kesime yaklaşımı hastalıklı. Gerçek bir ilişki yok.
Kurulmak da istenmiyor. Eğer taraf gazetesi dindarlarla gerçek ilişkiler kurabilseydi buna tenezzül edebilseydi iki yazıyı budamaktan çok daha fazla destek alırdı gibime geliyor.
Herhalükarda yapıp ettikleri ile desteği hak ediyor ama bu üsttenci yaklaşımla ne kadar mümkün bilemiyorum:(
Yazan:MY Tarih: Oca 10, 2010 | Reply
Kurumlara “erdem” gibi insanî kaliteler atfetmek ne kadar verimli olabilir bilmiyorum.
Dürüst buzdolabi veya asagilik bir otomobil olabilir mi?
Taraf’ta iyi insanlar var. Bazilari ayni zamanda iyi gazeteci. Bazen maddî çikarlarini bazen de ahlâk prensiplerini çigniyorlar… herkes gibi, herkes kadar.
Diger gazetelerin yapam
Adigi bazi seyleri yaptilar diye ne kadar umutlanmali?Yazan:özlem Tarih: Oca 11, 2010 | Reply
Tabi burada taraf gazetesi ile kast edilen taraf yöneticileridir. Onlar da kurum değil. bu olay karşısında nedenini sorduğumuz zaman üç farklı yönetici tavrı gördük. Ahmet Altan her zaman olduğu gibi cevap vermeye tenezzul etmedi. Bir baska arkadaşın ki son derece kırıcı, küçümseyici bir cevaptı. Bir de Markar Bey vardı cevap veren o ise hakikaten çok nazik ve gönül alıcı, duyarlı bir yanıt verdi ve özür diledi. Dediğiniz gibi kurumlar insanlardan oluşuyor ve insanlar farklı farklı. Gerçek ilişkilerden kastım da bu.
Yazan:inan Tarih: Oca 11, 2010 | Reply
bu yaziyi okuyunca acaba islam bir rönesansin esiginde mi diye dusunmeden edemedim. evet oyle mi acaba? bu gercekten mumkun mu?
Yazan:Fırat Ozgener Tarih: Oca 12, 2010 | Reply
bence dindar kesim çok az bir grubu dışında bu sınavdan çaktı. Sayın Berat Özipek “Nişanyan’ı kimler affetmez” diye güzel bir yazı yazmıştı, bir de Nişanyan’ın kendi gazetesinden Yıldıray Oğur, onların dışında böyle yazıları herkes yazamadı. Sonunda ister adına samimiyetsizlik deyin, ister başka bir şey; Nişanyan’ın kovulduysa kovulma sebebi, yazılarına baskılar sonucu ara verdiyse de bunun sebebi dindar insanların tepkileridir. Ahmet Altan içten içe kendisi de Nişanyan gibi düşünse bile okurun sesini dinledi, bu samimiyetsizlikse bile bence suçlanacak bir şey değil, o zamanlar niceleri “Nişanyan’ın köşesi önceden kontrol edilip öyle yayınlansın” dedi, “bu işin sorumlusu Taraf gazetesidir” dedi. Gazeteyi dindar insanlar mail ve protesto yağmuruna tuttular ve Altan da özel bir gıcığı olduğu için değil bunlardan ötürü yazarın üstüne gitti. Nişanyan da baskının sebebinin bu olduğunu teyid etti. Ve bu baskıyla yazmak istemediğini söyledi. Yazıları bitti.
Özlem hanımın ya da bu forumda yazan diğer insanların o dönemki tavrını bilmiyorum, ama o zaman saydıklarım dışında bu baskının oluşmasına destek olmamış dindar pek görmedim, 50 bin satmayan gazetede çıkan iki paragraf yazı için 800 binlik gazetelerde cevaplar döşenildi koca koca. Özgürlükçü bilinen Nihal Bengisu Karaca bile dahil bu tepkiselliklere.
Hala bu yazıya yazılmış ilk yorumda olduğu gibi şeyler söyleyen de var, olay bu raddeye gelince bir anda tavır değiştirenler, sanki adamı attıran kendi tepkileri değilmiş gibi yaklaşan ifade özgürlüğü meftunu kesilen dindarlar da, her ikisi de yanlış bunların. Dindarlar bir türlü kendilerine genel bir tavır belirleyemediler, sorun bu.
Ve kendilerine de olaya da yakından bakınca bunu görmüyorlar, ama biraz mesafeli bakınca olup bitenin kendi kalesine bir kez daha, bir kez daha gol atmak olduğu anlaşılıyor. Yarın insanların aklında oydu buydu, samimiyetti falan kalmayacak. “Dinciler Nişanyan’ı attırdı” kalacak. Şimdi yara sıcak olduğu için acı duyulmuyor, kimse de çıkıp bu tepkiyi henüz vermedi, ama yarın verecekler. Bence ona ne cevap verilecek, bunu düşünün.
Yazan:eg Tarih: Oca 12, 2010 | Reply
fırat bey o dönem nişanyan’a “cevap” yazan bütün müslümanarı nişanyan’ın atılmasıne sebep olarak göstermiş. oh ne güzel dünya! bir köşe sahibi olan kişi, herkese “sallama” hakkını kendinde görecek; ama ona kimse cevap yazamayacak. cevap yazarsa, hasbelkader bir şekilde işten atılıra cevap yazılan kişi, cevap yazan sorumlu olacak…benim bildiğim cevap yazan hiçbir kişi, nişanyan’ın sansürlenmesi ya da atılması yönünde bir tutumla hareket etmedi. hatta nişanyan’ın “üstten bakan” bir üslupla bence oldukça çirkin cevaplar yazdığı cihan aktaş, hiçbir şekilde edebini bozmadı nişanyan’a karşı. bakın ben ne yazmışım kısaca:
********************
Benim anladığım anlamda demokratlık, kendisine bakarak ötekinin mutlak olarak ne düşündüğünün bilinebildiği ve bu yüzden de yolunu tamamlamış olmanın şehvetine sahip olunan bir şey değildir. Demokrat, liberalizmin bireyinin tersine, “insan” olmak için uğraşır. Liberal bir birey için özgürlük adeta başkalarına hakaret edebilme özgürlüğüdür. Bu yöndeki engellemelerin hepsi fikre yapılan sansür olarak değerlendirilir. Ama demokrat insan, fikre sansür uygulanmasını asla talep etmezken, kendisini ötekiyle ilişkiyi nasıl kurabileceği yönünde dinamik olarak konumlandırır. Yani kendisine bakarak ötekini anladığını ve bu açıdan da yaptığının mutlak doğru olduğunu iddia etmez. Ötekiyle ilişkisi, öğrenme ve ikna süreçleri ile devamlılığı olan bir ilişkidir. Çünkü bilir ki “ben öteki olmadan asla tamamlanamaz”. Bu açıdan dindar olmayan – hatta ateist olan – bir demokrat bile, bir dindarın (Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist, Taoist vs. hiç fark etmez) üzerinde yoğun olarak hakaret etkisi yaratabilecek şeyleri söylememeye çalışır. Dindar bir demokrat da aynısını yapar!
Nişanyan’ın yaptığına karşıt, bir demokrat, özgürlüğü, insanlara ve onların kutsallarına hakaret etmenin bir ehliyeti olarak görmez. Özgürlük, insanın kendisini “oldurması” için bir araç olarak önem kazanır demokratlıkta. Bu demek değildir ki eleştiri olmaz. Eleştiri olur, hem de ilk önce kendisinden başlayarak… Ama bunda bile demokrat, eleştirdiği insan veya toplumla hemhal olmaya özen gösterir. Ancak bu şekilde o insan veya toplumları anlayabilir, tanıyabilir çünkü. Yine eleştiri mutlak bir “son bilgiye” sahip olan bir insanın diğerine eleştirisi değil, yolda olduğunu ve o yoldaki durumunun mutlak doğru olmayabileceğini bilen bir insanın eleştirisi olarak önem kazandığı için, bu eleştirilerde her zaman bir edep çizgisi korunur.
Peki, bir demokratın Nişanyan’ın eleştirilerine karşı tavrı nasıl olur? Öncelikle bir Müslüman olarak, liberal olmayı değil ama demokrat olmayı kendimle uyuşturabildiğimi söyleyebilirim. Bu bakımdan Nişanyan’ın, söylediği sözleri söylemesinin engellenmemesi, yasaklanmaması için onunla birlikte mücadele vermeye hazır olduğumu söylemeliyim. Ama yazının kendisine geldiğimizde, yazılanların mutlak bir “ciddiye almama” tavrı ile değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira kişisel ilişkilerde de, toplumsal ilişkilerde de bir tarafın diğerine ilk söylediği şeylerin hakaret olduğu bir yerde iletişimin olamayacağını düşünürüm. Mesela bana en uzak ideoloji olan Kemalizm’e bile eleştiri getirirken, bunu kişileştirmek ve değerli kabul edilen kişilere hakaret etmek bana çok edepli bir eleştiri gibi gelmez.
Son tahlilde, liberal birey adeta her şeye hakareti kendinde hak gören bir atomcuktur. Demokrat ise, insanlarla birlikte yaşaması gerektiğini bildiği ve insanlarla hemhal olmayı ana düsturu olarak belirlediği için, kendisine bakarak ‘ötekini’ bilemeyeceğini ve anlayamayacağını bilir. Eleştirir, ama bu eleştirilerde bile tutturduğu bir edep düzeyi mutlaka vardır.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Fırat bey,
bence meseleye çok dışardan ve indirgemeci bakıyorsunuz. O dönem Nişanyan a üç ayrı tavır mevcuttu. Birincisi küfür cephesi. Bu cephenin yazdıkları okunursa insanların daha çok ırkçı bir dil ile konuştuğu görülür. İkincisi vakit gazetesinin gaza getirdiği çevreler. ya da kendiliğinden gaza gelenler. Ki vakit gazetesinin böyle zamanlarda pırtlayan bir misyonu vardır. Ben karanlık bulurum. Cihan Hanım gibi seviyeli eleştirilerden Nişanyan ın kendisi de çok mutlu olmuş, böyle tepkilerinde çok olduğunu oldukça bu eleştirilerden sarsıldığını yazmıştır bir yerde. Hatta bazı dindarlarca gösterilen sevgiden kendimi yumuşak bir yastıkla boğuluyormuş gibi hissettim diye bir cümlesi var.
Nişanyan polemiği çata çat kavgaları çok seven bir insan. Farklı birisi. Köşesinden ona karşı yazdılar lafı en çok onun hayat felsefesine aykırı. Çünkü kavgayı çok seviyor zaten. Emin olun:)
Bir de Bekir bey gibi destek verenler de var tabi.
Benim eleştirim tahammülsüz, çabuk gaza gelen, ikna ve tartışmayı reddeden grubadır. Hatta korkum da. Ama boyle bir güruh geneli temsil etmese de böyle zamanlarında gayet etkili olur. Hele ki Taraf gibi zor ayakta kalan bir gazete için.
Ben de Nişanyan ın yazılarının bitmesine çok üzüldüm. Ama acısını da herkesin kafasına bu sefer bu yönde tavayı geçirerek çıkaramam.
Maalesef Fırat Bey insanlar bir tornadan çıkmış gibi olmuyor. Küfreden de oluyor, seven de , edeplice eleştiren de. Yanlış davranış tarzıyla kıyasıya mücadele edelim ama herkesin de üstünü çizip bak siz yaptınız , hadi bakalım şimdi ne diyeceksiniz demek de hiç hakkaniyetli değil.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
bu arada biraz hastayım. Cümlelerimi doğru dürüst toparlayıp yazamıyorum. farkındayım. ama ama diye gidiyor. Kusuruma bakmayın.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Bence Nişanyan ın Cihan aktaş a yazısı da hiç küstah değil çok ölçülüydü. Eşek muhabbeti yazısından sonra Cihan Aktaş ın yazdığı karşılama yazısı da çok güzeldi. ve ali bulaç ın yazısı da çok sağduyulu idi. İyi şeyleri de görmek isteyen görebilir aslında.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Fırat bey,
Sizin dindar kesimden beklediğiniz anladığım kadarıyla tamamen tepkisiz, sinirleri alınmış bir topluluk olmaları. Nişanyan yazıları, son derece irrite edici ve üslup açısından oldukça nahoş yazılardı. Kendisinin ne derece nazik bir beyefendi olduğunu bilen bir çok insanı hayal kırıklığına uğrattı. Bu yazılardan sonra birçok dindar insan Taraf gazetesini desteklemeyi bıraktı. İnsanların, kendi değerlerinin aşağılandığı bir gazeteyi almak istememesinden doğal bir şey olamaz. Bunun olmaması ise insan tabiatına aykırı bir şey.
Fakat sonra bir şey oldu, Sevan bey birçok insanı çok anlamsızca incittiğini ve yanlış yaptığını anladı ve kibarca incittiği insanların gönüllerini aldı.
Bu süre içinde dindar kesimin yazılarında gördüğüm oldukça olgun, ağırbaşlı ve entelektüel karşılıklardı. Bir tek “Vurun Kahpeye” yazısı okumadım. Bunca zaman geçtikten ve münakaşanın üzerinden çok sular aktıktan sonra Nişanyan’ın işine son veriliyorsa yanlış yapılıyor. ama tutup “hep sizin yüzünüzden, Taraf almadınız tirajı düştü, tepki gösterdiniz işte böyle oldu” yaklaşımı pek adil değil. Tepkiyi hakeden yazılardı ve doğal olarak tepki gördü. Tüm matematik, mantık, psikoloji, sosyoloji kuralları bunun böyle olacağını söylüyor.
Yazan:eg Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
özlem hanım, nişanyan’ın eşek muhabbeti başlıklı özür yazısından önce olanlardan bahsediyorum. cihan hanım da nişanyan’ın sansür yazısına bir cevap yazanlardandı. o yazısı üzerine nişanyan – benim üslubunu çok üstten ve alaycı bulduğum, bu yüzden de çirkin bulduğum- bir cevap yazdı cihan hanım’a. cihan hanım bu yazının üzerine bir cevap yazmadı. hatırlıyorum, zira cihan hanımla o sırada bu konuda emailleşmiştik…
eşek muhabbeti ve özür sonrası olanları ise pek takip etmedim. zira benim için nişanyan’ı okuma serüvenim sansür yazısından sonra fiilen -eskaza denk gelirsem ve ilginç bulursam okurum- moduna dönmüştü.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Geçmiş olsun Özlem hanım.Acil şifalar dilerim.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Tesekkur ederim Aziz bey.Çok naziksiniz.
Enver bey soylediginiz yaziyi hatirliyorum. Cihan Benim 20 yildir tanidigim bir arkadasim. Son derece hassas, sanatçı ruhlu, kirilgan bir insan. Cok çok severim. Sevan beyi ise bir forumda tanidim. Epeyce din ve baticilik uzerinden polemigimiz oldu. Onun uslubu icin o yazi o kadar narin bir yazi ki:) inanamazsiniz. Zaten yaptığından ötürü üzüldüğü için o kadar kısık sesli bir yazi ve eşek muhabbeti yazisini yazdi. bu samimi üzüntüsünü bir yerde röportajında söylemişti. yalniz ben ayni sekilde kirilgan degilim. mesela bu polemiklerde sansur yazisindaki gibi ifadeler olmadigi zamna(o yazidaki uslubu haric tutuyorum) Nişanyan ile kavga etmekten çok mutlu oldum. Çok şey öğreniyorsunuz, her şeyi söyleyebilir, kızabilirsiniz ama entelektuel seviyesini inkar etmek haksızlık olur. İnsanlarla girdiği birebir ilişkiyi de taktir etmemek mümkün değil. Bugün bir yerde iki satır yazan insan bakıyorsunuz inanılmaz havalara giriyor kimse ile muhatap olmuyor. bir insanın oturup mesela haydan gelen yazısı için 116 dindara , sansur yazısı için yüzlerce insana maille laf yetiştirmesi çok ilginç. o kadar gazete yazısı ve kitap çalışması arasında. Bunu da çok taktir ediyorum…Onun insanlar ile kurduğu ilişki tarzı bu. Mesele de bu zaten. Biz bizden farklı olanı ne kadar kaldırabiliyoruz bu yazının da konusu düşünce özgürlüğü tartışmasının yanında bir yerde de bu.
Tabi kimse kırıldığı yerde irtibatını sürdürmek zorunda değil ama ben sıradışı ve zeki insanları seviyorum sanirım. O yüzden de pervasızlıklarından çok alınmıyorum. tabi benim de sınırlarım var. Onur kavramını da severim mesela.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Yani bir taraftan zihnimi kurcalayan şey de şu. ben de nazik, düşünceli, nefsini terbiye etmiş insanları çok seviyorum. Öyle insanlarla muhatap iken çok daha güvendeyim adeta. Ama tarihe de baktığımda nerde sıradışı bir zeka, yaratıcılık görsem orada bencillik, aykırılik ya da pervasızlık da buluyorum aynı zamanda. Sokrat’tan, diyojen’e, oradan tolstoy’a ,Nietzsche ye , stefan zweig a aklıma gelmiyor bir sürü bilim adamı, edebiyatçı veya filozofa baktığımda diyorum ki bu adamlar ya toplumlarının başbelası, ya melankolik ya da aykırı insanlar. benim bildiğim edebiyat ve felsefe alanında hiç de ciddi bir neden yokken intihar eden, ya da toplumlarınca lanetlenen, bulundukları ortama göre deli bozuk davranan bir sürü adam var. Bunların hepsini susturabilseydik dünyanın hali nice olurdu.
Öte yandan belki doğanın bir dengesi bu susturma hali bütün toplum da bu şekilde ‘arızalı’ adamlarla dolu olsa yine insanlığın hali nice olurdu da diyebilirim.:)
Sanırım hayatın içinde bir denge var.
diyorum ya şeytanın avukatlığı bu.:)
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
özlem hanım,
Nişanyan da kendini “kral çıplak diyen çocuk” olarak görüyordu zaten. Bence okuyorsa yazdıklarınızdan iyi gaz almıştır. Bence ihtiyacı olan bu değil. Kendisini pek fazla önemsiyor ve burnundan pek fazla da kıl aldırmıyor. Tüm bu özür yazılarında bile bu halinin ortadan kalktığına dair hiçbir emare yoktu.
Nişanyan’ı; Nietzche, Zweig, Tolstoy, Sokrat kategorisine sokmak… Evet, entelektüel birikimi yüksek, cesaretli bir yazar ama bundan fazlası değil.
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Neyse beni okur gaz alır (okursa) sizi okur gazı söner. Geçinip gideriz.:)
Allah aşkına bundan fazlası olmanın ölçüsü nedir siz biliyor musunuz. Kimin ederinin ne kadar olduğunu ya da bundan bir 100 sene sonra olacağını nasıl tartabiliyoruz. Bir kere saydığım insanlar gibi değil tabi. alanları kategorileri farklı elma ile armutları toplamak olur bu.
Gaz verip vermemek kadar kime ne için gaz verdiğiniz de önemlidir. Sizce ben bir insanın din ile alay etmesini haklı bulacak şekilde bir gaz verdim mi? Ama iyi bir şeyler gördüğümüzde evet birbirimize gaz vermeyi de bilmek lazım. Ben gocunmam valla. İyi bir şey gördüğümde çok iyi gaz veririm.
Yazan:Fırat Ozgener Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Ekrem bey, ben tiraji dustu demedim, protesto edildigini soyledim. Nisanyan da durumu boyle acikliyor, siz benimle degil onunla tartisin. O diyor ki ozetle:
“Ben din uzerine yazdim ve yazilarim bu yuzden sansurlenmeye basladi, nezaketsizce yazilarim kesildi, fircalandim, ustelik olum tehditleri aldim ama gazetenin bana sahip cikacagini hissetmedim.”
Bence ya siz ya ben bir hata yapiyoruz. Siz diyorsunuz ki baska tur tepkiler de vardi ve adami kovduracak bir sey yapilmadi, zaten cok sonra kovuldu. Iyi de neden adamin adina konusuyorsunuz ki? O oyle mi diyor? Yoksa tersini mi diyor? Adam magdurum, beni bunlar magdur etti diyor, siz de diyorsunuz ki hayir magdur olmadi, etmedik. Peki o zaman siz benle degil niye Nisanyan’la tartismiyorsunuz? Nisanyan yok yere mi sucluyor? O zaman oyle deyin. Nisanyan durup dururken dindarlara camur atiyor, oysa yazilari icin cok para istedi ve o yuzden kovulmustu deyin. Ya da Ahmet Altan’in ona mesela firtina kelimesinin anlamini yanlis yazdigi icin gicigi vardi, dindarlara bulasmasini bahane etti deyin. Ben degilim ki sizin muhatabiniz.
Bakin, dindarlarin tepkisi yuzunden bunlar oldu demek bunu sahsen sizin yaptiginiz anlamina gelmez. Siz veya sayin eg gibi dusunmeyenler de vardi, bunlar sebep olmadiysa kim oldu? nisanyan onlar sebep oldu diyor, siz degil diyorsunuz. Siz aciklayin o zaman kim sebep olduysa kovulmasina. Ahmet Altan dindarlara kotuluk yapmak icin, ustlerine kalsin diye pireden oturu yorgan mi yakti?
Yazan:özlem Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Fırat bey bir kere benim bildiğim kadarı ile Nişanyan kovulmadı. Kovuldu kelimesini ısrarla tekrarlamanız bence üzücü. Ancak yazılarının sansürlenmesine onurlu bir tepki vererek kendisi ayrıldı. Büyük ihtimalle 15 günlük sürenini sonunda gizli protestosunun anlaşılacağını aranıp sorullacağını düşündü. Bu nezaketi de görmeyince ayrıldı. Eğer bizim bilmediğimiz bir şey varsa başka.
İkincisi kendi yazısında ki sözleri zaten başından itibaren bir iğreti konumu olduğu. Burada suçu tümüyle dindarlara yıkmıyor.
üçüncüsü evet son noktaya gelişi bu olay sebebi ile ama benim gördüğüm kadarıyla külliyen sizin gibi herkesi çaktı sınıfta kaldı gibi suçlamıyor.
Ancak bu söylediklerim yazıdaki fikrimi değiştirmiyor. Ben inanç tartışmalarında bu toplumda büyük oranda bir tahammülsüzlük olduğuna inanıyorum. Bir futbol maçı için adam kesip biçen atmosferi hepimiz soluyoruz.
Bence bu işin başında bir yerlerde hata var.
1. Bir şekilde inanç söz konusu olduğunda her şeyin tartışılması gerektiğine inanıyorum. Mesela işin başına dönersek ilk sansürlendiği iddia edilen yazı peygamberimizin küçük bir kadın ile evlenmesini konu edinen bir yazı imiş. Üslubu rencide ediciliği nedir bilemiyorum ancak böyle bir yazı da eğer hakaret içermiyorsa tartışılabilmeli. Bizler konuşmadiğimız zaman bu fikirler toplumun belleğinden siliniyor mu? Ben ilk defa böyle alaycı bir üslupta bunun konu edilişini lisede sosyoloji hocamdı galiba ondan duydum. Peygamberimizin aile hayatı hakkında hiç bir şey bilmiyordum ve müthiş sarsıldım. Zihnen hazırlıksızdım ve araştırabileceğim hiçbir alternatif kaynağa da sahip değildim. Mesela bu konu vesilesi ile Hidayet Hanım’ın bu konuda güzel araştırmaları var onları da öğrenebilirdik.
2. tartışmanın da belli bir adabı usulü kuralları vardır. Boks maçı yaparken bile rakibin belinden aşağı vuramazsınız. Kimse belden aşağı vuran bir rakiple oynamak istemez. Eğer rakip ısrarla belden aşağı vuruyorsa doğal olarak tepki alır. Bu tepki toplumun tahammülsüzlük seviyesine göre değişir. Benim için o yazarın yazılarını okumamak eğer belaltı vuruşları sürekli ve insafsız ise gazeteyi almamaktır mesela. Daha ilkel bir canlı için başka türlü. Her türlü haksızca yapılan hareket bizim de içimizde bir barbarı uyandırır. Bu barbarı baştan kontrol etmek gerekir. Bu noktada insanların haksızlık yapanı eleştirmemesi, a ne var ki canım bunda siz de tahammüllü olun demesi toplumdaki adalet duygusunu zedeler. Adaletin olmadığı yerde konuşan mafyanın adaletidir.
3. Evet bence bir gazetenin bir etik, ahlak anlayışı olmalıdır. Alay ve hakaret haksız yere yapılan belaltı vuruşlardır. Bu noktada bence bir yayın yönetmeni de bir bostan korkuluğu değildir. Anacak en güzeli bence insanları ikna ederek yönetmektir. Mesela dindar dostlarımız incinir asla rasyonalist bir aklı ikna edecek bir cevap değil. Yani sen haklısın bunu yapma hakkında var, hatta bunu yapman belki daha insanları uyandırma açısından güzel ama dindarları incitmeyelim. Bana bile bir şey ifade etmiyor.
4. Peki toplumda işlerin kontrolden çıktığı yerde ne olur. İşte vakit gazetesi gibi gazeteler ermeni yazar başlıkları atar öbürü başka bel altı vurur vs. bence bunlar da zamanında eleştirilmesi gereken tavırlar.
5. Peki alaycı bir üslupla dini tartışmak isteyen kişiye destek vermedi diye dindar yazarlar suçlanabilir mi? bence çok büyük haksızlık. Bu insanlar kendileri toplumla insanlar ile bu şekilde mi ilişki kuruyorlar ki bunu öteki için savunmasını bekliyorsunuz. Bu insanlar mesela Hristiyanlığı bu üslupla mı tartışıyorlar? yerli yersiz alaycılık bir nevi şikedir. Maça bir sıfır önde başlama çabasıdır.
neden savunayım. Ama inancı tartışmayı sonuna kadar savunurum o ayrı.
Zalim ile mücadele bir nevi harp halidir. orada belaltı bel üstü vurdun bakılmazZalimleşene benim hakkımı yiyene, ironiyi kullanabilirim. Peki müslümanlık bir ateistin zalimimidir ki alaycılığı islam için kullansın.
6. Tabi insanlar bir şeyi yaparken o kadar ince eleyip sık dokumaz çoğu zaman. O an tepesi atmıştır yazıverir. Sonra da gönül almaya çalışır. Gönül almaya çalışmak da bir erdem. Bunu da görmek lazım(dı)
Yazan:beytullah emrah Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
şu sıralar sorumluluğu başkası atmak, işin içinden çıkmanın popüler yolu oldu…
o zaman modaya uyup şöyle mi diyelim: ben özür talep ettiğim için suçluyum, o halde siz de gazeteyi arayıp, mail atıp, faks filan çekip nişanyan’a yazılarındaki üslubundan ötürü tebrik edip, desteğinizi göstermediğiniz için, “bizim” karşımızda onu yalnız bıraktığınız için bir oranda suçlu sayılırsınız…
dediğiniz gibi olsun, “dindarlara bulaşmayacaktı!” nasıl bir bulaşıksak artık dokunan yanıyor?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Fırat bey,
Madem Nişanyan adına konuşmayacağız o, bu durumdan dindarları mı yoksa gazete yönetimini mi suçlamış kendi yazısına bakıp karar verelim.
Ayrılma sebepleri:
Yorum: Demek ki en baştan beri bir problem vardı.
Yorum: Kamuoyunda tepki toplayan bir isimle çalışmak konusunda yönetimin başından beri çekinceli olduğu açık.
Yorum: Bu da gazete yönetimiyle ilgili yaşadığı bir sorun.
Yorum: Nişanyan uzunca bir süre din konusunda hiçbir şey yazmadı. Demek ki sorun “başkaydı”.
Yorum: Demek ki yönetimin yazıları en azından takdir etmesi, ve büyük oranda parasız adam çalıştırması gibi anormal bir durum var.
Yorum: Demek ki başından beri varolan bir “aykırı adam alerjisi” bu olayla su yüzüne çıktı. Bunu dindarlar ortaya çıkarmadı. Zaten vardı. Bugün olmasa yarın ortaya çıkacaktı.
Yorum: Nişanyan dindar kesimi değil; yazdıklarından ötürü zarar gördüğünü düşünen GYY’ninin kitabını bile tanıtmamasına içerliyor.
Yorum: Ticari bir müessese olan gazetenin hayatta kalması için bir Genel Yayın Yönetmeni bu tip konularda hassas davranmış. Ve uyarıda bulunmuş. Sonuçta bir ticari müessesedir. Kar kaygısı vardır, bilançosu, masrafları vardır. Bir gazetenin yayın politikası, bunları da içerecek şekilde düzenlenir. Eğer amaç polemik yaratmak ise, bunu başka şekillerde de yapabilirsin. Bir gazete yönetimi, bir yazarından ötürü zarar görmek istemeyebilir. Ve bu gayet doğaldır.
Yorum: Bu konuyu önemsemediğini ifade ediyor. Ayrıca ölüm tehdidinde bulunanlar dindar insanlar değil.
Yorum: Gazete yönetiminin arkasında durmamasından şikayeti. Dindar insanlardan değil.
Yorum: Demek ki bu saçmalıklarla uğraşmama ve özgürlük için ayrılma kararını alan Sevan bey.
Şimdi bütün bu yazı içerisinde tek bir cümlede ima ile dahi olsa en ufak bir “dindar güruh yüzünden böyle oldu” iması yok ve siz hem kendiniz bu yazıdan “dindarlar yüzünden atıldım” sonucunu çıkarıp, hem de benim Nişanyan’ın söylemediği şeyleri söylediğimi iddia ediyorsunuz.
Bence sizin Nişanyan’la bu konuyu konuşmanız daha isabetli olacaktır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
özlem hanım,
Nişanyan’ın ileride büyük bir yazar/düşünür olarak anılmasını çok isterim ama bunu Elbiseloji yazısındaki entelektüel derinliğiyle (!) yapacaksa, işinin zor olduğunu söylemek lazım.
Herhalde entelektüelliğin bir “olma” sınırı var ki, bir çoğu bu eşikten atlayamıyor ve narsizmde çakılıp kalıyor. Umarım Nişanyan eşiği atlamayı başarır.
diğer saydığınız isimlerin bir çoğunun ortak özelliği hayatları boyunca umutsuzca mutlak gerçeğin peşinde koşmaya devam etmeleri; gerçek benim avucumdadır diyen insanlar olmamaları.
Ben size gerçeği aşikar kılan, kral çıplak diyen çocuğum diyen bir entelektüel ise ben tanımıyorum. Galiba Atatürk demişti buna benzer şeyler. Onunla aynı listeye koyabiliriz memnun olacaksa 🙂
Yazan:özlem Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Ekrem Bey yorumunuza ben de katılıyorum. Ancak şuna da katılıyorum ve öfkemi alamıyorum ki bu tür durumlarda ‘dindarlar’ adına hareket eden bazı bence karanlık çevreler var. Mesela ne alaka ki Vakit gazetesi Ermeni yazardan İslam’a hakaret başlığı atıyor. Yazarın Ermeni olması ile ne alakası var. Ya da batman da bir takım insanlar toplanıp protesto gösterilerinde bulunuyorlar kimdir bu insanlar. Neden bu çevreler yıllardır böyle provakatif eylemler yaptıkları halde içimizde eleştirilmez. DD için konuşmuyorum bizlerin bu eleştirileri yapmakla ilgili hiçbir problemi yok. Ancak bu eleştiriler yapılmıyor. Hüseyin Üzmez vakası yaşandığında bu olaya karşı tepki veren bir grup kadına Vakit gazetesinin atmadığı iftira kalmadı. Doğan medyasından para almalarından tutunda, Lut kavmi ile uygunsuz ilişkiler kurmalarına kadar yayınlar yapılıp okuyucu kitlesine hedef gösterildiler. Şantaj yapılmak istendi. Kimileri tek tek hedefe konuldu. Bu olayları paylaştığımız çevreler ya siz de yapmasaydınız ya da aman bulaşmayın bu işi kapatalım gitsin moduna girdiler. Sonuçta bu kadınların hepsi sustu. ben de bunu anlamıyorum. Bir toplumun cahillerinin verdiği barbarca tepkileri bir çevreye mal edemem ama bazı çevreler artık bu ülkede sistemli olarak bir şeyleri kışkırtıyorsa, mafyavari hareket ediyorsa ve içimizde hiç eleştirilmiyorsa bunu da anlamakta zorluk çekiyorum.
Bence Fırat bey Nişanyan’ı çok seven birisine benziyor. Ve Taraf a yakın birisine. Herkes kendi sorumlulğunu yüklensin.Öz eleştirisini yapsın. Böyle çok daha kolay yol alırız gibi geliyor.
Yazan:özlem Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Ben bu kıyası yaşadıkları hayatlar açısından yaptım. Yoksa Nişanyan bir filozof değil. Kendi alanındaki kitapları çalışmaları da elbette çok kıymetli.
Yahu Ekrem bey kadınlarda şöyle bir olay vardır. Mesela birisi çok güzel bir kadına hayrandır. Greta Garbo diyelim. diğer kadınlar kadını görünce iyyy bu muymuş ressmen bacakları çarpık, ninem bundan güzel falan derler.:) Bunun erkek versiyonu falan mı böyle
Ataya benzetmeler falan:)
Onu bırakında Cumartesi Ankara da Trafalgar meydanı eylemi kuruyoruz. Siz Ankara’daydınız değil mi? Gelebilecek misiniz?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Vakit gazetesi mainstream dindar camiayı temsil etmiyor. Adamların her yazısına laf yetiştirmek durumunda değiliz. Aynı şeyi Zaman gazetesi yaptığı zaman ise eleştiriyoruz zaten.
Benzetme konusuna gelince… Bizim erkeklerde de şöyle bir durum vardır. Askerde uzun süre kadın yüzü görmeyenler, her gördüğü kadını Greta Garbo sanır. Dikkat edin onlardan olmayasınız 🙂 Atatürk örneğini özellikle verdim. Sevan bey, Atatürk’ten pek hoşlanmaz ama narsistlik ve pozitivistlik konusunda birebir örtüşüyorlar. Kusura bakmasın, bu böyle…
Ankara’lıyım amma İstanbul’dayım maalesef, eyleminizde başarılar.
Yazan:özlem Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
:)) güzel…