Hrant abimi andım
By Konuk Yazar on Oca 16, 2010 in Ermeniler, Milliyetçilik, Ulusalcılık, vicdan
Tuzla’dan önce Gedikpaşa da bir kilisenin alt katında yatakhane ve yemekhaneden ibaretti ikametgahımız. Bir minik top sahamız bile vardı. İşte buranın adı da Joğovaran’dı.
Joğovaran; kelime anlamı, toplanılan yer olduğunu çok sonraları öğrendim. Burada hiyerarşik bir düzen değil, aile düzeni vardı. Görevlilerimizden erkek olana, baba anlamına gelen ‘’hayrig”, bayan olanına ise, anne anlamına gelen ‘’mayrig” diye hitap ederdik. Benim hatırladığım ilk hayrig; Aleksan’dır, ilk mayrig ise; eşi Vartanuş’tur. Aleksan hayrigten önce de; Agop ve eşi Yerçanik mayrig kısa bir süre görev yapmışlar.
Kız kardeşlerimizin bir kısmının kaldığı yer,İncirdibi Ermeni Protestan okulunun yanındaki binaydı, 1968’de Mardin ili, Silopi ilçesi mezrasında yaşayan Varto aşiretinden katılımlar olunca, nedendir bilmem ama çok sevinmiştim. O zaman Joğovaran’ın mutfağının karşısında, kiler olarak kullanılan bir odayı da kızların kalması için düzenlemişlerdi. Artık kilisenin altındaki evimizde, kız kardeşlerimizle birlikte kalıyorduk. Banyoyu ayrı günlerde fakat üç tane olan tuvaletleri ve lavaboları birlikte kullanıyorduk.
Joğovaran’a ilk geldiğimde Aleksan hayrig vardı, kalın sesli, olgun ve de gerçek babacan davranan bir görevliydi. Yetimliğimizin farkındaydı, sevecenliği de ondandı sanırım. Zaten ağabeylerimiz de vardı, işte tam da burada ilk farkına varmıştım; Malatyalı oluşumun. Hrant Dink abim ile ilk göz ve sesli temasımın oluşu, kulaklarımda hala yankılanır. İlkokula gideceğim ilk gün, tüm şaşkınlığımla sağa-sola bakınırken, Onun sesini duydum. ‘’Benim yontulmamış Malatyalım, sende sıraya geçsen de gitsek”. Beşinci sınıfa gidiyordu. O zaman büyük ağabeyler sırayla her sabah küçükleri ikişerli sıra halinde, okula götürürlerdi. Akşam da aynı şekilde geri getirir, yemekten sonrada derslerimizle de ağabeylerimiz ilgilenirdi. Küçükleri; dersleri bittikten sonra ayak yıkamaya sonrada yatmaya yine, haftanın sorumlu abisi götürürdü.
Joğovaran’da bir gün; sabah kalktıktan sonra, el-yüz yıkama, kahvaltı. Kahvaltı sonrası diş fırçalama, sabah ayini için üst katta bulunan kiliseye çıkılır, tahminen 15 dakikalık bir dua faslından sonra, tekrar aşağıya inilir,( bez torbadan yapılmış) çantalar alınır, kilise kapısının önünde ikişerli sıra oluşturulup okula gidilir.
Haftada iki gün, Çarşamba ve cumartesi günleri banyo vardı. Berberliğimizi büyük ağabeylerimiz yapardı, saç modelimizin ismi ‘’alabulus’tu”. Yemeklerimizi yapan mayrig, çamaşırlarımızı da yıkardı.
Herkesin bir kirli torbası ve kıyafetlerinin üzerinde işlenmiş numarası vardı. Aynı numaralar yatak baş uçlarında da vardı. Yıkanmış kıyafetlerimiz ütülenip torbalandıktan sonra, büyükler tarafından ranzalarımıza asılırdı. Düğme ve söküklerimizi genelde büyük ablalar dikerdi. Benim söküklerimi “Dzağik”= Çiçek bacı dikerdi.
Pazar günleri; sabah uyandıktan sonra el-yüz yıkanır ve kısa bir şükür ayini için üst katta bulunan kiliseye çıkardık. Bu esnada alt katta sabah kahvaltımız hazırlanırdı. Ayinden sonra kahvaltıya inerdik. Pazar günleri kahvaltılarımızda sana yağı ve reçel olurdu. Sana yağı kağıdını atmazdık, ayakkabılarımızın parlaması için kağıtla cila yapardık. Yemekten sonra Pazar özel kıyafetlerimizi giyer, şükran duası ve ayini için tekrar kiliseye çıkardık. Bu süre bana uzun gelirdi. Yaklaşık birbuçuk saat süren ayinden sonra, bahçeye çıkardık. Büyüklerin yardımcı olmasıyla hazırlanan masalara, ellerimizi yıkayıp sıra ile geçerdik. Haftaanın en güzel ve tek etli yemek günü olmasından dolayı, Pazar öğlen yemeklerini çok severdik. ( Et, süt, yoğurt, peynir, yumurta, sebze ve meyvalarımızın büyük çoğunluğunu Tuzla’daki Kampımızın bahçelerinden elde ederdik. ) Öğlen yemeğinden sonra bahçede sohbetler, ziyaretçileri gelenler bir köşede dertleşir. Şimdilerde çok ufak görünen bahçede; yakar top, misket, futbol ve voleybol oynardık. Yerimiz dar ama yüreğimiz oldukça genişmiş, şimdi anlıyorum. Saatlerin 16.30 civarlarına yaklaştığında, ‘’nakhıntrik” sırasına girerdik. Bu yemek öncesi anlamına gelen; genelde bir dilim ekmek üzerine sürülmüş kaymak, (üzerine şeker dökülmüş) olurdu. Futbol oynayarak tüketilen enerjimizin geri kazanımı için iyi gelirdi. Nakhıntrik sonrasında, yarım saat süren, bir kısa akşam ayinimiz daha olurdu. Pazarın bittiğini bu ayinden sonra daha iyi anlardık. Ziyaretçiler gider, ağlayanlar ağabeyler tarafından teselli edilir. İlgi ve alaka görmek için olsa gerek; bazen bende ağlardım.
Üç yıl oldu vurduğunuza ve ben hala ağlıyorum. Yirmi yedi yıldır da “EL KOYDUĞUNUZ” Tuzla Ermeni Kampı yanlızlıktan ağlıyor. Ya geri verin, ya da yıkın. Hrantımızı öldürdünüz ama, insanlık ve birlikte yaşayabileceğimiz, kardeşlik umutlarımızı yeşerttiniz. Kimbilir; burayı da yıkarsanız, belki daha güzel Yetimhane inşaa etme duygularımızı kamçılamış olursunuz. Ruhun ışıklar içinde olsun Hrant abi.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
6 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Oca 16, 2010 | Reply
Garabet Bey,
bazı yazılara yorum düşmek o kadar zor ki. Okuduğunuzda sadece donup kalıyorsunuz. Tuzla kampının ve Hrant Dink’in hikayesi sanırım Kırlangıç yuvası diye bir belgesele çekilmiş. Ben görme imkanı bulamadım. Ama bundan güzel hangi kelime ifade eder ki? Dağıtılan bir yuva. Kırlangıç yuvası. Bizlere de evsiz yurtsuz kalan kırlangıçların, bu ülkede güvercinlere dokunulmayacağına inanmış katledilen güvercinlerin karşısında utanç içinde susmak kalıyor olsa olsa.
Bu sessizliğimiz ondandır.
Yazan:ali duman Tarih: Oca 16, 2010 | Reply
gözyaşlarını yazıya döken bir klavye icat olmadı, belki de ondandır bazı yazılara sessin kalınması.
güvercinlere düşman zihniyete inat yaşasın halkların kardeşliği içih mücadele eden cesur yürekler.
Yazan:seref turan Tarih: Oca 17, 2010 | Reply
soru:ermeni olarak dogdugu icin öldürülen biriyle ,türk olarak dogdugu icin öldürülen birisi arasinda ne fark var?
cevap:HIC BIR FARK YOKTUR,cünkü Allah(CC)insanlari bir taragin disleri gibi esit yaratmistir.sadece farklilik surada;bazilarimiz bu yaratmayi bu sekliyle kabul ederiz bazilarimiz kabul etmeyiz.
Yazan:ikbal Tarih: Oca 18, 2010 | Reply
“Ben bıraktım siz konuşun,
Yoruldum ben siz koşun.
Iskartaya ayırın beni
Bütün ayrılıklardan…..
Küsmedim kardayım yediğim dayaktan
Şimdi yalnız, şan saman kağıt kokulu günlerde
Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını
Beni bırakın
Ben meçhul oldum
Gizli özneyim
Vatansız cümlelerde
Ben yandım.
Kalbim kül oldu”
Bir daha hiç kimse Hrant olmayacak kimse onun gibi Rakel’in gözlerine bakmayacak kimse onun gibi okşamayacak çocuklarının başını kimse onun gibi yazmayacak Agos’ta kimse yetim Ermeni kardeşlerinin Hrant abisi olmayacak…
O gideli 3 koca yıl oldu ve bu acımasız planın adam yerine bile konmayacak figurasyonları dışında ortada kimse yok.Ve o kendini insan yerine koyan figurasyonlar kendilerinden ve korunacaklarından ne kadar da eminler ki her mahkemede pişman olmayı bırakın pişkin ve kaba davranışlarıyla insanı çileden çıkarıyorlar.Hrant Dink’in arkadaşı değilim malesef hayattayken tanıyamadım. Ama ben bu sinir bozucu tavırlara ve hala çözümsüz bırakılan sorulara sabredemiyorsam ailesi ve arkadaşları ne hisseder nasıl üzülür…
Hrant Dink gitti geride kocaman bir boşluk bırakarak ama kardeşliğini bıraktı.
Yazan:özlem Tarih: Oca 19, 2010 | Reply
”Yorulmak nedir bilmem ben. Çocukluğumdan gelen bir şey. Bahçe işlerinde, temizlik işlerinde çalıştım. Tuzla’daki kampta hayvanlarımız, bostanımız vardı. Hep biz yapardık, gece gündüz çalışırdık.
…
Orayı tırnaklarımızla kendimiz kurduk biz. Her şeyi kendimiz yapardık; yemek, alışveriş falan, ekerdik, biçerdik. Bu benim için bulunmaz bir hayat oldu. Çocuk yaşta başladık. Tuzla’ya ilk kuruluşunda 13 çocuk gittik. Bizden aldılar onu… Kuyu kazdık, ağaçlar diktik… Biz bu Tuzla Kampı’nın öyküsünü İnsan Hakları Derneği için hazırlamıştık, sana vereyim bir tane. Bak. Sen bunun içinden neler çıkarırsın şimdi. Burası okulumuzdu, burayı elimizden aldılar. Otopark için… Biz gittiğimiz zaman Tuzla bak, öyle bir yerdi. Bir yanında göl, bir yanında deniz vardı. Bomboş arazi. Bak şu sarı çocuk benim. İlk başladığımızda bak, öyle kazıyoruz. Kazmaya başlamışız, temel açmaya. Kovalarla su taşıyıp, ağaçları bahçeyi suluyorduk. Böyle bir hayatımız vardı. Bak, ağaç dikiyoruz. Sonra kümesimiz oldu. Böyle bir hayatımız vardı. Bak şu da benim, büyümüşüm artık. Orayı cennet gibi yer yaptık. Bu benim yönetici olduğum dönemde, ben ve eşim bakıyoruz o zaman. Öyle çalışırdık. Ne gördüysem onlara da aynısını yaptım. Bak bu babamdır, bu oğlum, kızım. Bak eşim çocukların saçlarını tararken, bahçede yemek yaparken, böyle bir cennet gibi yer yaptık.”
(Hrant Dink, 18 Ocak 2006 perşembe, Defne Asal ile yaptığı son söyleşiden…)
Yazan:özlem Tarih: Oca 19, 2010 | Reply
iyi insanları neden öldürürler buyrun,seyredin.
http://www.odatv.com/n.php?n=hrant-dinkin-cocuklugu-burada-gecti-1901101200