Devlet -Halk Açmazı
By Konuk Yazar on Oca 17, 2010 in Demokrasi, Devlet, Devletçilik, Özgürlükler
Ahmet Ercan
GİRİŞ
Açmaz; seçenekler arasında kalındığında hiçbir seçenekten vazgeçememe durumudur. Nasıl satrançta şah çekildiğinde şahı koruyan taşlar yönünde de bir tehdit varsa o taşlar hareket ettirilemiyorsa, bir konuda açmaza düşüldüğünde de aynı şekilde feda edilemeyecek seçenekler arasında kalınmış demektir. Bir bakıma seçeneklerin seçenek olmaktan çıkıp zorunluluk haline gelmesi söz konusudur. Bu bağlamda feda edilemeyecek, aralarında seçme yapılamayacak, varlıkları karşılıklı olarak birbirlerini destekleyen ve birbirlerine bağlı olan devlet- halk ilişkilerinde yaşanan bunalımlara, sonuç olarak da devlet halk ilişkilerinde sağduyu ve hoşgörünün yerine değineceğiz.
Einstein, “Problemler onları ortaya çıkaran aynı düşünce seviyesi ile çözülemez” der. Ortada kabul edilen bir devlet halk arası problemler mevcuttur. Bu problemlerin çözümünü dolayısıyla problemi ortaya çıkaran zihin seviyesinin üstünü yakalamak istiyorsak, öncelikle sorunun kaynağına inmemiz gerekmektedir. Türkiye’ deki devlet halk açmazının ana sebebi yanlış uygulamalar ile desteklenmiş çağdaşlaşma saplantısıdır.
TARİHSEL ARKA PLAN
Osmanlı yönetim anlayışı, toplumun günlük yaşantısını yönlendirmeden uzak, toplumu bütün olarak uzaktan denetleme şeklinde var olan bir sistemdir. Sistemin uygulayıcıları da hassas ve çok kültürlü bir toplumu yönettiklerinin bilincindeydiler. Zaten bu bilinçten uzaklaşmaya başladıklarında sistemi uygulamaktan da uzaklaşmaya başladılar. Tanzimat ile devam eden sürede devlet toplumu değiştirme bir bakıma çağdaşlaştırma sevdasına düştü. Bununla birlikte uzaktan yönetme ve yönlendirme şeklinde olan anlayış, derinlemesine müdahale etme ile ikame edilmiştir.
Hal böyle olunca ortaya çağdaşlaşmaya taraflık ya da muhaliflik şeklinde iki kavram ortaya çıktı. Çağdaşlaşmanın öznesi devletin idari ve siyasi birimlerinden oluşan azınlığın karşısında çoğunluğu oluşturan sessiz halk yerini aldı. Çağdaşlaşma uygulamalarına ilk olarak maruz kalan çoğunluk ne ile karşı karşıya olduğunun, ne olduğunun ve ne oldurulmak istendiğinin farkındaydı. Fakat bu bilinçli çoğunluk yerini kişilik oluşumu bu döneme rastgelen kişilerin yoğun olduğu bir topluluğa bırakmaya başladığında, zaten ne olduğu hakkında şüpheli olan ve ne oldurulmak istendiğine dair fikri dahi olmayan bu topluluk içinde bunalımlar başlamıştır. Asıl itibariyle çağdaşlaşmanın getirdiği kimlik bunalımı ilk zamanlar birkaç şehire sıkışmış aydınlar ile sınırlıydı. Fakat topluma çeki düzen verme arzusu dönemin yeterli bilinç seviyesini yakalayamamış kişilerin sorunu iken bundan sonra bu arzu nedeniyle toplumun sorunu haline gelmiştir.
SİMGELERDE ÇAĞDAŞLAŞMA
Çağdaşlaşma adı altında yapılan uygulamalar öncelikle geleneksel simgeleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Geleneksel simgelerin yerini yenileri almaya çalışır. Böylece devlet meşruiyetini bu yeni simgelere dayandırarak mevcudiyetini sağlar. Fakat genellikle yeni simgeler geleneksel simgelerin yerini kolaylıkla alamaz. Bir kabul edilme süreçleri vardır. Yeni simgelerin tarihsel sentez ve özendirme yöntemleri kullanılmadan, jakoben bir üslupla diretildiği düşünüldüğünde kabul edilme süreçlerinin neden uzun sürdüğü daha kolay anlaşılır. İşte bu süreç içinde toplum bunalım yaşar. Özellikle de Türkiye’deki gibi ana meşruiyetini geleneksel simgeler üzerinden kazandıktan sonra bunları yenileri ile değiştirme sürecine girildiğinde bunalımlar daha derin olur. Daha sonradan her ne kadar bunalım izlerinin kaybolduğu söylense de, bunalımlar toplumun bilinç altında uygun zaman bulduğunda yeniden canlanmak için hazır bekleyen hortlaklar gibilerdir. Toplumda anlam verilemeyen reflekslerin temelinde toplumun bilinçaltında yatan bu hortlaklar vardır.
Bizde yaşanılan bunalımların Batı toplumlarından daha derindir. Bunun nedeni yenilik hareketlerinin Batı da bir evrim, bizde ise devrim şeklinde olmasıdır. İdeoloji hareketleri bir paradigma mantığı içerisinde eskisini tamamen ortadan kaldırmaya yöneliktir. Fakat bu ideolojilerin uzantıları toplumda kendini kabule yönelik evrimsellik göstermek zorundadır. Her ideoloji uzantısının toplum bilincine balyoz etkisi yapan devrimlerle inmesi devlet ile halk arasında ister istemez ayrılıklara neden olacaktır. Avrupa’da Fransız ihtilali olmuştur. Fakat ihtilal ile çıkan ana milliyetçilik fikrini destekleyen yan yenilikler bir devrim mantığı içerisinde değildir. Biz de ise her yeniliğin sonuna devrim sözcüğünü yapıştırmak modası hasıl olmuştur. Şapka kanununa bile şapka inkılabı demişizdir.
ENGELLENME
Çağdaşlaşma uygulamasının yaptırıcı özelliği olduğu kadar, engelleyici ve yaptırtmayıcı özelliği de bulunmaktdır. Psikoloji de öfke unsurunun tetikleyicilerinden biri olarak engellenme de sayılır. Halkın yapmak istediklerini yapamaması, engellenmesini o engeli teşkil eden yapıya karşı öfkelenmesi anlamına gelir. Bu durumun devlet sevgisi ya da devlete itaat anlayışı ile zıtlık oluşturan bir yanı yoktur ve tamamen insan olmaktan kaynaklanır. Bu engellenme sonucunda devlet seçkini ile halk arasındaki fark artar. Bu farkın sorumlusu da ne yazık ki çağdaşlaşamayan halk olarak görülür. Fakat gerçek sorumlular çağdaşlaşmayı doğal bir süreç olarak uygulanmasını engelleyenler ya da farkında olmadan bu durumun gerçekleşmesinin zeminini hazırlayanlardır.
TEK ULUS OLUŞTURMA ÇABASI
Bizdeki çağdaşlaşma hareketinin hedefleri arasında farklı grupları tek bir ulus potasında eriterek ortaya ulus devletin ana malzemesi uygar ulusu oluşturabilmektir. Sosyolojide, birincil ilişkiler, kişinin aile yakın akarabaları ile olan ilişkilerini tanımlar. İkincil somut ilişkiler kişilerin herhangi bir ortak özelliğinden dolayı çeşitli gruplar ile var olan somut ilişkilerini, ikincil soyut ilişkiler ise kişilerin belki de hayatı boyunca hiçbir ilişkide bulunmayacağı fakat bazı ortak özellikleri sebebiyle etkileşim içinde olduğu geniş gruplar ile olan ilişkileri ifade eder. Çağdaşlaşma hareketi serbest bırakmayıcı, müdahaleci reflekslerinden dolayı kendi iktidarını birincil ya da ikincil somut ilişkiler üzerine değil ikincil soyut ilişkiler üzerine kurar. İkincil soyut ilişkilere en güzel örnek millet yapısıdır. Bu iktidar kurulumu aşamasında da birincil ve ikincil soyut ilişkiler zarar görür. Böylece halkın bilincinde devletinden aldığı yeni bir yara oluşur.
HALKIN TEPKİSİ
Türkiye’nin çok kültürlü ve uzaktan denetimli yapısından homojen, yakından ve yukarıdan denetimli yapıya ani geçişi, halkta bir şaşkınlığa ve zorlu geçen yıllar sonucunda dinlenme zamanı bulamamış bu nedenle fikri olarak atalete düşmüş olmanın verdiği bir yılgınlığa sebebiyet vermiştir. Tutulup sürüklendiği bu duruma karşı halk doğrudan bir tepki göstermemiştir. Ortaya pasif bir direniş çıkmıştır. Bu pasif direniş susup önüne bakma, herşeye rağmen bildiği gibi hareket etme şeklinde tezahür etmiştir.
DEVLETÇİLİK
Sarfedilen çabalar sonucu elde edilen sözde çağdaşlaşma miktarı, daha sonradan korunma yoluna gidilmiştir. Bu korunma da devletçilik adı altında “hikmet-i hükümet” etiketi yemiştir. Devletçilik burada halkın kendisinin yapamadığı iktisadi girişimlerin devlet eliyle yapılması anlamında değil, kendini devletin sahibi olarak görenlerin kendilerine yönelik tehdit olarak algıladıkları olaylara doğrudan müdahale etme anlayışını simgeler. Devletin, devlet yapısının kollanıp gözetlenmesi yararlıdır, fakat kendisini devletin sahibi olarak görmeye başlama, yaptıklarını devletin bekasına yönelik faaliyetler olarak tanımlama gizli bir hastalığın belirtileridir. Tabi eğer bu faaliyetler bilinçsiz olarak yapılıyorsa bir hastalıktır, eğer bilinçli olarak yapılıyorsa bunun adı halk arasında “hainlik” kişi açısından “başarı”dır. Devletin bekasına yönelik alınan tedbirler sonucunda hastalıklı paranoya ruhunun halka da sirayet edilmesi istenir. Çünkü korkan, korktuğu ile yüzleşemeyen, korktuğu şeyi dahi tam olarak tasvir etmekten yoksun bir halkın yönetilmesi çok kolay olacaktır.
DEVLET HALK İLİŞKİLERİNDE SAĞDUYU VE HOŞGÖRÜNÜN YERİ
Devlet mekanizmasının en büyük dezavantajlarından biri, devlet sistemi içinde yer alan kişilerin kusurların şahsi olarak algılanmayıp bunların devlete mal edilmesidir. Devlet sistemi içerisinde mevki sahibi olanların hukuki olarak şahsi kusurluluğu bulunsa bile toplumsal olarak kusurun ceremesini devlet çeker. Bir paşamız ” Zo diyenleri hallettik sıra lo diyenlerde” deyince, lo diyenler paşanın başına “devletin” tamlamasını getiriyor, zamanla da paşanın kim olduğu unutuluyor, geriye unutulmayan bir tek devlet kalıyor. Bu absürd söz de devlete mal oluyor. Halk kendine “öküz” diyenleri, dışarıdan “damızlık adam” getirmeyi teklif edenleri elbette unutmaz ama bu adamı başımıza neden getirdin diye de devlete kızmaktan kendisini alamaz. “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyecek kadar küstahlaşabilen devlet görevlileri devlet ve halkın arasını açmaktadır. Yukarıda verilen örnekler ile her zaman karşılaşılmaz ama devlet görevlileri her zaman sağduyulu ve hoşgörülü olmak zorundadırlar. Tayin olduğu yere ailesini götürmeyen bir devlet memuru halka “Ben burasını ailemi getirecek kadar güvenli bulmuyorum” mesajını verdiğini bilmelidir. Düşünmelidir ki birkaç yıllığına ailesini götürmeye çekindiği yerde yüzyıllardır sadece çekirdek değil bütün ailesi ile yaşayan insanlar vardır. Yıllardır birikmiş problemlerin etkisi ile halk, devlet memurunun bir ters bakışına bile çok farklı manalar yükleyebilir. Devlet görevlileri çalıştıkları zaman dilimi içerisinde sadece kendilerinden ziyade devleti temsil ettiklerini aklından çıkarmamalıdır. Bu nedenle sağduyu ve hoşgörü görevlilerin kesinlikle taviz vermeyecekleri şiarı olmalıdır.
2 Yorum
Yazan:muratb Tarih: Oca 17, 2010 | Reply
devrimler elbette gerekliydi fakat bunların sunuluş biçimi yanlıştı.
Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 18, 2010 | Reply
86 yaşında yeniden kurduğu bir diğer partiye Genel Başkan oldu.