Derin Tepkisizlik
By Özlem Yağız on Oca 23, 2010 in Hayat, İnsan, Modernleşme, vicdan
Belki postmodern zamanların en ilgi çekici tartışma konularından biridir tarihin sonu ya da tarih ötesi ile ilgili bir şeyler söylemek. Var olageldiğimiz alemde önümüzü görebilmek, bir anlam aramak ve kaderine dair bir şeyler tasavvur edebilmek en büyük ihtiyaç. Adeta insan olmanın gereği.
Neden varım, ne olacağım, bütün bu acıları neden yaşıyorum ya da yaşayanların acılarını neden seyretmek zorundayım, daha az acılı daha iyi bir dünya mümkün mü? Adalet denilen şey bu dünyada hayat bulabilir mi? İnsana ait sorular bunlar. Hep sorulmuş, sanat, din, felsefe ve ahlak hep bu sorulara bir cevap aramış. Belki modern zamanların ilk ve en büyük tahribatı bu anlam arayışına karşı verdiği cevaplardır. Anlam aramanın anlamsızlığı, anlamsızlıktan bir yaşam felsefesi türetmek. Hikmet kavramının bilgiye dönüşmesi, bilginin ise ansiklopedik veriler yığınına, çağın inkar edilemez bir gerçeği. Hakikat kelimesinin yerini ise gerçek kelimesinin soğuk tokatının alması zihinlerdeki ikinci büyük yıkım.
-Varoluşumuzun hakikati nedir?
-Gerçek şu ki dostum bunu hiçbir zaman bilemeyeceğin bir belirsizlikler evreninde yaşıyorsun.
Hakikat arayışı uyanık, tahayyül eden, soru soran bir zihne ait. Gerçek ise sadece ve sadece içinde yaşadığı somut dünyanın verilerine inanan bir nevi kısırlaştırma aracı. Gerçek kelimesinin makasını aldığın zaman eline artık hayal dünyan, geleceğe ait bir şeyler üretebilme yetin ve en önemlisi bir başka dünyanın olabilirliğine dair inancın ölüyor. Belki de bu yüzden artık dinler nasıl kolu kanadı kesilmiş, budanmış bir tür şizofreniden kurtuluş tutamağına dönüştüyse hayatımızda, sanat da tek tek ilham kaynaklarını kaybediyor ya bir çığlığa ya da konfor arayışına dönüşüyor. Bir zamanların insanları ihtişamlı mimari eserler bırakırken yeryüzüne bugün en övündüğümüz yapılar dev alış veriş tapınakları ve gökdelen boyları. Şiir ve edebiyat ise gitgide acıların yanı sıra içerisinde bir ümit ve dirence dair sözü de taşıyan yüzünü yitirmiş, sadece acının ve ümitsizliğin anlatısına dönüşmeye başlamış durumda. İnsana ait hakikatler, bu anlatılarda en kötü, en kirli, en karanlık yanlarımızı kurcalayan birer mazoşist haz aracı.
İnancın ölümü, hayalin ölümü, ütopyanın ölümü; tarihin sonu mu geliyor? Gitgide idrakine vardığımız acı manzara artık nesillerin gerçek hayattan; gerçek hayata dair acılar, sevinçler ve hüzünlerden koptuğu bundan sonra hayatın siber dünyada alabildiğince sanal yaşanacağına dair şahitliklerimiz mi? Gün boyu bilgisayar ekranının karşısında oturan çocuklar, çocukların içinde yaşadığı şiddet ve sahte haz evreni. Bir tuşla olağanüstü kötüleri ya da olağan iyileri buhar etmek, bir tuşla beton duvarlarımızın arasına getiremediğimiz neşeyi, sevinci, başarmanın coşkusunu fazla da bir emek sarf etmeksizin yaşamak, doğanın verdiği hazzı sanal görüntülerle değişmek mümkün! Artık bir kayısı ağacının bembeyaz çiçeklerini görmeye, dalından taze koparılmış bir domatesin kokusunu duymaya ihtiyacımız yok. Birkaç tuşa basarak süper kahraman olabildiğimiz bir dünyada canımız sıkılınca sanal bir çiftlikte domatesleri gübreleyebilir, inekleri sağabilir, kayısıları toplayabiliriz. Sonra sırası gelince akvaryumdaki sanal balıklara yem verebilir onların ölmesine engel olabiliriz.Yeter ki saatlere dikkat edelim!
Bilgisayar başına kilitlenmiş yüz milyonlarca çocuğun sahte hayal dünyalarını idare eden devasa şirketler, onların son teknolojik ihtiyaçlarına yönelik üretim yapan dev kar mekanizmaları, ürettikçe yok olan, tükettikçe atıkları ile canına okuduğumuz bir dünyanın modernleşememiş, doğası, inançları, kültürü tahrip edilmiş “gayrımeşru çocukları”; bir son yok artık tüm yaşanan sadece bir kabus…
Durmadan bir çark misali dönerek kendisini yineleyen bir tarih karşısında mıyız en nihayet. Yarın düne dair acıları yaşamayacağımıza dair hangi sihirli sözcük ya da kurum cevap olabilir bizlere. Yarına dair hangi ümitvar sihirli kelimeyi söylemeliyiz ki geçen yüzyıl yaşadığımız iki dünya savaşının bu yüzyılda başımıza gelmeyeceğine bizleri inandırsın. Dün Bosna, bugün Afganistan, Irak, Darfur, Gazze yarın Yemen, Somali; bir yanda oluk oluk akan insan kanı öte yanda vur patlasın çal oynasın devam eden “gerçeklerle” kuşatılmış bir hayat. Anlamsızlığın yegane anlam olduğuna inanmış yığınlar. Tek gerçek ütopya hayatta kalmak, tek mantıklı hakikat anı yaşamak..
Kojeve tarihin sonunun en büyük emaresinin insanın tekrar hayvanlaşması olduğunu ileri sürer. Açıktır ki hayvan anı yaşar, hayal gücü ileriye yönelik hesapları yoktur. Kaderine ilgisizdir öte yandan. İnsanoğlu tarih ötesine geçtiğinde hayvanlar gibi yiyecek içecek, hayvanlar gibi sevişecek, hayvanlar gibi güçsüzleşecektir. Hiçbir koyun mezbahaya giden bir arkadaşı için savaşmaz mesela. Arkadaşı yanında kesilse bile yemeye içmeye, çiftleşmeye devam edebilir. Kojeve daha sonraki yıllarda Japon kültürünü gördükten sonra bu düşüncesinde geri adım atmıştır. Madem ki din, sanat, ahlak varolmasa da züppelik denilen şey hala modern dünyada vardır öyle ise insanoğlunun tam olarak hayvanlaşmasına imkan yoktur der Japon çay ve bahçe sanatına bakarak hayretle. Hayvanlar züppe olamaz çünkü. Öte yandan batılı filozoflar felsefelerini kurarken İslam dünyasını göz ardı etmektedir. Orada dinin bir değer olarak tekrar yükselişi, fedakarlık ve direniş denilen şeyin varlığı, kendine benzemese de, felakete uğrayanın yazgısına alakasız olmama hali gözükmemektedir gözlerine.
Çelişkiyi ve umudu gözler önüne sermek için çok güzel bir örnektir Haiti depremi. Yıllardır ambargo ve katliam şartları altında yaşayan Gazze halkı ellerindeki üç beş parça süt, battaniye gibi temel ihtiyaç maddesini Haiti’ye yollamış buna karşılık Kanada’ya ait kurtarma ekipleri yıkıntılar altında hiç Kanadalı yok diyerek arama çalışmalarını bırakıp geri dönmüştür geçtiğimiz günlerde. Bu örnek bir yana daha 15 yıl önceki Bosna savaşına dünyanın bir çok ülkesinden sıcak evlerinden akın akın Müslümanların gelip savaştığını, bir çoğunun şehit düşüp, bir çoğunun ise sakatlanarak ülkelerine döndüğünü görmek de çok zor olmasa gerek. Ama insanlığa dair bir ümit beslemek için Japon çiçek sanatının varlığı nedense daha büyük karinedir uzak halkların fedakarlıklarından.
Yine tarihin monoton bir akışla devreden bir çarka dönüştüğü noktada gerçek hayata sanal alternatifler üretmek kadar, gerçek sorunlara sahte çözümler bulmak gibi bir mesele de yer alır. Eğer tarihin sonunda bizi tekrar hayvani yanımıza döndürmekten alıkoyacak sihirli formül direnmek ise direnişin de direnişe benzemesi gerekir. Sözün burasında güncel bir örnek olarak balyoz eylem planı geliyor aklıma. Öyle bir plan ki yüzbinlerin hapse atılması, iki caminin Cuma cemaati ile beraber bombalanması, iki devlet arasında savaş koşulları oluşturulacak biçimde uçak düşürülmesi gibi akıl almaz tertipleri okuyoruz kaç gündür. Peki kaderine direnen insan bu durumda ne yapacaktır sizce. Beyoğlu’na sıkışmış bir eylem haricinde bu hafta kaç cami cemaati, kaç esnaf amca, kaç ev hanımı herhangi bir tepki gösterme cesaretini bulacak kendinde. Sivil toplum örgütlerimiz, eğitim üzerine eğitime boğulmuş kurumlarımızın gündemine gelecek midir bu korkunç bombalama operasyonu. En büyük tepkimiz bir imza kampanyasına internet üzerinden imza atmak mı olacak yoksa. Belki de çoktan kabullendik yanımızdan tek tek mezbahaya götürülenlere sesiz kalmanın ötesinde kitlesel olarak da katl olunmayı. İşte size gerçek sorunlara sanal çözümler!
Batılı filozofların umutsuz bakışının ötesinde tarihin sonunu aşıp tarihin ötesine geçebilecek miyiz? Sürekli bir şekilde devreden bu kan, zulüm, gözyaşı zincirini kırmak, insanın hayvana dönüşmediği, alabildiğine abartıyla anı yaşamayı bırakıp, yanındakinin yazgısına kayıtsız kalmadığı, direndiği bir başka dünya mümkün mü?
Eğer öyle bir zaman gelecekse o an, derin tepkisizliğimizi kırarak mücadele eden insani özümüze döndüğümüz gün başlayacaktır.
24 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Mehmet bey, benim yaziya koydugunuz bu aglayan goz resmine itirazim var. ÖÖöö geldi. Sanirim ucuncu oluyor. Bu kadar arabesk mi gozukuyor yazilarim yahu.
Yazan:eg Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
özlem hanım önce çok güzel bir yazı olduğunu söyleyip sonra da küçük bir itiraz yapayım
kojeve’nin tespitlerine katılmıyorum. insanın bir değişimi vardıysa şayet buna hayvanlaşmak denip denmeyeceğini dışarda bırakarak söylüyorum, hesap ve planları asgari olan bir insan modelinden, hesap,plan, program manyağı bir modern insan modeline doğru olduğunu düşünüyorum(yani tespitte dile getirilenin tam tersi)mesela sufiler insana “ibn-ül vakt” derler. yani vaktin, anın çocuğu anlamına gelebilecek birşeydir bu.bu anda en büyük rezilliklere yaşamaya bir ehliyet değil, anın sonsuzluğun içinde dürüldüğü birşey olduğunun bilincine varmak demektir. aynı zamanda plan program sapkınlığının getirdiği Allah’a güvenmemenin insana kaybettirdiklerinin de güzel tespiti demektir bu ibnül vakt. zira modern insan, eğer bugün katliamlara, zulümlere bu derece sessiz kalıyorsa, anı yaşamaktan kaynaklanan birşey değil, tam tersi gelecek korkusunun had safhada olduğu ve bu korkunun plan program fetişizmiyle en had safhaya çıkarıldığı bir zamana ait olmasındandır. plan programdır insanlara gelecekte kendilerine zararlı lacağını düşündükleri grupları fırınlarda yaktıran…plan programdır israillillerin filistinlilere uyguladığu ve belirli bir amaç ve sistem tabi olan soykırımın, yok etmenin oluşturucusu…velakin insanın hayvana dönüp dönmediği bir tarafa, insanın kojeve’nin tespitinin tam tersi bir noktaya “evrildiğini” düşünüyorum. ayrıca bence hayvanlaşmak da denemez buna. zira hayvanlar en azından Allah’ın kendilerine uygun gördüğü görevleri yaparlar. bir gram bunun üstünde birşey talep etmezler. ama insan, önündeki 20 yılın garantisini sağlayabilmek için nice başka insanları feda edebilme programını yapabilen bir varlık haline geldi. o yüzden hayvanlık tabiri, hayvanlara hakarettir. insan hayvanlardan çok daha aşağı bir varlık haline gelmiştir modernlikle…
Yazan:özlem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Enver bey o kısım benim hatam Kojeve evet insanın hayvanlaşmasından bahsediyor ama bunun sebebini anı yaşamaya bağlamıyor. Daha doğrusu ima ettiği zevklerinin hayvanlaşması. Zevklerinin, varlığının anlamının basitleşmesi.”doğallaşması” Mesela hayvanlar gibi yemek içmek, sevişmek gibi. Ayrıca güçsüzleşmekten bahsediyor. Örümcekler gibi yuva kurmaktan, kurbağalar gibi müzik dinlemekten, binalarını sanat eserlerini hayvanlar gibi vücuda getirmekten. Güçsüzleşmekten. Yani Amerikan hayat tarzı dedikleri şeylerden.
Kaderine direnmemek üzerinde duran daha çok benim.
Anı yaşamak benim yorumum. Ama burada kast ettiğim maddi anlamda bir yaşam, günü yaşamak anlamında. Mesela sınırsızca tüketirken, ya da had safhada kendi lüksünü yaşayıp yanındakinin kaderine kayıtsız kalırken aklındaki sadece anlık zevkleridir. Biz ne olacağız, insanlık olarak ne olacağız sorusu yoktur kafasında. Yıllarca ötesinin planını yaparken bile bu kaygı ile hareket eder şu anki rahat ve huzurumun daim olması. İşte şu anki rahatlığını kaybetmemek için konumunu değiştirmeyi düşünemez ya da var olan mürreffeh hayatını kaybetmemek için dünyanın bir başka bölgesinde kendisine tehdit gördüğü bir ülkenin bilmem kaç sene sonraki işgal planlarını yapar. Bunun sonu insanlık için nedir nereye varır diye bir şey yoktur kafasında. Belki buna sığlaşma da diyebiliriz. Ya da bulunduğu anı maddi anlamda daim kılma çabası.
Diğer yandan bu anlık huzurunu ve mutluluğunu kaybetmeme çabasını bireysel olarak pekçok olayda görmüyormuyuz. Mesela üçüncü sayfa haberlerine bakın. Kaza geçirmiş bir insanın yol kenarında yüzlerce aracın geçtiği bir yerde saatlerce yardım alamayıp ölüme terk edilmesi haberlerine. Ne olabilir ona yardım etmemize sebep:
Arabam kan olacak
İşime geç kalacağım
hastaneye götürürsem polis beni alıkoyar canım sıkılır
Ya bir oyun ise durursam başıma bir şey gelirse
gibi gibi.
Evet o kısmı sanki Kojeve söylemiş gibi olmuş, hata olmuş. Yoksa Japon tarzı modernliği görünce züppeliğin varlığı sebebi ile bu görüşünün keskinliğinden vaz geçmesi de bu yüzden zaten.
Anı maddi anlamda daim kılmak için uzun planlar yapar, ya da maddi bir gelecek inşasi için. Biz ne olacağız sorusu insanlık ne olacak sorusu yoktur kafasında.
Yazan:eg Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
aslında modern insanın anı “güzel kılmak için geleceği planlaması”ndan değil huzurlu, mutlu bir gelecek için bugünü ertelemesinden bahsedilebileceğini düşünüyorum. hatta modernliğin bu “erteleme” ile direk ilişkili olduğunu düşünüyorum. emekli olunca yaşayacağı “huzur” için patronuna 25 yıl köle olmayı kabul edebilmek mesela! para biriktirme fetişizmi mesela. dün bir programda rasim özdenören güzel bir tespit yaptı. dedi ki eskiden buzdolabı yokken hepimiz evimizde bir iki günlük yiyecekler tutabilirdik ancak. şimdi ise buzdolabı, derindondurucu vesaire şeyler hayatımıza girdi. artık 1 yıllık et stoku yapıp derin dondurucuda tutabiliyor insanlar. bu bence “bugünden” ziyade gelecek korkusu ve erteleme ile ilgili diye düşünüyorum. ama şöyle bir doğruluk payı var söylediklertinizde bence. modern insan erteleme üzerine bina edilirken, postmodernite , bunun tersine döndürüldüğü bir başka sapkınlığa, örneğini uyuşturucularda, günlük zevklerin yaşanmasını kutsayan bir sapkınlığa zemin hazırladı. ama unutmamak gerekir ki modernite ile postmodernite aynı kökün meyveleridir. ve son tahlilde insanın modern sapkınlığına “bulamadığı” çözümün dışa vurumu olarak postmodernlik de modern sapkınlığa karşılığını uyuşturucudan cinselliğin her türlüsünün meşruiyetine yönelen bir noktada bulmuştur kendisini. sonuçta derin bir tartışma modernlik ve onun bir başka sapkın yüzü postmodernlik tartışması… ama kısaca modernliğin planla ilişkisinin 1990’lara kadar dünyada hakim bir paradigma olduğunu düşünüyorum. kojeve’yi pek iyi bilmediğim için ayrıntılı bir analiz yapamam onun hakkında. ancak postmodern düşünütlerin ana sorunu, modernliğe karşı dururken, modern ontoloji hakkında hiçbir şey söylemeden, modernitenin yüzünü tersine çevirebileceklerini zannetmeleridir bence. ve modernliğe hayran düşünürlerin postmodernliğe bakışı da böyledir. yani eğer bugün insanın uyuşturucudan tutun da değişik türlerde hayvanlaşmasından şikayet ediyorsak, modernliğin plancılığına dönüşün makbul ve gerekli olduğunu düşünmek eğiliminin…bence son tahlilde her ikisi de insan hakkında havada kalan şeyler söylerler. zira ontolojik olarak konumları yanlıştır…
Yazan:özlem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Hadi yazıda bir başkası söylemeden absürd bir şeyi ben söyleyeyim. Hangi akla hizmeten o sıra estiyse Batılı aydınların doğuya bakışını eleştirirken islam dünyasını görmediklerini(aslında bizim aydınlarımıza daha çok yakışıyor bu tavır hatta buna utanma duygusunu da katabilirim) söylemiş sonra da Bosna’daki direnişi ve gazze’de geçen hafta olan olayları görmeyip insanlığa dair bir delil olarak Japon çiçek sanatını görenlere çatıvermişim. Tabi zavallı kojeve 1968 de öldüğü için bana verecek cevap bulamaıştır sanırım:)))Uatnsın öbür dünyada yaptığından ne diyeyim allahından bulsun:))
Yazan:Kerem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Özlem Hanım’ın yazısı çok güzel olmuş, kalemine sağlık demeyeceğim, ellerine sağlık demek daha doğru olur sanırım.
Gerçekten çok ilginç bir konuyu dile getirmiş. İnsanın yaşama gayesini şimdilik bir tarafa bırakırsak birey olarak sadece kendisi için yaşaması, sadece kendi zevkleri ve kendi geleceği için yaşaması elbette ki beşer sıfatıyla değil ama bir insan olarak yaşama gayesine uygun bir hayat değildir. Enver Bey’in hatırlattığı gibi, bir işçinin bir patron için 25 yılını vermesi-belki patronun bir işçiye 25 sene maaş vermesi olarak da düşünülebilir- örneğinin yanında bir anne-babanın çocukları için bir ömür feda etmesini nasıl değerlendirebiliriz. Çocuğuna iyi bir gelecek hazırlamak için, yemesinden içmesinden,lüksünden kısarak kendi dünyasını ve ahiretini feda edecek kadar bir fedakarlık sergilemesi de aynı bireyci insanın yaptığı bir davranış türüdür. Bu tür davranışlar da Batı’da pek görülmez. Bizde her anne-baba nerdeyse kendinden geçerek adete çocukları için yaşar. Ama aynı özveri niçin başkalaları için olmaz. Bir toplum olarak tehdit altında yaşarken niçin çok az insan hariç herkes nemelazımcı davranışlar sergiler. Ben sorunun sadece insanın özellikle modern hayatla birlikte kendi zevkleri için yaşaması, başkaları için kendini yakmamasında toplumun birbirine karşı güven eksikliği olduğunu da düşünüyorum. Elbette ki İslam sosyal bir dindir, birey olarak hem kendinden hem ailesinden ve çevresinden hem de bütün insanlardan sorumludur. İnsanın sürekli mantık çerçevesinde yaşaması, hayatta hiçbir risk almaması, gelecek kaygısıyla sürekli mal biriktirmesi istenen bir hayat değildir. Evet, insan bazen başkaları için de kendini yakmalıdır ama zannediyorum aynı hedefe koşan insanlar arasında bir güven sorunu da var demektir, biraz da kolaycılık. Demokrasiyi savunan, darbeye karşı çıkan on milyonlar varken bir avuç insan tepki koyuyorsa bir arıza var demektir. Ama zannediyorum bu durum insanın doğasında var. Bütün grup çalışmalarında, üniversite faaliyetlerinde lokomotif görevi gören iki veya üç kişidir. Bu da böyle bir şey olsa gerek. Nasıl olsa birileri bizim yerimize de çalışıyor ya da tepki koyuyor…
Yazan:özlem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Kerem Bey’e,
ben dini bir hayat tarzı yaşayanlara özellikle İslam dinini yaşayan insanlara direnmeye benin ötesinde biz için mücadele etmeyi çok yakıştırıyorum. Ancak müslümanlar uzun zamandır batı karşısında maddi, manevi , düşünsel üstünlüklerini yitirdiler bir nevi içlerine kapandılar, neredeyse ötteki ile karşılaşmaktan dahi korkar oldular. Bu halden silkinip, çözüm üreten bir yola girmek zaman alacak gibi gözüküyor. Ancak şunu da görmeliyiz ki bu ülkede son zamanlarda belli konularda direnen insan tipi ekseriya seküler kesimden gelenler oldu. Bunu mutlak bir üstünlük anlamında söylemiyorum ama darbeye direnme, mücadele etme anlamında belki islami kesim dahi onların arkasına sığınarak yol aldı alıyor. Batı’da da doğuda da dinsel bir yaşamın ötesinde bireysel olarak ya da grup olarak direnen, müthiş fedakarlıklar yapan bir sürü insan görebiliyoruz ancak modernizmin ve postmodernizmin yıkıcılığı altında bu çabalar yetmiyor. İsrail’e tüm dış yardımlarının %30 unu veren bir Amerikan hükümetini destekleyen Amerikan halkının karşısında Rachel Corrie sadece bizim gibi direnen insanlara moral destek olabilir , Amerikan gerçeğini değiştiremez. Burada insanlığın yepyeni bir umuda belki Ali Şeriatinin dediği gibi bir öze dönüşe ya da belki daha farklı şeylere ihtiyacı var. Bunu yaparken eitk yaşayan diğer insanları görmek, onlarla birlikte hareket etmek ve kendi hayatımızın dışında da hayatlar kendi ahlak anlayışımızın dışında da etik yaşayan insanlar olduğunu unutmamak çok önemli. Sezarın hakkını sezar a vermeli. Balyoz’daki hedef alınan gazeteciler listesine bakın bir kaç dindar insan dışında kaç kişi var islami bir hayat yaşayan. Bu çabayı da taktir ediyorum. Ama bugün bu insanların yanında yüzbinler yoksa mesela bir taraf gazetesi 500 bin değil de 50 bin tirajla çıkıyorsa bunu bizim kadar taraf gazetesinin de düşünebilmesi lazım neden acaba diye.
Enver Bey bazı ciddi yazarlar modernizm post modernizm arasındaki fark nedir bilmiyorum ben der:) gerçekten de post modernizm modernizmin daha ileri bir çeşidi sanki. Daha dağılmış ufalanmış, dinle bağlarını atmış şekli. Zira büyük anlatılar kabul etmiyor. Elde bir tutmak da bırakmıyor. Bu noktada 20 yıl sonra emekliliği için yaşayan sıradan bir modern insanın artık bu duygudan da vazgeçip günü yaşaması kaçınılmaz. Anlamsızlığın anlam haline dönüştüğü yer burası. Herşeyi söktük paraladık ama bu sefer bir şey kalmadı tutunacak.
Anlık yaşamak ile ilgili eleştirilerim sadece uyuşturucu kullanan hippi tarzı bir hayat yaşayanlar için değil. İstanbul’daki luks alışveriş merkezlerine bakın. En yenisi, en pahalısı en kalitelisi, en lezzetli olanı, en güzel kadın ,erkek o anın tadını çıkarma anlamında ne kadar enn varsa insanlar onun peşinde. Üç gün sonra atacakları bir nesne için
korkunç paralar döküyorlar. O 20 yıl patronun kölesi olan adam ise sadece patron olamamış adam aslında. Patron olma şansı olsaydı o da anı yaşardı.:)
Yazan:eg Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
özlem hanım modernlik postmodernlik tartışması çok derin bir tartışma ve aslında bu tartışmanın tek şekli de yok. ama
demişsiniz ya, bu cümleler “dinle bağlarını atmış olmaklık” harici benim de katıldığım tespitler. dine gelince, postmodernlik birçok modernce dine yeniden dönüş diye değerlendirilir. ama bence artık o “dönülen” din kaldığı yerde değildir.
aslında tüm toplumun bir şablonla değerlendirlmesi çok doğru değil.ama daha önce dediğim gibi modernlik ile postmodernlik bence aynı kökün farklı görünen meyveleri gibiler. ama birincide tutunulmaya çalışılan kökün “sahih” olmaması ve ikincide ise bu sahih olmayan kökten de kurtulup bir hakikat yokluğuna terk edilmesi söz konusu insanın…büyük alışveriş merkezlerinden tutun da uyuşturuculara kadar bence sorun aynı sorun. nesneleştirilen insanın geldiği nokta…
ama mesela şunu söyleyeyim patron olan insanın da anı yaşaması gibi bir durum söz konusu değil. tam tersi devamlı büyümek hırsından ancak rahmi koç gibi 70 yaşına gelince hayat akıllarına geliyor.
son tahlilde modernlik ertelenen hayatlardan sorumlu. postmodernlik ise anda yaşandığı sanılanın gerçek bir hayat olmamasından…
Yazan:beytullah emrah Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
aslında insanın ve insanlığın yaratıldığından bugüne neyse o olduğuna inanıyorum… benliğindeki potansiyeli habil ya da kabil gibi kullananların tarihi değil midir insanlığın tarihi? bugün bunun daha sofistike ve daha büyük ölçekli halini yaşıyor gibi görünsek de, mikroskoptan bakınca özünde büyük bir fark bulabilir miyiz? sanmıyorum… bu sebeple de “hayvanlaşma” eğilimini bu zamana has bir durum olarak kabul etmiyorum. bu geçmişte herşey daha güzelmiş gibi bir algıdan kaynaklanıyor. bir nevi kaçış. geçmişe ya da hayale sığınınca da bugüne katlanmak daha kolay oluyor… tabi bunu değiştirmek için tarihi mi değiştirmek lazım, tartışılabilir. fakat öncelikle bugüne dair yeni bir perspektife ihtiyaç duyduğumuz kesin. ve bu perspektif bize
direnmeden özgürleşemeyeceğimiz
gerçeğini bir kez daha hatırlatmalı…Yazan:özlem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Çünkü din ile tamamen bağlarını atan bir dünya mümkün değil. Belki kolu bacağını budayarak, kurumsal bağlarını, toplumsal hayata müdahilliğini atarak ama bir şekilde her zaman sürüyor. Hiç bir şey olmasa uzaylıların dinine inanıyorlar, astrolojiye inanıyorlar, türlü çeşit tuhaf şeyler icat ediyorlar. Hiçlik tanrısı tatmin etmiyor sanırım insanları.
Yazan:Kerem Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Özlem Hanım,
Burada doğunun aklı ile batının aklını ve düşünsel seviyesini yarıştırmak yerine Batı ve Doğunun birbirlerine üstün olan yönlerini digerine nasıl eklenlendirebiliriz diye düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Batı elbetteki aklı ile, düşüncesi ile, eleştiriye açık olması ile zahirde doğuya galebe çalıyor olabilir. Batı elbette demokrasiyi çok daha fazla içine sindirmiştir ve güzel modeller ortaya koymuştur. Bu serüven de öyle birkaç on yılda oluşmamıştır. Belki beş yüz yıl altıyüz yıllık bir süreçtir. Daha 70 sene önce birbirini tamamen tarih sahnesinden silmek için en acımasız hamleleri yapan da bu batı değil midir? Ortaçağda Barcelona’da 250 bin kişiyi katleden de yine aynı dinin mensupları değil midir? Endülü unutuldu mu? Sizin de belirtitiğiniz gibi Avrupa’nın bağrındaki Bosna’da en acımasız katliamlar ve tecavüzler yapılırken Batı seyretmekten başka ne yaptı? Son yıllarda Avrupanın tamamını saran milliyetçilik sarmalını unutacak mıyız. Tamam, demokrasi alanında Batı elbetteki bizden fersah fersah önde. Yıl 2010, biz hala Kafesleri, Sarıkızları, Ayışığını, Balyozları konuşuyoruz. Buna karşı sessiz ve tepkisiz kalan sadece müslümanlar ya da en az müslümanlar değil ki. Türkiye’de bu olup bitenlere karşı birkaç sol fraksiyondan başka ne kadar sol tepki var. Ben en büyük tepkiyi gerçek bir sosyal demokrat parti olmasını temenni ederek CHP den beklerdim. Gelin görün ki onlar da liderlik seviyesinde avukatlığı soyunmuşlar. AKP tabanının açıkça tepki vermemesini anlayabiliyorum. Burada tepkilerin AKP dışındaki mahfillerden gelmesi daha anlamlı geliyor bana. Bu tepkilerini yıllardır ortaya koyanları da alkışlamaktan daha doğal bir şey olamaz.
Yazan:suryanos Tarih: Oca 23, 2010 | Reply
Hakikat algısı/arayışı durduğunuz yerede bağlı bir yerde ve durduğunuz yerin insan telakkisine. Düşüncelerinizin gelişmesindeki temeller Natüralist bir insan telakisi içersindeyse bu geleneğin hayatı ve insanı değerlendirmesi üzerinden bakarsınız.
Hakikat derdi iddiası sabibi yolcunun kendi insan telakisini kazırcasına deşmesi gerekir her şeyden önce. Yani başkalarını düzeltmeden önce yine kendine döneceksin manasını burdan çıkarmak yanlış olmaz herhalde
Yazan:Suat Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Ozlem hanim, elinize saglik, cok guzel bir yazi olmus.
Enver hocamin serhlerine katildigimi ozellikle belirtmek isterim. Aliya “insan hayvan olamaz, ya insan olur ya da gayr-i insan” derken tam da insanin varolus trajedisi geregi uzerine binen yuku bunun sorumlulugun agirligini ve istidadinin genisligini vurgulamisti. O yuzden ben insanin bazi fitri ozellikleri icin ‘hayvani yan’ derken bile zorlanirim. Enver hocamin dedigi gibi: “hayvanlar en azından Allah’ın kendilerine uygun gördüğü görevleri yaparlar. bir gram bunun üstünde birşey talep etmezler.”
Modernlik-postmodernlik konusu icin de su iki linki vereyim:
http://calintilar.wordpress.com/2009/09/03/postmodernlik-ve-din-ya-da-ikinci-sekularizasyon-mustafa-armagan/
http://calintilar.wordpress.com/2009/09/09/modernlik-postmodernlik-din-mustafa-armagan/
Yazan:özlem Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Evet bu insanın hayvanlaşması sözüne bir şerh te ben düşeyim. Sanırım bu konudaki itirazlar daha çok varlık aleminde bir değer hiyerarşisi görmekle ilgili endişeden kaynaklanıyor. Yani hayvan aşağı bir şey ise sadece benim faydam ve emrim için varlığına ihtimam gösteririm, doğaya da canlılara da tahribatta bulunmak çok aykırı gelmez gibi bir düşünce olabilir mi?
Hayvan hayvan olarak varolduğu sürece varlık aleminde aşağı bir konumu ifade etmez. Hayvanlar da tüm yaratılmışlar gibi allah’ın alametlerindendir. Buradaki hayvanlaşma meselesini biraz mecazi olarak almakta fayda var. Ot kötü bir şey değildir ama bir insana ot gibisin desem bu kötüdür. Çünkü insan ot olarak yaratılmamıştır. İnsani özelliklerini kaybediyor otlaşıyorsa bir özne olarak konumunu kaybediyorsa bu kötüdür. Mesela Kur’an da Araf suresi 179. ayette allahu teala şöle buyurur:
179.Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
Burada ifade edilen kendi yarattığını aşağılamak değildir, burada eşrefi mahlukat yaratılmışların en şereflisi olan insanin kendine yakışan hali bırakıp içgüdüsel bir yaşama yönelmesidir.
Yine bir başka ayette gazaba uğrayan bir kavme aşağılık maymunlar olma cezasından bahsedilir. Bu hayvanın aşağılanması değildir buradaki insan olmayı red eden insanın cezalandırılmasıdır.
Yazan:özlem Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Suat bey hem iltifatınız için hem de verdiğiniz linkler için çok teşekkür ederim bu arada. Mutlaka okuyacağım. Modernizm ve post modernizm konusunda sizin ve Enver Beyin çok daha emek sarfettiğini araştırdığını biliyorum. O yüzden bu eleştiri ve tavsiyelerinize çok değer veriyorum. Tekrar teşekkürler.
Yazan:eg Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
beytullah kardeşim demiş ki:
şimdi insan kendisinde ahsen-i takvîmden, esfel-i safilin’e kadar bütün imkanları potansiyel olarak kendinde barındırır. amenna. bu açıdan bakınca insan habil ile kabil’den beri aynıdır diyebiliriz. ama bilginin mahiyetinin, toplum yapısının, devlet yapısının vs. insanın en çok hangi yönünü kışkırttığı burada önem kazanıyor. evet insan potansiyel olarak kötülüğü de onu meleklerden üstün yapacak iyiliği de kendisinde barındırıyor. ama aydınlanma sonrası batı düşüncesinin (aslında modernlik demek daha doğru)bilgi, toplum ve devlet yapısının insanda kışkırttığı noktalar insanın o en güzel şekilde yaratılmış olan haline uygun olan özelliklerini değil, onu en aşağılara fırlattıran hallerine zemin hazırlayan noktalar bence.
mesela özellikle modernlikle ve modernliğin soykırımlar yapabilme potansiyeliyle ilişkili çalışmalarına çok önem verdiğim düşünürlerden birisi da hannah arendt’tir. ve onun eichmann kudüs’te adlı kitabında geçen bir söz benim söylemek istediğim şeyi en güzel şekilde özetlediği için burada alıntılamak isterim. arendt der ki “modernlik insanı modern öncesi dönemlerin insanından daha zalim yapmadı. ama zalim olmayan insanların dahi büyük zulümler yapabildiği ortamı yarattı”…evet kısaca modernliğin yaptığı budur işte…
Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Enver bey,
Bu cümleyi okuduğumda aklıma gelen “hayvanat bahçesi” görüntüsüne bağlı olarak düşündüklerimi paylaşmak isterim.Doğal ortamlarında birbirlerinin besin zinciri olan hayvanlar yüksek tellerle çevrilmiş kafeslere hapsedilerek, belirlenmiş saatlerde, vitamin takviyeleri yapılmış belirli ölçülerde besinlerle “insan eli” ile beslenmekte. Üremeleri dahi onu kafeslere kapatarak koruyup kollayan insanın kontrolünde! Kafes yaşantısından huzursuz olan bir hayvanın, artık yabancısı olduğu “vahşi” doğaya salıverilmesi gibi bir merhametsizlik asla söz konusu değildir. Bu huzursuz hayvanı sakinleştirmenin yolu belirli dozlarda sakinleştirici ilaç zerk edilmesidir ki huzursuzluk diğer hayvanlara sirayet etmesin ve kafes içinde temin edilmiş düzen bozulmasın!
“Zalim olmayan insanların dahi yapabildiği büyük zulümler”le buna benzer şeyler mi söylenmeye çalışılmış bilemiyorum. Bu nedenle alıntıladığınız cümleyi biraz daha anlaşılır kılabilmek için aşağıda sizin cümlelerinizle çerçevelendirmeye çalıştığım soruya vereceğinizi umduğum açıklayıcı cevabınız oldukça faydalı olacak gibi.
İki büyük peygamber ve dinin ardından (Yahudilik ve Hıristiyanlık) cahiliye dönemi gibi bir süreç yaşandı. Cahiliye dönemine, insanı en aşağılara fırlattıran hallerine zemin hazırlayan noktalar ile aydınlanma sonrası batı düşüncesinin (aslında modernlik demek daha doğru)bilgi, toplum ve devlet yapısının insanda kışkırttığı noktalar arasında “insan olma hali” arasında bir fark var mı?
Peygamberlerle aynı zamanda yaşamış oldukları halde onların mesajlarına kulaklarını tıkayarak reddetmelerinin zemini hazırlayan noktaları göz önünde bulundurup, aydınlanma sonrası zeminle mukayese ederek cevaplarsanız çok sevinirim?
Bugün derin tepkisizlik olarak yorumladığımız durumun geçmişte peygamberler tarafından tebliğ edilen dinlere karşı gösterilen reddedişle aynı niteliğe sahip olduğunu, bugünküne benzer bir zeminde var olabildiğini söylemek yanlış mı olur dersiniz?
Yazan:eg Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
çuvaldız hanım sorunuza dilim döndüğünce kısaca cevap vermeye çalışayım.
arendt’in alıntıladığım sözü eichmann’ın duruşması sırasında söyledikleri üzerine yazdıklarındandır. eichmann nazilerin üst düzey görevlilerinden birisi. binlerce insanın gaz odalarına götürülmesinden, yakılmasından sorumlu. ama adam aynı zamanda “normal hayatında” iyi bir aile babası. “temiz”, “yasalara bağlı” hiçbir falsosu olmayan bir insan. yaptıklarını haklandırırken de hiçbir vicdan azabı duymadığından, sadece kendisine verilen görevi iyi bir vatandaş olarak yaptığından vs. bahseder.
bu tür zulümlerin olabildiği toplumların peygamberlerin geldiği toplumlardan farkı nedir diye sormuşsuunz. aslında üzerine çokkk detaylı yazılması gereken bir konu bu( buradan bir sözüm olsun daha detaylı bir araştırma sonucu daha detaylı bir yazı yazma sözü olsun)ama şimdilik söyleyebileğim şeyler aşağıda:
bence peygamberler toplumlardan çok insanlara geldiler. insan ise evet bütün tarih dönemleri boyunca hem en aşağılara hem de en yukarılara potansiyel olarak imkanı olan bir varlık. peygamberlerin yaptığı, insana kendi potansiyelindeki “en yukarıları” gösterip onların yolunu düzeltmektir bana kalırsa(tabii basit bir tabir oldu ama özetle böyle bence) modern öncesi toplum yapılarının hiçbirisi kendisini bir kutsala ve o kutsalın Allah tarafından görevlendirilmiş tebliğcilerine kapalı olmadılar. müşrik oldu, kafir oldu tarih boyunca. ama şirkin ve küfrün, kutsalın tebliğ ortamını imkansız hale getirdiği hiçbir dönem olmadı. zira şirk de küfür de modern dönemler gibi epistemolojisini ve ontolojisini tamamıyla yanlış bir köke bağlamayı mümkün kılamadılar. o yüzden de küfürleri de, şirkleri de asla modern dönemler kadar inatçı, kendini beğenmiş ve kibirli olmadı.zira hiçbirisinin modenr dönemler kadar “büyük bilimsel, teknolojik başarılar yaşatmış” kibirli bir epistemoljileri yoktu. bilim hiçbirisinin dokunulmaz putu değildi. o yüzden her peygamber gönderildiği toplmda karşılık bulabildi. hatta Hz. peygamber dönemindeki gibi çok kısa sürelerde çok büyük alanlara yayılabilen dinler söz konusu olabildi. ama modern dönemler, dinin, hakikatin başka bir “gerçeklik” uğruna heba edilmesi demekti. üstelik bu hakikat görünürde o derece güçlüydü ki “aklı olan” hiçkimsenin bunun hakikatliğinden şüphe duyması mümkün olamazdı. işte bilimin (aslında tarih boyunca bilim vardı ama modern bilim bambaşka birşeydir ve tümüyle zalimdir)bir taraftan güç kazandırırken öte taraftan kibriyle hayatın tamamıyle dışına atabildiği hakikatin postmodern dönemlerde iyice hakikatsizliğe dönüşmesinin sebebi budur bence…yani en güçlü göründüğü yerden hakikatle bağını koparıp, en güçlü olduğu yerden insanlığın içini kemiren bir durum söz konusu. ve bana kalırsa bu tüm insanlık tarihinde benzersiz bir deneyimdir. o yüzden arendt’e bu sözleri söyletmiştir.
şimdlik bu kadar yazmakla yetineyim. ama batı düşüncesinden özellikle 20.yy ın ikinci yarısındaki kimi düşünürler bu durumun analizlerini çok güzel yaparlar. mesela herkese zygmunt bauman’ın kitaplarını öneririm. en azından batı toplumunun dönüşümünü ve modern toplumun katliam potansiyelini çok güzel analiz ettiğini söyleyebilirim.
Yazan:eg Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
bir de şunu ekleyeyim: aşağıda linkini verdiğim yazıda (roni margulies’e bir cevap yazısı) çuvaldız hanımın sorusuna biraz daha kapsamlı cevap olabilecek şeyler var.
http://www.derindusunce.org/2010/01/01/filistin-gunlerinde-roni-marguliesin-yaptigi-konusmaya-bir-cevap/
Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Enver bey,
Yazdıklarınızdan bilim ve dini karşı karşıya gelen, birbirlerinin köklerini kazıyarak yayılmaya çalışan iki zıt unsurlarmış gibi yanlış bir sonuç çıkarmak mümkün. Fakat uzun süredir sizin yazdıklarınızı okuyan biri olarak ifade ettiğiniz düşüncenin daha doğru şekilde aşağıdaki cümlenizle izah edilebileceğini düşünüyorum.
Kusura bakmayın çok itiraz ediyormuş gibi olduğumu biliyorum ama bilimi zalim kılanın insan olduğu gerçeğinden uzaklaştırabilme ihtimalini barındıran ve nedenle tehlikeli olduğunu düşündüğüm bir dil bu. Görevi icabı, insanları katledip eve döndüğünde çocuğuna şefkatli baba olan eichmann’nın psikolojisine oldukça yaklaştırabilecek bir niteliğe kolayca bürünebilir! Kötülüğe ve zulme karşı değil de külliyen bilime muhalif olmanın kapısını aralayan bir yaklaşım bu. Özne olan insan bu yaklaşımla, özgür iradesi ile ortaya koyduğu eylemi ve sonuçlarının sorumluluğunu, öznesi mahkum edilemez herhangi bir “o” ya ihale edebilir ve dolayısıyla bir zalim olarak rahatlıkla “masumum, ben sadece görevimi yaptım” diyerek aralanan kapıdan göz göre göre sıvışabilir. Hatta belki ceza yerine aksine taktir bile edilebilir.Adaletli olmanın gereği olarak hukuken “suçlu” olan birinin tıp bilimi aracılığıyla aldığı “ehliyetsizlik” vizesi ile cezadan kaçabildiği/kaçırılabildiği gibi. Üstelik taş atan, tıbben(!) de akıl baliğ olmayan bir “çocuğa” tanınmayan ayrıcalıkla üstelik.Neyse konuyu dağıtmayayım.
Modernite/modernlik/modern dönemler insandan bağımsız uzak, bağımsız bir tür potansiyeli tetikleyen bulaşıcı virüs olarak görmenin insanı, bilim mikroskobundan bakıldığında hücreler bütününden müteşekkil biyolojik organizma=hayat olarak görmekten pek de farklı olmayacaktır.Mikroskobik bilimsel yanlışlanabilir bilgi niteliği ile tanımlanan “hayat-sız” sadece “süreli” bir varlık olarak “insan”!
Şerde hayır aramak!
Steril laboratuarlarda hastalıklı DNA ları devre dışı bırakılarak kontrol edilip “mükemmelleştirilerek” yeniden inşa edilebilir(yaratılabilir)olan insan! Estetik mucizesi, olunmaz hastalığa deva mucize ilaçlar, mucize iletişim ve ulaşım araçları, vs vs..Dolayısıyla insana bağlı olarak mükemmelleştirilebilir toplum düzeni! Ütopik?
Tüm bunlara bağlı olarak modernite, kurumlaştırılmış “öğretilebilir hale getirilmiş” düşünce yapısı olarak ele alındığında “Modern insan”ı virüs kapmış “hastalıklı insan” gibi tanımlamaktan başka çıkar yol kalmıyor maalesef. Bu da bir tür “kafesle(n)me”.Böyle bir tanım yapıldığında ister istemez itham edilen, teşhis ve tedavi ettiğine inanan “modern insan” gibi bir tavır geliştirilmiş oluyor.
Kendi akıl ve irademiz ile insan olmaktan vazgeçmiş durumdayız. Bize dikte edilen “Mükemmel insan olmak mümkündür” gibi ütopik bir düşünceye hiç şüphe etmeksizin aklımızı teslim etmiş durumdayız. “Bilimin mucizeleri” denilerek bize takdim edilenlere ulaşabilmek için gönül rızası ile irademizi başka insanların eline teslim edip “köleleşmiş” olduğumuzun farkına bile varamıyoruz. İrade gösterip mikroskop’tan gözlerimizi ayırıp izlemekte olduğumuz yolun vardığı yöne doğru bakabilsek hayatın pazarlanan “sektör” olmak dışında bizim için ne anlama geldiği üzerine düşünebileceğiz. Ve işte o zaman inatçı, kibirli ve kendini beğenmiş olanın bilim olmadığını anlayacağız. Tüm bu sıfatlarla bilimi “takdis” edenin biz insanlar olduğumuzu idrak edeceğiz.
Bir başka başlık altında Mehmet bey bir yorumcuya ısrarla aşk, sevgi, merhamet gibi mikroskoptan bakıldığında teşhis edilemeyen organizma dışı olup hormonları tetikleyerek uyaran bir takım “insani” duyguların “bilimsel” açıklamalarını sormuş ve yanıt da tersten gelmişti. Bilim adamlarının, bu duyguların hormonal etkilerini izah edebiliyor olmaları niçin var oldukları sorusunun cevabı olamayacağına göre şirk ve küfür tebliği imkansızlaştıracak şekilde kökleşebilmesini mümkün kılmayacaktır.
Bu biraz da şimdilerde kendilerini Yaratılmış olduğuna inanan insanları yargılayan engizisyon mahkemelerindeki papazlar gibi gören bilimci insanlara Galilei’nin verdiği cevaptan ilhamla benzer bir yanıt vermeye de benzetilebilir; ben aksini söyleyecek kadar aciz olabilirim ama bu tek hüküm sahibinin, Rahman ve Rahim olanın Allah olduğu gerçeğini değiştirmez.
“Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisi gereğince insan maddi varlığını bilebildiği kadar manevi varlığını da bilmek üzere hep bir arayışta olacaktır. Taktir edilmişse eğer gizli olan hazineyi aramak yolunda olduğunu idrak edebilecektir, öyle değil mi? Adil olan Allah hiçbir kulunu bu arama halinden gayrı yaratmamıştır.
Habil – Kabil yanıyla beraber “pişmanlık” gibi insani bir gerçek de söz konusu! Bugün ile geçmiş dönem arasındaki fark, pişmanlık ve pişmanlığın kanalize edilebilme hali olabilir mi acaba?(carpe diem!)
Fark konusundaki tespitlerinizle ilgili yazacaklarınızı çok merak ediyorum; İnsan olma hali ile insan’ın dönemsel kavramlara sıkıştırılan (epistemolojik)tanımları! Zor konu. Şimdiden kolay gelsin 🙂 Ayrıca bu düşündüren yanıtınız için de teşekkürler. Kitap bilgisi ve linkler için de.
Yazan:eg Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
estagfirullah…aslında bence tam da böyle değil. bilimi zalim kılanın insan olduğu gerçeği diye bir şey olduğunu sanmıyorum. zira artık insan mı bilimi yarattı, bilim mi insanı tartışmasının yapılabileceği bir eşik noktasını geçti dünya. modern ve postmodern çağlar bilimin yarattığı insanlardan oluşuyor bence, insanın yarattığı bir bilimin sözkonusu olmasından ziyade….bu artık yumurta tavuk meselesi. bir ideolojinin nesne haline getirdiği doğanın ve o doğayı hükümranlığı altına getirmek isteyen -insan tarafından kurulmuş bilimin- bugün nesne haline getirdiği insandan bahsedebiliriz bence. bu da modern çağlar için bilimin insan tarafından belirlendiği gerçeğini unutturan bir ortam yaratmak ve bilimin kutsallaştırılması demektir. özellikle 20.yy başındaki islamcılarda(mehmet akif gibi)batının bilimini alalım, yaşantısını almayalım tarzı şeylerin bu yüzden doğruluk payının olmadığını düşünüyorum. modern bilim başlıbaşına bir epistemoloji(ve evet garip gelebilir ama ontoloji de) dayatır. o yüzden de evet dinle de kutsallıkların hepsiyle de çelişir. zira bu kutsalları kendi içinde aklileştirmezse yaşayamaz modern bilim. aklileştirir ve kendince ehlileştirirse de bozar! ve evet açıkçası – hayatımın çoğu pozitif bilim ve teknolojilerde ‘ilerlemekle’ geçmiş dahi olsa- bilimin modern haliyle topyekün bir zulüm öznesi olduğunu düşünüyorum. bu yüzden modern bilime topyekün muhalifim cidden de!
modernliğe muhalafetin modernlik içinden yapılamayacağını düşündüğüm için modern bilime de muhalifim. epistemolojisiyle ontolojisiyle köklü bir karşı duruş ve yeni bir kutsal bilim(seyyid hüseyin nasr’ın kitabını aklımıza getirelim) gerekiyor. yoksa
modernlik içinden yapılacak “bilim karşıtı görülmemek için çabalayan” bir itirazın bir faydasının olacağını sanmıyorum. o yüzden evet modern bilimin topyekün karşısındayım. bir kutsal bilim anlayışı lehine…yani bilimin(ki buna ilim diyorum bilim değil) bir bilgi hiyerarşisinde yerini bilmesi kaydıyla benim için bir önemi vardır.öteki türlü benim gözümde beş kuruşluk bir değeri yoktur bilimin!
doğrusu böyle anlaşılabileceğini (hatta böyle anlaşılması gerektiğini) bile bile söylediğim şeyler bunlar. zira kötülük ve zulümle modern bilimin içsel ve zorunlu bağlarını inkar edemeyeceğimizi, tam tersi eğer modernliğe muhalif isek bu bağların da deşifre edilmesi gerektiğini düşünüyorum. o yüzden mehmet akif gibi batının bilimini al, yaşantısını bırak diyemem. bana çok basit bir muhalefet gibi gelir bu. eğer ben bir müslüman olarak bir muhalefet yapısı kuracaksam, bu modernliğin tüm yapılarının kökenlerini yapı-bozunuma uğratmakla olacaktır diye düşünüyorum. ve bu kökenlerde modern bilim hayati bir yer işgal eder….
Yazan:özlem Tarih: Oca 24, 2010 | Reply
Haiti ile ilgili bir yazı, ilgilenenler için:
http://www.timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=19469
Yazan:yıldız ramazanoğlu Tarih: Oca 25, 2010 | Reply
özlemciğim eline sağlık. yazın çok ufuk açıcı. uzun cevaplar ve tartışmalar başlattı içimde ama hissiyatıma karşı gelen kimi yorumları okuyunca bir doygunluk oldu şimdilik. enerjim yetmedi yazmaya…belki daha sonra.
Yazan:özlem Tarih: Oca 25, 2010 | Reply
Teşekkürler Yildiz. Derin Düşünce güzel bir site. Bir yazı yazıp gitmiyorsun. Arkasından bu şekilde duygularını paylaşmak, bilgi eksiklerini gidermek, tartışmak fırsatın oluyor. Bazı yazıların arkasındaki tartışmalar yazının aslından daha doyurucu oluyor gerçekten de.
Bazen sizlerin(Cihan’ın, Hilal’in, senin, Neslihan’ın, Ceren’in) yazılarını da paylaşıyorum arkasından konuşuyoruz keyifli oluyor:)