Alevilik açılımını düşünmek ya da sırrı faş eylemek
By Konuk Yazar on Şub 11, 2010 in Demokrasi, Laiklik, Özgürlükler, Ulus-Devlet, vicdan
Netameli bir siyasal sürecin içerisindeyiz. Sürekli ıskaladığımız ve kangren olmaya yüz tutmuş birçok sorunun baskısı altındayız. Bir taraftan toplumsal kutuplaşma derinleşirken diğer taraftan siyasi riskler çoğalıyor; dönüşü olmayan bir noktaya doğru hızla sürükleniyoruz. Zaman geçtikçe çözüm biraz daha zora giriyor. Acil çözüm bekleyen sorunlarımızın başında Kürt sorunu, Alevilik sorunu, sivil anayasa, askeri vesayet vb. geliyor.
Alevilik, “Kaldır gitsin senlik benlik hatalar / benliğe yok dedi güzel atalar / kesilen kurbanlar, yenilen lokmalar / Hasan ile Hüseyin aşkına” diyen; ancak siyasal sistem tarafından görmezden gelinen, ötekileştirilen, oldukça senkretik dinsel bir gelenek… Siyasal olarak ise, 1950’li yıllara kadar kırsal kesimde yaşayan, siyasal hayata katılmayan; 70’li yıllar boyunca dışlanmanın ve şifahi kültürün verdiği bir ruhla sosyalizme savrulan; 80’lerde ise İran İslam Devrimi’nin de etkisiyle yükselen radikal İslamcılığa karşı panzehir ve laik siyasetin müttefiki; 90’lı yıllardan itibaren kendi kimliğini fark eden ancak demokrat, hümanist eksene doğru savrulan siyasi bir topluluk…
Böylesine karmaşık ve farklı güzergahta yol alan Alevilerin sorunları nasıl çözümlenebilir? Ak Parti tarafından organize edilen Alevilik Çalıştayları, kanayan bu yaraya merhem olabilir mi? Toplumsal kutuplaşmanın oldukça yoğunlaştığı bir dönemde, toplumun farklı kesimleri senlik-benlik kavgasını aşarak bu çok boyutlu sorun ile başa çıkabilecek mi? Ya da tüm bunların da ötesinde, içimizdeki ötekiyi anlayıp kendi sosyo-kültürel tarihimiz ile yüzleşerek “sağlıklı bir toplum”a doğru evirilebilecek miyiz? Farklı kimliklerin ve değer sistemlerinin hayat bulduğu bu mümbit coğrafya, bu inanç sahiplerinin vatanı olabilecek mi?
Uzun zamandan beri siyasi tablonun dışında bırakılan Alevilerin sorunlarını çözmek amacıyla Ak Parti tarafından Alevi açılımı hayata geçirildi. Ve bu süreçte Alevi’sinden Sünni’sine, basın mensubundan yazarına ve sivil toplumun birçok temsilcisine kadar, toplumun pek çok kesimi ile bu “tarihsel yük” tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Peki, gelinen noktadan ümitvar olmalı mıyız; yoksa bu tarihsel yükü omuzlarımızda taşımaya devam mı edeceğiz?
İlk olarak, tarihe mal olmuş Alevilik gibi kökeninde Osmanlı-Safevi iktidar mücadelesinin olduğu bir sorunu Alevilik Çalıştaylarıyla “mutlak” anlamda bir anda çözmek veya çözüm beklemek hayalden öte bir anlam ifade etmez. Çünkü tarihsel ve toplumsal kaynaklı sorunlara bir anda çözüm bulmak mümkün değildir. Bu tür sorunları, ancak çözüm iradesini sürekli canlı tutarak, -zamana yaymanın rehavetine de kapılmamak kaydıyla- süreç içerisinde çözümleyebiliriz. Bu açılım ile beraber, ötekileştirilen Aleviler siyasal sistem tarafından “makul dinsel inanç ya da kimlik” olarak kabul görmeye, meşrulaşmaya başladılar. Sözgelimi TRT’de Alevilik inancına daha fazla yer verilmeye başlandı. Ardından yine bu sürecin ürünü olarak, siyasi aktörler muharrem törenlerine katılarak toplumsal kutuplaşmayı önleme imkanına sahip adımlar attılar.
Alevilik sorunun çözümlenebilmesi için cumhuriyetin din politikasını yeniden tartışmalıyız: Cumhuriyetin kurucu miti ve din politikasını belirleyen ana ilke laikliktir. Ve cumhuriyetin kurucu aktörleri, Müslümanlığı/İslam’ı terk edip başka bir dini benimsemek gibi, bir kararları yoktur. Aksine İslam’ı yeni düzenin ve modernliğin ruhuna uygun olarak yeniden kurgulamak ve inşa etmek niyetindeydiler. Islah edilmiş, kontrol edilebilir makul bir İslam… Özetle kurucu iktidarın ve seçkinlerin din algısını, “dinin tekil yorumunu tekel altında tutmak” biçiminde tanımlayabiliriz. Tekke ve Zaviyeler Kanunun kabulünden itibaren cumhuriyet idaresi, herhangi bir mezhep, tarikat ya da cemaati meşru görmüş veya özel muamele yapmış değildir. Siyasal sistemin resmi mezhebi konumunda olan Sünniliğin de herhangi bir ayrıcalığı yoktur. Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılarak yerine kurulan Diyanet İşleri Reisliği’nin Sünnilik ile irtibatlı görülmesinin temel sebebi; kontrol edilmesi, dönüştürülmesi ve baskı altına alınması gereken yorumun Sünnilik olmasındandır. Bu bağlamda Alevilerin sorunlarını Diyanet kapsamında ya da Diyanet’in şemsiyesi altında çözümlenmesini beklemek gerçekçi değildir; hatta sorunu içinden çıkılmaz hale de getirebilir. Ayrıca bu tür bir çözüm, şifahi geleneğe sahip olan Aleviliğin, kendi otantik kimliğini kaybederek “devlet odaklı bir Aleviliğe” dönüşme riskini de içinde barındırır. Bu bağlamda hem Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nu yeniden düşünmeye hem de laikliği daha liberal bir forma dönüştürmeye ihtiyaç vardır.
Alevilik gibi içinden çıkılması oldukça zor bir meselede ikinci açmaz, cemevlerinin yasal bir statüye kavuşturulup-kavuşturulmaması sorunudur. Bilindiği üzere, cemevleri köyden kente göçün bir ürünü olarak, 1970’li yıllardan itibaren toplumsal yapıda görünmeye başlamıştır. Alevi açılımının başarılı olabilmesi için, cemevlerinin yasal bir statüye kavuşturulması noktasında siyasi bir iradenin ortaya çıkması zorunludur. Ayrıca din ve vicdan hürriyeti söylemini merkeze alan laik felsefede tüm dini kurum ve anlayışlar saygıyı hak eder ve fiili olarak saygın bir konumdadır. Ancak bu gerilimli süreçte, cami ile cemevlerini karşı karşıya getirmek tehlikesinden kaçınılmalıdır.
Alevilik meselesinde bir diğer açmaz da, din derslerinin zorunluluğu meselesidir. Din dersleri, 1982 anayasası ile zorunlu hale gelmiştir. Bu karar ile siyasal sistem, ıslah edilmiş dinden destek alarak kendini rehabilite etmeyi amaçlamıştır. Burada çok fazla uzatmadan sözü, 12 Eylül 1980 darbesinin mimarı olan Kenan Evren’e bırakıyorum: “Dini Eğitim çocuklara aileleri tarafından verilemez. Aslında aile bu eğitimi vermeye çalışsa bile yanlış, eksik veya kendi bakış açısından öğretebilir, dolayısıyla bu uygunsuzdur… Şimdi bunu Anayasa hükmü haline getirdik. Artık din, çocuklarımıza devlet tarafından, devlet okullarında öğretilecektir.” Darbe Anayasanın uygulamasını ve darbeci bir zihniyetin ürünü olan zorunlu din ders uygulamasını savunmak, ıslah edilmiş bir dini savunmak anlamına gelmez mi? Ayrıca AİHM ve Danıştay’ın da zorunlu din dersine yönelik eleştirilerini göz önünde bulundurarak, zorunlu din dersi uygulamasını yeni bir forma kavuşturmak gerekmektedir. Din dersleri, modern dünyanın ve toplumun ruhuna uygun olarak, daha çoğulcu ve daha eleştirel bir forma neden dönüştürülmesin?
Peki, böylesine toplumsal boyutlara sahip bir sorunun çözümünde siyasete düşen nedir? Evet, Alevilik gibi tarihsel-toplumsal boyutu oldukça fazla olan bir sorun, sadece siyaset ile çözümlenemez… Ancak burada siyasete düşen görev, toplumsal kutuplaşmayı önleyici, önyargıları aşabilecek ve toplumsal bir konsensüse yeniden inşa edebilecek siyasi bir dil kurgulamak ve bu siyasi dili sürekli canlı tutmaktır. Özellikle modernliğin etkisiyle değerler dünyasında yaşanan farklılaşmanın ve eski ile yeniyi karşı karşıya getiren kutuplaşmaların keskinleşmeye başladığı bir dönemde siyasi irade tarafından ortaya konan böylesi bir tavır oldukça anlamlı olsa gerek. Ayrıca, Türkiye gibi, jakoben dönüşümün esas olduğu bir toplumda, siyasi aktörlerin çözüm iradesi göstererek, arafta kalmış bir inancı topluma taşıması, aynı zamanda, en temel sorunumuz olan ayrımcılığı da azaltma imkanı verir bizlere. Bu süreçte, Osmanlı döneminden cumhuriyetin ellili yıllarına kadar toplum-dışı kalmış olan Aleviliğin sorunlarının çözümlenebilmesi için, ezberleri bozmak, korkuların üzerine doğru gitmek ve önyargının çelik duvarını aşmak gibi toplumsal zihniyeti sarsıcı adımların atılması gerekmektedir.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.
Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.