AKDER: 13 yıl gitti, geriye 987 yıl kaldı…
By Editorden on Şub 16, 2010 in Demokrasi, Duyuru, Kadın, Özgürlükler, vicdan, Yobaz Laikler
“28 Şubat 1000 yıl süremez” mi diyorsunuz: Kaldırın başörtüsü yasaklarını!
28 Şubat 1997’de sivil siyasete inen darbe ile başını örten kadınlara devletin alanı olarak ilan edilen kamusal alanın kapıları sımsıkı kapatıldı. Bir sürek avı ile bu kadınların askeriyede, bürokraside ya da herhangi bir resmi karar makamında olan aile fertleri tespit edilip türlü şekilde cezalandırıldı. Başörtüsü yasağını hukuk dışı bir uygulama olarak gören hâkimler, savcılar sürgün edildi ya da görevlerinden ihraç edildi. Sadece başa örtülen örtüyü değil, onun yerine ikame edilen şapkaları ve ideolojik olduğu iddia edilen perukları dahi yasaklayan uygulama doğrudan başları örtülü kadınları, dolaylı olarak da onların aile üyelerini ve toplumu hedef aldı. Ayrımcılığa maruz kalan pek çok kesime başlarını örten kadınlar da eklendi.
1997’nin üzerinden 13 yıl geçti…
Üniversitelerde öğrenciler ve devlet dairelerinde memurlar üzerinden devlet eliyle uygulanmaya başlanan yasak 13 yıl içinde toplumsal her alana nüfuz etti. Bugün artık başları örtülü kadınlar kendi ilçelerindeki belediyelerin meclislerine dahi kabul edilmiyorlar. Ülke çapında temsiliyet hakkı şöyle dursun, sokaklarındaki çöp sorunu üzerine bile söz söyleyemeyecek hale getirildiler. Türkiye, kadınlarının 1934 yılında seçimlere katılma hakkına sahip olduğuyla övünen bir ülke. Buna rağmen ülkedeki kadın nüfusunun %62’sini oluşturan başları örtülü kadınlar bugün 2010 yılında seçilme hakkından tamamen mahrum bırakılıyorlar. Özgür olduğu iddia edilen seçimlerin hiçbir aşamasında görev alamıyorlar, sandık gözetmeni dahi olamıyorlar. Üniversite eğitimi almak bir yana, devletin dikiş-nakış kursunda dahi başlarını açmaya zorlanıyorlar. Yasağı uygulamayı kendine vazife edinen kişilerin kraldan çok kralcı tutumuyla, mahkemelerden, belediye binalarından, lokantalardan, otellerden, misafirhanelerden, apartman yönetiminden ve hatta herhangi bir çay bahçesinden dahi başları örtülü olduğu gerekçesi ile dışarı çıkartılabiliyorlar, girişleri engellenebiliyor. Bu ayrımcı uygulamaları şikâyet edecekleri, haklarını talep edecekleri resmi makamların kapıları da aynı yasak sebebiyle kapalı…
Türkiye tarihindeki darbelerin kınandığı, darbe planlarının yargılandığı bu günlerde 28 Şubat post-modern darbesinin son tortusu olan EMASYA protokolü kaldırıldı. Fakat 28 Şubat’ın temel taşlarından olan “başörtü yasağı” hala orta yerde duruyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, “28 Şubat’ın etkisi 1000 yıl sürecek” demişti.
13 yıl gitti, geriye 987 yıl kaldı…
987 yıl boyunca bu ayrımcılığın sona ermesini ve adaletin sağlanmasını beklemek yerine, adalet talebimizi bugün, şimdi, burada, ertelemeden ve başka herhangi bir sorunun çözülmesine tahvil etmeden dile getiriyoruz. 28 Şubat’ın en koyu tortusu, halen başlarını örtmeyi seçen kadınların üzerindedir. Bu karabasana dönen tortunun 1000 yıl sürmemesi için, başörtüsüyle ilgili bütün yasaklar kaldırılmalıdır.
Aşağıda imzası bulunan kurum ve kişiler olarak bizler darbeler tarihi ile yüzleşme inisiyatifinin toplumun çeşitli kesimleri tarafından ortaya konduğu ve darbe planlayanların yargılandığı bu süreçte 28 Şubat’ın temel taşı olan bu vahim yasağın ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz. Bizler “bu ülkede kadınların kıyafetleri yüzünden aşağılanmasını, haklarının gasp edilmesini, tacize uğramalarını istemiyoruz” diyen herkesi bu ahlaksız yasağa karşı sesini yükseltmeye ve ‘ama’sız bir mücadeleye çağırıyoruz. Hükümeti de bu vahim yasağı hayatın her alanından kaldırması için derhal göreve davet ediyoruz. Zira yarın “denedik ama olmadı” sözünün mağdurlar indinde hiçbir değeri olmayacaktır.
Başörtülü kadınların sabırla yaşayacağı 987 yılı daha yok!
Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AKDER)
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
4 Yorum
Yazan:soner Tarih: Şub 17, 2010 | Reply
demokratikleşmeden önce, ekonoratikleşmek lazım.
Yazan:Tayfun_Korkut Tarih: Şub 17, 2010 | Reply
Feministler nerede? Hemcinslerine karsi yapilan bu zulme neden ses cikarmiyorlar?
Yazan:özlem Tarih: Şub 18, 2010 | Reply
Çıkaranları da var ama şimdilik nispeten daha az.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Şub 18, 2010 | Reply
Çıkarmadıklarını nereden biliyorsunuz?
Kusura bakmayın ama yorumlarınızdan her soruna ideolojik baktığınız ve tarafgirlik yaptığınızı düşünüyorum.
Yani koca bir ayıp gibi önümüzde duran başörtüsü yasağının kaldırılması için herkes elinden geleni yaptı da,meseleye duyarsız bir tek feministler kaldı öyle mi?
Bence şu toz kondurmadığınız akp’nin bu konudaki anlayış ve politikalarını sorgulamakla başlayın.
Ha,feministler de dahil tüm STK ları,hatta halkı duyarlı olmaya davet eder ve varsa bu konuda eksiklikleri elbette eleştirebilirsiniz.
Ancak yaşanan tüm sorunlardan hükümeti-daha doğrusu akp’yi-muaf tutar ve hükümete yöneltilen eleştiriler karşısında savunmaya geçerseniz,sanırım feministleri duyarlı olmaya çağırmak pek isabetli olmaz Tayfun bey.
Zira aydınlar,akademisyenler,hukukçular,sivil toplum örgütleri vd.leri… tüm farklılıkların hiç bir ayrımcılığa tabii tutulmadan her kesimden insanın barış içerisinde birarada yaşaması için evet demokratik mücadele verirler.Fakat neticede “hak talep eden”taraftalar;sorunları çözecek olan merci parlamentodur yani hükümettir.
Hükümet,bana göre bu konuda oldukça taktiksel bir strateji geliştiriyor.
Tıpkı Alevi açılımı,Kürt açılımı şeklinde ortaya attığı “demokratik açılım”lar gibi.
Yani sorunun adını koyarak mağdur tarafta-ya da muhatapta diyelim-bir umut kıpırtısı yaratarak kısmen kendi tarafına çekmeye çalışıyor.Fakat gerçekte yaptığı ise bu sorunları siyasi bir malzeme olarak kullanmak.Hatta daha ileri giderek,akp’nin hiçbir sorunun tamamen çözülmesinden yana olmadığını düşünüyorum.Nasıl ki statukonun devamından beslenen derin güçler iktidarlarının varlığını değişim karşıtlığına endeklemişse,sanırım akp de mağdurun yanında durmaya çalışarak(bazan de bizzat mağduru oynayarak)varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Demokratik açılımda sınıfta kaldığı gibi(bu çok daha farklı bir tartışma konusu,şimdilik deyinmeyeceğim)başörtüsü sorununda bana göre iyi bir nota sahip değildir.
Bir kere öyle “velev ki simge olarak takılsa ne olur?”demekle çözülmüyor sorun ne yazık ki.Öyle bir laf ediverip ardından da Anayasa Mahkemesinden döneceğini bile bile kanun yapmakla da bitmiyor.Yani ben söylenmesi gerekeni söyledim,yapılması gerekeni eksiksiz yerine getirdim ama bakın birileri izin vermiyor deyip oturmakla olmuyor.
Peki başörtüsü yasağını kaldıran kanun Anayasa Mahkemesinden döndükten sonra hükümetin bu konuda bir çalışması,bir gayreti olmuş mudur?Ben bilmiyorum.Bana göre sanki”dostlar alışverişte görsün”misali,sorunu kökünden çözmeye yönelik sahici bir gayret yerine,sorunu çözmeye çalışan bir görüntü verip vaziyeti kurtarmaktır bunun adı.
Yoksa mutlaka yapılacak bir şeyler vardır ve olmalıdır.
Ha vesayet var mı?Evet “müesses nizam”Cumhuriyet tarihi boyunca hep vardı ve sürüyor.Askerisi,moderni-postmoderni,sivili,yargısı yığınla darbe,”balans ayarları”,e-mıhtıralar boşuna yapılmadı.İktidarın el değiştireceği sezildiği anda gizli iktidar ortakları birleşerek çareler(!)düşünmüşler ve gerekli önlemleri almışlardır.Bu uğurda bu ülkenin bakanları,başbakanları bile asıldı.Elbette hükümetin işi kolay değil.
Fakat gerçekten bir şeyler yapmaya gayretliyse hükümet,artık bu gerçekleri sorgulamak,bu gerçeklerle kamuoyunu ortak ederek yüzleşmek durumundadır.
Ama gördüğüm kadarıyla akp’de böyle bir irade ve cesaret bulunmuyor.Statükoyu kökten değiştirmek yerine kartlarını mevcut yapıya göre oynuyor.Tabii hal ve vaziyet böyle olunca da ne bir sorun çözülüyor ne de demokrasi gelişebiliyor.
Diyeceğim o ki Tayfun bey,yorumlarınızda akp’nin bütün bu bocalayan yapısına rağmen yere göğe sığdırmazken sanırım feministleri eleştirmeniz pek isabetli durmuyor.