Allah’ın Sanatı, İnsanın Sanatı
By Fatma Sancak on Şub 25, 2010 in İnsan, Sanat
Sanat, İngilizce ‘ art, artifikal=yapay ‘ ; Almanca ‘ künstlich=yapay ‘ ; Arapça ‘ suni=yapay ‘ anlamlarına gelen kelimeler ile ifade edilmektedir ki, ilk örneğinden, prototipinden, orijinalinden sonra ele alınarak ona benzeyen ile ifade etme biçimi anlamına gelmektedir.
Ali Şeriati ‘ Medeniyet ve Modernizm ‘ kitabında, ‘ Kurtarıcı Bekleyen Sanat ‘ başlığına;
‘ Hangi tür ve şekilde olursa olsun sanatın, üzerine konuşmak için özel uzmanlık isteyen karmaşık bir konu olduğunu ve hakkında konuşmaya teşebbüs eden kişinin de bizzat bir sanatkar olması gerektiğini düşünüyorsunuzdur herhalde. Kendimi böyle biri olarak görmediğimi siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum… Fakat, benim şimdi söyleyeceklerim bugünlerde olağan olan türden değil. Konu üzerine özel uzmanlığı olanların sözlerinden farklı. ‘
cümleleriyle başlıyor.Şeriati gibi bir ismin, eserleri olan bir ismin ‘ sanat ‘ başlığına dair birkaç sayfa yazı yazması için baştan bir ön açıklama ile söz almaya yönelmesi haksızlık değil mi? Bu bize sanatın tanımından kopartılıp belirli sınırları ve kalıpları olan ulaşılmaz ancak kullanım ehliyeti olanların alanlarına hapsedilmiş ve varlığına zulmedilmiş olduğunu göstermez mi?
Nedir sanat?
Sanatı pekala ikiye ayırabiliriz;
a. İlk akla düşen anlamıyla insan ruhundan gelen etkiyle, insan elinden çıkan, yaratıcılığı etkin, nesnel olarak gözlemlenebilse dahi öznel olana daha yatkın olandır.
b. Bir anlamı daha Yaratıcı’nın elinden çıkan sanattır ki, nesnel olarak doğa,bitki,hayvan,insan daha öznel daha doğrusu içsel olarak yakalandığında duyguya, ruhsal olana tekabül eder.
Bu iki ayrımı daha doğru ifade etmek gerekirse, Yaratıcı’nın sanatı, sanatın ilk varlığı yani orijinal olan; İnsanın sanatı, sanatın bir sonraki aşaması yani ikinci adım, sanatın kelime anlamıyla ifade edecek olursam orjinalinden sonraki sürecin tanımı yapay olandır.( Burada yapayı olumsuz anlamda kullanmıyorum )
Şimdi, sanatın ilk faili olan Yaratıcı ve onun elinden çıkan sanat, sonrasında sanatın devamlılığını sağlayan insan, hem devamlılığı sağlamak hem de kendisi bir sanat olmak durumunda iken, yani yapay olan iken nasıl olurda rolünü unutur, nasıl olur da sadece belirli bir kesimin elinden çıkanın sanat olduğu ve sanatın üzerine konuşmayı sadece bir kesimin tasarrufuna bırakır? Bu sanatçı ve sanat çevresinin sanatı hapsedişi değil midir? Başka bir tanımla bir ucu hep açık bırakılan, bırakılması gereken sanat devam edebilirliği ile var olan olduğuna göre bu hapsediliş sonucunda nasıl yol alabilir?
İlk sanata, kaynak olan sanata dönecek olursam Yaratıcı’nın sanatı insan = Adem, onun devamlılığında başat faktör = Havva, yani ilk insanın yaratılışı sanatı sadece Allah’a ait bir sanat, sonrasında sanatın devamlılığını sağlaması için Allah’ın Adem’e bilinç ve sorumluluk yani peygamberlik görevini vermesi aynı zamanda Allah’ın sanatı devam ettirme gerekliliği talebine vurgudur. Zira sanat insan elinden çıkar, aynı zamanda bu sanatın dışa vurumu özelden genele yayılışı bilinç ile mümkündür. Allah’ın bir şey bilmeyen, olmamış, ham insanı yani beşeri yaratması ‘ Haberiniz olsun, ben çamurdan bir beşer yaratmaktayım ‘ Sad / 71 ayeti sanatın sıfır noktasıdır, ondan sanat beklediğine kanıt ise lütfettiği bilinç, kendi ifadesiyle ‘ Ben, onun yaratılışını tamamladığım zaman ve ona ruhumdan üflediğim zaman ‘ Hicr / 29 ayetidir. Bundan sonrası bilinç ve sorumluluğu yüklenen insanın, beşer olmaktan insan olana yükselen insanın, kendi sorumluluğuna bırakılmış sanatı ana kaynaktan bağlarını kopartmadan işlemesidir.
Peki insan ne yaptı?
İnsan, kendisine yenmemesi emredilen maddeye yaklaşarak cevap verdi. Yani sorumluluğu ‘ yaklaşmamak ‘ iken, bu sorumluluğa cevaben yaklaşmayı aşarak dokunmaya kadar vardı. Ya sonrasında? İşte o zaman sorumluluğa tam anlamıyla layık oldu, tevbe etti, sorumluluğunu geri aldı. Yasaklanana ilişmek sorumluluktan sıyrılmak ise yasaklanana dokunma fiilinden sonra tevbe edip, tekrar yaklaşmamaya niyetlenmek aynı sorumluluğu pişmanlık ile geri almaktır. Buna kanıt ise ‘ Derken Adem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı.Onlar ile tevbe etti, O da tevbesini kabul etti ‘ Bakara / 37 ayetidir. Buradan çıkan sonuç ise, sanat sorumluluktur, Adem’in sanatı ise tevbesidir, bilinçsizlikten bilince varmasıdır.
Metterling anlatmaya çalıştıklarımı ‘ Allah her şeyi yarattıktan sonra insanı yarattı. Sonra durdu ve yaratmayı insana bıraktı ‘ cümlesiyle ifade ediyor. Benim ise burada bir itirazım var, bu itirazım sürekliliği olan lakin cevabı olmayan sorumuza da cevaptır aynı zamanda. Bu sorumuz ‘ Doğunun, Müslümanların sanata uzak kalışlarının ‘ nedeni sorusudur.
İtirazım şudur ki, Metterling ‘ Allah durdu ‘ diyor, Allah durmadı, duramaz. Bunun kanıtı Rasulullah’a öğrettiği ‘ Allah’ım hayretimi arttır ‘ duasıdır. Hayreti yani ilk bakıştan son bakışa kadar ki aşinalıktan kaynaklı sıradanlığı yıkan bu dua, Allah’ın insana her nazar edişinde ilk kez görüyormuşçasına, ilk kez rastlamış gibi oluşuna ve buradan hareketle hayret etmesi gereğine, daha detay incelemesi gerektiğini tembihtir. Özetle devamlılığı emreden Allah aynı zamanda durmayandır.
Sorumuza cevabım şudur ki, Müslüman aleminin sanattan uzak kalışının nedeni işte bu hayretten mahrum kalışıdır. Şöyle ki Müslüman bir ailede, Müslüman bir çevrede doğan birey daha çocukluk yaşlarında, 7 – 8 yaşlarında, dini bilgiye, yaratılış bilgisine sahip olur. Öyle ki bilgi ve varlık problemi anlam ayrımına vakıf olamayacak bir yaşta, düzeyde iken sahip olduğu bu bilgi erken yaşta ve sıradan bir şekilde kendisine teslim edildiği için bu konuya hayretini kaybetmiştir. Bu hayretin kaybedilişinin etkisi ise sıradanlaşma, derinlemesine bakıştan yoksun olma gibi handikapları doğurmuştur. Ancak bu hayreti yaşayabilenler ya da tekrar diriltebilenler sanat ile yollarını tekrar buluşturabilirler zira sanatın başlangıcı insan ve onun yaratılışı ile başladığı için devamlılığı ancak oraya geri dönüş, o hayreti tekrardan kazanış ile mümkündür. Ruh mimarı olmak, kendindekini imar etmek ile mümkündür ancak. İnsana bahşedilen ömür ise imardan gelir.Sıfır noktasından başlayan insan yaşamının son bulması ile biten zaman dilimine ömür denmesinin nedeni, insan yaşamının imar ile anlamlanması, yoktan bir değer elde etme eylemi yani sanat ile mümkündür ancak. Sanat ise başlangıcına hayret edilmesi ile. Hayret ise devamlı yürümek ile. Bundandır ki, ömrün imar olduğunu bilinç ile elde eden, yoktan var eden, var ettiği her yıkıldığında imar eden, asayı sanat eden Musa ‘ iki denizin buluştuğu yere varıncaya kadar durmaksızın yürüyeceğim, oraya varmam yıllarımı alsa da ‘ dedi, hayretin bir kez daha imar edildiği Kehf suresinde.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
9 Yorum
Yazan:MY Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
Islam alemi neden sirtini döndü sanata? Bu yazida çoksevdigim bir özellik var, açik bir yazi, hayirli tartismalarin tohumu olabilecek bir tarzda yazilmis.
Evet, utanmadan, korkmadan soralim bu soruyu bir kez daha: Islam alemi neden sirtini döndü sanata?
Elbette Enver’in harika sinema yazilarinda örneklerini verdigi kahramanlarimiz var Semih Kaplanoglu gibi. (ödülü degil eserlerinin insanî boyutunu kasdediyorum)
Ve hamdolsun, 2010’da Müslümanlarin sanata katkisi bir kaç “münferit” kahraman ile geçistirilebilecek seviyenin üzerinde. Ama yine de soruyorum iste, Islam alemi neden sirtini döndü sanata?
Son 10 yilda degil, son bir kaç asirda ne oldu? Neler oldu?
Minyatür, Ebru, Hat gibi “geleneksel” sanatlari kasdetmiyorum. Walt Disney veya Hollywood bize abuk subuk ürünleri “sanat” diye dayatirken onlari utandiracak, “sanat boya degildir, sanat insanliktir!” dedirtecek bir katkidan bahsediyorum.
Bu anlamda bir tembellik içinde Islam alemi. Felsefede, bilimde, ekonomide ve siyasette oldugu gibi sanatta da bir uyku hali seziliyor.
Kalici mi? Degil. Bilim konusunda Iran uzun zamandir istisna.
Ama bu kipirdanmalarin artik bir dip dalga haline gelmesi lazim. Müslümanlarin iç hastaliklari‘ni yazdigim siralarda özellikle pozitif bilimlere sirt çevirmenin Islam alemine pahaliya patladigini düsünüyordum ve yazida israr ettigim noktalardan biri buydu. Ancak son yillarda DD sayesinde yaptigim tartismalar sayesinde çok sey ögrendim ve düsüncelerim degisiyor.
Bilim, sanat, ilahiyat, felsefe, diplomasi… ne varsa insanî aktivite olarak, bunlarin hepsi Islam’in menzilinde. Bu alanlarin hepsinde birden çalismak Müslümanlarin hakki ve ödevi.
Peki sorun nereden kaynaklandi ve çözüm nerede? Dünyanin toplam nüfusunun belki %20’sini olusturan Müslümanlar MADDî zenginligin %2’sini üretebiliyor. Sayilara dökmeden sanatta, felsefede, diplomaside de bu tablo var ve bu bir raslanti degil. Mesela Pornografinin Sanat(!) olmasiyla (bkz. Pozitivizm konulu kitabimiz ) Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyinde kalici üye olarak Müslüman ülke bulunMAmasi ( Bkz. Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adli kitabimiz) bir raslanti degil.
Kanaatimce yazar tahlilin anahtarini ve çözümü kismen son paragrafta veriyor ama bu derinlikte düsünebilmek için yavas yavas bir kaç kez okunmasi gerek bu satirlarin.
Sanat sayesinde GÜZEL’i yakalayabilen, Hayret’ini daim kilabilen Müslüman bu kesfin ahlâkî ve ilmî neticeleriyle de muhatab olacaktir. Açalim:
Sanattan uzak kalan bir Müslümanin ezbere, takliden ögrendigi din nesnel,objektif, folklorik ve kurumsallasmistir Din degildir o, din bilgisidir. Kalbî ve aklî boyutu kaybolmustur. Vahiy dogmalasir bu noktada. Sarikta, takkede, cübbede, tütsüde, ritüelde hapsolmustur “din”. Böyle bir Müslüman Dogru seyler yapar ama sebebini idrak edemez. Yanlis isler yapar, farkina varamaz. Islâm bazen bir din bazen de “kendini iyi hissettiren bir sey” olur. Dünyevîlesir, pul kolleksiyonu, para, lüks tüketim gibi bir dolgu malzemesidir objektif “din”. Siyasetin elinde oyuncak da olabilir. Marx’in deyimiyle “Toplumlarin afyonu” olan din(!) olmustur artik. Putlasmistir.
Sanat sayesinde kendisi olabilen Müslüman için durum bunun tam tersidir. Din tecrübesi öznel, sübjektif, mânâ mertebesindedir. Elbette ritüelleri ve sosyal boyutuyla da yasayacaktir Islâm’i. Ama artik gözleri açilmistir.
Bu hâl ise Bütün Islam alemi’nin çikis kapisidir. Toplumun afyonu degil fasistlerin korkulu rüyasidir böyle bir din. Vicdanlarin çalar saati, alimlerin mürekkebidir.
iki “din” elbette ayni din degil 🙂 Tesekkürler Cemile. ALLAH hayretini arttirsin, amin 🙂
Yazan:eg Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
islam alimleri tek gerçek sanatçı Allah’tır derler. yazınız bu sözün bir tefsiri gibi olmuş. giriş bölümüne bazı şerhlerim var gerçi ama genelde güzel noktadan girmişsiniz yazıya bence.
mesela sanatın “taklid” olduğu düşüncesine (ki aristocu mimesis anlayışı böyle bir sanat görüşünü imler ve neredeyse tüm batı sanatı – hristiyan sanatını hariç tutarsak- böyle bir anlayış üzerine bina edilir) oldum olası muhalifimdir. sezai karakoç’un bir sözü var, çok katılırım o söze. der ki karakoç “sanat yaratılanın değil, yaratışın taklididir”…
elinize gönlünüze sağlık. bu konuda yazılarınızın devamını bekliyoruz
Yazan:Mustafa Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
Müslümanlarin sanata sirt dönmesini savunamam. Bu müslümanlarin fen ilimlerinde matematik ve mantik ilimlerinede sirt döndükleri teorisinin paralelinde olan fikir nazariyye. “Biz sirt cevirdik onun icin geri kaldik” fikri sebebi ve neticeyi belirliyor. Velakin sebeb aslinda tesir ise? Bugün mesela Somalide atom fizigi hakkinda ilmi makaleler ve arastirmalar olmuyorsa ordaki insanlarin sirt cevirmesindenmi kaynaklaniyor?
“Haydi ümmet-i muhammedi sanata sirt dönelim” diyenlermi cikti?
19.yy benim ilgi sahalarimdandir. Kolonializm ve emperyalizmin korkunc tahribati kelimelere sigmaz. Insanlik tarihi öyle bir vahset görmedi. Insanlar savastan, kölelikten, fakirlikten sefaletden mahv edildi. Hayatda kalanlarda izzetli yasamalari ne kadar olabilirdiki? Ingiltere sömürgelerine ilim felan götürmek niyeti yoktu cünkü ABDnin isyani onlara ders olmustu. Misirda nice medreselerin kapatilmasina sebeb odular “reform” yapiyoruz diye. “Kölelere ilim gerek yok” ve yeni elitleri onlar halka düsman olarak yetistirdiler. “Bagimsizliga” birakilan devletlerin cogu Ergenekonvari örgütlerin elinde “acik hava hapishanesi” gibidir. Iki Dünya savasini ve dünya ekonomi krizini gectim. Kisaca sahsi kanaatim toplumlar siddetli sefaletde ise sanatda pek mümkün görünmez.
Zenginlestikcede öyle hemen gelismez sanat.
Ayni fikirler baska sahadada var…”Nicin büyük filozofumuz yok?” “Nicin büyük alilimiz yok?” gibi…Büyük filozof veya alimi sanki taniyabilecegiz. Ferit Kam gibi nice felsefecileri fakirlike issizlige attik. Nice alim hammalik yapmislar issizlikten fakirlikten.
Islam alemi 8.yy da zenginliklere kavustu ilim sanat mimarilik hersey gelisti. Italyada 13.yy dan itibaren ticaretden gelen zenginlik ile venedik, florenz ve bir takim sehirlerde ilim sanat gelisti, fransada ingilterede sonralari aynen. Cin ve Tayvan ve Kore su an klassik bati müzigini ve bütün dger sanatlari alip götürmekte ve yerli sanatlari ile öyle böyle asilamaktalar.
Yazan:eg Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
bu arada mehmet yine harika bir resim koymuş. gerçekten de Allah’ın sanatı böyle birşey…
Yazan:gokce Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
Yorumcu mustafa kardesimin fikirlerine katiliyorum.
Yazan:sq Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
Sanata bakarken ideolojiler ve inançlar ekseninde yapılan bütüncü açıklamalardan kaçınılmalı bence. Bunu Marksist sanat kuramcıları da yapıyor ve gerçekten bir noktadan sonra çok sıkıcı oluyorlar.
İslam aleminin sanattan uzak kalmasına gelirsek, Marksist sanat kuramcılarının sanata değil ama “sanat tarihine” bakışındaki toplumsal açıklamasına katılırım. Nihayetinde İslam ülkeleri sömürgeci anlayıştan çok çekti. Hangi sanattan nasıl uzak kaldığına bakmak lazım. Klasik akademizmden uzak kaldı. Uzak kalan da halk aslında, saray çevreleri uzak kalmadı. Bu Osmanlı için de geçerli. Cumhuriyet projesi ise klasik akademizmi halka indirmeye çalıştı.
Batı sanatının ise, -daha doğrusu akademizmin diyelim, hangi Batı sanatı?-Rönesanstan beri geçirdiği evrede burjuvazinin yükselişi gibi bir çok etmen var. Gene de bu sadece bir evreyi açıklar, Lascaux mağarasını, Çatalhöyük’ü, Göbeklitepe’yi salt Marksist teoriyle açıklayamazsınız inanç eksenine de girmek gerekir. Salt inanç ekseniyle ise sözgelimi “İslami sanat kuramı”ile de İndus vadisi sanatını, Uzakdoğuyu, Afrika kabile sanatını, Polinezyalıları literatürden çıkarmanız gerekir.
Ayrıca İslam sanatı, minyatürler olsun, hat sanatı olsun, hiç küçümsenebilecek değerler değildir, oysa klasik Batı sanatı geleneğinde “süslemeci” dekoratif, egzotik üsluplar olarak algılanırlar.
Eğer güncel sanatı yakalamaktan bahsediyorsanız, yeni nesil Ortadoğu coğrafyasında Wafa Hourani, Diana al Hadid gibi bir çok genç sanatçı var ve oldukça da başarılılar. Saatchi galerisinde unveiled ismiyle güzel bir sergi düzenlenmiştimesela. Kimsenin sırtını döndüğü falan yok.
ama böyle genel geçer kuramlardan yola çıkılırsa elbette birşeyler hep “öteki”leştirilmeye mahkumdur.
Yazan:sq Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
Zenginlestikcede öyle hemen gelismez sanat.
Aslında bu sadece Orta Doğu sorunu da değil, 20.yüzyılın en önemli mimarlarından Corbusier “Şark seyahati”ne çıktığında Balkan coğrafyası da aynı durumdadır, el sanatlarının güzelliğinden ve orjinalliğiinden bahseder ama bunları “folklorik” olarak değerlendirir, kültür odakları değillerdir, bir bakıma küçümser yani.
Avrupa için en büyük kültür odağı ve sanatın beşiği Parthenon civarındadır her zaman, oysa aynı dönemin Yunanistanı hiç zengin ve gelişmiş falan değildir (hatta “pitoresk”tir). Ama “19.-20.yüzyıl”Batı’sı için sanatın ve uygarlığın beşiği kendine kimlik yarattığı Yunanistan’dadır. Ortadoğu ise dilleri bile birşeye benzemeyen Samilerin yaşadığı kurtarılmayı bekleyen bölgeydi. Buralarda yapılan incelemeler bile kendine kimlik aramanın arkeolojik kazısıdır. Napoleon’un Mısır Seferi’nde yaptırdığı incelemeler gibi. Aynı şekilde Hindistan bile “geçmiş güzel günlerde” Aryan ırkının sanat eserlerini verdiği bölgedir. Geri kalan “ilkel”lerden hiç bahsetmiyorum, neyse ki Picasso, Matisse gibi adamlar çıktı da bu “vahşi barbarların”akademizmle hiç uyuşmayan sanatları yeni bir kapı açtı. (sanatın GÜZEL’i arama fonksiyonu da böylece yitti aslında)
Sanatı bireysel ve ruhsal olandan ayırmak ne kadar mümkün değilse, devrinin politik, siyasi, ekonomik gündeminden ayırmak da pek mümkün değil.
Bu yüzden tek bir perspektifi değil, çoklu perspektifleri hesaba katmak lazım.
Yazan:cb Tarih: Şub 25, 2010 | Reply
selamlar,
değerli yorumlar için çok teşekkür ederim,ek yorumlar içerikleriyle yazıyı daha geniş ve farklı olarak derinleştirmiş,güzelleşmiş.
bir ek olarak ‘ islam alemi-sanat sorunu’ ya da ‘islam alemi-düşünsel eksiklik’ gibi bir eleştiriyi tümden kabul etmiş bu konuda bir soruna,tek cevabım var diyerek,cevaplamaya girişmedim,sadece mevcut bir eksikliğe verilebilecek cevaplardan birini ortaya attım,elbet gelişebilir.
enver bey,şerhlerinizi okumayı dilerdim.
ve mehmet yılmaz,yazıda yazılarınızın etkisi mevcut
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 26, 2010 | Reply
Ölmüş bir şairin arkasından bir arkadaşı şöyle yazmıştı: “Tanrı senin şairliğini kıskandı ve tek çaresi canını almaktı…”
15 yıl kadar önce bu notu görünce kalakalmıştım. Daha önce tanrı ve sanat arasındaki ilişkiyi hiç düşünmemiştim. Bu kısacık cümle de bence şairaneydi, çünkü şairler genelde sınırlarda dolaşmayı seven ve işte bu yüzden ufkumuzu açan insanlardır.
Sanatçı olmadığım için bu işi ehline tevdi etmek lazım ama az buçuk gözlemlediğim kadarıyla sanat eserleri üreten insanlar, bu işi gerçekleştirirken bir trans/ruhi yoğunlaşma haline giriyorlar. Zaman ve mekandan soyutlanıyorlar. Sanki iki yönlü bir trafik var. Yükselen duygular ve nüzul eden ilhamlar… Geçen gün bir hürmetli abim ud taksimini dinledikten sonra, “bu notalar kelimelere dönüşse asla geri çevrilmeyecek bir dua olurdu” demişti. Belki de kelimelere dönüşemediği için sanat var.
Kelimelerin kaydına girmeyen duyguların/duaların sesi sanat.