Bin Yılın Sonu!
By Aisha Benghazi on Mar 2, 2010 in Adalet, Özgürlükler, Sivil Toplum, Video, Yobaz Laikler
By Aisha Benghazi on Mar 2, 2010 in Adalet, Özgürlükler, Sivil Toplum, Video, Yobaz Laikler
28 Şubat “Bin Yılın Sonu!” from helin cimen on Vimeo.
© Copyright Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene! 2007. All rights reserved. Powered by WordPress. Blog Design. XHTML.
1 Yorum
Yazan:KOMÜNİST Tarih: Mar 5, 2010 | Reply
28 Şubat meselesine girmeden aşağıdaki soruları soralım:
Bu ülkede ne zaman, hangi dindar kişi ya da kesim inançlarından dolayı baskı görmüştür? Biri bunu demogoji yapmadan açıklamalıdır. Bu iddia büyük bir palavradan ibarettir.
Bu ülkede Sünni Hanefi inancına sahip dindarlar hiçbir zaman ciddi bir baskı görmemiştir. Baskı gördükleri söylenenler ise, özerk politik iddiaları olan dar bir kesimdir. Bu topraklarda her zaman gerçek anlamıyla baskı ve zulüme uğrayanlar solcular/sosyalistler, Aleviler ve Kürtler olmuştur.
İslamcılar bu ülkedeki bütün askeri darbeleri desteklemiştir. Bütün askeri darbeciler de İslamcıları desteklemiş ve büyütmüştür.
Örneğin, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri sırasında (göstermelik ve sınırlı bazı uygulamalar dışında) baskı ve zarar gören bir İslamcı gösterilebilir mi? Tam tersine bu darbelerden sonra İslamcılar, solun önünü kesmek için sürekli olarak beslenmedi mi?
Şaşırmamak mümkün değil; İslamcıların küresel ölçekte ve bu arada Türkiye’de de ABD’nin “Yeşil Kuşak” politikasının malzemesi olduğu, 19 Şubat 1969 tarihindeki “Kanlı Pazar” katliamında olduğu gibi bir dizi kontrgerilla operasyonuna gönüllü olarak katıldıkları ve kullanıldıkları ne çabuk unutuldu. Bu dindarların camilerden çıkarak, ABD emperyalizmini protesto eden devrimci gençliğe saldırdıkları nasıl da kayıtlardan silindi? Kanlı bir içsavaşın başladığı 1975-1978 yıllarında faşist Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinde İslamcıların iktidar ortağı oldukları (Milli Selamet Partisi aracılığıyla) nasıl da hafızalardan silindi?
Bu ülkede oruç tutanlar ve namaz kılanlar değil, tam tersine oruç tutmayanlar, farklı inançlara ve felsefi tutumlara sahip olanlar baskı gördü. Bu nedenle cinayetler işlendi. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta katliamlar düzenlendi. Bu devlet bütün bir Soğuk Savaş boyunca islamı ve İslamcıları değil, solu, Alevileri ve Kürtleri milli tehdit olarak gördü.
Olan sadece şudur; 28 Şubat’tan sonra genel olarak devlet, özel olarak da TSK, diğer NATO ülkelerinden farklı olarak (Kürt savaşı nedeniyle) gecikmeli şekilde Soğuk Savaş dönemini kapatmaya çalıştı. Bu nedenle İslamcılar ile devletin güvenlik aygıtları arasındaki yasak ve ahlaksız ilişki sonlandırılmak istendi. İşte 28 Şubat denilen hikaye bundan ibarettir. İslamcıların bu simbiyotik ilişkinin bitirilmek istenmesine gösterdikleri tepkiyi, baskı ve mağduriyet diye sunmak büyük bir sahtekarlıktan başka birşey değildir.
Çatışmanın nedeni ise, ne demokrasi ne de özgürlüklerdir, İslamcıların bütün iktidarı istemesidir. Bu nedenle, 28 Şubat’ın her yıldönümünde zirve yapan bu “baskı ve mağduriyet” palavrasına artık bir son vermek boynumuzun borcudur.