RSS Feed for This Post

“Hayat yaşamaktır” diyenlere…

Biz ona iki yol gösterdik. O sarp yokuşa göğüs geremedi. (Beled 10-11)

Hayır, 16 Mart 1988’i hatırlamıyorum.
 
Ama haberin duyulduğu günün ertesini çok iyi hatırlıyorum. Okulun yemekhanesine gidiyordum. Yemekhaneye girerken kantinin içinden geçerdik. Bir buçuk sene boyunca bir türlü kapıp oturmayı başaramadığım yirmi otuz iskemle ve girişte sol tarafa yerleştirilmiş bir Atatürk büstünün manasızca dikelendiği, yerlere atılmış çöp dağlarının arasında sigara çiğnemekle meşgul insanlarla tıklım tıkış dolu bir mekandı kantin dediğimiz yer. Kaynamaktan leş gibi olmuş çaylarımızı ufak, mağara kovuğu misali bir delikten bize uzatan suratsız çaycıdan alır, şansımız varsa büstün kenarlığına ilişecek bir yer bulurduk oturmak için.
 
Sonra değişti o sene her şey.
 
Kantinimiz sosis kokularının sigara dumanına eşlik ettiği korkunç gürültülü, ışıltılı bir kafeye dönüşüverdi birkaç hafta içerisinde. Ben değiştim, kantin değişti, nalet suratlı kantinci değişti. Masalar, sandalyeler, tezgah değişti. Kantinin uğultusu değişti. Uğultunun insanları bile değişti.
 
Bir gece önce Halepçe ile ilgili haberleri dinlemiş sabah erken çıkmıştım evden. Öğle arasında kantinin bir köşesinde oturan aylardır beni aforoz etmiş eski şamata arkadaşlarım o sıralar çok meşhur olan Opus’un bir şarkısında tempo tutmuş masalara vurarak avaz avaz bağırıyor eğleniyorlardı.
 
Live is Life.
Nan naa nanana
 
Yaba dap dap dap life!
Nan naaa nanana
 
Hayat yaşamaktır. Kalbim ağrıyordu şahit olduğum manzaranın karşısında. Boğazım düğüm düğüm, ağlamak istemiyordum. Ağlamak insanlık değil güçsüzlüktü nicedir yabancılaştığım hırçın gözlerde. Güçsüzlük ise en büyük suç. Şüphe suçtu, inanmak suç. Ve inanmamak suçtu o günlerde herkesin inandıklarına. İnanmak yalnızlıktı. İnanmamak bir o kadar yalnızlık.
 
Bir darbukacı maharetiyle masalara vuruyordu bir zamanlar ellerini hararetle sıktığım insanlar. Tuhaf bir neşe halinden sarhoş gibiydiler.
 
Live is Life!
 
Hayat yaşamaktır diyordu şarkıda; tüm gücünü ortaya koyunca her şeyin en iyisini elde edersin. İşte bu yaşamaktır.
 
Ya yaşanacak bir hayatınız dahi yoksa. Ya bir sabah ölüm size elma kokusu ile gelmişse. Elma kokuları çürük yumurta kokusuna dönüştüğünde bir kahvaltı sofrasını toplarken zehirli gaz bombaları yakmışsa ciğerlerinizi. Bir hayatınız kalmamışsa yaşanacak. Evinizin kapısını açtığınızda tam 35 cesedi üst üste yığılmış görmüşseniz mesela, çocuklarınızın mezar taşlarını bile okşamaya gücünüz yoksa 18 yıl sonra… Hayat neydi gerçekten gidenler için. Peki ya kalanlar için neydi hayat.
 
Yemekhaneden çıkarken göz ucuyla bakıyordum selamı sabahı kesmiş eski arkadaşlarıma. Müziğin sustuğu bir sıra kendi şarkılarına başlamış, sesleri daha da yüksek, İngilizce  müstehcen bir şarkının nakaratını bağırıyorlardı artık. Elma kokularıyla apansız Halepçe’ye gelen ölüm hiç kimsenin hayatına değmiyordu buralarda. Az sonra kurulmuş bir bebek gibi kantin müdavimlerinin çoğu kalkacak derslerine girecek, ders çıkışı ya Ortaköy’e kağıt oynamaya ya Bebek’e eğlenmeye ya da Beyoğlu’na langırta gideceklerdi. Hayat yaşamak demekti. Onlarda yaşıyorlardı işte bildikleri en iyi şekilde.
 
…İneğimiz bir köşede yatıyordu. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyordu. Sonbahardaymışız gibi ağaçların yaprakları dökülüyordu. Keklik ölmüştü. Her tarafta insanlar ölüyordu. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ana babaları çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Yaşlılar da bırakılıyordu. 16 Mart 1988 Halepçe …
 
 
Hayat elma kokusu çürük yumurta kokularına dönüştüğünde kimi birkaç aylık, kimi saçları ağarmış dede, kimi yüreğinde bahar kıpırtısı bir genç kıza cayır cayır yangınlar içinde bir veda anıydı binlerce insan için Halepçe sokaklarında bir gün önce. Hayat katilinin katili en ileri teknolojik silahlar ile katilini donatır ve iki komşu ülkeyi sürükledikleri bu savaşta yüz binler yok edilirken, dünyanın bir diğer ucunda ulusal onur, milli çıkarlar ve kıymeti kendinden menkul uygarlıkları adına  sessiz yığınların ölü balık gözleri ile seyretmesi demekti morarmış, ağzı aralık cesetleri. Ve belki senin bayram şekeri misali beyaz torbalara konulmuş düğümlenmiş cesedinin bir gün ikiz kuleler kabusunu yaşamış medeni insanların diyarında en muhkem kalelerinde dahi tüm huzurlarını yitirip gitgide daha hırçın, gitgide daha saldırgan, gitgide acımasızca bir karabasana dönüştürmesiydi millenium çağının başlarında.
 
Bir yerlerde binlerce masum Dilanlar ölümü kucaklarken başka bir yerlerde çığlık çığlığa söylenen şarkılar eşliğinde mümin bir ruhun sarsılmasıydı yağmurlu bir mart öğleden sonrası.  Acı çekmesiydi.
 
Yokluğunun hiçlik ve zulumet olduğunu biliyordum ama niye varlığında huzur bulamıyordum. Yokluğun hiçbir neden arayışının anlamının kalmadığı bir saçmalıklar evreniydi. Peki varlığın niye beni tekrar ve tekrar sınıyor, sarsıyordu. Yokluğuna belki hiçbir şeyi düşünmeden anlık zevklerle katlanabilirdim. Hayat yaşamaktır derdim mesela. Düşünecek ne var; yaşa öyleyse.Varlığın ise düşünmemeyi imkansızlaştırıyor acıttıkça acıtıyordu.
 
16 Mart 1988 de beş bin can Pentagon’da stratejik bir oyun, baba Kronos tarafından henüz yutulmamış cani bir ilahın elinde kolaylıkla yok edilebilir bir ayrıntıydı. Halepçe sokaklarına elma kokularının ardından yangınlar içinde gelirken ölüm, diğer yanda yaşayabildiğin kadar hızlı ve tüm gücünle yaşamaktı milyarlarca insan için. Bazı insanların kalbinde intikam kıvılcımlarını tutuşturan ciğerleri paramparça insanların fotoğraf kareleri benim kalbimde ise mümin bir ruhun yaşadığı en şiddetli sarsıntılardan birine evriliyordu. Yokluğunun imkansızlığına, varolmanınsa ağrısına katlanabilmek için  koşarak sığınacak bir liman, tutamak aradığın zamanlarda çaresiz düşünmek yeniden düşünmek yeniden inanmak gerekti. Şüphe ve depremlerden sonra gelen bir imanın zorlu yolculuğu idi belki de tüm hikaye.
 
Ve yaşamak, yaşayabilecek bir sebebe sahip olmak için sınanmak, yeniden savaş vermek, yeniden mücadele etmekti. Tüm o ruh yangınlarının ardından mazlumların bir gün ahını alabilecekleri bir hayata inandığında evet hayat yaşama dair bir umudu da getiriyordu beraberinde.
Işıktan mahrum kaldığın zamanlarda ise ölesiye bir amok koşusundan ibaretti sadece.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:MB Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    “Yaşasın Zalimlar için Cehennem” demekten kendimi alamıyorum…

    Yüreğinize sağlık Özlem Hanım…

  3. Yazan:eg Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    “Yokluğunun hiçlik ve zulumet olduğunu biliyordum ama niye varlığında huzur bulamıyordum. Yokluğun hiçbir neden arayışının anlamının kalmadığı bir saçmalıklar evreniydi. Peki varlığın niye beni tekrar ve tekrar sınıyor, sarsıyordu. Yokluğuna belki hiçbir şeyi düşünmeden anlık zevklerle katlanabilirdim. Hayat yaşamaktır derdim mesela. Düşünecek ne var; yaşa öyleyse.Varlığın ise düşünmemeyi imkansızlaştırıyor acıttıkça acıtıyordu.”

    insanın O’nun varlığını bilmesi, O’ndan olan vicdanının da farkına varması demek olduğu için olsa gerek acı çekmenin sebebi. belki de bu aşamadan sonra insan, dünyadaki tüm zalimlikler için kendisini suçlu hissediyor yapamadığıyapmadığı şeyleri düşünerek. çok can yakıcı bir yazı…

  4. Yazan:bilal medeni Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    bir soru sormak istiyorum. kanaatimce zamane müslümanın ölümler karşısındaki zihin dünyasını ele verecek bir soru…

    kürtlere yönelik olarak yapılmış düzinelerce katliam varken neden sadece mazlum halepçe hatırlanır? ya da halepçeyi hatırlanır kılıp diğer katliamları unutturan(belki de görmezden gelinen) saik nedir?

  5. Yazan:eg Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    bilal medeni;
    yazı müslümanların zihin dünyasını ele veiryor mu bilmem, ama sorunuz sizin sakat zihin dünyanızı ele veriyor bence.siteye baksaydınız, birazcık baksaydınız böyle soru sormaya utanırdınız.

  6. Yazan:özlem Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Enver bey bugune kadar bu yaziyi okuyanlardan o paragrafin farkina varan bir tek siz oldunuz. Nedense yazi benim yazarken yazdigimdan cok farkli anlasildi okuyanlar tarafindan.
    Farketmenize hem sasirdim hem sevindim tesekkur ederim.

  7. Yazan:eg Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    özlem hanım,
    o paragrafı fark etmem aynı dertten muzdarip olmamdan; zaman zaman, aynı cümlelerle olmasa bile benzer şekilde aynı şeyleri düşünmemden kaynaklanıyor büyük oranda. ve bence o paragraf zaten yazının en can alıcı paragrafıydı.

  8. Yazan:Katre Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Yüreğine, ruhuna sağlık canım… İşte bu benim sevdiğim Özlem yazılarından biri. Tebessümlerimizin arkasına ne acılar saklıyoruz ve sadece istediğimiz zaman görünür oluyorlar…

  9. Yazan:Garabet Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Özlem hanım, Yazınızın ortalarında şöyle bir cümleniz var;”Yemekhaneden çıkarken göz ucuyla bakıyordum selamı sabahı kesmiş eski arkadaşlarıma.” Eski de olsa, hala arkadaşlarınız mı? oysa; arka-d(t)aş= arkadaş, demek arkasını taş kadar sert, dayanıklı, GÜVENLİ, olabilecek ve asla yarı yolda bırakmıyacak kişilere söylenen bir hitapdır. Oysa; eskiler bırakmışlar Sizi, yetmemiş alay konusu da etmişler. Bende;Sizdeki bitmeyen “İNSAN” sevginize hayranım. Bitmesin de…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin