Nefret Suçları ve Eğitimin Rolü
By Ufuk Coskun on Mar 18, 2010 in Eğitim, Irkçılık
“Nefret suçları” uzun zamandır insan hakları aktivistlerini ve bu alanda mücadele eden hukukçuları meşgul eden bir konu. Nefret suçlarına dönük ilk girişimi 1960 yılında ABD gerçekleştirmiştir. 1985’te Yahudilere karşı yapılan bir dizi fiili saldırı sonucunda nefret yasaları konusu gündeme gelmiş ve 1990 yılında nefret yasaları ırk, renk, etnik köken, din, cinsiyet ve cinsel yönelim, yaş, fiziksel ve zihinsel engel gibi farklılara yönelik genişletilerek geniş çaplı bir hukuki düzenlemeye gidilmiştir.
Nefret suçunun tanımı
Nefret suçlarına dönük hala uluslararası anlamda kabul gören net bir tanım yoktur.Ancak ABD’de nefret yasalarının genişletilmesinde etkili olan ve birçok insan hakları kuruluşunun da olumlu baktığı bir tanımı FBI (ABD Federal Soruşturma Bürosu) yapmıştır. FBI’a göre nefret suçları; belirli bir gruba üyelikleri dolayısıyla o grubun üyelerine karşı işlenen suçlardır. Yani nefret suçları her ne kadar bireylere karşı işleniyorlarsa da aslen hedef alınan o bireyin üyesi olduğu sosyal guruptur.
Nefret suçlarının ardında çok ciddi sayılabilecek şartlandırılmış duygu ve düşünceler yatmaktadır. Önyargı, ayrımcılık, dışlama, yok sayma gibi. Bu duygulardan hareketle nefret suçları genellikle sözlü taciz, tehdit edici davranışlar, nefretli konuşma, mesajla rahatsız etmek, fiziksel saldırı, grupça saldırı, soygun gasp, taciz, tecavüz, gözdağı verme, şiddet, kundakçılık veya bir şekilde zarar verme şeklinde sonu cinayete kadar varan olumsuz bir takım tavır ve tutumlarla kendini gösterir. Türkiye’de nefret suçlarına dönük sonu cinayetlere kadar varan bir dizi vahim olaylar yaşanmasına rağmen hala bu alanda hukuki düzenlemeye gidilmemektedir. Çünkü Türkiye’de hâkim ideolojinin ürettiği zihniyet hala farklı olanı dışlamakta, yok saymakta ve onları birer tehdit unsuru olarak görmektedir. Öncelikle bu duyguların beslendiği kaynaklar gözden geçirilmeli ve bu konuda yapılması gerekenler tartışılmalıdır.
Nefret Söylemi ve Milli Eğitim
Müfredatıyla ve anlayışıyla nefret söyleminin beslendiği en önemli kurumlardan biri olan “Milli Eğitim” hala ders kitaplarına nefreti körükleyebilecek çapta konular yerleştirebilmektedir. Ders kitapları maalesef farklı ırktan, dinden dilden, renkten ve mezhepten olanlara karşı çocuklarda ciddi oranda bir önyargı aşılamaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; İlköğretim 8.sınıf İnkılâp Tarihi ders kitabında “İrticai Faaliyetler” ve “Misyonerlik Faaliyetleri” adlı başlıklarda misyonerlerin kendi dinlerine ait metinleri ücretsiz dağıttıkları ve görsel medyayı da propaganda aracı olarak kullandıkları bahsedilerek misyonerliğin devletimizin ve milletimizin birlik ve bütünlüğüne yönelik tehdit oluşturduğu ifade edilmektedir. Aynı şekilde irticai faaliyetlerin de içeriği doldurulmadan irticai faaliyetlerde bulunanlar tehdit olarak gösterilmiştir. Yani buradan rahatlıkla başörtüsü takan bir kadının ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik tehdit oluşturduğu anlamı çıkabilir. Keza Ermeniler hakkında da olumlu bilgiler yer almıyor kitaplarda… Kısacası eğitim; kendine güvenen, ülkesinde yaşayan kendi ırkından, renginden, mezhebinden ve inancından olmayanlarla önyargısız kurduğu sağlam ilişkilerin geliştirilmesine imkân sağlayan, birlik ve kardeşlik duygularını bilinçli bir şekilde yaşayan bireylerin yetişmesine olanak sağlamamaktadır.
Eğitim kurumlarından önyargılı yetişen ve eğitilen çocuklar şüphesiz kendi gibi olmayanlardan tedirginlik duyacaktır ve duymaktadır da. Bu anlayışın nelere mal olduğu ortadadır. Bu yüzden nefret suçlarıyla mücadeleye öncelikle eğitimden başlanmalıdır.
Eğitim/de açılım/ şart!
Türkiye bölünme, parçalanma ve dağılma sendromundan kendini kurtarması gerekmektedir. Ciddi bir birlikte yaşama iradesi ortaya konulmalıdır. Artık insanı esas alan bir medeniyet projesini hayata sokmak durumundayız. Türkün, Kürdün, Alevinin, Gayri Müslim’in bir arada yaşabileceği evrensel insan haklarının geçerli sayıldığı ciddi bir hukuk devleti inşa edilmelidir. Eğitim felsefesi de bu anlayışla yeniden şekillenmelidir. İnsan haklarına dayalı, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim felsefesine ihtiyaç vardır. Bu bakımdan açılıma ilk olarak eğitim sisteminden başlanmalıydı.
Eğitimin misyonundaki fark
Özgür bir toplumda okula/eğitime yüklenen misyonla, militarist devlet anlayışının hakim olduğu ülkelerde ki okula yüklenen misyon aynı değildir. Özgür bir topluma ulaşmanın yolu şüphesiz özgürlükçü bir eğitim pedagojisinden geçer. Özgür eğitim anlayışı kişisel iradeye ve tercihlere hem saygı duyar hem de bireyin sağlıklı gelişimine ciddi oranda katkı sağlar. Türkiye’de öğrenciler, özgürlüğün, demokrasinin ve ortak yaşam kültürünün verildiği okul ortamlarından geçmedikleri için en ufak bir toplumsal kırılmada bilinçli, tutarlı ve demokrat bir tavır ortaya koyamamaktadırlar. Ve ülkesinde yaşayan farklılıklara karşı ciddi bir önyargı beslemektedirler. Farklı olana karşı oluşan nefretlerin, düşmanlıkların ve yersiz kaygı ve endişelerin kökeninde eğitim sisteminin militarist bir yapıda işlev görmesi yatmaktadır.
AK Parti’ye düşen sorumluluk
Merkezine insani değerleri, farklılıkları, düşünceyi, demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan farklı inanç, kültür ve anlayışa sahip bireyleri bir arada tutabilecek, her kitleye, düşünceye ve inanca hitap edebilecek bilimsel, özgür en önemlisi demokratik dünyayla bütünleşmiş bir eğitim politikasına ve anlayışına muhakkak ihtiyaç vardır. Eğitim, devleti değil bireyin hak ve özgürlüklerini koruyan bir anlayışla işlev görmeli ve multikültüralist bir perspektifle yeniden inşa edilmelidir. İnsanların birbirlerinden nefret etmemesi, farklılıklardan korkmaması ve düşmanlık beslememesi için buna gerçekten çok ihtiyacımız var. Bu anlamda AK Parti hükümetine büyük sorumluluk düşmektedir. Kuşkusuz eskiye oranla gözle görülür bir takım iyileştirmeler yapılmıyor değil… Ancak eğitimin köklü reformlara ihtiyacı var.
6 Trackback(s)