Açılımda hormonal büyüme ve yanılsamalar I
By Konuk Yazar on Mar 23, 2010 in AKP, Demokrasi, vicdan
Hiç şüphesiz Türk siyasetinde AKP, hala mevcut iktidar seçenekleri arasında profili düşük de olsa “demokrasiye en yakın çizgiyi” temsil etmektedir. Zaman zaman “özgürlükçü demokratik perspektifi” neredeyse kaybettiği izlenimi ortaya çıkaran çıkışlarına rağmen hala “değişimci ve özgürlükçü” bir düzlemden kopmama algısını diri tutmaya çalışmaktadır.
Değişim ve statüko arasında sürekli gel gitler yaşayan AKP politikliğinin bu kaypak tutumu, koşulların şiddetli aleyhtarlığı yanında bilinçli bir tercihten de beslenmektedir. Başka bir ifadeyle, koşullar zor olduğu için mi AKP’nin değişimciliği sadece bir görüntüden ibaret kalıyor yoksa demokrasi oyununu yönetecek siyasi sermayesi yetersiz olduğu için mi? Bizce her ikisi de…
AKP’yi değişimin öncüsü gibi gösteren, siyasi basireti ve sergilediği herhangi bir politik tutumu, icraatı değildir. Hatta Kürt siyaseti açısından denilebilir ki cumhuriyet tarihinin ender baskıcı dönemlerinden biri yaşanmaktadır. Ama buna rağmen AKP hala toplumun geniş kesimlerinde değişimci bir algı uyandırmaktadır. Bunun asıl nedeni; siyasi, askeri, yargısal, bürokratik kurumların statükocu ve ultra faşist politik tutumlarının siyaseten kötünün kötüsü rolünü ortaya çıkarmasıdır. Örneğin hala yasal anlamda Kürtlerin varlığına şiddetle karşı çıkan bir anlayış karşısında “Kürtler vardır” yada “tv sahibi(!) olmaları bir haktır” demek ilerici bir tutum sayılmaktadır. Dünya milletlerinin bir asır önce kullanmaya başladıkları “ulusal hakları” bırakın AKP’yi, Türk siyasetinin en ilerici(!) demokratik güçleri bile muhayyilesine sığdıramamaktadırlar henüz.
AK partiyi değişimci çizgide gösteren bir diğer nokta ise Türkiye’de siyasi özgürlüklerin önünde en büyük engel olarak görülen ordunun ilk kez bu kadar hırpalanmış olmasıdır. Tapınak rahipleri gibi “anayasal olarak kutsanan genarallerin” nezarethanelerde kısa süreli misafirlikleri bile bu ülkede devrimsel bir hava estirmeye yetiyor.
AKP’nin en büyük yanılgısı, kendi demokratlığını sürekli CHP, MHP gericiliğine kıyaslamasıdır. M/CHP gibi partiler bu ülkede yaşanan sorunların temelinde yer almakta ve siyasal sistemin özgürlüklere açık hale gelmesinin önünde en büyük engel olarak durmaktadırlar. Çevre-halkın merkez-devlet partilerine karşı yükselişini temsil eden AKP’nin kendini devlet ve çözümsüzlük blokunda yer alan partilerle kıyaslaması onu derinden derine bu partilerin politikalarına yakınlaştırmıştır. Birinci yürütme döneminde yakalandığı “sen milliyetçiysen ben senden daha milliyetçiyim” sendromu bir başka tarzda yeniden yaşanmaya başlanmıştır. Bu izafiyetçi demokrasi anlayışıyla sittin sene AKP iktidarda kalsa, ülkenin kronikleşmiş hiçbir siyasal sorununa çözüm üretemeyecektir. Ama kronik sorun haline gelmiş olan vakıanın da bizzat C/MHP olduğunu unutmamak kaydıyla…
Türkiye siyasetinin kendini kıyaslaması gereken standartlar, yüksek batı demokrasilerinde var olan, insan haklarına değer atfeden kriterler olmalıdır. Hatta bazı konularda hukukta onların bile ötesine geçerek yepyeni okumalarda bulunma becerisi gösterebilmelidir. AKP’nin demokratik açılımı anayasal çerçevede ele alıp değiştirme konusunda zayıf emareler yok değil. Ancak meselenin doğrudan Kürt sorununa temas eden boyutu yok hükmünde bırakılmıştır yine. Siz Türk olmayı anayasal bir zorunluluk olarak dayatan bir anayasa orta yerde dururken asla Kürt olmanın yasal zeminini kuramazsınız.
Bir önceki yürütme döneminde AKP’nin Kürt meselesinde, klasik devlet milliyetçiliğine kaydığını ilan eden Fehmi Koru ve Hasan Cemal’in şu sözleri olmuştu; “Tayyip Erdoğan Çillerleşiyor” veya “Obamaydı Bush’a döndü”.
Bu yürütme döneminde başlatılan özellikle Kürt meselesine yönelik açılım sürecinin geldiği son noktayı ise Mustafa Erdoğan’ın şu sözleri özetledi; “AKP Kürtleri kandırmaya çalışıyor” ya da “AKP, Kürtleri AKP’lileştirmeyi Kürt sorununun çözümü olarak görüyor”
İçine maneviyat eklenmiş negatif milliyetçi bir özle politik algı dünyası şekillenen AKP, mevcut anlayışıyla, bırakın Kürt sorununu çözmeyi onu doğru algılamaktan bile yoksundur. Başlarda sürece isim olarak belirlenen “Kürt açılımı” tanımlaması, tam da bu yüzden gerçekçi olmamıştır. Çünkü zımnında, aldatmaya dönük imalar taşımakta idi. Kürt sorununu doğru algılayamayan ve anladığı birkaç hususu da güçlü bir irade gösterip çözme becerisi gösteremeyen bir siyasi iradenin, bu konuda açılım yapacağız demesinin reel-politikte karşılığı “oyundur”. Zaten, “Kürtleri tezgaha getirmek” Türk siyasal geleneğinin en hoşlandığı oyun türü olagelmiştir hep.
Bu ülkede Kürt sorununun köklü çözümü, tek başına asayiş, kültür ve ekonomik temelli düzenlemelerle sağlanabilecek bir mesele olmadığı için sürecin doğru ismi şayet doğru istikamette ilerleyecekse “demokratik açılımdır”. Aslında ortaya çıkan tabloya bakıldığında sürece yakışan en gerçekçi isim şudur; “anlayabildiğimiz ölçüde, sırf askerin rızası dairesinde, benim örgütsel özgürlüğüme dönük kısıtlamaları, kamuoyu hesaplamaları da dikkate alınarak düzeltmeye yönelik demokratik açılıma niyet etme süreci”.
—
Okumak Mukaddes Bir Görevdir!
http://www.gencdusunce.org
2 Yorum
Yazan:dicle Tarih: Mar 31, 2010 | Reply
Sayın Zinar bey, yazınız başlangıcından itibaren kibir kokuyor…
(Kürt siyaseti açısından denilebilir ki cumhuriyet tarihinin ender baskıcı dönemlerinden biri yaşanmaktadır) İnsafsız bir eleşetiri,zira bir kürt olarak en rahat dönemi yaşamaktayım.. zira bugünleri görecegimi hiç unmuyordum…
Yazan:ali Tarih: Nis 7, 2010 | Reply
diclenin cinsiyeti belli değil. o yüzden hitap sıkıntısı yaşıyorum. öncelikle bir analiz yazısına “kibirli” gibi duygusal bir yaklaşım doğru değildir. analiz ya yanlıştır veya doğrudur. yahut yer yer doğru tesspitlerde bulunan yanlış bir yazıdır. veya yer yer yanlışları olan doğru bir yazıdır. kişisel olarak diclenin rahat olması kürt politikası yürütmenin kolay olması anlamına gelmediği gibi diclemsi duygulara bağlı insanların çoğunda şimdi renksizlik ve geçmişte otluk vardır. ben bir kürt olarak kendi adıma yazarın yorumlarına hak veriyorum