Zabel’in Sızısını da Dindirecek Bir Arşiv Belgeniz Var mı?
By Özlem Yağız on Nis 6, 2010 in Ermeniler, vicdan
Tarihçilerimiz pek sevdiler bu işi. Amerika’da pişer bize de düşer. Fena mı oldu? İlk çağ toplumlarının şamanları gibi her bir televizyon kanalı bir tarihçi yakalamış konuşturuyor babam konuşturuyor. Artık bir süredir gözden düşmüş resmi tarihin gurusu beyefendiler mi ararsınız, kesmeyelim de besleyelim mi düzeyinde espri yapmayı öğrenmiş hııh hıh hıhıhı diye gıdaklayanlar mı? Gün doğdu ya biz de gözlerinin içine bakıyoruz hazretlerin. Bakalım bu gece bu soykırım meselesini nasıl kotaracaklar diye.
Bir ağızdan kestik sürdük ama hele bi sor; niye kestik. Sürdük ettik, ama sor bak; nedeni neymiş deyu konuşup duruyorlar. Fıtık ameliyatına hazırlanan cool doktor tavırlarını takınmış adamlar, beyaz kenarlıklı poşetlere yerleştirilmiş fotokopi arşiv belgeleri elde, bir o kağıdı bir bu kağıdı haşır haşır karıştırıyor: “Bak bak 1895 aha da iki adet top resmi, bu da Hınçak militanları. Patriklik arşivleri şöyle, Amerikan arşivleri böyle… Talat’ın hatıra defterindeki 1 milyondan 300 bin çıkar, ondan da 500 çıkar, hadi hatırın için şuradan buradan da 50 bin eklemiş olalım gördünüz mü bakın 1 milyon Ermeni değilmiş ölen; meğerse 300 bin kişi ölüvermiş. Sonra 500 e 1 ekle 200 çıkar 300 ekle gördünüz mü canım gidenler öyle 2 milyon falan değil, taşşş çatlasa 1 milyon 200 bin…”
Pes! Bütün kanıtlamaya çalıştıkları nedir biliyor musunuz, bizi inandırmaya ikna etmeye çalıştıkları: Selim Deringil gibi Taner Akçam gibi tarihçiler diyelim ki işkembeyi kübradan atıyorlar olsun. 1895 lerde falan hiç de öyle Hamidiye alayları, köylüler falan katliam yapmamış, köylerden kız kaçırmamış, Ermeni mallarına konmamış olsun, hadi Halaçoğlu haklı olsun bütün katliamları Hınçak çeteleri Zeytun’da, Van’da, Diyarbakır’da yapmış olsun hatta Ermenilerin öldürüldüğü katliamları bile! Bu durumda biz vicdanen şuna ikna olmalıyız ki Bursa’da, Kütahya’da, Yozgat’ta, Siirt’te, İstanbul’da, Kayseri’de, Ordu’da milyonlarca Ermeniyi toplayıp binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürmeye hakkımız vardı. Yolda ölen(dürülen)ler de, pek onlardan bahsetmeyi sevmiyoruz ama vaka-yı adiyeden bir takım şanssız olaylar. Hem biz de katledilmedik mi Balkanlarda? Hem Osmanlı parçalanmamak için meşru müdafaa yapmıyor muydu?
Resim: Tehcirden sonra Kudüs’e götürülmüş yetimler
Devleti Ali’nin dağılmaması adına Halaçoğlu’nun en iyimser rakamlar ile 300 bin bulduğu katledilen insan sayısına bakıp bu soykırım değil, katliam değil müdafaadır, vatan savunmasıdır argümanına he diyenler Srebrenitza’da Yugoslavya’nın parçalanmaması adına savaşan Sırpların katlettiği 10 bin civarı sivil insan için Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırımdan doğrudan doğruya Sırbistan sorumlu tutulamaz kararı verildiğinde ne düşünmüşlerdi acaba. Devleti Ali’nin bekası için her türlü zalim savaş stratejisinin uygulanabileceğini düşünenler bir an durup Bosna’yı, Çeçenistan’ı, Doğu Türkistan’ı tartmalılar vicdanlarında. Eğer hala normaldir diyebiliyorsak zaten ver elini 40 bin cenazenin kalktığı Kürt coğrafyası da diyebiliriz.
Sürekli ve sürekli tekrar ettikleri bir diğer argüman bizler de Balkanlarda, Kafkas Cephesinde çok kayıplar verdik. Girit’ten sürülüp kovulduk. Peki ne zaman bir milletin çektiği acılar başka bir millete acı çektirmek için meşru bir sebep oldu. Holokost’un acıları da acaba katledilmiş Yahudi halkının gidip Filistinlileri sürmesi ve katliam yapması için bir sebep miydi.
Ha sonra ne diyor devamında Yusuf Halaçoğlu, Murat Bardakçı gibi tarihçiler Atatürk’ün, Mahmut Esat Bozkurt’un da Türk olmayan halklar hakkında onların bu ülkede yerlerinin olmadığına dair, tek haklarının köle olma hakkı olduğuna dair beyanatlar vermesi normalmiş. Çünkü bir savaştan çıkmışız hem de o dönemde Hitler gibi Musolini gibi insanların çok daha ağır lafları varmış. İyi de değerli tarihçim, bugün Hitleri herhalde Avrupa’da bir avuç faşist dışında kimse ulu önder, tartışılmaz kahraman falan ilan etmiyor. Hitleri koruma kanunu falan da çıkarmıyor değil mi ya. Bu tür demeçlerine kısaca tek bir isim veriliyor faşizm! Standardı bu kadar da düşürmeyelim. Sonra Kemalistleri bile kızdırırsınız maazallah…
Açgözlü bir cenaze levazımatçısı tavrı ile atalarının cesetlerini sayıp çıkan rakamlar üzerinden toplama çıkarma yaptığımız insanların hakkını hukukunu Irak’ta, Afganistan’da milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, burkalı şalvarlı insanların kanlarını böylesine helal kabul etmiş bir ülke ne kadar savunur, 2000 yılından beri Filistin’de 2500 den fazla çocuğun katili olan İsrail’e tüm dış yardımlarının %30 unu aktaran çirkefler parlementosunun aldığı soykırım kararı kimin ne kadar acısına şifa olur bilinmez ama eğer gerçek manada vicdan, ahlak, hatta iman denilen şeyi taşıyorsak Türkiye Halkının dönüp diasporada yaşayan Ermenilerin acılarını görmeye, içten bir üzüntü ile kucaklamaya ve helallik dilemeye ihtiyacı var. Bunun da ötesinde Türk Devletinin bu konuda ciddi, gönül alıcı ve samimi adımlar atması şart. Üstelik müze olarak açılmış, haçsız, yılda bir turizm kapsamında dinsel törene (ne demekse) izin verilmiş, Ahtamar’dan bozma Akdamar (kilisemsi) müzesi gibi olmayan samimi adımlar. Bunu Amerika, İsveç şu bu istiyor diye değil bir hakkı iade edebilmek için ve insan olma sorumluluğuna sahip olduğumuz için yapmaya ihtiyacımız var üstelik.
Resim: Kürt Şarabin aşireti, Nisibin(?)-Demir Kapı arasındaki yolda 7 Ermeni kadını rehin almışlar. (The Kurdish Sharabin tribe, which held seven young Armenian women captive, on the route between Nisibin and Demir Kapu.)
Diaspora diaspora diye ödümüzü patlatıp durdukları şeytan değil. Onlar benim babamın babaannesinin bir sabah vakti derdest edilip meçhule gönderilmiş, ölene kadar ağlayarak anlattığı komşularının torunları. Birçok arkadaşımın zorla evlenilmiş anneannelerinin babaannelerinin kardeş, akraba ve hısımları. Ya da bir gece vakti hikayesi ile facede karşılaşıp boğazıma bir şeyleri düğümleyenlerden biri. Zabel belki de:
Zabel’in babasını 1915’de sürgüne giderken yolda bir Kürt köylüsü annesinin elinden çekip almış, yıllarca dağlarda çoban olarak çalıştırmış, sonra da bir gün bir subaya satmış (şaşırdık mı yoksa evet satmış!).
Şöyle anlatıyor hikayenin gerisini Zabel:
“… Babam annesini bir daha görmemiş. Dağlarda çobanlık yaparken kendisi gibi aynı kaderi paylaşan aynı yaşlarda bir Ermeni çocuğuyla tanışmış ve birbirlerinin parmağını kesmişler ve akan kanı içerek kan kardeşi olmuşlar. Ben 1970 yıllarına kadar amcam olduğunu sanırdım o kişinin. Babam o tarihe kadar her şeyi benden saklamıştı. Sebeplerini belki anladınız… Rahmetli Hrant Dink, kardeşleri Yervant ve Hosrov ile aynı okulda okudum, aynı masalarda yemek yedim, beraber güldük beraber ağladık. İlkokuldan sonra Lübnan’a göç ettik. Tuzla kampını duymuş olmalısınız. O binaların temellerinden çıkan topraklarla yol yapmıştık denize gitmek için. O kamp da gitti elden…”
Resmi tezin savunucusu tarihçilerimiz son günlerde hep aynı türküyü çığırıyor: Tarihçiler komisyonu kuralım, şuradaki arşivleri inceleyelim, buradakilere bakalım. Küflenmiş yüz binlerce sayfayı karıştıralım göreceksiniz, kanıtlayacağız ne kadar haklı olduğumuzu.
O sayfaların bu ülkenin her bir köşesine acı hatıralarını bırakmış Zabel’in babası ve diğer tehcir kurbanlarına bir faydası yok biliyorum. Ama merak ediyorum kurulması istenen tarih komisyonu “o da gitti elden” cümlesiyle içimde sızı bırakan Zabel’in ve onun gibi milyonların yüreğinde bir yerlere değecek, tüm yaşadıkları için bir teselli verebilecek mi?
Cevabı evet değilse bu sorunun bırakın bari bizler bildiğimiz gibi helalleşelim.
Zira kimse kusura bakmasın bu adamı ben öldürmedim, malını mülkünü ben yağmalamadım, karısını kızını köle pazarlarına ben düşürmedim. 95 yıldır arka bahçede sakladığınız cesedini de taşımanıza ben yardım etmeyeceğim!
1 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Kas 18, 2010 | Reply
Bu yazımı yan tarafta tekrar geçtiğini görünce hatırlayıp baktım. Fotoğraflar hakkında bilgi verirken tam vermemişim. İlk fotoğraf tehcirden uzun bir süre sonra çölde tek başına bulunmuş sahipsiz bir çocuğa ait. Allahın bir mucizesi olarak tek başına hayatta kalmış, uzun süre otlarla böceklerle karnını doyurmuş. Belki yanında önceleri büyükleri vardı sonra onlarda öldü bilemeyeceğim. Bulunduğunda sanki bir vahşi hayvan gibiymiş. Kafasında ve vücudunda cılk yaralar varmış.
Üçüncü fotoğraftaki yer Nusaybin. Şarabin aşireti hala o yörede yaşıyormuş diye duydum. Esir alınan kadınlar o dönemde esir alınıp ‘evlenilmiş’ bir çok ermeni kadından sadece bir kaçı.