Anayasal çelişki
By Ahmet Cem Ozen on Nis 20, 2010 in Adalet, Demokrasi
177 maddeli 1982 Anayasası’nın bugüne kadar toplam 83 maddesi değişti. Hükümet 26 maddede daha değişiklik istiyor. Hem hükümetin yapmayı tasarladığı hem de daha önceki değişikliklerin bir bölümünün yalnızca düzeltmeler değil bizzat yönetim biçimine ve temel anayasal kurumlara yönelik olduğu düşünülürse mevcut anayasanın hazin hali ortaya çıkıyor.
Anayasa değişiklik paketinin en radikal yönü yüksek yargı kurumları ile ilgili olan bölümleri. Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Yargı’ya siyasi otoritenin üye atayamaması sıkça tartışılan bir konuydu. Pakette üye seçimlerinde çeşitlendirmeye gidiliyor ve neredeyse her gelişmiş ülkede olduğu gibi seçilmişlerin bu kurumlara üye atamasının önü açılıyor. Ancak her ne kadar son teklifte azaltıldıysa da cumhurbaşkanına verilen aşırı yetkiler sistemde bazı onarılmaz sorunlara yol açabilir.
Anayasa Mahkemesi
Anayasa’nın başlangıç bölümünün 5. fıkrasında “Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği…” ifadesi yer alıyor. Türk milli menfaatleri siyasi bir konu olduğuna ve halk iradesine açık olduğuna göre Anayasa Mahkemesi üyelerinin en azından bir bölümünün siyasi otorite tarafından atanması gayet normal. Zaten Anayasa Mahkemesi yapısı gereği bir yargı kurumundan çok idari ve hatta siyasi bir kurumu andırıyor.
Fakat anayasa paketinde üye seçiminde seçilmiş meclis yerine seçilmiş cumhurbaşkanı ağırlığını koyuyor. Bu durum cumhurbaşkanının yetkilerini artıracak. Daha önce kabul edilen değişiklikle doğrudan seçilmenin yol açacağı meşruiyet cumhurbaşkanının yürütmenin ana motoru olmasına neden olacak. Sonuçta özellikle koalisyon ihtimalini de göz önüne alırsak hükümetten daha güçlü bir cumhurbaşkanı portresi ile karşı karşıya kalabiliriz ki bu da sistemin tıkanmasına neden olabilir. Hepsi aynı partiden oluşan bir yürütme bugün için bir sorun teşkil etmeyebilir ama ileride bu tip bir yetki paylaşımı potansiyel bir kriz alanı haline gelebilir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Toplam 21 üyeli HSYK’da Adalet Bakanı ve Müsteşarı Kurul’un üyesi olmaya devam ediyor. Burada da Cumhurbaşkanı yetkilendirilmiş durumda ve meclis herhangi bir üye atayamıyor. Böylece Başkan’ın, pardon cumhurbaşkanının yetkilerinin bir kez daha güçlendirildiğine şahit oluyoruz.
Ombudsmanlık
Ombudsmanlık kurum olarak anayasal sistemimize giriyor. Hariçten devlet koruyuculuğunun popüler bir hobi olduğu ülkemizde eğer çerçevesi iyi çizilmezse bu kurum çok tehlikeli bir noktaya evrilebilir. Halihazırda kurumlararası çatışmanın çözülemediği bir siyasi sisteme potansiyel olarak çatışma yaratabilecek bir kurumun çok dikkatli monte edilmesi gerekir. Popülist adım atacağım derken kırılgan sisteme sonradan geri dönüşü zor unsurlar eklenmemeli. Zira böylesi şeyleri sisteme eklemek kolay fakat çıkarmak zordur.
Paketin Siyasi Analizi
Son HSYK krizinden sonra yargı sistemine müdahale etmenin uygun zaman olduğuna karar veren hükümet riskli bir şekilde konuyu gündeme getirdi. Bunun siyasi nedenlerini analiz edelim.
Seçime en fazla 1 yıl var ve bu yasama döneminde küresel bir ekonomik krize maruz kaldık. Her ne kadar Türkiye en azından komşusu Yunanistan gibi yerle bir olmadıysa da oldukça zor durumda kalmadı değil. Esnek mali politikalar sayesinde 2001 benzeri ani krizler yaşanmadı ancak özellikle işsizliğin yükselmesini engelleyecek adımlar da atılamadı. Bu durumun genel olarak AKP’nin oylarını aşağı çeken bir faktör olması beklenebilir.
AKP ekonomik duruma karşın kontrollü bir gerginlik politikasıyla seçime arkasında anayasa rüzgarıyla girmek istiyor. Bu yüzden referandum riskini de alıyor. Muhalefet partileri ve dahi BDP de AKP’nin bu manevrasının önünü açacak şekilde hareket ederek siyasi atmosferdeki kutuplaşmayı artırıyor. AKP, SP ile -üst yönetim ne derse desin- BDP ve MHP tabanının yoğun desteğini almayı planlıyor. Bu hesaplarında haklılar zira toplumdaki reform arzusu AKP’yi bile aşacak kadar büyük bir unsur ve son yıllarda Türkiye’yi sürükleyen de zaten bu dinamik; AKP bu dinamiğin bir ürünü. Ancak tekrar etmekte de fayda var ki referandum riskli bir adım. Böylesi kutuplaşmanın ve gerginliğin ardından referandumda AKP’nin istemediği bir sonuç çıkarsa hükümet erken seçime gitmek zorunda kalır.
Tayyip Erdoğan’ın 2012 veya 2014’te cumhurbaşkanı seçilmek istediği gizli bir şey değil. TBMM’de maddelerin görüşülüp oylanmasından hemen önce başbakanın başkanlık sistemi fikrini ortaya atması ve pakette cumhurbaşkanının yetkilerini artıran değişiklikler göz önünde bulundurulursa Tayyip Erdoğan’ın gelecekteki koltuğuna yatırım yaptığı ve bu koltuğun yetkilerini artırdığı söylenebilir.
Anayasa paketinde aylardır tartışılan Kürt açılımı ve Alevi açılımı ile ilgili bir unsurun bulunmaması üzücü. Bu açılımların sonucunun anayasal bir karşılığı olmazsa atılan adımların çoğu boşa gitmiş olacak. Şüphesiz AKP bu konuları pakete ekleyerek siyasi olarak risk payını artırmak istemedi. Bu da anayasa değişikliklerinin bahsettiğimiz taktiksel yönünü daha da belirginleştiriyor: Ana amaç seçime gerginlik rüzgarıyla girebilmek.
Eğer AKP samimiyse bu neresinden tutsanız elinizde kalacak anayasayı toptan değiştirecek adımları atmalı. Eğer bu meclis aritmetiği veya siyasi ortam yepyeni bir anayasa yapmaya müsait değilse hükümet buna yönelik girişimlerde bulunmalı. Mesela bir sonraki genel seçimi anayasa meclisi seçimine çevirmeli ve sonrasında iktidara gelirse ilk işinin yeni bir anayasa yapmak olacağını ilan etmeli. Ancak bu şekilde özgürlükçüler içi rahat bir şekilde referandumda evet der.