Milliyetçilik savunulmalı mı?
By Konuk Yazar on Nis 28, 2010 in faşizm, Irkçılık, Milliyetçilik
Sunuş : Okullarda çocuklarını “ne mutlu Türk’üm diyene“ diye bağırtan, camilere bile mahya diye milliyetçi sloganlar yazan bir ülkenin çocuklarıyız. Derin Düşünce sitesi kurulduğundan beri milliyetçilik karşıtı bir çok yazı yayınladık. Milliyetçiliğin insanları şiddete ittiğini, ülkeyi birleştirmek şöyle dursun böldüğünü savunduk. Çoğu kez faşizm ile de paralellik kurduk. Meselâ aşağıdaki yazılarımız:
- Milliyetçiliğin Anatomisi
- Kürtlerden korkuyorum, öyleyse varım!
- Kurtlu hilal
- Türkiye faşist olur mu?
- O Gün Bebek Nasıl Katil Oldu?
Hatta iki kitabımızda bu konuları işledik:
Ne yazık ki bu konularda gelen “eleştiriler” hakaretin ve tehdidin ötesine geçmemişti. Kendisine ülkücü, alperen, bozkurt vb diyen insanlar ya da Atatürk Milliyetçisi gençler o kadar seviyesiz çıkı¨şlar yaptılar ki sağlıklı bir tartışma ortamı oluşamadı. Genel olarak milliyetçiler sitemizde pek varlık gösteremediler. “Atalarımızın soylu kanından” dem vuran milliyetçiler ise Kürtlerin ya da Ermenilerin neden daha az soylu(?) olabileceği konusuna açıklık getiremediler.
Neyse. Bugün bir yenilik var. Okuyucumuz ve konuk yazarımız Fatih Akbay daha önce « İzmir faşist midir?» isimli makalesiyle katkıda bulunmuştu sitemize. Bu kez bizim uzun süredir savunduğumuz bir duruşu eleştirmek için kalemi eline almış. Milliyetçiliği eleştirmek için yazdıklarımıza karşılık Fatih Bey fikirlerimizi neredeyse tek tek ele alarak değerlendirmiş. Bu özenli çalışmasından dolayı kendisine teşekkür ediyoruz ve makalesini okurlarımızın değerlendirmesine sunuyoruz. (MY)
Milliyetçilik, Faşizm ve Kavram Karmaşası (Fatih Akbay)
Bazı olay ve durumlar, fikirler, ideolojiler vardır. Belli bir süre ortalığı kasıp kavurur veya yakıp dağıtır ve süreç içinde etkisini yitirerek Tarih sahnesine karışır veya bir köşede unutulmaya terk edilir. Faşizm de bunlardan biridir.
Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra, belirgin biçimde İkinci Dünya Savaşı yıllarında, uluslar arası arenada boy gösteren ve Rusya özelinde Komünizm gibi, İtalya ve Almanya özelinde dünyayı kana bulayan Faşizm, zamanla dünya gündeminin ilk sıralarındaki yerini kaybetmiş ve yeni mevzulara bırakmıştır. Ancak ilginçtir, çeşitli dönemeçlerde Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer almaya devam etmiştir.
Pek çok konuda günümüzün demokrasileriyle özdeşleştirilebilecek, belki de daha liberal yönleri bulunan (?) Faşizmin, ortada belirgin bir Komünizm tehlikesi yokken, hele de 21. yy’da savunulabilir yönü yoktur. Bu yazımızda Faşizmi savunacak değiliz elbette. Asıl konumuz, son yıllarda belirgin biçimde artan, Türk Milliyetçiliğini Faşizm ile özdeşleştirme çabaları ile Türkiye’de temelsiz kalan ve hiçbir zaman yerleşemeyen Faşizmin Türkiye’ye ne kadar uzak olduğu hakikatidir.
Milliyetçilikle doğrudan veya dolaylı ilgisi olan veya uzaktan yakından ilgisi olmayan her olay ve durumu Faşizm’le özdeşleştirme çabalarını ele alacağımız çalışmada yazının uzun ve sıkıcı olmamasına dikkat ederek, imkânlar dâhilinde, kavram karmaşasına da değinmeye çalışacağız. Bu yazıda, genelde Milliyetçiliği, özelde ise Türk Milliyetçiliğini Faşizmle özdeşleştiren görüşleri isim vererek değerlendirmek yerine bakış açılarını ön plana çıkararak genel bir değerlendirme yapmakla yetineceğiz.
ÖNCE İDDİALAR/ELEŞTİRİLER
Milliyetçilikle ilgili eleştirilerden biri Milliyetçiliğin bütünleştirici değil parçalayıcı olduğu yönündedir.
Oysa bilinen anlamıyla Atatürk Milliyetçiliğinin ve Türk Milliyetçiliğinin bütünleştirici olduğu en kötü ihtimalle olmaya çalıştığı bilinen bir gerçektir. Çünkü Türk milleti ifadesi kültürel bir birlikteliği ifade eder ve ırkçılığı reddeder. Aslında bu söylediklerimiz çok da yeni bir şey değildir. Zaten anti milliyetçi yazar ve düşünürler de Türk milliyetçiliğini eleştirirken bu hakikati göz önüne alırlar ve hayli zorlayıcı biçimde Türk milliyetçiliğini ırkçılığa yaklaştırırlar.
Türk milliyetçiliğinin dinamiklerini anlayabilmek için öncelikle dönemin şartları göz önüne alınmalıdır. Yedi düvele karşı yürütülen Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ve yaşamını yitiren 2.5 milyon kişi.. Sonrasında Avrupa’nın savaş meydanlarında elde edemediklerini dikte ettirmeye çalışması ve olağanüstü şartlarda buna karşı atılan adımlar. En basitinden bir Güneş Dil Teorisi, Kayıp Kıta Mu iddiası ve Sümerlerin Türk olduğu tezleri Avrupa Emperyalizmine karşı atılmış adımlardır. Bunlar ayrı bir tartışma konusudur, ancak muhtemelen Atatürk Tarihî gerçekleri bilmesine rağmen Avrupa emperyalizmine karşı dayanaksız kalmamak için bu çalışmaları yaptırmıştır. Yani Atatürk, Emperyalist zihniyete karşı durabilmek için Anadolu’da Türk kimliğinin Malazgirt öncesine uzandığını ispatlayan/ispata çalışan çalışmalar yaptırmıştır.
Ancak şu da bir gerçek ki ‘Mimar Sinan’ın Kayıp Kafatası’ olayı gibi adımlar oldukça utanç vericidir. Çünkü Mimar Sinan gibi bir evrensel değerin tüm eserleri bir yana elit yöneticilerce sırf kafatası eksenli olarak değerlendirilmesi veya bu değerlendirmenin son aşamalarından birinin kafatası ölçümü olması utanç vericidir. Fakat bu bile Türkiye’de Faşizmin olduğunu kanıtlamaz. Mesela Birinci Dünya Savaşı’nın iki genel nedeni vardır. Fransız İhtilali’nin getirdiği Milliyetçilik cereyanları ve Ekonomik rekabet yani Sömürgecilik. Bunun dışında onlarca özel neden sayılabilir.
Birinci Dünya Savaşını yalnızca bir nedene, mesela Almanya ile Fransa arasındaki Alsas Loren sorununa, bağlarsak, eksik ve belki de yanlış bir değerlendirme yapmış oluruz. Aynı şekilde Türkiye’de Faşizmin var olduğunu ispat için birkaç olay/durum, neden yeterli değildir. Çünkü her olay Faşizm değildir. Faşizm kaygısı güdülmeden bazı anti demokratik, çağdışı uygulamalar yapılırsa da bu yaklaşımlar Faşizan yaklaşımlar olarak adlandırılabilir; ancak bundan sonrası somut örneklerle devam etmelidir ki iddiaların gerçeklik payı ortaya çıksın.
Türkiye’de özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında bazı olumsuz tutumlar vardır. Özellikle 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde de Faşizmi çağrıştıran uygulamalar vardır. Ancak bu uygulamaları gerçekleştirenler, halka sürü gözüyle bakan, ‘Ekmek isteyene pasta yediren’, hak isteyene şamarla karşılık veren tepeden inmeci darbeci zihniyetler ile Gladyo’nun Türkiye ayağı olan Ergenekon zihniyetidir ki bugün bu zihniyet yargılanmaktadır.
Dünün hak hukuk ihlalleri yapan Türkiye’si ile bugünün hataları kabul ve telafi yoluna giren Türkiye’si farklı Türkiye midir acaba? Kesinlikle hayır. O halde asıl mesele Türkiye’yi yöneten zihniyetlerin faaliyetleridir ki bu da üç beş yıllık darbecileri, Devletin Derinliklerinde saf tutan Gladyo uzantılarını Türkiye ile özdeşleştirmeyi gerektirmez. Bu türden yaklaşımlar, 90’lardan önce Komünizmle yönetilen Rusya’yı halen Komünist olarak adlandırmaya, İkinci Dünya Savaşına giden yolda Faşizmle yönetilen İtalya ve Nazizmin boy gösterdiği Almanya’yı nitelik ve niceliği tartışılır Demokratik rejimlerine rağmen halen eski mantıkla adlandırmaya benzer ki bu da tutarlı bir yaklaşım değildir.
Türkiye’de hemen her faşizan uygulamadan sonra halkın yumruğu belirgin biçimde halk düşmanlarının tepesine inmiştir. Mesela Tek parti Diktatoryasından sonra Menderes’in, devrin şartlarında, halk yanlısı olarak adlandırılabilecek yönetimi gelmiş (Bazı kesimlere göre Amerika’nın kuklası yönetim!) yine 80 darbesinden sonra süreç içerisinde Turgut Özal boy göstermiştir. Yani Türkiye’de faşizan uygulamaların uygulayıcıları ile anti faşist iktidarların köşe kapmaca oyunu yaşanmıştır her daim! Türkiye’de Faşizmin var olduğunu söylemek, Faşizan yaklaşımlarla mücadele eden kesimleri de Faşist ilan etmek olur ki bu da doğru bir yaklaşım değildir.
Diğer bir husus Türk Milliyetçiliğinin var olmak için Öteki’ne ihtiyaç duyduğu iddiasıdır. Burada dikkatten kaçan nokta, kendisini ötekileştiren kesimlerdir. Yani Türk Milliyetçiliği, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan herkesi bir ve eşit kabul ederken ötede kompleksli hareketlerle kendini ötekileştiren olursa burada suçlu, 70 küsür milyonu bir karede gören zihniyet değildir! Her toplumun örf, adet ve gelenekleri vardır ve dünyanın neresinde olursa olsun aksi tavırlar gösteren kişiler toplumun tepkisiyle karşılaşır. Burada ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak’ ifadesine değinerek açılımını okuyucuya bırakarak geçiyoruz.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, tabi ki kurallar dâhilinde, Şahsi hürriyetler, Dinî, Siyasî haklar engellenemez. Asıl mesele tutarlı ve gerçekçi harekettir ki muhtemelen bu yaklaşım çelişki olarak değerlendirilecektir!.
Bir şiirde, “Türklerin Tanrı’nın gözdesi olduğu türünden ifadeler ile Bizanslıların Türk’e secde etmesinden bahsediliyor.” şeklindeki ifadeye gelince; İslâm inancına göre ne Arabın Aceme ne de Acemin Araba üstünlüğü kabul edilebilir. Yalnızca bu ifadenin hakkıyla anlaşılması bile, dünyadaki kanlı ideolojileri, savaşları, hak-hukuk ihlallerini dayanaksız bırakabilir ve karşı tarafın ısrarcı olmaması durumunda yüzde yüz başarı sağlanabilir. Adı geçen şiirde yer alan Bizans’ın Türk’e secdesi’ şeklindeki ifadeler, mecazî dahi olsa, İslâm anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Ancak Türklerin seçilmiş millet olduğu yaklaşımı ile Almanların meşhur seçilmiş ırk anlayışını bir tutmak doğru bir tutum değildir.
Her milletin kendine göre erdemleri vardır ve bunların öne çıkması, çıkarılması da abartıya kaçmadığı müddetçe normaldir. Mesela Fransızlar kibarlıklarıyla (!) İspanyollar iyi kılıç kullanmalarıyla, Kürtler cesaretleriyle, Çeçenler kahramanlıklarıyla bilinirler. (Listeyi uzatmak mümkündür..) Bu özelliklerin, o milletin fertlerince gurur kaynağı olarak algılanması normaldir. Burada asıl sorun ölçüdür. Yani birinin özellikleri başkasının gözünün içine sokulmazsa ve mesele kibire varmazsa bu tutum gayet doğaldır. Herkesin kendi milletini sevmesi normal karşılanabilir.. Burada ölçü, Asr-ı Saadette cahiliye âdeti olarak adlandırılan, atalarıyla kuru kuruya övünme yaklaşımının olmaması gerekliliğinde ve kuru asabiyetçilikte saklıdır.
Türk milleti yüzlerce yıl İslâm dünyasına sancaktarlık yapmış, Haçlı Seferlerinde ve diğer dönemlerde göğsünü siper ederek İslâm dünyasını korumaya çalışmıştır. Bu bağlamda seçilmiş ırk tabiri olarak ifade edilen yaklaşımın, kendisini İslâm’a, Müslüman dünyasına hadim olarak gören millet olarak açılması/düzeltilmesi gerekmektedir. Yavuz’un Mısır Seferinden sonra Hakiümül Haremeyni Şerif ifadesi yerine Hadimül Haremeyni Şerif ifadesini kullanarak Kutsal toprakların hâkimi değil hizmetçisi olduğunu belirtmesi önemlidir.
Bugün Türk’ün Müslümanlıktan uzak düşünülmesi yanlıştır. Yani Türk=Müslüman. Geçmişte
Müslüman olan birinin Türk olduğu söylenirmiş; çünkü Türklük Müslümanlıkla özdeşleşmiştir. (Önemli bir ayrıntı. Türklük Müslümanlıkla özdeşleşmiştir; ancak Müslümanlık Türklükle değil her milletten insanla özdeşleşmiştir.) Bulgarların Müslüman olmayan boyunun ve Macarların İslâm’dan uzak kaldıklarında asimile olması konuyla ilgili önemli ipuçları barındırmaktadır. ( Bu yaklaşımı İsmet Özel’le bağlantılandıran çıkabilir. İsmet Özel’in de değindiği bu tespit doğrudur; ancak bundan ötesi, yani diğer milletlerin asimile edilmesi gerekir şeklindeki yaklaşımlar vd tutarlı değildir!!)
“Milliyetçilik Millet sevgisiyse bu kelimeye gerek yok!” şeklinde bir ifade ve “Vatan sevgisi normal iken bunun fazladan ifade edilmesi gereksizdir!” yaklaşımı. Bu mantıkla, savaş karşıtlığı da normal iken bazı kesimlerin hümanist, liberalist, savaş karşıtı diye kendisini ifade etmesi de yanlıştır.. Dolayısıyla ortada ne sağ ne sol, ne liberal ne laik ne de başka bir şey kalır..
Milliyetçilik, Irkçılık, kavimcilik, ırkçılık gibi kavramların arasına kalın çizgiler çizmek sanıldığı kadar kolay olur mu?
Aslında pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da sınırlar kıldan ince gibi.. Ancak bilinçli bir milliyetçi ırkçılıkla arasına mesafe koyabilen ve hislerine yenik düşüp bin yıllık kardeşliği zedelemeyendir. Bu bağlamda bilinçli bakış açıları devrede olursa aradaki ince çizgiler pek sorun teşkil etmeyecektir.
Yeri gelmişken; Milliyetçi camia içinde kanımca en radikal yaklaşım Atsız cephesinden gelirken en ılımlı ve Muhafazakârlığa en yakın yaklaşım Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Nizam-ı Âlemci kanadından gelmektedir.
Burada Atsız’ın meşhur vasiyetinde 11’i Müslüman olmak üzere 28 halkı karşısına alması ve oğluna da bu doğrultudan vasiyetini incelersek ve onun geçmişte sırf Arap diye komutanına selam vermeyip ordudan atılmasını, oğlu Yağmur’un da itirafıyla (?) önüne gelenin kafasını ölçmesi vd uygulamaları sorgularsak hakikaten Faşizme yaklaştığını görebiliriz. Ancak bugün Atsız’ın tavrını devam ettirenlerin Milliyetçi camia içindeki yeri ve sayısı bellidir ve de Türkiye’de Atsız’ın tutumunu andıran iktidarların yerüstü saltanatı (?) çok da uzun süreli olmamıştır. (Tek Parti Diktatoryası ile Darbe dönemlerinden bahsediyoruz.) Muhazafakârlığa yakın olan Nizâmı Âlem çizgisi ise Millet ve milliyet kavramlarını kanımca biraz daha farklı şekilde algılamaktadır. Yalnızca Turan ülkeleri değil Irak, Afganistan, Filistin, Çeçenya vd topraklardaki gayrî insanî muameleler, hatta tüm dünyadaki adaletsiz uygulamalar belirgin biçimde bu çizginin içindedir. Zaten MerhumYazıcıoğlu’nun cenazesine birçok İslâm ülkesinden katılımın olması da bu hassasiyetin sonucudur.
“Veda Hutbesi bizim için bütün nasihatlerin üstündedir!” ifadesine gelince bu söze katılmamak elde değil. İnsanlığın ilk evrensel beyannâmesi olan Veda Hutbesinin hükümleri kısmen dahi uygulansaydı bugün dünya çok daha huzurlu olurdu.. Tam uygulanması halinde Kuzunun Kurda teslim edileceği bir dünya olacağını görürdük kesinlikle.. Milliyetçilerin Veda Hutbesi’nin üstünlüğü takvaya bağlayan hükümlerini görmemesi halinde Muhafazakârlardan en ufak teveccüh görebileceklerini düşünmek fazlaca zorlayıcı olur.. Türkiye’deki ortalama Milliyetçi, üstünlüğün takvada olduğunun farkındadır ve Milliyetçiliğin İslâmî değerlerin önüne geç-e-meyeceğini bilir. Yine Türkiye sınırları içinde yaşayan herkesin eşit olduğunun farkındadır ve de seçilmiş ırk anlayışı yerine görevli millet yaklaşımı ile İslâm dünyasının dertlerine uzak kalamaz, dünyada adaletin sağlanması gerekliliğine de göz yumamaz!
“Milliyetçiliği dışlamanın yanlış olacağını düşünen Müslümanların önünde iki seçenek vardır. Kur’an’ı ve Hadisleri daha ‘Millî’ bir şekilde yeniden yazmak ve Türk olmayanları dışlayacak veya en azından aşağılayacak yeni bir Din üretmek” ifadesine gelince; böylesi bir üslup meseleyi baştan yanlış kalıba koymak anlamına gelir. Türkiye’de Milliyetçi camiayı bilen her kişi Müslümanların [Muhafazakârların dersek daha doğru olur kanaatindeyim.) Ezan sesini hiçbir şeye değişmeyeceğini çok iyi bilir. Kurt sesi vd imge ve simgeler ise her milliyetçinin ihtiyaç duyduğu şeyler değildir. Burada bir efsane söz konusudur ve de Kurda İlahî kuvvetin verilmesi de doğru değildir.. Bir başka ayrıntı daha.. Milliyetçilik Muhafazakârlar için tek başına bir kimlik olmasa da kimliğin bir parçasıdır ve muhafazakârlık da Milliyetçilerin belirgin özelliklerinden biridir..
İslâm’ın iç hastalıkları şeklinde başlayan ve alt başlıklarda Özeleştiriden kaçış, bilim ve teknolojiye sırt çevirme, Cihad kavramının içinin boşaltılması, kavim düşmanlığı, ebedî mazlum kimliği ve kadercilik şeklinde ifade edilen husus ayrı bir tartışma konusudur. Burada bahsedilen hastalıkların İslâm’ın değil günümüz Müslümanlarının önemli bir kısmının iç hastalıkları olduğunu [Gerçekte pek çok dipnot isteyen bir teşhis..] söyleyebiliriz. Çünkü Avrupa’ya uygarlığı öğreten Endülüs Medeniyeti mensupları da Müslüman idi, şimdilerde sırayla Avrupa Emperyalizmine av olan Müslümanlar da..
Bölünme, İrtica, Terör, ABD, Komünizm, Siyonizm gibi tehditlerle Milliyetçi dalgaların oluşturulduğu şeklindeki ifadeye gelince, bunların tamamı Milliyetçi dalga oluşturmak için üretilen tehditler değildir. Tam tersine Milliyetçi dalga bu tehditler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Evet geçmişte Komünizm tehlikesi, M.Şevket Eygi gibi yazarlarca fazlasıyla abartılmıştır. Günümüzde de Misyonerlik vd meseleler bazen derin güçler tarafından ortamı germek amacıyla kullanılıyor; ama Milliyetçilik varlığını devam ettirmek için savaşa ve kavgaya ihtiyaç duymaz ve bilumum çirkin güçler de Milliyetçiler için cezbedici değildir!!
Burada Ülkücü yeminini hatırlatmakta fayda vardır. “Faşizm’e, Komünizme, Kapitalizme karşı mücadele…”
Yalnızca bu ifade bile Türk Milliyetçiliğinin ırkçılığa, dolayısıyla Faşizme karşı olduğunu ispatlamaya yeter de artar bile.. Yani Faşizm, ülkücüler için mücadele edilmesi gereken bir ideolojidir! Ancak normal yurdum aydınının bu hakikati görmeye pek niyeti yoktur ve ısrarla Faşizm gömleği biçip giydirmektedir muhataplarına.. Üstelik ‘Bu gömlek bize uymaz!’ şeklindeki itirazlara rağmen.. Bu tür yaklaşımlar, Yeşilçam kahramanlarının bazılarının bazılarını hasta olmadığı halde perhize zorlama sahnelerini andırıyor.. Amacın ne olduğunu söylemeye gerek yok!
Bir başka eleştiri Milliyetçiliğe karşı önlem alınmazsa Irak gibi parçalanılacağı şeklindedir. Burada milliyetçiliğin ayrıştırıcı değil bütünleştirici olduğunu anımsamakta fayda vardır. Irak’taki Şii-Sünnî, Kürt-Türkmen ayrışmasının da büyük ölçüde dış güçler eliyle gerçekleştiğini ifade edelim. Yani bu ayrılıklar/ayrışmalar/ ayrıştırmalar, Milliyetçilikten kaynaklanmamaktadır. Milliyetçilik devrede olsaydı bugün Irak’ta etnik vd farklılıklar, ayrılık nedeni olmazdı. Yeri gelmişken Irak’ın işgaline de değinelim. Irak halkı ortalama bir milliyetçilik tutkalıyla bir arada olsaydı bugün Irak’ta Ebu Garip’lerde vd mekânlarda Coniler istediği kadını kaldırıp tecavüz edemez, erkekleri en aşağılık tavırlarla aşağılayamazlardı. (Onur ve haysiyete önem veren Faşizm bile olsa Irak muhtemelen bu durumda olmazdı!)
Yani Milliyetçilik olduğu için Irak bölünmemiştir. Aksine, Saddam gibi diktatörlerin de etkisiyle Millî hisler devre dışı kalmış ve şahsî hesaplaşmalar ön plana çıkmış, bunun sonucunda da Irak kötü bir emsal olmuştur!! Bugün Milliyetçiliği tehdit olarak algılayanların, olası bir Türkiye işgalinde veya zorunlu bir savaşta (?) barış, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların beş para etmeyeceğini görmesi kaçınılmazdır. [Bkz. Dünya Coğrafyası] Sütçü İmam’lar, Nene Hatunlar, Seyit Onbaşı’ları harekete geçiren dünya vatandaşlığı merakı değil Vatan-Millet, Din-Devlet sevgisidir. Akif’in ifadesiyle ‘Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!’ diyoruz; ancak o şartların ortaya çıkması durumunda Millî duyguların ne kadar önemli olduğu ortaya çıkacaktır. O zaman da [ Savaş ihtimali her zaman var olsa da dileriz hiçbir zaman savaş olmaz. Çünkü en güçlü devlet en çok savaşan değil, barışa en fazla katkı sağlayan devlettir.] Millî hisler yalnızca Milliyetçileri değil Milliyetçiliği tehdit olarak görenleri de ayakta tutacaktır!..
Burada bir parantez açarak Millî olan her şeye gözü kapalı elbise biçen görüşlere de değinelim.. Bu tavırlardan bazıları o kadar ileri gitmiştir ki, mesela bir Güngören Katliâmı bile dönüp dolaşıp Anti Milliyetçi dalgalara ( Dalga ifadesini biri ironik olmak üzere iki şekilde anlayabiliriz!..) varabilmiştir. Bütün bunlar Faşizm paranoyasından başka bir şey değildir. Bazı olumsuz olaylarda ve daha çok çeşitli bayramlarda ev ve işyerlerine bayrak asılması gibi olayların Faşizm’le bağlantılandırılması ise Faşizm takıntısından başka bir şey değildir.
Yukarıda çeşitli iddiaları değerlendirmeye çalıştık. Bunların dışında değinemediğimiz pek çok nokta var. Ancak konunun dağılmaması için bu mevzuları başka yazılara bırakıyoruz. Şimdi konunun en önemli noktalarından olan Kavram Karmaşasına ve iddialardan bağımsız olarak bazı hususlara değinelim
MEŞHUR KAVRAM KARMAŞASI VE BARİZ GERÇEKLER
Bu noktaya kadar konumuz daha çok iddiâlarla bağlantılı olarak ilerledi. Bundan sonra ise bazı mevzuları birbiriyle bağlantılı olarak ele almaya çalışacağız.
Türkiye’de Faşizm konusu tartışılırken en çok dikkati çeken meselelerden biri, belki de birincisi, kavram karmaşasıdır. Çünkü ilgisi olsun olmasın, pek çok olay/durum Faşizm olarak nitelendirilmektedir. Mesela bir yerde provokasyon sonucu yaşanan gerginlik, bir devlet adamının anti demokratik uygulamaları, bazı çirkin olaylara karşı tavır olmak üzere Bayrak asılması ( Normal şartlarda şiddete alternatif üreten kimseler, gayrî insanî olaylar karşısında tepkilerin böylesi İnsanî bir tavırla verilmesini nedense pek görmezler!) Millî bayramlarda bayrak asılması, çocukların bayramlarda oyuncak silahla oynaması ve bayrak sallaması vd uygulamalar hep Faşizm’le özdeşleştirilmektedir.
Buna Tarih lehçesinde kısaca kavram karmaşası diyoruz. Bilindiği gibi Faşizm farklı ülkelerde farklı şekil ve dozlarda yaşanmıştır. Buna örnek olarak İtalya ile Avusturya gösterilebilir. Zihniyet olarak oldukça yakın olan, “Ya bendensin ya bana karşı!” felsefesinin mirasçısı ve uygulayıcısı sayılabilecek bu ülkelerde oldukça farklı şekilde yaşanan bir ideolojinin “İnsan Yaşat ki Devlet Yaşasın!” felsefesinin mirasçısı olan Türkiye’de, hem de alt yapıdan yoksun şekilde kısa sürede işlerlik kazanabileceğini düşünmek oldukça zorlayıcı olur.
Her şiddet olayının, her hak hukuk ihlalinin ve ortalama vatandaşın ‘Tehlikeli Gidişat’ olarak adlandırabileceği olayların dönüp dolaşıp Faşizme dayan-dırıl-ması kavram karmaşasından başka bir şey değildir! Bu tür tespitler, aşırı ırkçı bir ideoloji olan Siyonizm’in savunucularını Faşist yapmaya benzer. Siyonizm’in zihniyeti ortada iken ve ırkçı faaliyetler gözler önünde iken [ Bir başka moda tutum ise son zamanda Siyonizm temelli katliamları eleştirenlerin Yahudi düşmanı ilan edilmesidir. Burada Antisemitizm kaygısı yoktur!] sırf ırkçılık yapılıyor diye dinamikleri ve en basitinden vatanı farklı olan bu ideolojiyi, yani Siyonizm’i Faşizm’le özdeşleştirmek ne kadar yanlışsa Milliyetçiliği de otomatikman Faşizm yapmak o derece yanlıştır. Bunu halk arasında sıkça kullanılan ‘Her sakallıyı Hoca sanmak’ ifadesiyle formüle edebiliriz!
Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek daha verelim. Her şiddet olayı Faşizm olsaydı, bugün birkaç şehrin veya ülkenin değil tüm dünyanın Faşist olup olmadığını konuşuyor olabilirdik! Kim bilir belki de Faşizm evrensel sayılır ve demokratik yönetimlerin (?) tahtında oturuyor olurdu.. Nasıl her işçi hakkını savunan Komünist olmuyorsa, her sakallı Hoca değilse her şiddet olayının vd durumların da Faşizm’le özdeşleştirilmesi şart değildir! Eğer öyle olsaydı işçi haklarını savunan Faşizm düpedüz Komünizm olurdu. Bu yaklaşımlar Şeyh Bedrettin’i Komünist, Yunus Emre’yi önce Yu-nus sonra Hümanist yapmaya ve Fatih Sultan Mehmed’e patates yedirmeye benzer!
Yeri gelmişken bir hususu da belirtelim. Bir bıçak, katil elinde ölüm makinesine dönüşebilirken bir aşçının elinde ekmek kesmeye yarayan araçtır ancak! Aynı şekilde Türkeş’in, Mussolini’nin sözü olduğu bilinen “Davadan dönersem beni vurun!” sözünü kullanması da Faşizmi getirmez Türkiye’ye!..
Aynı şekilde, Hitler’in de kullandığı “Tek bayrak- Tek Devlet-Tek Millet” ifadesini kullanan Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’yi Faşizm’e götürmediği, ya da Faşizm’i Türkiye’ye getirmediği gibi.. Elbette zorunlu durumlar dışında kullanılması gereksiz; ancak bu durumda “Ameller niyetlere göredir!” Hadisini anımsayıp geçelim.
ANTİ MİLLİYETÇİ DALGANIN TEMELİ: SANDIK SAĞA GERİSİ SOLA EMANET
68 Fransa’sındaki bazı öğrenci hareketleri, bir çok ülkenin tarihinde olduğu gibi Türkiye’de de bazı fikir hareketleri ve bununla bağlantılı olarak öğrenci kavgalarını ateşlemiştir. Bunun sonucunda 70’li yıllardan 80 sonrasına kadar farklı dozlarda çatışmalar, kavgalar vd olumsuz olaylar yaşanmış ve Kardeş Kavgası olarak adlandırabileceğimiz bu olaylar sonucunda sağ ve soldan binlerce genç yaşamını yitirmiştir. Bugünün penceresinden bakıldığında, her iki tarafın haklılık derecesi farklı olmasına rağmen, iki tarafın da yapay tehdit planlarına bilerek veya bilmeyerek alet olduğunu görebiliriz. Yani sağ ile sol memleket kavgası yaparken birilerinin çocukları iş becermekle meşguldü! (Bizim çocuklar başardı!)
Yani bugün artık geçmişte her iki tarafın da önemli ölçüde aldatıldığını, kullanıldığını biliyoruz. Ancak son zamanlarda iyice belirginleşen bir Ak Kaşık olma hevesi geçmişteki çirkin olayların uygulayıcı konumunda olanların nasıl da uyanıklık ettiğini ortaya koyuyor. Geçmişte binlerce öğrenciyi öldüren, yüzlerce banka ve devlet dairesini soyan/soymaya çalışan, onlarca güvenlik görevlisini katleden solcular, bugün Sandık dışında hemen her yerde hükümranlık kurmuşlar ve geçmişin anarşistleri, ustaca bir taktikle, bugünün liberalleri, savaş karşıtları haline gelmiştir. (İstisnalar mevcuttur.) İşte anti milliyetçi dalganın temelinde de bu durum yatmaktadır. Yani 80’lerden sonra sağcılar kendini geliştiremezken ve bazıları mafyalaşıp bir kısmı mafya özentisi içine girerken, solcular, Bu Ülke’nin büyük gazetelerinde köşe kapmışlar ve Milliyetçiliği öcü olarak göstermeye başlamışlardır. Bu faaliyetlerin ardında, çeşitli etkenlerle birlikte, geçmişte anarşi ile elde edilemeyenleri bugün Milleti milliyetten uzaklaştırarak yapma çabalarının olduğunu görmemek elde değil!
Daha net bir ifadeyle, anti milliyetçi dalgaların en önemli nedenlerinden biri, birçoğu geçmişin devrimci adalet ve devrimci şiddet üreticisi olan kişilerinin bugün medya aracılığıyla gerçekleştirdiği faaliyetlerdir. Bu uyanıklığın izlerini filmlerde de görebiliriz. En basitinden Babam ve Oğlum, Bahoz, Eve Dönüş, Yağmurdan Sonra gibi filmlerde solcular hep hatasız, kusursuz barış havarileri olarak gösterilirken sağcılar ya katildir, ya işbirlikçi ya da devlet korumasında olan kişilerdir.
Oysa gerçekler hiç de öyle tasvir edildiği gibi değildir. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu’nun hapiste yaşadıkları, Babam ve Oğlum’un film kahramanı ile Eve Dönüş’ün vd filmlerin film kahramanlarının sanalda yaşadıklarından kat be kat fazladır. Oysa hep bir tarafın mağduriyeti ön plana çıkarılırken Öteki taraf Günah Keçisi olarak kullanılmaktadır!
Ortada Faşizm varsa şayet [Gerçekte Faşizan uygulamalar] görüldüğü gibi bu Faşizan uygulamalardan en çok Milliyetçiler zarar görmüştür. Bu geçmişte de böyledir. Mesela Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Osman Yüksel Serdengeçti gibi Milliyetçiler tabutluklarda konaklarken veya tırnakları sökülürken, yani faşizan uygulamaların kurbanıyken aynı zamanda bu faşizanlığın uygulayıcısı olabilirler mi? Burada ortalama Türk Milliyetçiliğinin Faşizm karşıtlığını aktarıp geçelim. (Aşırı uçlarda böyle bir merak veya özenti olabilir!?)
Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Recep Peker özelinde Faşizm özentisi ortaya çıkmışsa da Atatürk, hazırlanan programın uygun olmadığını, düpedüz Faşizm olduğunu söylemiştir. İnönü’lü dönemdeki Faşizan uygulamalarda da esen savaş rüzgârları belirleyici olmuştur. Denge Politikası olarak adlandırılan; ancak II.Abdülhamid’inn meşhur denge politikası göz önüne alındığında sağa sola savrulmadan öteye geçemeyen bu politika gereğince Almanlar avantajlı iken Turancılar desteklenmiş, Ruslar galip gelmeye başlayınca Komünistler desteklenmiş, sağcılara yine Tabutluk yolu gözükmüştür! Bu bağlamda Tek Parti diktatoryasının nisbeten rahat (!) dönemindeki Faşizan uygulamalarını geçerek İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki faaliyetlerinin büyük ölçüde dış şartlardan etkilendiğini ifade edelim.
Dikkatlerden kaçan veya ustaca kaçırılan bir başka gerçek ise, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül gibi geçici faşizan uygulamaların boy gösterdiği dönemlerdeki anti demokratik uygulamalardan sağcıların da fazlasıyla etkilendiği gerçeğidir. Ancak sağcılar, devleti yöneten fazlaca anti demokratik mekanizmayı devletle özdeşleştirip kendilerini yapılanları sineye çekmişler ve ‘Biz içeride olsak da Fikrimiz İktidarda’ tesellisine sarılarak bu mağduriyeti pek fazla işlememişlerdir! Kısaca özetlersek; Bu Ülke’de sandıktan ötesi (Basın vd) büyük ölçüde solun paslaşma alanı içerisinde olduğu için Anti Milliyetçi dalgalar Tsunamiye dönüşmüş ve günümüzde rahatlıkla gözlenebilen çarpık uygulamalar ortaya çıkmıştır.
ÇEŞİTLİ DÖNEM-EÇ-LERDE MİLLİYETÇİLERE YAPILAN YARGISIZ İNFAZLAR
Türkiye tarihinde hesaplaşılması gereken pek çok olay vardır; ancak 6-7 Eylül Olayları, Maraş, Sivas, Başbağlar vd çirkin olayların perde gerisindeki güçler önemli ölçüde belli iken, bu olaylar Resmî Tarih karanlıklarında yolculuklarını sürdürmeye devam etmektedirler!.. [Süreç işliyor!]
Son zamanlarda bu tür çirkin olaylara yenileri eklendi ve derin güçler son demlerini yaşasa da benzer olayların yaşanma ihtimali var. Bu bağlamda provokasyonlara karşı, Bu Ülke sınırları içinde yaşayan her kesiminin hakları korunmalı ve haksızlıklar kimden ve kime karşı olursa olsun sineye çekilmemelidir. Türkiye’deki 72 milyon insanın birine yapılmış saldırı tümüne karşı yapılmış sayılmalı ve daha çok maçlarda vd aktivitelerde kullanılan ‘Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçin!’ sloganı Bu Ülke insanlarının birlik ve beraberliği için kullanılmalıdır. Bu yaklaşımın bundan sonrası için kullanılmasını temenni etsek de bugüne kadarki uygulamalar için aynı iyi niyeti görüp yansıtamıyoruz maalesef!
Mesela Muhsin Yazıcıoğlu hapisteyken, geçmişte karşıt kampta yer aldığı solcuların birçoğunun samimi vatansever olduğunu ifade etmiş iken, aksi yöndeki somut örneklere rağmen, sol cepheden büyük ölçüde ‘Eli Kanlı Katiller’ suçlaması yükselmektedir. Gerçekler ortada iken bu yaklaşıma değinip asıl mevzuya geçelim.
Bilindiği gibi birkaç yıl önce Hırant Dink, çirkin bir saldırıyla katledildi. Bu olaydan sonra, Milliyetçilere karşı büyük bir fikrî linç girişimi başlatıldı. Oysa duruşuyla, belki de Milliyetçi camianın ortalama çizgisi içinde kabul edilemeyecek derecede derin olan (?) Kemal Kerinçsiz bile bu saldırıyı kınamış ve üzüldüğünü belirtmişti. Yine Maraş vd olaylarla bağlantılandırılan Muhsin Yazıcıoğlu Hırant Dink için şiir yazmıştı. Yalnızca bu örnekler bile Faşizmin, suç övücülüğün vd çarpıklıkların Türkiye’ye ne kadar uzak olduğunun göstergesi iken milliyetçiler peşin suçlu ilan edilmiştir. Yine sonradan açıkça görüldüğü üzere oldukça makul bir Milliyetçilik anlayışına sahip olan İsmail Türüt’ün bir şarkısı dolaylı algılamalarla olayla bağlantılandırıldı. (Başlangıçta bu furya bizi de etkisi altına aldı!) Burada bazı Milliyetçilerin bu olaydan sonra yanlış tutumlar sergilediğini de belirtelim. Güvercinleri dokunulmaz olan Bu Ülke’ nin imajı da bu şekilde derin güçlerin marifetiyle zedelenmiş oldu. Tıpkı geçmişte …İpekçi’ye ve Mumcu’ya vd uzanan süreçte olduğu gibi.
Burada önemli noktayı tekrar vurgulayalım. Bu Ülke’de hemen her yanlış ve çirkin olay bir yerden milliyetçilerle ilişkilendiriliyor belli kesimlerce.. Hırant Dink olayında Milliyetçi camianın önde gelenleri olayı kınamış iken, yine olaylar niyet okuma vd faaliyetlerle Anti Milliyetçi dalgaya alet edilmiştir/edilmektedir. Konumuzun önemli köşe taşlarından olan bu yargısız infazı aktarabilmiş olmayı ümit ederek geçelim.
MİLLİYETÇİLİK İLE FAŞİZM FARKI
Milliyetçilik ile, daha açık bir ifadeyle, Türk Milliyetçiliği ile Faşizm farkını/karşıtlığını ortaya koyan onlarca madde sıralayabiliriz. Ancak buna gerek duymadığımız için birkaç farkı yüzeysel olarak belirtip geçeceğiz. Faşizm Dine karşı iken Türk Milliyetçiliğinde İslâmî değerler baş tacı edilir. Faşizm’in temelinde Evrim Teorisinin ırklar arası mücadele anlayışı ve kökü eski putperest uygulamalara dayanan adımlar varken Türk Milliyetçiliği Evrim Teorisi ve putperest imge ve simgelere ihtiyaç duymaz!! Burada Atsız’ın ve benzerlerinin Kurda İlahî misyon yüklediği ve Türkleri İslâm öncesi Şaman Kültürüyle ilişkilendiren kesimlerin olduğu söylenebilir. Ancak bu adımları atanlar azınlıktadır ve şartlar farklıdır. Daha önce bahsettiğimiz tavırlar çok daha geniş kapsamlıdır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Görüldüğü gibi Faşizm ile Milliyetçilik birbirinden farklı şeylerdir ve Türk Milliyetçiliğinin Faşizm’le ilgisi yoktur. Üstelik çeşitli dönemeçlerdeki Faşizan uygulamalardan milliyetçiler de fazlasıyla zarar görmüştür. Türk Milliyetçiliğinin Faşizm’le özdeşleştirilmesi ise Kavram Karmaşasından başka bir şey değildir. Bunu da ‘Her sakallıyı Hoca sanmak!’ şeklinde, şekilce basit anlamca derin bir ifadeyle özetleyebiliriz.
Bugün Türkiye’de Anti Milliyetçi dalgaların Tsunamiye dönüşmesinin belki de en önemli nedeni Sandığın sağda, gerisinin büyük ölçüde solda olması nedeniyledir. Burada Milliyetçi kesimin de önemli ölçüde ihmalleri söz konusudur ve 80 sonrasında solcular gibi kendilerini geliştirememişlerdir. Bugün Naci Memiş gibi okuyan yazan üreten aydınların Milliyetçi kesim içinde azınlıkta kalması veya ekranlarda, köşelerde boy göstermemesi ve daha çok Abdullah Çatlı çizgisindekilerin idol kabul edilmesi nedeniyle sağ şiddetle özdeşleştirilir hale gelmiştir!
Bir önemli ayrıntı daha.. Türkiye’de bugün pek çok sorunun temelinde Osmanlı sonrasındaki tepeden inmeci yaklaşımların rolü vardır. Bugün Türkiye’de Sağcısından Solcusuna, Alevisinden, Dindarına ve Ateistine kadar hemen her kesimin geçmişinin mağduriyetle dolu olması da gösteriyor ki Türkiye’de çeşitli dönemlerde işbaşına gelen veya devleti derinlerden yönetenler Osmanlı’nın birlikte yaşama tecrübesini idrak etmemişler veya edememişlerdir.
Bugün artık Osmanlı yok; ancak önümüzde Osmanlı’nın mirasçısı olan, Dünyadaki kan ve gözyaşını dindirip çifte standartsız adaleti uygulayabilecek potansiyel lider ülke Türkiye ve karşısında da ideal Osmanlı Modeli var. Bu Türkiye’nin, yalnız kendi evlatlarının değil tüm insanlığın mağduriyetini devre dışı kılabilmesi için birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Bu durumda yapılması gereken, geçmişteki çok yönlü hata ve yanlışları birlikte çözüme kavuşturmaya çalışma yaklaşımından geçer. Geçmişteki yanlışların halı altına süpürülmesi kastedilmiyor burada.. Olumsuzluklara sünger çekmekten bahsediyoruz. Doğusuyla batısıyla ve bin bir türlü rengiyle paha biçilmez bir değer olan Türkiye’nin geleceğe emin adımlarla yol alması için pek çok etkenle birlikte bu adımlar da gerekli.. Çünkü BAŞKA TÜRKİYE YOK!
NOT: Bu yazıda Milliyetçilik ile Faşizm farkı ortaya konmaya çalışılmış ve Türk Milliyetçiliğinin Faşizm’den farklı ve hatta Faşizme karşı olduğu ifade edilmiştir. Bu satırlar, Milliyetçiliği Muhafazakâr kimliğin bir parçası olarak gören bir çerçeveden yazılmıştır. Meselenin Faşizm boyutu devre dışı kaldığında Millet, Milliyet ifadesinin geçmişte olduğu gibi geniş çerçeveden ele alınması zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Yani Millet ifadesi geniş anlamıyla Ümmeti kapsayan bir anlam ihtiva etmektedir. (İslâm Milleti, Yahudi Milleti gibi..) Bu bağlamda Türk, Kürt, Arap, Çeçen, Boşnak vd unsurlar tek bir millettir ve bu boyuttan sonrası günümüzün Ümmet ifadesini kapsayan millet anlamındadır. Mesele İslâm kardeşliği olunca sorun bitmektedir ve ‘İnananların Kardeşliği’ ilkesi devreye girmektedir. Yüzlerce kavimden olan ancak Tek Millet olan Bu ‘İnanan’ların Tarih boyunca diğerlerini Öteki yapmadığının binlerce örneği vardır ve dünyayı huzura kavuşturacak olan formül de bu birliktelikte gizlidir.
Son olarak; Milliyetçilik nasıl Faşizme karşı üstün ve nitelikli ise Ümmet bilinci ve kardeşliği de, aynı şekilde, bilinen anlamıyla Milliyetçiliğe ve diğer tüm fikir/ideolojilere karşı üstündür ve bin yıllık kardeşliği zedeleyecek her türlü fikir kabul edilemezdir. Burada meselenin yeni ve derin bir boyutu başlıyor; ancak yerimiz müsait olmadığı için bundan sonrasını başka yazıya bırakıyoruz.
TEŞEKKÜR: Daha önce Derin Düşünce’de yayınlanan ‘İzmir Faşist midir?’ başlıklı yazıya yorum yazarak bu yazının ortaya çıkmasına vesile olan Derin Düşünce sitesi yazarlarına, hususen nitelikli ve yönlendirici eleştirilerinden dolayı Mehmet Yılmaz ve Aziz Yılmaz’a, konu ile ilgili e kitabını okurlarından esirgemeyen Derin Düşünce sitesine ve muhtelif zamanlardaki yazı ve tavırlarıyla bu makaleye ilham kaynağı olan Normal Yurdum Aydınına teşekkürler..
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
8 Yorum
Yazan:Gürhan Tarih: Nis 29, 2010 | Reply
Samimi şekilde belirtmek isterim ki,yazının tamamını okuma fırsatını bulamadım.Ancak Güneş Dil Teorisi,Türk Tarih Tezi gibi “saçmalıkların” emperyalizme karşı “zamanın koşulları gereği” ortaya çıkarılmış olmasının savunulması bence aşırı zorlama bir defansif duruş.Irkçılık-milliyetçilik ve linç konularında Tanıl Bora’nın külliyatının takip edilmesini salık veririm.Türkiye’nin en doğusunda derme çatma okul binalarının bir bayrak direği,bir de özensiz alçıdan bir Atatürk büstüyle donatılıp,Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan kürt çocuklarının her sabah “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde bağırtılması,kimse kusura bakmasın ama,kültürel-birleştirici falan değil;alenen ayrımcı ırkçı ve moronca bir tavırdır.Konuyu daha iyi idrak etmek isteyen “Atatürk Gençliği”,bir zahmet “Kutsal Damacana İt menlerden,İvediklerden fırsat bulup “İki Dil Bir Bavul” filmini izleme zahmeti gösterebilseydi,ne demek istediğimi daha iyi anlardı.Basının amiral gemisi 21. yüzyılın ilk on yılının sonunda hala “Türkiye Türklerindir” mahreciyle çıkmakta ısrar ediyorsa,konuyu taa Mahmut Esatlara falan götürmeye gerek yoktur.Atatürk Milliyetçiliği çok zararsızdır,bilakis birleştiricidir retoriğinde ısrar,bizleri Rahip Santorolara,Pangaltının soğuk kaldırımlarında yüzükoyun yatan Hrantlara getirmiştir.Memleketini gerçekten seven,bu ülkenin asri medeniyetin evrensel değerlerini içselleştirerek refah ve mutluluğa gerçekten erişmesini isteyenler şu basit formülasyonu kabul etmek durumundadırlar:Milliyetçilik eninde sonunda ırkçı ayrımcılıkla eşitlenir.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 29, 2010 | Reply
Milliyetçiliğin ya da arzu edilmeyen bir olayın faşizmle,ırkçılıkla anılması doğru mudur yanlış mıdır bunu bir kenara bırakalım.Kimimize göre birleştirici bir tutkal,kimimize göre bölen,insan topluluklarını birbirine düşman eden bir yapısı olduğu iddia edilebilir.
Kısacası bu yazıda ve Fatih beyin bir önceki yazısında olduğu gibi,milliyetçiliğin “korkulacak,tedirgin olacak bir durum olmadığı” da yazılabilir,bu görüşe karşılık anti tezler de sıralanabilir.Sonuçta hepsi birer görüştür.Ben bu nokta üzerinde de durmayacağım.
Ancak durup şöyle bir düşünmek lazım.Bir görüş ileri sürerken neyi baz alırız?
Bir münazarada doğrulama ve yanlışlama üzerine bir düşünce ekserzisi mi hedefleriz,yoksa varolduğu düşünülen bir sorunsalı(olay,durum,olgu vs)çözüm yollarını bulmayı,bu anlamda “mevcut olanın”yerine tüm insanlık adına daha “yararlı olanı”koymayı mı?
Amaç birincisiyse bu tartışmalar uzar gider-ki mahsuru yok-Fatih bey çıkar bir başka makalesinde milliyetçiliğin sanıldığı gibi kötü olmadığını yazar,bir başkası da milliyetçi patentli bir dünya görüşünün hiç de insanlığı selamete erdiren bir yöntem olmadığından dem vurur.
Şayet ikincisini amaçlıyorsak,bence “sen ne dedin,ben ne diyorum”u bir kenara bırakarak,sadece sepep sonuç üzerinden bir tez,düşünce ya da dünya görüşünün fayda mı yoksa zarar mı getirdiği pekâlâ masaya yatırılabilir.Yani yaşadıklarımızdan,deneyimlediklerimizden yola çıkarak kronolijik bir gözlemle hadiseyi “bilmece”olmaktan kurtarabiliriz.
Şimdi biraz tarihe dönelim.Malum,”faşizm miydi değil miydi” diye mantık yürütürken hemencecik Almanya,İtalya,Fransa gibi ülkeler geliyor akla.Burada,bugün tartışmakta olduğumuz faşizm kavramının anılan ülkelerin geçmişte yaşadıkları olaylarla ne kadar örtüşüp örtüşmediği ya da bir paralellik bulunup bulunmadığını kanıtlamak değil amacım.
Fakat bir şey var.Örneğin 2.Dünya Savaşı yıllarında Almanya ile Fransa arasında geçen olayları hatırlayarak hafızamızı tazeleyelim.İşgal,talan ve ölümün kol gezdiği o dehşetli savaşın üzerinden sadece yarım asırdan fazla bir süre geçti.Bugün ise bu iki devlet sembolik bir takım değerler dışında tek bir topluluk görüntüsü veriyor:savaş yok,yıkım yok,dikenli teller yok…Acı ve gözyaşı geride kaldı.Bu ülkelerde yaşayan bireyler,bir ülkeden diğerine seyahat etme özgürlüğüne sahipler,hayat standartları dünya ortalamasının üzerinde.Eğitim ve sağlık sistemleri daha iyi işliyor.Burada da bir parantez açayım,amacım anılan ülkeler üzerinden Avrupa’yı cennet gibi göstermek değil,sadece savaş yılları ile günümüzü kıyaslamak istedim.Daha doğrusu hangisi daha iyi,hangisi daha yaşanabilir ya da hangisi tercih edilir…buradan bir kapı açmak istiyorum.
Peki,şöyle bir soruyla devam edelim,
Bu ülkeyi ölümüne karşı karşıya getiren sebep neydi?Milli duyguları aşındı da mı böyle bir cinnet geçirdiler?Hani birleştirciydi ya,sınır ötesi devletleri geçiyorum Alman devleti kendi vatandaşları da dahil topyekün bir insan “temizliğine”girişti.Neden?Üstün insan/üstün ırk “standartına” uymadıkları gibi gerekçelerle tabii.Peki bu “utku” nereden beslendi?Durup dururken ortaya çıkmadı ya!
Demek ki son derece masumane,zararsız gibi görünen “benim ırkımın,kavmimin vs.nin şöyle üstün özellikleri var”diye başlayan eğilimler bu tür felaketlerle sonuçlanabiliyormuş.O başka bu başka diyemeyiz.Bugün bize sempatik ve zararsız gibi görünen eğilimlerin yarın nasıl bir sonuç getireceğinin bir garantisi yok çünkü.Sonuçta bir insan zaafiyetidir bu,her toplulukta insan bu zaafiyetin tuzağına düşebilir.Oluş şekli,yer ve zaman farklı olabilir.Farklı da tanımlanabilir.Bunun bir önemi yok,önemli olan neler getirdiği/neler götürdüğüdür.Bu anlamda milliyetçiliğin bir ulusu veya topluluğu ileri götürdüğüne ben tanık olmadım şahsen.Her nerede varsa orada düşmanlıklar vardır,öfke ve kin vardır,ayrımcılık vardır,ötekileştirme vardır.
Şimdi yine Almanya’ya,Fransa’ya dönelim.Bugünkü koşulları herhalükarda o acı günlerden çok çok daha iyi,hatta kıyaslanmayacak ölçüde.Peki milliyetçilik başlarına bu kadar badire getirirken-bu bilinen bir gerçek-bugünkü gelişmişliklerine ne kattı sormak istiyorum.Dünya sıralamasında tepede yer alıyorlar,bunu bir zaman takıntı haline getirdikleri milliyetçilikle mi başardılar?Ha,o kaos ortamıyla kıyaslanmayacak derecede ilerlerken milliyetlerinden,değerlerinden mi vazgeçtiler?Böyle bir durum da yok.E,peki nedir bu milliyetçilik takıntısı.Aha şurada da bize bir faydası oldu dense gam yemeyeceğim.Yok kardeşim,insanlığın başına bela olmuş bir kuruntudan başka bir şey değil.Nimetleri(!)konusunda kitaplar da yazılsa bu böyledir.
Yazan:MB Tarih: Nis 29, 2010 | Reply
Enver Beyin çok sevdiğim bir benzetmesi var. Kaydırağa benzetir milliyetçiliği. “Ona binip aşağı kaymaya başladığınız andan itibaren kendinizi faşizme toslayıncaya kadar durduramazsınız. Eninde sonunda faşizmde noktalanır milliyetçilik.” der. Katılıyorum…
En güzeli, bu oyuncaktan uzak durmak ya da en azından şüpheli şeylerden uzak durmak gerekir. Zira takvada bunu gerektirir 🙂
Ayrıca Gürhan Beyin ve Aziz Yılmaz Beyin açıklamalarına da imzamı atarım…
Muhabbetle
Yazan:MY Tarih: Nis 30, 2010 | Reply
Fatih Bey Selam,
Yazdiklarinizdan bizim milliyetçilik makalelerinin bir çogunu okudugunuz anlasiliyor.
Sizin açinizdan “korkunç” bir etkisi var bu okumalarin, siz bizi “NE YAZIK Ki” çok iyi anlamissiniz. Bu yazinin penceresinden bir YIRTILMA görüyorum, bilmem dogru mu?
Yani sanki DD’yi kesfedene kadar milliyetçi idiniz, hâlâ da çevreniz onlarla dolu. Kopmaniz mümkün degil. ama akliniz ve vicdaniniz size :
1) milliyetçiligin IRKçILIK oldugunu,
2) Milliyetçiligin fasizme zemin hazirladigini
3) Milliyetçiligin Islam ile asla uyusmayacagini
Söylüyor. Bu yazi sanki iki FARKLI yazar tarafindan yazilmis. Birbirlerini kirmadan, ortak zemin arayan Müslüman Demokrat Fatih ve Milliyetçi Fatih bir manifesto yazmaya çalismis.
Yazinizi yüzeysel bir bakisla okuyanlar sizi çeliskili ya da sizofrenik olmakla itham edebilir. Meselâ asagidaki satirlar:
Ama gerçek mesele sizin kendinizle olan kavganiz. Nefsiniz sizi etle, kanla, soyla kibirlenmeye itiyor. ALLAH’in size üfledigi Nûr ise “üstünlük ancak takvadadir”(Hucurat) diye inletiyor benliginizi.
Ben bu yazida izdirap okudum. Büyük bir izdirap. “Ben ne yaptim ALLAH’im?” diyen pisman bir milliyetçi. Siz Milliyetçi olamayacak kadar iyi kalpli ve akilli bir insansiniz.
Silah tehdidiyle ALLAH’i inkâr etmek zorunda kalan Müslüman bir gencin drami gibi bu. Dilinizin söyledigini kalbiniz tasdik etmiyor. Demek ki kalbiniz günaha alismak istemiyor. Bu çok güzel bir sey.
Gazaniz mübarek olsun. Aramiza hos geldiniz 🙂
Selam ve saygilarimla
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 1, 2010 | Reply
Konuyu önemsediğimden olsa gerek ilave edeceğim bir kaç husus daha olacak.
Ayrıca benim kişisel olarak ilgi duyup önemsemem bir yana,bana göre hayati önem arzediyor.Zira milliyetçiliğin son çeyrek asırda ülkemizde nasıl bir toplumsal kaos yarattığı sonuçlarıyla ortadadır.
Öncelikle,milliyetçilik dediğimiz olguyu nereye koymamız gerekiyor?Bence buradan başlanabilir.Sadece “sakıncalıdır”diye kestirip atamayız.Zira bu tarz bir yaklaşım her şeyden önce sakıncalı olduğu düşünülen olguyu ortadan kaldırmaz ya da varsayıldığı düşünülen “zararları”bertaraf etmeye yetmez.
O halde bir kimlik,bir aidiyet biçimi mi?
Gelenek,görenek,ortak kültür vb.den teşekkül bir yaşam biçimi mi?
Yoksa birey(ler)in duygusal bağlarla-kendilerini-bağlı hisettiği bir varoluş şekli mi?
Bunların hepsi de muhtemel nedenlerdir.Ve ayrıca bu hissiyat içerisinde olan her insanın bunu ard niyetle amaçladığını söylemek yanlış.
Dolayısıyla dışlayıcı değil,daha birleştirici,daha kaynaştırıcı,anlama ve empatiyi esas alan bir çaba daha yapıcı ve isabetli olacaktır.
Ayrıca milliyetçilik dediğimiz olgu salt belirli bir ulusla özdeşleştirilemez.Önemli olan getirdiği sonuçlar üzerinden ortak bir zemin yakalayabilmek.Bu anlamda salt bir etnik topluluğun adres gösterilerek sorumlu tutulması hadisenin kaynağına götürmez bizi.Çok çok milliyetçiliğe karşı gibi görünürken kendimizi karşı milliyetçiliğin sularında yelken açmış görürüz.Bu kısmını biraz daha açmak istiyorum.Malum,tıpkı toplumsal ve sınıfsal çelişkiler,sistemler vb.konular gibi milliyetçilik kavram ve olgusu irdelenirken konu uzmanlarınca “ezen ulus/ezilen ulus milliyetçiliği”şeklinde kategorize edilir.Bu aynı zamanda milliyetçiliğin bir nevi meşrulaştırılmasıdır.Günümüzün toplumsal dokusuna,farklılıklar arasındaki ilişkilere bakıldığında bu gerçeği görürüz.Belki kimi çevrelerce “ezilen ulus”un günahsız olduğu ve kendisine başka bir seçenek bırakılmadığı düşünülebilir.Etki tepki dediğimiz etkileşim de kısmen bu gerekçeyi doğrular.Fakat neticede hangi gömlek biçilirse biçilsin bu hissiyatın beslendiği kaynak ve olası sonuçları “daha kötü”olduğu varsayılan milliyetçilikten aşağı değildir.Zira öyle ya da böyle olsun “ötekileştirme”dediğimiz sendromu barındırır…İster konuşarak/tartışarak olsun,ister daha vahimi şiddet yaratsın;biri diğerini tetikleyerek besler.Bugün ülkemizde varolan kimlik çatışması bu gerçeğin sonucu ortaya çıkmıştır.Lübnanlı yazar Amin Maalof’un çok yerinde tesbitiyle,kimlikler ölümcüldür.(ilgilenen okurlara yazarın Türkçe’ye “Ölümcül Kimlikler”olarak çevrilen deneme kitabını ısrarla tavsiye ederim)
Konuya dönecek olursak,nasıl tanımlarsak tanımlayalım milliyetçilik tıpkı diğer adiyet biçimleri gibi insanın kendisini üzerinden tanımladığı/gerçekleştirdiği bir edimdir.Her şeyden önce ait olma duygusudur.Kendisini bir inanca adayan “dindar”gibi,bir ideolojiyle kendisini tanımlayan birey gibi…Ya da farklı bir cinsel tercih/yönelim-farklı yorumları olabilir-benimseyen bireyler gibi.
Konuya bu çerçeveden yaklaşınca bir takım sorular beliriyor ister istemez.Misal,madem milliyetçilik de(onaylayıp onaylamamak ayrı bir konu)sonuçta bir aidiyet şekli,bir kimlikse o halde neden diğerlerine göre daha tehlikeli bulunuyor?Konu sitede tartışılmaya başlandığından beri bu soru kurcalıyor kafamı.Şayet belli bir özellik atfedilen herhangi bir aidiyet toplum için “bölücü”bir işlev görüyorsa mantıken milliyetçilik dışındaki kimlikler de benzer risklere pekâlâ açık demektir.Tabii bu basit bir zihin cimnastiği,kesin doğru demiyorum,bir varsayım.
Şimdi bu varsayımdan yola çıkarak biraz daha mantık yürütelim.İnançlı dostlarım beni bağışlasın,dinleri/dini inançları diğer adiyet biçimleriyle indirgemeci bir mantıkla kıyaslamaktan imtina ederim.Burada asıl vurgulamak istediğim nokta,şayet herhangi bir aidiyet diğeri üzerinde bir tahakküm aracına dönüşürse din(ler)in bu anlamda bir çatışma aracına dönüşmesi kaçınılmazdır.Zaten dinler ve medeniyetler arası diyalog diye günümüzde bir diyalog üzerinde ısrarla duruluyor olması bu nedenledir.
Dolayısıyla bireyin inancı,tercihi,kendisini hangi etnik topluluğa,hangi kültüre yakın hisettiği vs kendi vicdani kanatiyle sınırlı kaldığı sürece çatışmayı gerektirecek bir durum kalmaz ortada.
Bu bağlamda elbette milliyetçilik duygusu da diğer kimlik ve aidiyetler gibi hür ve özgür olmalı.İsteyen dilini,kültürünü,örfünü,adetini,folklörünü geliştirsin.Hatta diğer dünya uluslarıyla bu anlamda bir rekabet oluşsun.Her fert birarda yaşadığı vatandaşlarının daha bir refah içerisinde yaşaması için çaba sarfetsin…Ülkesini kalkındırsın,milli değerlerini gelecek kuşaklara aktarsın.Eğer milliyetçilik bu çabaların toplamıysa kavramların bir önemi yok varsın ben de milliyetçi olayım.
Ama ortada bunu engelleyen fiili bir saldırı/tehdit yokken,yukarıda kısaca değindiğim çabaları hiç önemsemeyerek insanların gözünün içine bayrak sokarak da milliyetçilik yapılmaz.Yapılıyorsa da masum,müspet falan olmaktan çıkar.Hele başka toplulukları hor ve hakir,kendi milliyetini üstün görerek yapılıyorsa bunun adı başka bir şey olur.En nihayetinde doğal bir tepki yaratır…Başka milliyetçiliklerin dğmasına ve dolayısıyla önü alınmaz çatışmalara dönüşür.Günümüz Türkiye’sinde bundan çok çekiyoruz zira.
Sonuç itibariyle hoşgörü ve birarada yaşama kültürü çerçevesinde kaldığı sürece kimlikler,farklılıklar kavga ve çatışma aracı değil bir zenginliktir.Farklı milliyetlere mensup topluluklar için de aynı durum geçerlidir.Birbirine tahammül edilebildiğinde,saygılı olunduğunda isteyen milliyetçi olarak tanımlasın kendisini,isteyen vatansever…Bence sorun yok.
Yazan:Fatih Akbay Tarih: May 2, 2010 | Reply
Öncelikle nitelikli eleştirielriniz için teşekür ederim.. SAYIN MB, paylaştığınız söz güzel; ancak kanımca binbir çehreli hakikatin bir kaç yüzünü ifade ediyor.. Müsadenizle bir söz de ben söyleyeim. FAŞİZM, MİLİYETÇİLİĞİN YARAMAZ ÇOCUĞUDUR! YURDUM AYDINI BU YARAMAZ ÇOCUĞUN YAPTIKLARINI ÖTEKİLEŞTİRDİĞİ DİĞER KİMSELERE MAL ETMEKTEDİR.
Sayın Aziz Yılmaz. Yazıyı titizlikle inceleyip yorum ve eklemelerde bulunduğunuz için tekrar teşekkür ederim. Geniş zamanda eleştirilerinize cevap vermeye çalışacağım.. Ancak önemli bir istirhamım, yorum yazılmasa bile, velev ki yarıdan fazlasına karşı çıkılsa bile yazının tamamının okunması.. Muhtemelen bazı potansiyel soruların yanıtı vardır yazıda..
Bir önemli husus da sayın MY’nin yorumu. BU YORUM, ASLINDA NORMAL YURDUM AYDINI’nın ruh halini yansıtıyor. (Isdırap ve GAZA..) Çünkü yukarıdaki yazıda da, dolaylı da olsa temas edildiği gibi ülkemizdeki Liberaller, Hümanistler ve sol eğilimliler hep karşı tarafı ısdırap içinde görme eğilimindedir.
Filmlerde de hep sağ günah çıkarırken sol daima özgürlük havarisidir. Burada bir hususu belirteyim. Sağ ve SOL Fransız İhtilalinin acı meyveleri. Cemil Meriç’ göre İKİ İFRİT! Burada bir kesimin avukatlığına soyunma gibi derdimiz yok; ama bu bakış açıları fazlaca dikat çekiyor!!
Yorumları geniş zamanda ayrıntılı olarak değerlendireceğim nasip olursa.. Ancak yazıya ek olması için iki hususu ekliyorum:
Yazıda FAŞİZAN YAKLAŞIMLAR olarak değerlendirdiğimiz Atsız çizgisi ile Recep PEKER’İN İKİ YAKLAŞIMI VEREREK faşizm ile TÜRK Milliyetçiliği çizgisinin ne kadar uzak olduğunu ifade etmek istiyorum. DİKKAT EDİN, FAŞİZAN YAKLAŞIMLAR BİLE HEM FAŞİZMİ KABUL ETMİYOR, HEM DE OLDUKÇA LİBERAL..
ÖNCE ATSIZ’IN YAZISI: (Kaynak isteyen olursa belirtiriz)
“Faşist” demek bir devrin İtalyan milliyetçisi demektir. İtalyanca “facio” kelimesinden doğan bu sıfat, Musolini’nin İtalyan milliyetçi partisi mensuplarına alem olmuş, İtalyan milliyetçiliğine de “faşizm” denmişti. Milliyetçiliğin milletleri sardığı sırada hepsi ayrı ayrı adlar almış; Almanlar “nazi” (Nasyonal Sosyalist’ten kısaltma), İspanyollar “falanjist”, Belçikalılar “reksist”, Romenler “gardist” kelimesini kullanmıştı. Bu disiplinli ve komünist düşmanı milliyetçilik ilk önce İtalya’da çıktığı için hepsine birden “faşizm” demek âdet olmuştu.
“Faşist” demek bir devrin İtalyan milliyetçisi demektir. İtalyanca “facio” kelimesinden doğan bu sıfat, Musolini’nin İtalyan milliyetçi partisi mensuplarına alem olmuş, İtalyan milliyetçiliğine de “faşizm” denmişti. Milliyetçiliğin milletleri sardığı sırada hepsi ayrı ayrı adlar almış; Almanlar “nazi” (Nasyonal Sosyalist’ten kısaltma), İspanyollar “falanjist”, Belçikalılar “reksist”, Romenler “gardist” kelimesini kullanmıştı. Bu disiplinli ve komünist düşmanı milliyetçilik ilk önce İtalya’da çıktığı için hepsine birden “faşizm” demek âdet olmuştu.
Faşizm ve komünizm aşağı yukarı aynı yıllarda İtalya ve Rusya’da iktidara geldiğinden komünistler, kendi düşmanlarına, bütün milliyetçilere ve giderek komünist olmayan herkese faşist demeye başlamışlardı.
Basit ve iptidâî komünist zihniyeti beş on kelimenin tutsağı hâline geldiği ve çapraşık meseleleri kavrayamayıp onları yavanlaştırdığı için dünyayı komünist ve faşistlerden mürekkep iki grup hâlinde görüyordu.
Bizde de 1970’lerdeki olaylar, komünistlerin kendilerinden olmayan herkese faşist dediğini bir kere daha ortaya koymuştur. Yani Türkiye’de komünistlerin faşist dediği, komünizm karşısında olan kimseler, özellikle Türk milliyetçileridir.
Türkiye’de komünistler vardır. Gizli bir komünist partisi de 1920’den beri daima mevcut olmuştur. Fakat Türkiye’de faşist olmadığı gibi açık veya gizli bir faşist partisi de yoktur.
Komünistler milliyeti inkâr ettikleri için dünyadaki bütün komünist partileri dost ve müttefiktir. Halbuki her milliyetçilik başka milliyetçiliklerin aleyhinde olduğundan komünistlerin topyekûn faşist diye adlandırdığı ayrı milletlerin milliyetçileri birbirinin düşmanı veya zıddıdır.
Türkiye’de faşist, şu veya bu değil, Türkçü gençler vardır. Bunlar göğüslerine millî alâmet olan Bozkurtlu rozet takarlar ve kendilerine Bozkurt derler. Komünistlerin gemi azıya aldığı yıllarda Adalet Partisi, kasdî mi olduğu hâlâ anlaşılmayan bir acz içinde olaylara seyirci kalırken millî duyguyu ve hattâ devleti bilek gücü ile savunanlar, düşmanları tarafından komando diye adlandırılan bu Bozkurtlardı.
İsmet İnönü, mahut zihniyetiyle bunları zamanın cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a şikâyet ederken Sunay Paşa sâbık millî şefe tarihî cevabını vererek onu susturmuştu.
Şimdi gazete havadislerinden öğreniyoruz ki küçük Bozkurtlardan biri, 16 yaşındaki Necati Kaya, göğsünde Bozkurtlu rozet olduğu için okul müdürü tarafından yüzüne sert bir cisimle vurularak komaya girmiş ve kurtarılamayarak ölmüştür. Bu kahraman (!) okul müdürü için ne söylense, ne kadar övülse azdır. Kine bakınız ki daha 16 yaşında bulunan körpe bir çocuğa elle değil de sert bir şeyle vuruyor, bunu da o çocuk göğsünde millî sembol olan Bozkurtu taşıdığı için yapıyor.
Bu cinayetten birkaç gün önce bir bakanın okullardaki faşistleri yumuşaklıkla yola getireceklerini söylemesi şaşırtıcı olmaktan da daha ileri bir şeydi. Bu faşistler kimlerdi? Varsa, adlarını söylemek devlet sırlarını açığa vurmak olmayacağı için hiç olmazsa bir tek isim vermesi gerekmez miydi?
Millî sembol düşmanlığı, milliyet düşmanlığı, milliyetçi düşmanlığı, millet düşmanlığı acaba nerelere kadar yürüyecek? Onlara şairin şu beytini hatırlatacağız:
Bu kavmın titre makrûn-ı adâlet intikamından;
Kılıçlar çıkmasın bir kerre pür-satvet niyâmından.
(Bu kavmın, adaletin yanında olan intikâmından titre. Kılıçlar kahredici olarak bir kere kınından çıkmaya görsün.)
Bozkurt’tan çakallar, köpekler ve tilkiler korkar. Kendi mefâhirine düşman olanın bu âdi hayvanlardan ne farkı olabilir ki?..”
İKİNCİ OLARAK RECEP PEKER: (Yazı 29 MART 1947 TARİHLİ. Kemal KARPAT’IN BİR ESERİNDEN ALINTI..)
”..Yurdumuzun bazı parçalarında oturan ve Kürtçe konuşan vatandaşlarımızı da sevgi ile göğsümüze basıyoruz.. IRKÇI miliyetçilik tamamen anti demokratiktir, irredantistir ve emperyalisttir.. KOMÜNİZM’DEN VE IRKÇILIKTAN KORUNMANIN en tesirli vasıtası asil, temiz ve billurlaşmış bir miliyetçilik duygusudur!…”
Aşırısı böyle ise ortalamasını söylemeye gerek yok.. Söylenecek çok şey var. Ancak konu dağılmasın diye bazı hususları zamana bırakıyorum..
Bugün Miliyetçiliğe karşı çıkan olabilir, buna da bir ölçüde saygı duyulur; ancak meseleye neresinden bakarsak bakalım Faşizm bize uzak!! Saygılar.
Yazan:muzaffer tabanlı Tarih: Tem 27, 2010 | Reply
Üzülüyorum.
Düşünen insanın kendini ifade etmekte böylesine zorlanmasını, netlik arayışını kaosa çevirmelerini, günümüz koşullarında netlik kazanmış böylesine basit önermelerle ilgili
Yazdıkça yazmak istemelerini anlamıyor, bir çeşit mazoşizm kokusu alıyorum.
Öküzün altında buzağı aramaya gerek yok.
İspanya’nın nükleer atık dolu gemisini İskenderun açıklarında batırması herhalde milliyetçilikle ilgili olsa gerektir. Artık tüm insanlığın aynı gemide olduğu kesinlikle bilinmesine rağmen..
Günümüzde birey olabilmek eskiye göre oldukça kolay olsa da yine de çileli bir süreçtir. Bir gruba ait olmak, yaşamı gruplar arası rekabetten, çatışmalardan ibaret olarak algılamak bize sunulan ilk ve kolay anlaşılır öneridir.
Hiç kimse, neden Fenerbahçe’li yada Galatasaray’lı olduğunu açıklayamaz. Çünkü önemli olan sadece taraf, “taraftar” olmak, bir tarafa ait olmaktır.
Fenerbahçe olduğu için diğer takımlar da vardır yada diğer takımlar olduğu için Fenerbahçe..
Giderek globalleşiyoruz. Artık tuttuğumuz takımın dışında birde uluslararası arenada tuttuğumuz takım var. İnsanların kendi ülkelerine ait olmayan bir takımın da yandaşı olabilmeleri sanırım milliyetçiliğin evrimine uzanan yola ışık tutuyor.
Saygıyla
Yazan:can ile canan Tarih: Tem 28, 2010 | Reply
Hayatımda en hazetmediğim şeylerden biri de sidik yarışları oldu hep, anlamadan insanları yargılamak. Maalesef ki yanlış ülkede doğmuşum, zira burası sidik yarışçıları için biçilmiş kaftan. Halkımızın prim verdiği yücelttiği bir şey bu.
Ne var ki milliyetçiler ve Kemalistlerle örülü kendi çevremde, onların tam anlamıyla “Ben her şeyi bilirim” insanları olduklarını gözlemledikçe; etki-tepkiyle ben de kendilerini aynı terazide tartmaya başladım artık. Milliyetçilere ve Kemalistlere karşı onların kendi üsluplarını takınarak yaklaşmak iyi mi kötü mü şu an bilemiyorum ama, “Milliyetçilik” konusuna bakışım: Güçlü bir zehir. Denizanası gibi ortaya çıkıp ahtapotlaşan, sanki kene gibi bir kan emicisi olduğu yönünde.
Bir haber sitesindeki, Ermeni Soykırımı’nın ABD Temsilciler Meclisi’nde kabulü haberinin altına dahi Türk bayrağı resimlerine yönlenen onlarca link atan, küfreden, ve sembollerine işaret etmenin ötesinde hiçbir şey yazamayan, linçi, küfürü ve kötülemeyi iyi bilen, ama yapıcı tek bir taş koyamayan, koy(a)madığı gibi ülkemizin daha yaşanılası bir yer olması için demokrasi adına atılan her adımda da baştaki partiye ve kutsallaştırdığı TSK’sına bakarak gelişimin önüne tökezler döşeyen at gözlüklü bu kitlenin, kendi kibri içinde boğulması dileklerimle…