İsrail Türkiye Arasında Kurulan Analojilere Neden Karşıyım?
By Özlem Yağız on May 6, 2010 in Filistin, Ulus-Devlet, vicdan
Bir süre önce bir dergide yer alan taş atmak bir tek Filistin’de güzeldir şeklinde bir cümle üzerine Derin Düşünce’ ye Taş Atmak Bir Tek Filistin’de mi Güzeldir? başlığı altında bir yazı yazmıştım. Yazıda temel olarak iki büyük mağduriyet arasında böyle bir kıyas yapmanın ve hiyerarşi kurmanın hem hakkaniyet olarak yanlış hem de Türkiye’de yaşayan ve bir çok badireler atlatmış, belki gitgide psikolojik olarak Türk halkından kopmaya doğru giden Kürt halkının kalbinde oluşturacağı öfkeden hareket ile söylemsel olarak da haksız ve itici olduğunu savunmuştum.
Zira ortak tarih ve geçmişe sahip bu iki halktan birinin yani Kürt halkının çocuklarının, Ortadoğu’nun çocuklara en kötü davranan coğrafyası olan İsrail’e karşı Filistinli çocukların geliştirdiği bir eylem tarzına benzer şekilde davranması bizlere hangisinin “güzel” olup olmadığını düşündürmekten ziyade nasıl oldu da bu hale geldik sorusunu sordurarak acıtmalı idi.
Bu yazıda ise farklı bir okuma ile İsrail Devleti ve Türkiye ve Kürt halkının durumu ile Filistin halkının durumu arasında basında zaman zaman rastladığımız tarz analojilerin kurulmasına da karşı çıkacağım. Çünkü iki ülkenin halkları arasında yapılan kıyas ve hiyerarşik sıralamanın ne kadar adaletsiz ve yanlış olduğuna inanıyorsam yine iki ülkenin kaderi arasında bu tür analojiler kurmanın da bu ülkenin geleceği açısından umut kırıcı ve zarar verici olduğuna inanıyorum: İki mağduriyet arasında kıyas yapmak haksızlıktır ve ötesinde zalimliktir. Kör bir mermi ile vücudu paramparça olan Ceylan’ın da , bir İsrail füzesi ile parçalanan Reyyan ailesinin çocuklarının da evine aynı ateş düşer. Ve yıllarca yaşanan acılardan sonra Filistin’de de eline taş alarak sokağa çıkan çocuğun, Diyarbakır’da da eline taş alarak sokağa çıkan çocuğun acıları, hayal kırıklığı ve öfkesi gerçektir. İkisi de ne güzel ne şanlı ne başka bir şeydir. Tek kelime ile acıdır.
Öte yandan mağduriyetler arasında kıyas yapamasak da varolan durumları kıyaslayabiliriz. Hatta varolan zulmün görüntüsü ve iki toplumda yarattığı benzer reaksiyonlara bakarak bunu yapmaktan imtina etmek pek çok yönden hiç benzemeyen ve birinin zor, sancılı ama ümide gebe halini diğerinin çok daha ağır ve kısa vadede daha zor gözüken durumunun içinde boğmak olur.
İsrail ve Türkiye benzerliğini tartışırken yapmamız gereken anlama çabasının iki yönü vardır. Biri iki devletin zulüm mantığı diğeri ise toplumun varolan zulüm karşısında durumu. Açıktır ki iki devletin de bu iki halka zulmetme noktasında tarihsel olarak pek de insafı olmamıştır: Cumhuriyet dönemi ile beraber Kürt halkı sistemli bir şekilde ötekileştirilmiş, katledilmiş, dili, kültürü, tarihi saldırıya uğramış en temel hakları gasp edilmiştir. Bugün en iyimser rakamlar ile yakılan ve tahrip edilen 4000 den fazla köyden 1,5 milyon Kürt halkı şehirlerin varoşlarına akmış, en ağır şartlarla hayat mücadelesine itilmiştir. Öte yandan İsrail’in 1948’de Nakba ile hız kazanan süreçte tehcire yolladığı Filistinliler bugün tüm dünyada 5 milyon civarı nüfus ile yeryüzünün en büyük mülteci halkını oluşturur. Bu yönden bakıldığında zulmün görüntüsünde oldukça benzerlik görürüz. Ama bu yüzeysel bakıştaki benzerliğin ötesinde iki devletin yaptığı zulmün oturduğu temel ve karakteristik farklar büyüktür.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinde kendi modernleşmesini faşizan bir ilerleme ile gerçekleştirir. Bu süreçte etnik kimliklere, dinsel kimliklere, kültürel kimliklere adeta nefes aldırmaz. Varolan boğucu havadan, farklı etnik kimlikteki azınlıklar da, Kürt halkı da, dinsel kimliğine bağlı Sünni Türk- Kürt halkı da, diğer etnik kimlikler ve alevi vatandaşlar da nasibini alır. Burada temel amaç bu halkları yok etmek değil ancak içinde yok etmenin de olduğu bir baskı, sindirme ve asimile etme politikasıdır. Yine bu süreçde nasıl ki mağduriyeti yaşayan kimlikler her zaman rafine bir şekilde ayrıştırılamazsa mağduriyeti yaşatanlar da yek pare bir bütün olarak değerlendirilemez. Varolan zulüm asker ve bürokrasi eliyle askeri dönemler ve tek parti döneminde çok daha ağır olmak üzere farklı şiddet ve görünümlerde yürür. Ve kendi içinde bir direnme potansiyeli de barındırır.
İsrail’in tarihsel açıdan Filistinlilere yaşattığı süreç ise çok daha farklıdır. 1930’lu yıllardan itibaren planlı bir şekilde Siyonist örgütlerce Filistin toprakları parça parça ele geçirilir o topraklarda yaşayan bir halk tedricen katliam ve zulümler ile o topraklardan uzaklaştırılarak sürülür, yok edilir. Bu süreç Nazi Almanyası döneminde bile belli bir bilinç ve program dahilinde yapılır. Arendt’ın işaret ettiği şekilde başlangıçta Siyonist örgütler Nazilerle işbirliği içinde canla başla Filistin topraklarına Yahudi nüfusu yerleştirmek için çalışır. Holocaust’un hız kazandığı yıllarda bile Filistin’e getirilmek üzere seçilen göçmenler holocaust mağdurlarından çok İsrail’in kuruluşunda rol oynayabilecek misyon insanları, seçilmiş Yahudiler ve Hagganah, İrgun militanları gibi militanlardır. Amaç Filistin halkını ne pahasına olursa olsun bu topraklardan sürmek ve yok etmektir. Burada faşist bir devletin kendi halkına layık gördüğü bir zulümden bahsetmek pek mümkün değildir. Olsa olsa Filistin halkına reva gördükleri sonucunda İsrail halkının da varolan yangından bir şekilde etkilenmesi söz konusudur. Dolayısı ile faşizan bir zulüm ile işgalci bir devletin zulmünün de “mantığı” arasında çok büyük farklar vardır. Mesela İsrail Filistin halkını sürerken bir daha Yahudilerin olduğu topraklara dönmemek üzere sürer. Türkiye ise köyleri yakarken kör bir öfkeyle zulmettiği insanları büyük oranda batılı şehirlerin bağrına atar. İsrail son derece yaygın bilinçli ve sistemli bir politika ile profesyonel bir şekilde kalan Filistin halkını bu topraklardan kaçırmaya çalışırken Arap halkını çok uzun yıllar içinde tuttuğu hapisleri ile, kimlik vermemesi ile, Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirip tüm bölgenin giriş çıkışlarını inanılmaz devasa duvarlar ile imkansız kılması ile, açlığa ve susuzluğa terk etmesi ile yok etmeye yönelik bir politika izler. TC nin ise yaptığı dönemsel olarak Jitem terörü gibi, Diyarbakır cezaevi gibi, Ağrı Dağı katliamı gibi ağır zulümler ile adeta gözü dönmüş bir delinin saldırışlarıdır. İsrail gibi adım adım planlı programlı bir zulüm mantığı yoktur. Aynı dönemlerde Kürt ya da Türk bu ülkenin halkları direndikleri oranda varolan zulümden payını alır. Farklı olarak Kürt halkı direndiği için yaşanan zulümden payını herkesten daha fazla almaktadır. Öte yandan zulmün yöneldiği hedefin çeşitliliği ve iç içe geçmiş kimlikleri belli oranda mağdurlar arasında dayanışmayı da doğurma şansını içinde taşır.
Diğer yanda yaşananların bir de toplum cephesi vardır ki bence son derece önemli. İsrail 1930 lardan bugüne tüm dünyadan her yıl büyük oranda Yahudi nüfusu ülkesine Filistinlilerin yaşam alanlarına yerleştirmek üzere taşıyor. Gelen insanlar çok değil bir 60 yıldan bu yana başka bir halkın evlerinde, arazilerinde yaşadığını bile bile oturuyor, işgal ediyor. Dolayısı ile yerleşimcilerin Filistin halkına gösterdiği acıma ve empati hissi sahibini öldürüp, sürdüğü bir evin içerisine arsızca yerleşmiş insanın hissiyatı kadar. Bu çok acımasız bir yorum gibi gelebilir belki ama şöyle bir kıyas yapalım. 2008 Dökme Kurşun katliamı sırasında yaşananlar bu topraklarda olsa nasıl bir şey olurdu. Düşünün ki Diyarbakır gibi bir şehir 18 ay etrafı duvarlarla örülüp aç ve susuz, elektriksiz, ilaçsız bırakıldıktan sonra üç hafta boyunca ağır silahlar, roketler ve fosfor bombaları ile saldırıya uğruyor. 500 den fazlası çocuk 1417 kişi katlediliyor. Ve Türkiye halkı % 90 oran ile bu yapılan katliama bile isteye destek veriyor hatta halkın %60 ı daha şahin politikacıları destekliyor. Oysa bize gaddarca da gelse, belli bir oranda yılların endoktrinasyon çabalarının ve kan politikasının sonucu olarak milliyetçi bir öfkeye teslim de olsa bu ülkedeki Kürt halkı dışındaki halklar hiçbir zaman TC nin Kürt halkına yaptığı zulümleri tüm boyutlarını bilerek onaylamadı. Zulme yüksek bir ses çıkarma noktasında zaaf gösterse de hep askeri vesayeti kırmaya yönelik ancak kendi canını da çok yakmayacak, yumuşak geçişler vaad eden partilere oy vermeyi tercih etti. Özal Kenan Evren’in kendisi aleyhine konuştuğu gün seçimi kazanmıştı. AKP’nin iktidarına giden yollar verdiği değişim vaadleri ile döşendi. Dolayısı ile İsrail’de devlet yekpare bir bütün halinde Filistinlilerin kafasına inen demokrat bir yumruk demek iken Türkiye’de halka zulmeden askeri ve bürokratik vesayet ve alttan alta bize sıkıcı da gelse iki adım ileri bir adım geri mehter misali ilerleyen bir mücadele demek aynı zamanda. Bu mücadelenin içinde Özal’ın ya da AKP’nin ne kadar demokrat olduğu tartışmasının da önemi yok. Onları bir şekilde varolan vesayet iklimini kırmaya zorlayan dinamiklerin varlığı ve gitgide daha cesurca seslerini yükseltiyor olması önemli olan.
Son söz olarak bu iki ülkenin tarihindeki yaşanan acılardan yola çıkarak yapılan tüm benzetmeler, analojiler ( köylerin yakılması meselesi ile İsrail’in Batı Şeria’daki yıkımlarını benzetme üzerine kurulan iki faşist devlet, Filistin türü analojiler vs.) yetersiz ve haksız kalır. Daha da ötesinde bu topraklarda halen varolan iki halkın ortak duygu ve direniş mücadelesine bir darbe anlamına gelir. Çünkü Türk halkı hiçbir zaman İsrail halkı, Türkiye Cumhuriyeti tüm yaşattıklarına rağmen hiçbir zaman İsrail devleti olmadı. Faşist bir devlet ile işgalci bir devletin hastalığı da teşhis edilen hastalığa karşı izlenmesi gereken tedavi süreci de farklıdır.
Söylemlerimiz umudu ve ortak mücadeleyi yükseltmek yolunda olmalı. Umutsuzluğu çoğaltmak üzerine değil. Her şeyden önemlisi varolan durumu doğru tahlil edip, doğru anlatmaya çalışmak aydın namusudur diye düşünüyorum.
49 Yorum
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 6, 2010 | Reply
Tam da bu yüzden iki ülke arasindaki benzerlik ve ayriliklar tahlil edilmelidir. Kestirmeci bir bakisa karsi olalim ama var olan ortak yönleri de görmezlikten gelmeyelim.
“hiç bir zaman ” ifadesi bence fazla kuvvetli. Türkiye Cumhuriyeti’nden maas alan asker ve polislerin bir kismi helikopterden insan atarak idam ettiler, ölmüs terörist kizlari “hallettiler” vs vs. Yani hukukun bittigi, devletin iflas ettigi bir zeminde insan nefsinin hukuku, daha dogrusu hukukSUZlugu devreye girer. Rusya ve çin gibi ülkeler kendi halklari da dahil olmak üzere çok insana eziyet edebildiler bu yüzden.
Nazi zulmünün yol açtigi travma, bu travma neticesinde bastirilan vicdan ve bu süreci takip eden kimlik insasi…
Bunlari Derin Sular sitesinde Endoktrinasyon serisinde okumustuk. Ayni süreçten geçti Türk halki. Balkanlarda Bulgar, Kafkasya’da Rus zulümü buradan kaçan ve bazisi Türk bile olmayan (örn. Pomaklar) Türk kimligine dogru itti.
TC Osmanlinin çöküsü sirasindaki insanlik dramlarini Türk kimlik insasi için kullandi. Yahudiler dedelerinin yanmis cesetlerinin fotograflarina bakarak “Baska Israil yok” diyorlar, ölen Filistinli bebekleri görmezden geliyorlar. Bizim ülkemizde ise Ermeni çetecilerin, Bulgar ve Yunan isyancilarin eziyetleriyle büyütülüyor çocuklar.
Daha bir kaç ay önce okullara dagitilan (TSK tarafindan hazirlanmis) anti-Ermeni videolari hatirlayin.
Evet, totolojiyle bitirelim sözümüzü, Filistin Filistindir, Diyarbakir da Diyarbakirdir. Elbette Kürtler, Türkler, Israillier ve Filistinliler ayri halklardir, gelenekleri hayatlari farklidir.
Ama sizin de çesitli yazi ve yorumlarinizda belirttiginiz gibi Filistin’e aglayip Güneydogu’da olup bitene susmak çeliskili bir durustur.
Etnik gruplari hedef alan acilar tarihte HER ZAMAN ulus insaasi için kullanilmistir.
Amerika Birlesik Devletleri bile bu ulus insaatindan kaçAmamistir: http://www.derindusunce.org/img/abd_tedavi_edilebilir_mi.pdf
Ötekilestirme, etnik imha, iskence, köy yakma vb fasist metodlardir ve HEM iSRAiL HEM DE TC tarafindan kullanilmistir.
Bu benzerlikleri isaret etmenin her seye ragmen bir faydasi vardir, o da vicdan sahibi insanlara “Sizin vergilerinizle öldürülen siviller var, UYANIN!” mesajini vermektir.
Yazan:Gürhan Tarih: May 7, 2010 | Reply
Hiç derin tahlillere girmeden;çok net bir resmi tartışalım: Davos’ta kıt İngilzcesiyle Siyonist çete elebaşına “one minute” çekip insanlık dersi veren ülkenin başbakanı,2006 olaylarından sonra,”kadın,çocuk ayırdetmeden devlete kalkan eller kırılacaktır” türünden laflar edebilen,Uğur Kaymazları,Enesleri,Ceylanları görmezden gelen,taş atan hukuken “kısıtlı” sayılması gereken reşit olmamış vatandaşlarına on yıllarca ceza verebilen bir ülkenin başbakanı aynı zamanda.Önce kendi kapısının önünü süpürmeden,elaleme “talkımı” vermeye kalıp,sonra vicdandan ve sair ulvi melekelerden bahsetmek bence en hafifinden riyakarlıktır.Daha da vahimi,yüzyıllardır teba kültürünün yerleştiği bu memlekette,Gazze katliamını sıcak yuvalarında ahlanarak,vahlanarak izleyip daha sonra üzerine yemek yiyebilen sahte vicdanlar da,taş atan “çocukların” ellerine o taşları neden almış olduklarını sorgulama zahmetine bile girmeden “oh olmuş küçük teröristlere” diyebilecek kadar derin bir sinizm içinde kişiklerini ve insani melekelerini yitirebilmektedirler.Ne de olsa, her halükarda onların adına fikir beyan edebilecek,durum tesbiti yapabilecek hata yapma olasılığı olmayan bir mistik bir ilahları vardır,Kasımpaşalı olması yeterli bir referanstır,ötesine lüzum yoktur.
Hülasa hiçbir şekilde reel-politik,jeo-stratejik,kronolojik-tarihsel vs. saptamalara girmeden,kestirmeden paralellik kuruyorum.Orada ölen çocuklara timsah gözyaşı döküp,buradakilere terörist deyip kestirip atan ve her türlü melaneti mübah gören vicdan mahrumu zihniyete ne diyeceğimi bilemiyorum.Belki ancak şu söylenebilir:”Zalimin zulmü varsa,garibin Allah’ı var”.
Diye düşünüyorum…
Yazan:denis Tarih: May 7, 2010 | Reply
Çünkü müslüman bir türksünüz. Müslümanlara yönelik İsrail zulmünü türk devletinin kürtlere uyguladığı zulümlerle aynı kefeye koymayı içiniz kaldırmıyor. İnsanların içine doğdukları kimliklerden etkilenmeden hakkaniyetle düşünebilmeleri zor bir iştir.
Yazan:özlem Tarih: May 7, 2010 | Reply
Mehmet Bey ben hiçbir zaman israil olmadı dedim hiçbir zaman zalim olmadı demedim.
Bakınız hatta ne demişim:
TC nin ise yaptığı dönemsel olarak Jitem terörü gibi, Diyarbakır cezaevi gibi, Ağrı Dağı katliamı gibi ağır zulümler ile adeta gözü dönmüş bir delinin saldırışlarıdır.
Türk ulusalcılığı çünkü tam da böyle bir mantık üzerine işliyor. Bulunduğunuz topraklardaki kimi halkları ötekileştiriyor ve var gücünüzle üzerine yürüyorsunuz. Bunun bir adım ötesi mesela nazi almanyası gibi yayılmacı bir saldırganlık da olabilir. Faşizm ile başlarsınız sonra işgale geçersiniz.
İsrail’in işgalci siyasetinin de temel unsurlarından biri elbette ırkçılık. çünkü ikisi çok da iyi kardeştirler aslında. Ama Her işgalci devlet ulusalcı olması gerekmediği gibi her faşist devletin de işgalci olması gerekmiyor. Nazi almanyası gibi faşizm ve yayılmacı siyaset birarada da gidebilir. İsrail’in siyonist ideolojisinin temelindeki problem faşizm meselesi değil bence. Orada gözardı ettiğimiz çok farklı bir durum var. 1940 lı yıllara kadar Yahudi nüfus bu topraklarda şu anda tam hatırlamıyorum oransal olarak sanırım %15 lerde falandı. Bilinçli bir politika ile dünyanın dört bir tarafından Yahudi nüfus getirilip yerleştirildi. Bu yapılırken dünyaya yapılan propaganda halksız bir vatana vatansız bir halk yerleştiriyoruz propagandası. Ve adım adım sürekli yayılan, işgaller ile sınırlarını genişleten bir devlet kuruldu.
Elbette balkanlardan kaçan, Kafkaslardan kaçan yıkılan bir imparatorluğun etkisindeki insanların da uluslaşma sürecinde travmatik olarak yaşadıkları ve yaşattıkları olmuştur.
Yine de ben İsrail’in siyasetini bunlardan hiçbirine benzetemiyorum. Zulmü çok uzun zamana yayılı, soğukkanlı ve çok organize yürütüyor. Hiçbir yere hiçbir şeye benzemiyor.
Aslında kısmen Baumann’ın kitabındaki teşhislere benziyor. Modern bir Holocaust’un çalışma tarzı ile çalışıyor. Bu bir anlık kitlesel cinayetler, göz dönme politikası değil. Apaçık daha önce Nazi kamplarında görülen soğuk, teknolojik, uzun vadeli bir zulüm şekli. Belki modernizmi ve nazi almanyasını en iyi anlayan devlet İsraildir. Mesele sadece bebelerin öldürülmesi meselesi değil.
Bir ülke düşünün ki Filistinlilerin tüm yaşam alanlarını devasa duvarlar ile çevirmiş. Ülkeye giriş yok çıkış yok, çocuğunuzu hastaneye götürmek için bile saatlerce kontrol noktalarında bekliyorsunuz. Ülkeye giren çividen suya her şey İsrail’in kontrol ve engeline tabi. Bütün yaşam alanlarınız, zeytin bahçeleriniz, portakal bahçeleriniz yok ediliyor. kimlik verilmiyor. Erişkin nüfusunuzun çoğu toplama kamplarına benzer hapishanelerde çok uzun yıllar yatmış. Erişkin erkek filistinlilerin pekçoğu 15-20 yıl hapishenelerde yatıyor. İşkenceler bile öyle Diyarbakır misali gözü dönmüş bir manyaklık tarzında değil. Son derece profesyonel sistemli iz bırakmayan ama yaygın ve uzun zamana yayılmış işkence yöntemleri. Burada zulmün boyutu, amacı, şekli bambaşka. İsrail kendi vatandaşlarına karşı oldukça özgür, rahatını sağlayan bir ülke. Ama Filistinlilere karşı bambaşka bir politikası var.
Türkiye nasıl dersiniz. Çok basit bir örnek 28 şubat sürecinde bu ülkede bir hanım ve üç kızı idamla yargılandı. Karakolda eziyet gördü, bir yıldan üç yıla hapis cezaları ile çarptırıldılar. sebep: başörtüsü eylemlerine katılmak ve kızlardan birinin bir radyo programında şiir okuması. İdamla yargılanan kızlar lise talebesi idi. Okullarından alınıp götürüldüler. hepsi de has türktüler! Bu eylemler bir kaç ay daha devam etse idi sonuç ne olurdu acaba. Türk mürk deyip kimsenin gözünün yaşına bakalar mıydı? Şimdi iki ulusalcı faşist devlet tarzı benzetmeler benim için buradaki durumu açıklamak için o kadar yetersiz ki. Biri öyle. ya diğeri bu kadar basit mi? 3 hafta katliam yapılan bir bölgenin durumunu bile bile bir halkın % 90 bu operasyonu desteklemesi, %60 çoğunlukla daha şahin politikalar istemesi nasıl yorumlanabilir?
Demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için belki aşağıdaki israil haritasını incelemek iyi olabilir. 60 yıldır adım adım işgal edilmiş Filistin toprakları :
http://nazmicavdar.blogspot.com/2009/01/israilin-filistin-aleyhine-genilemesini.html
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 7, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Siz İsrail Türkiye arasında analoji kurulmasına karşı olabilirsiniz.Zaten bu iki devlet arasında neden bir benzerlik-paralellik-kurulamayacağına da genişçe yer vermişsiniz.
Fakat bence nasıl bir analojinin kurulduğuna,yani analojinin şekline bakılmalıdır önce.
Zira her türlü insanlık dramının acı ve gözyaşının birbiriyle yarıştırılması üzerine kurulan analojiler de vardır.Bu muhtemeldir ve örneklerine sıkça rasladığımız bir şeydir.Karşı olduğunuz durum buysa elbette acıların bölge,din,dil,ırk ya da inançlar üzerinden kategorize edilerek yarıştıtılması isabetli bir anlayış değildir.Bu tarz bir bakış açısı her şeyden önce vicdan merkezli insani bir duruş yerine aidiyetlere yaslanan bir reflekse işaret eder.Ayrıca İsrail Türkiye benzetmesi dışında da benzer anlayışlar olabiliyor…Bir sorunun başka bir sorunla mukayese edilmesi ve bu anlamda adalet,eşitlik,özgürlük gibi alanların pazarlık konusu olması da zannedersem yabancısı olmadığımız bir durum.Biraz açmak gerekirse başörtüsü yasağına karşılık başka yasak ve ayrımların örnek gösterilmesi,Kürt sorunu konuşulduğunda K.Deniz,İç Anadolu bölgelerinde yaşanan sorunların öne çıkarılması;her türlü hak talebinin dini,ideolojik ya da etnik ayrıştırmaya tabii tutularak mazeret üretilmesi…bu anlayışın tipik örneklerindendir.
Dolayısıyla analoji kurmada kastınız bu benzer zihniyet yapısıysa size hak veriyor ve sizi anlıyor,anladığımı düşünüyorum.
Lakin bunun dışında ulus devletlerin,oteriteryan güçlerin,hakim zihniyetlerin vb.dünyada yarattığı şiddet sarmalına tarihsel ve sosyolijik paralleliğe işaret edilmesi bir önceki paragrafta genişçe yer verilen olgudan oldukça farklılık arzeder.
Bu bağlamda bence oldukça benzerlik vardır İsrail ile Türkiye arasında.Bu benzerliği belgeleriyle ispat etmek,varolan totaliter zihniyeter arasında analoji kurmak sorunlu bir anlayış değildir.Yeri gelir K.Kore ile karşılaştırırsınız,yeri gelir İsraille.Baskı,zulüm,ayrımcılık,ötekileştirme varsa doğal olarak paralellik kurulacaktır.Yine aynı şekilde şiddet,imha,yıkım varsa işin içinde elbette diğer muadil sistemlerle karşılaştırma kaydıyla bir analoji kurulacaktır.
Zira bir olayın insanlık suçu olup olmadığının kanıtı,yaşanan kayıplar,zorunlu göçler,ölümler vb sayısal nicelikler değildir.Ne de başvurulan militarist yöntemlerin şiddetti(ölçüsü) kriter alınabilir.Bilemiyorum,İsrail’in milyonlarcı Filistin’liyi mülteci durumuna sokması acaba Türkiye Cumhuriyetinin bu sayının altında Kürt insanını zorunlu göçe zorlaması nasıl bir iyimserlik nedeni olabilir.Acaba köyünden,toprağından zorla kopartılan,evi barkı başına yıkılarak yakılan,metropollerde sefalete sürüklenen Kürtlerin yaşadığı acı ve travmalar bir Filistin mültecisinin yaşadığı dramdan ayıran nedir?Peki kim sorumludur bu insanlık suçundan?Hangi nedenlere dayandırılarak insanların geleceğiyle,yaşamıyla oynandı?Hangi hakla ve hangi vicdanla?
Bu nedenle yapılan benzerlikler az bile.Dipçik zoruyla bir ulusun tüm hakları ipotek altına alınacak,insanlar kimliklerinden dolayı hor görülüp aşağılanacak,çocukları “terörist çocukları”,kadınları “terörist anaları” diye damgalanarak ötekileştirilecek,dışlanacak,sonra da Türkiye İsraille aynı kefeye konamaz diyeceğiz.
Evet varolan veya umud edilen huzur ortamı için dikkatli bir dil kullanılması makul bir öneridir.Ancak barışa katkı koymak adına daha barışçıl bir dil kullanılmasını önermek ile Türkiye’nin İsrail’den daha günahsız olduğunu iddia etmek farklı şeylerdir.Zira bu tür eleştirilerin muhatabı Müslüman Türk halkı değil otoriter/totaliter devlet zihniyetidir…Türk halkı’nın İsrail halkına göre daha sağduyulu oluşu maalesef devlet eliyle işlenen suçları hafifletmeye yetmiyor,üzgünüm.
Yazan:özlem Tarih: May 8, 2010 | Reply
Aziz Bey,
sizi anlıyorum. Ve aslında konuya bu şekilde bakınca ben de hak veriyorum. Hatta bir ortamda ben İsrail cezaevlerindeki yaşanan işkenceler ile Diyarbakır’ı kıyas etmiş şu ana kadar İsrail ile ilgili okuduklarım arasında böyle gözü dönmüş bir zulüm rastlamamıştım demiştim. Orada Leyla İpekçi vardı ve ilk anda İsrail cezaevlerini yerinde gören bir insan olarak çok şaşırdı. İtiraz etti sonra biraz da hak verdi. Ben de çok zaman karşımdaki insanların empati kurabilmesi açısından bu tür örnekleri verebiliyorum.
Beni rahatsız eden şey İsrail’in tarihini , oradaki ,Filistinlilere uygulanan ortamı ve İsrail’deki Yahudi halkının bu durum karşısındaki duyarsızlığını iyi bilen birisi olarak bu iki devlet arasında kurulan analojilerin durumu olduğundan çok daha vahim,ümitsiz gösterdiğini düşünüyorum. Elbette burada kürt halkının çektikleri yaşadıkları hafifsenecek şeyler değil. Ama aşılamayacak bir durum da değil. Aman ne güzel sevinilecek durum anlamında söylemiyorum. Ama verdiğiniz örnek üzerinden gidelim. 1,5 milyon Kürt köylüsü şehirlerin varoşlarına sürüldü. Acılar çektiler. Ancak bu ülkede iyi şeyler oluyor. Bu ülkede onların çektiklerine sebep olan yapılanmalar bir bir çözülmeye başladı. Yarın öbürsü gün iki halkın ortak bir mücadelesi ile memleketlerine dönebilir ya da bulundukları şehirlerde bir TC vatandaşı olarak hayatlarına devam edebilirlmer. Ama Filistin halkının durumu bu değil. Beş milyon insan ya dünyanın dört bir tarafına dağıldı ya da son derece kalabalık mülteci kamplarında yaşıyor. Bu insanların evlerine babaşka insanlar yerleşti. Toprakları yağmalandı. İsrail dışında ülke görmemiş bir yahudi nüfus ve israil de artık cöpü bile kalmamış bir nesil oluştu.Bu noktada bir benzerlik kurmak gerekirse aslında durum Ermeni halkı ile daha çok benziyor. Ama Filistinliler hala mülteci kamplarında, komşu ülkelerde , gazze gibi bir açık toplama kampında bile olsalar oralardalar.Bu yönden gene aynı şey değil.
Öte yandan yine tekrar tekrar söyleyeceğim halklar arasında fark var. Bu İsrail’de israil hükümetini gitgide daha şahin olmaya sürükleyen demokrasi ile yönetilen bir halk türkiye’de ise sürekli varolan durumu aşmaya çalışan alttan alta vesayet sistemi ile mücadele eden bir yapı var. İsrail’de İsrail devletinin zulmünün dayanağı büyük oranda İsrail halkının desteği ile ilgili. Burada ise bambaşka bir yapı var. Türkiye ile İsrail arasında kurulan analojiler en çok bu açıdan beni rahatsız ediyor. biz ne kadar bu devletlerin benzerliklerine dem vurmaktır halkları bağlamaz dersek diyelim bence bu söylemi yaymak iki halk arasında psikolojik bir kopukluğa da sebep oluyor. İsrail devleti ile ilgili kurulan analojiler gitgide ruhsal olarak bu halkları birbirinden koparıyor.
Bir hissiyat… Katılmaya bilirsiniz. Ama bence empati için kurulan bu dil zarar vermeye başladı.
Yazan:halil Tarih: May 8, 2010 | Reply
Neden mi karşısınız? Müslüman olduğunuz için. Objektif olamadığınız için. Bahse girerim İsrail ile Darfur arasında kurulan analojilere de karşısınızdır.
Yazan:özlem Tarih: May 8, 2010 | Reply
Ya Özlem kendini tut diyorum kendi kendime. senin yazını bile okumadan karşında şablonlar ile düşünmeyi seven insanlara laf yetiştirmekle eline ne geçecek şimdi. Ama huyum kurusun duramıyorum.
Bu bizim toplumumuzun bir hastalığı ne söylediğin değil neyi söylemediğin önem taşıyor. bilirsiniz Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar demişti ingeborg Bachman. Yine faşizmin bir başka tanımı da faşizm susma zorunluluğu değil bizim istediğimizi söyleme mecburiyetidir derler.
İyi kötü zeka sahibi bir insan olarak ben de ne yazarsam alkış alacağımı ne yazarsam tepki gelebileceğini biliyorum. Ve açıkçası yaygın söylemin dışına çıktığım zaman zaten bir tartışma açmayı istiyorum demektir. Yoksa populizmden kolay ne var. Ama bir tartışma açtığım zaman gelen bu tepkilerin şekli de doğrusu hayal kırıklığına uğratıcı.
Böyle düşünüyorsun çünkü müslümansın,
böyle düşünüyorsun çünkü liboşsun
böyle düşünüyorsun çünkü Ermeni hayranısın
böyle düşünüyorsun çünkü Ermeni uşağısın
böyle düşünüyorsun çünkü içimizdeki sabateistsin.
vs. vs.
Tamam arkadaşlar böyle düşünüyorum çünkü müslümanım konduramıyorum, israil e de yahudilerin devleti diye gıcığım kastım var.
Rahatladınız mı.
Zihniniz huzura kavuştu mu?
Mesele çözüldü mü?
Ne mutlu size!
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 8, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Tespitlerinize katılmıyabilirim.Ancak bu öncelikle zulüm karşısında farklı bir hissiyat içerisinde olduğunuzu düşündüğüm manasında anlaşılmamalı.Hele Ermeni,Türk,Kürt,Müslüman ayrımı yapmaksızın yaşanan zulümleri vicdanlarda mahküm eden,yazı ve yorumları,katıldığı etkinlikleriyle bu yolda çaba harcayan sizin gibi duyarlı biri için asla böyle düşünemem,düşünmüyorum.
Ayrıca,hakkınızda bu tarz yargılarda asla bulunamayacağımın bilincinde olduğunuzu da biliyorum.Böyle bir açıklamaya ihtiyaç duymamın nedeni,aramızda bir samimiyet problemi ya da bundan kaynaklı olası bir algınlığa işaret etmek değil.Ancak,fikir alış verişinde bulunurken böyle bir sorunun olmayışı maalesef benzer sınama/sorgulama hissiyatını ortadan kaldırmıyor.Neden?Çünkü bu tarzda anlaşılmaya müsait hassas bir konuyu tartışıyoruz ve maalesef “müslüman olduğunuz için…”diye başlayan itirazlar başlıyor.Öncelikle bu cümleyle başlayan itirazların adil bulmadığımı ve bu tür önyargılı yaklaşımlara katılmadığımı da belirtmek isterim.Zira,her bir fikrin;Kürt olduğunuz için,Türk olduğunuz için,Müslüman olduğunuz için…gibi cümlelerle baştan bir kimliğe,inanca veya topluluğa gönderme yapılarak ifade edilmesini tartışma etiğine uygun bulmuyorum.Bu yaklaşım veya eleştiri tarzı etik(ya da adil)olmadığı kadar verimsizdir de…Muhatabını,kolayına kaçarak bir aidiyet üzerinden suçlamaya geçmek en hafif tanımla niyet okumacılıktır ki bu da polemik yaratmaktan başka bir fayda getirmez.
Gerekli bulduğum bu açıklamanın ardından izninizle tekrar konuya dönelim.
Öncelikle anlama çabanız için teşekkür ederim.Katılmadığım noktalarda haklı olup olmadığımı bir kenara bırakarak beni insan olarak anlamış olmanız,empati kurmanız benim için büyük bir erdemdir.Ve evet bu topraklarda barışı,birarada yaşamayı tesis etmek istiyorsak her şeyden önce buna ihtiycımız var.Yani empatiye,hoşgörüye,umutları çoğaltmaya…Her şeyden daha çok buna ihtiycımız var ve umut ettiğimiz barış ve kardeşlik de ancak böyle gelebilir.
Ne var ki bugün varolan gidişat bu arzu ettiğimiz beklentileri gerçekleştirmekten uzaktır.Açılım diyoruz,barış diyoruz,diyalog diyoruz fakat gittikçe birbirimizden uzaklaşıyoruz…Bariyerler daha bir yükseliyor…Barış rüzgarları yerini yükselen bir nefrete bırakıyor.Neden?Çünkü bu topraklarda barışa,kardeşliğe,birarada insanca ve onurluca yaşamaya allerji duyan bir zihniyet var.Bu zihniyetin İsrail devletiyele birebir benzerlik taşıyıp taşımadığı çok da önemli değil.Aramıza ekilen düşmanlık tohumları bizleri her geçen gün kamplara,kutuplara böldükten,düşmanlkları derinleştirdikten sonra değişen nedir ki?Aradaki tek fark belki de bu nefretin dayandığı etkenler ve buna karşılık geliştirilen yöntemler olabilir.Ulus devletin varlığı ve bekası için olur,belki otorite ve iktidar için,belki geçmişten gelen korkulardır…Güvensizlik?Aidiyet duygusu?Kutsallar?Belki biri belki de hepsinden bir parçanın bulunduğu kombine bir çıkmaz.Fakat bu neyi değiştirir ki?Birinden birinin yöntemlerinin daha az şiddetli oluşu ya da daha farklı bir amaçla yapılmış olması,sorunu ortadan kaldırmaya yetiyor mu?
Onun için evet tıpatıp benzerlik olmayabilir.Saikler farklı olabilir.İsrail evet devlet güvenliğine dayalı paranoyak bir tutumla Ortadoğu’da bir canavara dönüşmüş.Bunun mağdurları da başta Filistin’li müslümanlardır.Peki Çin’de Doğu Türkistan’da sürmekte olan sistemli zulüm ve baskı bundan farklı mıdır?Biçimsel olarak farklı olması neyi değiştirir?Diyorsunuz ki Türkiye Alevi’lerin de,Kürt’lerin de,Gayrimüslimlerin de,sünni müslümanların mağdur olduğu bir ülke…sistem kısmen İsrail’den farklı işliyor,evet doğru.E peki bu farklılık varolan zulmü mü ortadan kaldırıyor.
Bundan haraketle tabii Türkiye bazen K.Kore’ye benzetilir,bazen İran’a…Ama bir K.Kore’ye benzetilirken sadece buradaki diktarlüğün bazı motifleri baz alınarak yapılır benzetme.Her tarafı büstlerin,heykellerin kaplandığı,milli ve edebi şeflerin mutlak yüceliği,değişmez ve değiştirilemez otorite fetişizmi vb yönleriyle…Oysa ekonomimiz hiçde bu ülkeyle benzer değil.İyi kötü bazı şeyleri tartışabiliyor/konuşabiliyoruz.Pek çok işlerlik birbirinden oldukça farklı kısacası.İran buna keza,totaliter bazda bir benzerlik var;İran’da kadınların başı zorla kapatılıyor bizde zorla açtırma paranoyası var.Yani farklı gibi görünüyor ama zihniyet oldukça benzer ve tanıdık.Örnekleri çoğaltalım.Bugünkü yargı işleyişi çoğu zaman Ortaçağ Avrupası Engizisyon mahkemeleriyle özdeştiriliyor.Bir nevi dönemin kilise otoritesinin modern versiyonu gibi…Peki çok sağlıksız ve alakasız bir benzetme diye geçiştirebilir miyiz?Deriz belki ama sonuçta adaleti,hukuku,insan haklarını kısıtlayan ya da tek elde tutan bu “incelikli”yöntemin boğuştuğumuz,altında inim inim inlediğimiz statükoyu dimdik ayakta tutmadığını iddia etmek mümkün mü?Bakın Anayasa’yı bile değiştiremiyoruz,yılan hikayesine dönüştü.
Bu bakımdan sadece sağduyulu vatandadaşlarımızın “çokluğunu” baz alarak benzetmenin zararlarını merkeze alma fikri bana ikna edici gelmiyor.Siz iyi niyetle yapıyorsunuz ama gerçekler maalesef çok farklı.Hem ayrıca sözünü ettiğiniz analoji doğrudan halkların tutumuyla değil devletlerin tutumu üzerinden kuruluyor.Bu benzerliğe dikkat çekmek neden barışa zarar versin ki?Ha,bunu devletler asla çözmez halk çözecek derseniz kusura bakmayın bu anlamda da çözümee dair bir irade yok.Olsaydı batıda bu savaş son bulsun diye halkın sokağa dökülmesi,Doğu ve Güneydoğu’da ise PKK’nın şiddet yöntemlerine karşı halkın sesini yükseltmesi gerekiyordu.Peki militarizmi,savaşı,şiddeti toptan red edebilecek böyle bir irade ve karalılık görebiliyor muyuz?
Yazan:denis Tarih: May 8, 2010 | Reply
kimse size ermeni uşağı demek gibi bir terbiyesizlik yapmadı. demogoji yapmayın. o bölgede yaşayıp o acıları çekmiş insanlar ya da onların yakınları sizin birlikte yaşamanın köprülerini atmama adına türk devletinin kürtlüğü bitirme politikalarını yumuşak gösterme hakkını vermez. size sadece şunu söyleyeyim. Türk halkı hiçbir zaman İsrail halkı, Türkiye Cumhuriyeti tüm yaşattıklarına rağmen hiçbir zaman İsrail devleti olmadı” demişsiniz ama o türk halkı 70 yıldır kürtlere yapılanlar konusunda ne zaman sesini çıkardı! türk halkı kürtlerin köyleri yakılıp yıkılırken (93-96)istanbulda, ankarada vur patlasın çal oynasın bir ortamda yaşıyordu. “en büyük asker bizim asker” diye kürt köylerine asker uğurluyordu. Bir de demişsiniz ki “Faşist bir devlet ile işgalci bir devletin hastalığı da teşhis edilen hastalığa karşı izlenmesi gereken tedavi süreci de farklıdır.”
TC hem faşist hem de işgalci bir devlettir. Sizin güneydoğu dediğiniz yerin adı tarihte kürdistandır. Tıpkı sizin kuzey ırak dediğiniz güney kürdistan gibi. devlet memurları ve askerlerden başka tek bir türkün yaşamadığı 10 milyonluk bir coğrafyaya tc ordusunun yarısından fazlasını yığan devletin sıfatı nedir? Bu yapılana ne nedir? Siz kendinizi kandırmaya devam edin.
Yazan:özlem Tarih: May 8, 2010 | Reply
Aslında Aziz Bey demek istediğimi anlatmak açısından Denis in sözleri çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Ki üç aşağı beş yukarı bu söylem var:
Yani iki otoriter devlet analojisinden iki halk analojisine geçmek çok kolaydır. siz ne kadar devletler ile halkları ayırmaya da kalksanız bu söylemin geldiği nihai sonucun bu olmadığını gözlemliyorum ben. Peki bu haklı da biz yüce menfaatlerimiz açısından mı böyle konuşmayalım diyorum. Hayır ben prensipte de bu kestirmeci yaklaşımın doğru olmadığına inanıyorum.TC nin problemi tipik otoriter devlet sorunu. Burada devletten nemalanan bir sınıf (bu ırksal dinsel bir aidiyete de dayanabilir) ama onun karşısında bir halklar topluluğu var. İsrail de ise işgalci yayılmacı bir devlet ideolojisi mevcut. İsrail hiçbir zaman farklı halkların devleti olmamış. Devlete egemen olan bir halk ve onun zulmune maruz kalan dini, etnik kökeni farklı bir halk var. Dolayısı ile yukarıdaki itirazdan gidersek ben 93-96 arasında İstanbul’da yaşıyordum. Evet vur patlasın çal oynasın bir dünya vardı ama kimse Güneydoğu’da neler olduğunu bilmiyordu. Ne televizyon ne basın hiçbir şekilde olanları göstermiyordu. Sokoktaki adamıhn kimsenin olanlardan haberi bile yoktu. Ben biliyordum çünkü bir araştırma için İHD nin bültenlerini almış mevzuyu oradan takip etmiştim.
Halbuki şu anda internet çağındayız. Dökme Kurşun katliamından, ayırım duvarına, ,kesilen ağaçlardan, el konulan yerleşimcilerin alanlarına İsrail de herkes herşeyi biliyor. Küçücük bir ülke. Gazzeye fosfor bombaları atılırken karşı şehirler bunu görüyor sesini duyuyodr. Sınıra turlar düzenlenip insanlar bombardımanı dürbünlerle seyredip piknik yapıyorlar. Türkiye’de 12 eylül fırtınası estiğinde 100 binlerce insan işkence gördü. Büyük bir kısmı da Türktü. Bu varolan iklimdeki sinmişlik halini şu anda İsrail’deki ortamla bir tutabilir miyiz? Türkiyenin sorunu denis in dediği gibi işgal sorunu mudur? Eğer işgalci bir devlet varsa işgal eden bir halk da vardır. Bu zulmü hafifletmek değildir doğru teşhis etmektir. Polpot ölüm tarlalarında yüzbinleri yok eder ama işgalci bir devlet değildir. Öldürülen yüzbinler gerçektir. Ama nazi Almanyası işgalcidir mesela.
İşin en garip yanı çok yıllar önce İsmail Beşikçi Kürtlerin israil ile doğal müttefik olduğunu çünkü İsrail in kuruluş mücadelesinden öğrenecekleri çok şey olduğunu yazmış bu iki halk arasında analoji kurmuştu. şimdi söylem değişti.
azizbey zaten yazmışsınız ama biliyorsunuz ki benim sitemimin ne sizin ne de Mehmet beyin eleştirisi ile ilgisi yok. daha yumuşak bir başlık kullanıp öyle de yazabilirdim yazıyı ama konunun tartışılmasını istedim. Benim sitemim müslümansın ondan böyle düşünüyorsun kestirmeciliğine. Üstelik hayatta bir şey olmayan var mıdır acaba. Bana müslümansın ondan böyle düşünüyorsun diyenlir bütün kimlik ve kişiliklerden ari insan üstü varlıklar değildir sanırım.
Denis ben yukarıdaki cümleleri böyle dediniz anlamında kullanmadım. Yazılarımda bazen biri bazen öteki söylenebiliyor. Aynı kolaycı yaklaşımın değişik tezahürleri. Bilmiyorum açıklamaya gerek var mıydı?
Yazan:EREN Tarih: May 9, 2010 | Reply
İSRAİLİN FİLİSTİNLİLERE YAPTIĞI İLE BİZİM PKK İLE MÜCADELEMİZİ KÜRT HALKI İLE MÜCADELE GİBİ ÖZDEŞLEŞTİREREK BENZERLİK YAPMAK İĞRENÇ BİR BENZETME. BİR TARAFTA SÖZDE VADEDİLMİŞ TOPRAKLLAR ÜZERİNDEKİ FİLİSTİNLİLERİ – BÖCEK- GİBİ GÖRÜP YOK ETMEYE ÇALIŞAN IRKÇI BİR İSRAİL
DİĞER TARAFTA DIŞ GÜÇLERİN KATKISIYLA İHANETE KALKIŞAN, MASUM KANI DÖKMEKTEN BAŞKA AMACI OLMAYAN CANİ BİR ÖRGÜTLE UĞRAŞAN TÜRK MİLLETİ
Yazan:dinçer Tarih: May 9, 2010 | Reply
-Ötekilestirme, etnik imha, iskence, köy yakma vb fasist metodlardir ve HEM iSRAiL HEM DE TC tarafindan kullanilmistir.-mehmet yılmaz-
Eğer tc ispatı varsa konuş.Eğer bu dediklerini yaPMIŞ OLSAYDI kürt halkı PKK YA GEREKEN DESTEĞİ VERİRDİ. ŞİMDİYE ÇOKTAN AB SİNİN ABD SİNİN DESTEĞİ İLE KÜRTLER BİZDEN AYRILMIŞ OLURDU . sENİN BAHSETTİĞİN ZULÜMLERİ KİMLER NASIL YAPMIŞ ERGENEKON SORUŞTURMASIDA GÖRÜYORUZ. BUNU DEVLETİMİZE MAL ETMEYE KALKIŞMAK İNSAFSIZLIKTR.
Yazan:durhat Tarih: May 10, 2010 | Reply
@EREN,
öyle hiddetlenmeye falan lüzum yok.büyük karekterle yazıp parmak sallamakla bir yere varılmaz.
pkk’ayla mücadele yapılıyor diye zulüm meşrulaşmıyor,bunu bir kere kavrayın.pkk’nın yöntemlerini ben de tasvip etmiyorum.
ama kusura bakmayın pkk’ayla mücadele ediliyor diye yapılan her türlü baskıyı,ayrımcılığı,imha ve inkarı da halının altına süpürmek vicdanla bağdaşmaz.
onun için bırakın şu dış güçler,iç mihraklar,emperyalist emeller vs roteriğini.
bakın 17 bin faili meçhulden sözediliyor.bölgede yeni yeni başlatılan çalışmalarda toprağın altında insan kemikleri çıkıyor.asit kuyularında insanlar yok edilmiş.bilmem haberiniz var mı kürt oldukları için insanlara b..k yedirildi,türkiye bu suçtan uluslararası mahkemelerde suçlu bulundu ve mahküm oldu.köyler yakılıp yıkıldı.insanlar yerinden yurdundan zorla göç ettirildi.
bunlara ne diyeceksiniz?israil devleti suç işleyince köpüreceğiz ama benzer insanlık suçunu kendi devletimiz işlediğinde savunmaya geçeceğiz.bu mantık sizce doğruysa,vicdanlıysa böyle düşünmeye devam edin,ne diyeyim.
yazık ırkçılık illeti insanları ne hale getiriyor.gerçekten insanlık adına utanç verici bir şey.
Yazan:durhat Tarih: May 10, 2010 | Reply
@dinçer
ne ıspatı ya siz başka gezegende mi yaşıyorsunuz?
bir kere”eğer şu olsaydı,bu olsaydı”türü tahmimlerle gerçekler ıspat edilemez.
kürt halkı pkk’yı desteklemiyorsa bu şiddeti desteklemediği anlamına gelir.aynı şekilde türk halkının da çoğunlukla sağduyuyu tercih etmesinden çok şükür daha büyük felaketler yaşanmıyor.bu olumlu bir şeydir elbet.
ama kusura bakmayın,bugüne kadar karşımıza daha olumsuz sürprizlerin çıkmayışı itiraz ettiğiniz suçların işlenmediğinin ıspatı olamaz.
taraf mantığını aşarak biraz araştırın.kötülük yapma eğilimi insanın doğasında var.bundan kürdü de türkü de azade değil.kurumları yöneten de insan olduğuna göre neden bu kadar kesin konuşuyorsunuz?yani benim milletim,”benim devletim kötülük yapmaz,yapamaz” demekle yanlışları aklamak mümkün değil.kötülük her nereden geliyorsa,yapmamız gereken buna karşı çıkmaktır.
ama yok söylenenler birer iftira diyorsanız bence siz bunun aksini bir ispatlayın da sizden dinleyelim.yalnız öyle duygusal faraziyeler üzerine kurulan tahminlerle olmaması kaydıyla.
Yazan:denis Tarih: May 10, 2010 | Reply
Hitler rejimi yıkılıp da toplama kampları fotoğrafları gazetelerde yayınlanmaya başladığında bütün almanlar bizim haberimiz yoktu diyorlardı. Yıllarca almanlar bütün suçu 3-5 nazi subayına yükleyerek vicdanlarını akladılar. oysa herkes biliyordu malları müsadere edilip evlerinden mahallelerinden sürülen yahudilere nasıl muamele edildiğini. bütün almanlar biliyorlardı. o zaman internette yoktu. nazi basını tc basınından daha sansürcüydü. ama gazetelerin yazmaması bahane olamazdı. türkiyedeyse bu olayları haber veren gazete ve dergiler hep vardı. ama türk halkı onların sesini duymak istemedi. sokaktaki adamın hiçbirşeyden haberi yoktu demişsiniz. 84’ten bugüne kaç türk genci bölgede askerlik yaptı. olaylara şahit oldu. kürtlere kurşun sıktı… yüzbinlerce olsa gerek. ankaradan kalkıp diyarbakıra gideceksin. 18 ay savaşa katılacaksın. döndüğünde kürt halkının çektiklerini değil kendi kahramanlık hikayelerini anlatacaksın. türk halkı diyarbakır cezaevini bilmiyor muydu. 17 bin faili meçhulü bilmiyor muydu. 3 bin köyün boşaltıldığını bilmiyor muydu. köylülere yapılan zulümleri, tecavüzleri bilmiyor muydu. yapmayın lütfen.. “mehmedin kitabı”nda mülakat yapılan bütün askerler aslında ne olduğunu biliyorlardı. vura kıra pkkyi bitirirsek kürtlüğü de bitiririz diye düşündükleri için ordunun zaferini bekliyorlardı.
kürt halkı bugün ne istiyor. ana dilde eğitim, anayasal güvence, yerel yönetim, kimliğinin kabul edilmesi. şimdi bunları referanduma götürseniz, yüzde 80-90 hayır çıkar. oysa diyarbakırda referanduma götürseniz yüzde 99 evet çıkar. kürtlerin hakkını vermeye gelince yine evet diyen kürtler olur çünkü. türk halkı hala karşı. birlikte yaşamak adına yapılması gereken bence türke türk propagandası yaparak olmaz. türklerin bu gerçeklerle yüzleşmesi ve samimi pişmanlık göstermesi gerekir.
türkiyede siyasetçiler ve türk kamuoyu ne zaman kürtlerin sesine kulak vermeye başladı biliyormusunuz. 5 temmuz 2003 gününden itibaren. o güne kadar türk kamuoyu güney kürdistanı arkabahçeleri gibi görüyorlardı. istedikleri gibi at oynatıp yıllardır yaptıkları gibi kürt liderleri parmaklarında oynatmaya alışmışlardı. ne zaman anladılar ki kürtleri amerika onlara yedirmeyecek, o günden sonra kürt önderleri adam yerine konmaya başladı. ne tesadüf!
ileride ne zaman israil askerinin başına çuval geçirilir o zaman israil halkı da bu politikaları destek olmanın çıkar yol olmadığını anlar. zaten amerikanın desteği yüzünden azıttıkça azıtıyorlar. alman türk yahudi..zulme tepkileri düşündüğünüz kadar büyük fark arzetmiyor maalesef.
Yazan:özlem Tarih: May 10, 2010 | Reply
Denis elbette 16-17 yaşlarında çocukların dahi dağlara gerilla olarak sürülebilmesi için”karşı” tarafın da olabildiğince kirli ve kötü gözükmesi gerekir. (bana inanmayanlar Evrim alataş ın romanını okuyabilirler. Tamamı ile kendi aile hikayezsidir ve hiç eleştirisiz yazılmıştır) Sıkıyönetim altında ve belli şartlar içerisinde otoriter bir devletin zulmünü elbette belli bir süre saklayabilrsiniz. Almanya örneğini verdiniz. Almanya holocaust’un yanı sıra işgalci bir devletti. Bilemiyorum kampları o dönemde duymayan insanlar elbette olabilir. zaten Yahudilerin toplanıp götürülmesi 1942 den sonra holocaust a dönüştü. ondan önce tehcir ve israile göç ettirmek şeklindeydi. Ama işgali duymayan kimse olamaz. Rusya’da 20 milyon insanın can verdiği bir savaşta elbette halk en azından savaşın bu cephesinden haberdardır.
Bu yüzden de Almanya ya şu anda israil in durumu benzer diyorum.
Peki herşey bir tarafa bu forumu takip eden dostlarımız konuşsunlar 90 ların başında yakılan köylerden, diyarbakır cezaevlerinden, işkence edilen köylülerden ne kadar haberdardılar. Benim için de ilginç bir deneyim olur. herkes ne kadar haberdar olduğunu ve sustu ya da devlete hak verdiyse neden verdiğini söylesin.Küçük bir anket olsun. Bakalım kötülüğün sıradanlığı ile mi karşı karşıyayız, bilgisizlikle mi yoksa işgalci bir halk ile mi gerçekten. Ben o dönemde güneydoğuya giden insanlar biliyorum. sadece “teröristler” ile savaştıklarını biliyorlar. başka bir şey bilmiyorlar. bildikleri de kimine aklını kaçırtıyor kimseye anlatamıyorlar. çünkü orada belki de artık ortak olunmuş bir suç var ve haklı olduklarına inanmak zorundalar. Onlar sadece emirlere uyduklarını düşünüyorlar. Kimseye karşıdaki teröristlere saldır denilirken biz de onların köylerini yaktıydık denmiyor maalesef. Ama bugün için bu bir savunma değil elbette artık çoğu insan biliyor bilme imkanına sahip. Sizce bu gerçekten Amerikanın yürü ya kulum demesi midir. Kürtleri 2003 te yedirmemeye karar veren Amerika 2003 e kadar neredeymiş. Halepçe’de kürtler kimin maşası ile katledilmiş. bir halkın kendi iç dinamiklerini bir başka ülkenin iki dudağı arasında sanmak bana çok kolaycı bir yorum tarzı geliyor.
Peki belki biraz provakatif bir soru. Bir tanıdığımın yakınları PKK nın eruh baskınında
katledilmiş.. 26 kişiydi sanirim yanlış hatırlamıyorsam. içlerinde bebekler de varmış. Sizce bunu yapan insanlar yaparken ne düşünüyorlardı?
bu arada benim hatırladığım en son anayasal güvence hakkında hayati bir adıma kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden bir parti hayır dedi. Keşke hayat verdiğiniz rakamlardaki kadar basit olsa.
Yazan:denis Tarih: May 10, 2010 | Reply
özlem hanım. köy boşaltmalarla ilgili haberler hürriyet ve sabah gibi gazetelerde bile yayınlandı. mehmet ağar içişleri bakanıyken bunları savundu. bir milyondan fazla insan köyünden toprağından edilirken kimsenin haberdar olmaması gibi birşey söz konusu olabilir mi. “Onlar sadece emirlere uyduklarını düşünüyorlar” işte kötülüğün sıradanlığı dediğiniz şey de bu. 2003’e kadar amerika nerdeydi bilmiyorum ama şu anda türk ordusununn girip kürdistanı yoketmemiş olmasının tek nedeni abd. bunu tüm dünya gibi kürtlerde görüyor. kürtlerin anayasa değişikliklerinde destek vermesi istenirse anayasa değişiklik paketine kürtlerin de talepleri konmalıdır. bu işin çözümü gerçekten de bu kadar basittir. geçen gece tvde altan tan vardı. “bekle ben başkan olayım, kardeşim başbakan olsun, yeğenim de bakan olsun. diye diye kürtlerin taleplerini erteleyemezsiniz” şeklinde konuştu. altan tan kürtlerin hissiyatını çok güzel ifade etti.
türkiyenin iç dinamikleri abdnin iki dudağı arasında değil. ama türkiyenin kürt politikasında değişim arayışları tcye abdnin destek olmaktan vazgeçmeye başlamasıyla aynı zamana denk geliyor. gel de ismail beşikçiye kız!
eruh baskınında bir asker öldürüldü diye hatırlıyorum. sizin bahsettiğiniz başka bir hadise olabilir.
kürtlerle türkler birada yaşayabilir. ama eşit koşullarda. erdoğan 2008 yerel seçimlerinde hakkariye gelip “tek bayrak tek millet tek vatan diyoruz. buna karşı çıkanın türkiyede yeri yok. buyursun istediği yere gitsin” diye nutuk atmadı mı? 90 yılık dayatmacı türklük anlayışını savudmadı mı? şimdi bu açılımlarda ne kadar samimi? kürtlerin taleplerinin de olduğu bir anayasa paketi önümüze gelene kadar atılan adımlar yöre halkı tarafından bdpyi kürdistanda tasfiye planının bir parçası olarak anlaşılmaktadır. hükümet kürtleri kazanmak istiyorsa taleplerine kulak vermelidir. vermezlerse dönüp de türklere söylenmekle ellerine birşey geçmez.
Yazan:özlem Tarih: May 10, 2010 | Reply
Denis arkadaşım Siirtli bir kürt. Mekan eruh olarak aklımda kalmış ama emin değilim. Yalnız konu ile ilgili yazdığı bir mailinde aynen şöyle söylüyor. İsterseniz sorup tekrar teyit edebilirim neresi olduğunu. Ve bu arkadaş kesinlikle devletçi korucu vs. de değil.Mailin içinden sadece kısa bir cümle. kastedilen pkkdır.
Benim çevremde hiçkimse o dönem bu olaylardan haberdar değildi. Ama hiç kimse. Dediğim gibi ben İHD nin bültenlerinden öğrenmiştim bazı şeyleri ama bu kadarını gene değil.
Gerçekten ben de merak ediyorum. Sokaktaki adamın ne kadar haberdar olduğunu kötülüğün sıradanlığı mıdır bu? Keşke bizim dışımızdaki insanlardan yaşları müsait olup çok da taraf olmayanlar o dönemlerde bu olayları ne kadar bildiklerine tepki ya da tepkisizliklerine dair konuya katılıp birbirimizi anlamamıza yardımcı olsalar. BDP nin son tavrı hakkında da size katılmıyorum burada daha derin daha acı bir siyaset hissediyorum ancak ne yazık ki 8. maddede olan oldu. Çok da tartıştık konuştuk. Belki ileriye bakmak lazım.
Bu arada İsrail Gazzeye gitmek üzere (yardım gönderme ve ambargoyu kırma amaçlı) 9 gemiyi kendi karasularına girmediği halde gelirlerse vuracağını açıklamış. 🙁
Biraz Mehmet beye pas atayım o da benim yaşlarımda. Mehmet bey siz o dönemde neler olup bittiğini biliyor muydunuz. Köy yakmaları diyarbakır cezaevini vs. vs. ne zaman öğrendiniz. Çevrenizdeki insanlar biliyor muydu? Bilenler susuyor muydu? Evet 90 ları erişkin olarak yaşayan arkadaşlar neler düşünüyorsunuz?
Yazan:özlem Tarih: May 11, 2010 | Reply
bu baskın olmalı. Kılıçkaya Eruh’a bağlıymış:(
20 Ağustos 1987
Siirt, Kılıçkaya köyü katliamı. (14 Çocuk, 10 Erkek, Toplam 24 kişi)
Yazan:MY Tarih: May 11, 2010 | Reply
“Biraz Mehmet beye pas atayım o da benim yaşlarımda. Mehmet bey siz o dönemde neler olup bittiğini biliyor muydunuz. Köy yakmaları diyarbakır cezaevini vs. vs. ne zaman öğrendiniz. Çevrenizdeki insanlar biliyor muydu? Bilenler susuyor muydu? Evet 90 ları erişkin olarak yaşayan arkadaşlar neler düşünüyorsunuz?”
Özlem Hanim Selam,
Ben 1970 dogumluyum. PKK ile ilgili haberler ilk geldiginde Kürt denen bir “şeyin” var oldugunu bilmiyorduk. Kürtler inşaatlarda çalisan, cahil ve kaba saba insanlardi bizim gözümüzde. Istanbul’da bagdat caddesinde büyüdüm. Halen %30 veya %40 CHP’ye oy verirler bizim oralarda.
Evet, Kürtçe ilk duydugumda çok sasirdim. insaat işçileriydi. Biz sokakta oynuyorduk. Türkçeleri çok kötüydü. Muş veya öyle bir şehirden geliyorlardi. Nasil olur da Türkiye’den olan birisi bu kadar az Türkçe bilebilirdi?
Köy yakma haberleri, iskence vb ilk bizim kulagimiza geldiginde ben inanmadim. Türk ordusuna, Türk devletine yakistiramiyordum böyle bir seyi. Dis güçlerin propagandasi dedim.
Seneler geçti böyle. simdi bizim siteye gelip bana “bölücü, Kürt müsün?” dedikten sonra ana avrat küfür edenlerin IP adreslerine bakiyorum, bir kismi bizim oradan 🙂
Baba tarafimdan Balikesirli oldugum için ailemizden doguya giden çok oldu. ölen ve yaralanan. “şehit” demiyorum çünkü bu ALLAH’in verecegi bir paye, kendimi yetkili hissetmiyorum bu konuda.
Delirenler gördüm. “çocuk öldürdük” diye anlatti bazi arkadaslarim. Ispartali bir arkadasim vardi, kardesim gibi severdim. Bir köye girmisler, normalde yere konan agir makineli tüfekleri omuzlarinda tasiyorlarmis. Köy meydaninda inekler, tavuklar, yasli, çoluk, çocuk… bir yerden ates edilmis bizimkilere. Öyle büyük bir korku içindeler ki gözlerini yumup tetige basmislar. Tam bir cinnet hali. Meydanda canli kalmamis. sonra çildirdi bu çocuk. kimseyle konusmadi aylarca. babasi evlendirdi. is yeri açti. simdi ne oldu bilmiyorum.
Ben böyle yavas yavas anladim PKK’ya karsi verilen mücadelenin aslinda pis bir “savas” oldugunu. Yine de yillarca reddetmeye çalistim. Sonra inandim ama saklanmasi gerekir dedim. istisnadir, devlet mecburen yapmistir dedim. çok mücadele etttim kendimle.
Bagdat caddesinde büyüyen çocuklarin önemli bir kismi yabanci kolejlere gider. St Michel mezunu, çok iyi fransizca bilen bir arkadas vardi. Telsizciydi. PKK’yi dinliyorlarmis. Kürtçe bilmiyorsun, ne halt ediyorsun dedim. Emirler, koordinasyon fransizca dedi. Temiz, düzgün, fransiz fransizcasi. Neden? Bir fransiz kadin sabahtan aksama kadar Apo’ya küfür ediyormis. Kimdir o? Sene çillerin basbakan oldugu, terör ya bitecek, ya da bitecek dedigi yillar.
Mersinli bir arkadasim askerden döndügünde disleri yoktu. Komutanlar cesaret vermek için esrar içmeye zorluyorlarmis. Esrar disleri döküyormus.
Bütün bunlar ve anlatmadigim bir çok sey neticesinde uyandim. eski yillarimi hatirladigimda utaniyorum. çünkü kulaklarimi tikadim ve bildiklerimi bir araya getirip sonuç çikarmaktan korktum.
israilliler de ayni seyi yapiyor bugün.
Israillilerin büyük kismi “evet, bazi filistinlilere yazik oluyor ama bu yapilmazsa bizi öldürecekler vs vs” zirvalarla kendilerini uyutuyor. Almanlar da yillarca kendilerine yalan söylediler, yahudilere yapilan eziyetleri biliyorlardi.
Benim gibi bir Türk’ün devletini, ordusunu elestirmesi kolay degil. çok gurur duymak üzere yetistirildik. Ancak yurt disinda yasiyorum neredeyse 20 sene oldu. Terör ve anti-Terör konularinda çok kitap okudum. degisik ülkelerden insanlarla çalisiyorum her gün. Etnik, dini farklarin neye ne kadar etkili oldugunu Türkiye’deki Türklerden daha iyi biliyorum sanirim.
PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?isimli bir yazi yazdim. duygusal degil. çok teknik. Bunu okursaniz Israil-Türkiye benzetmesi konusunda ciddi biçimde yanildiginizi göreceksiniz.
Sizi ve yazilarinizi çok seviyorum, biliyorsunuz. ama dürüstçe söylemeliyim ki bu konuda bence çok yaniliyorsunuz. Türkiye ne yazik ki Israil kadar alçaldi. Tabi ölenleri sayabilrsiniz, iskence metodu vb farklidir. Ama özünde kemalizm ve siyonizm çok benziyor.
Türk ve Israil halklarinin vicdanlarini uyutmak için kullanilan yöntemler de çok benziyor.
Filistinlilere üzüntümden ve çaresizlikten agliyorum. Kürtlere ise utanç ve suçluluk duygusuyla agliyorum 🙁
konusmakta çok geç kaldik. Bari bizden sonra gelenler konssun, bu zulümdür. Hem filistinde hem de güney doguda Kürtlere yapilan zulümdür. Bence zulümün azi çogu, yahudisi, muslumani olmaz.
Haa çözümler farkli midir? Sanirim. Filistin’de iki devlet ya da federal bir yapi lazim. Türkiye ise demokratik olursa mesele biter. Federasyona ne lüzum var ne de imkân. Israil ve TC Ayni sey degil. Burada fark var.
Yazan:MY Tarih: May 11, 2010 | Reply
unutmadan söyleyeyim, sanirim 2003’te diyarbakir 5 nolu askeri cezaevindeki iskenceler konusunda Radikal gazetesinde çok detayli haberler çikti. Aslinda hepimiz biliyorduk. Ama bu igrençlikleri görmezden geliyorduk. çünkü Israil’e lanet okumak Türk ordusunu elestirmekten daha kolaydi. ikincisini yapacak cesaretimiz yoktu.
Buyrun bir basin günlügü. Basligi bile yeter!
Artık “bilmiyordum” diyemezsin…
Yazan:MY Tarih: May 11, 2010 | Reply
1993’te Tayfun Talipoglu (ki sanirim atatürkçü) incecik bir kitap yayinladi. “Benim yolum” adinda.
Sirnak’ta devletin nasil cinayet isledigini anlatiyor. Bu kitaptan alintilar olan su yaziyi mutlaka okuyun:
http://www.derindusunce.org/2008/04/02/bu-pkkya-adam-yazmaktir/
Hepimiz biliyorduk gerçekleri.
Ama kolay mi bir insan “benim annem orospuydu” diyebilir mi? biz de ordumuz zalimdir diyemedik. hepsi bu. Israilliler de diyemiyor zaten. Gelin Fransizlarla konusun mesela Cezayir’in isgalini. çogu kabul etmez zulüm yaptiklarini. Oysa ikinci dünya savasi sonrasiydi. Fransa nazi isgalinden ve zulmünden kurtulmustu. Bir yandan madagaskar’da ve Vietnam’da bagimsizlik isteyen halklari katletti. Diger yanda cezayirlileri.
Tarlalarini yakti. Milyonlarca insan açliktan öldü.
Buyurun burada fotograflar da var; boynuna yular geçirilen zavalli insanlar
Müslümanın afyonu: Yahudi nefreti http://www.derindusunce.org/2009/01/22/muslumanin-afyonu-yahudi-nefreti-bolum-ii/
Yazan:durhat Tarih: May 11, 2010 | Reply
denis müstearıyla yazan katılımcı arkadaşın görüşlerine katılıyorum.hükümetin “açılım”adı altında başlattığı program bu anlamda daha derin tahlil edilmelidir.zira bu program kulağa hoş gelmekle beraber ne yazıkki söylem olmaktan öteye geçmedi.
tabii bunun çok yönlü nedenleri var.bir kere hükümet bu konuda tam kararlı değil.ayrıca kalıcı bir çözüm noktasında yeterli iradeye de sahip değil.ki bu karasızlığın da başlıca nedeni karar verici iradeye sahip olamayışı.tabii samimiyet konusunda da ciddi kuşkulara neden oluyor bu ikircikli tutum.fakat hükümet cephesinde yaşanan bu bocalamanın sadece samimiyetsizlik ile açıklanması yeterli değil bence.bir kere bırakınız kürt sorunu gibi “hassas”bir sorunu,bugünkü iktidar dengeleri,meclis gibi en üst yapının kanun yapma yetkisini sınırlandırmıştır.ne zaman bir kanun değişikliği yapılsa yargı engeline takılıyor,daha mecliste taslak/teklif aşamasında görüşülürken chp anayasadan nasıl iptal edileceğinin plan ve hesaplarıyla meşgul.kısacası,bir yandan askeri vesayet ve onun sivil ayağı olan yargı,diğer yandan siyasi kanatta chp gibi statüko yanlısı partiler ile bu ortaklığı pekiştiren medya uzantıları hesaba katılınca hükümetin işi hiç de sanıldığı gibi kolay değil.dolayısıyla sıradan bir kanun değişikliğnde bile onca engele takılıp zorlanan bir hükümetten kürt sorunu nihai çözüme kavuşturmasını beklemek fazla hayalcilik olur.özetlemek gerekirse varololan iktidar dengelerine endeksli siyasal yapı kalıcı ve eşitlikçi bir çözüm potansiyeline sahip görünmüyor.
buraya kadar olan kısmı siyasal atmoferin hükümet üzerinde yarattığı baskıyla ilgiliydi.bir ralite diyelim.ancak bütün bunlar hükümetin bu konuda samimi olduğu anlamına gelmiyor.belki başarısızlık konusunda önemli etken sayılabilir,fakat açılımın tıkanma noktasına gelmesinde tek belirleyici faktör değildir.denis arkaşımızın da değindiği gibi samimiyet konusunda ciddi kuşkulara neden olabilecek pek çok nokta var.en başta,sorunun daha yoğun olarak gündeme taşınması”zamanlama”açısında tesadüf değildir.hadi buna da uluslar arası konjönktüre bağlayalım.malum,küreselleşme dediğimiz olgu beraberinde bu oluşuma uyumlu/paralel bir diplomasiyi zorunlu(veya gerekli)kılabiliyor.açık söylemek gerekirse abd’nin izin ve desteği alınmadan-söylemde kalsa bile-bugünkü yoğunlukta gündeme taşınmayabilirdi.zira üzerinden çok da uzun bir süre geçmeyen Şemdin’li vakası bu kuşkuların hiç de yersiz olmadığının ip uçlarını veriyor.öyle ya akp bu kadar demokrasi sevdalısıydı da,suçüstü yakalanan faillerin(iyi çocuklar)davası bir gecede sivil mahkemeden askeri mahkemeye nasıl devredildi?bu süreçten sonra da serbet bırakıldılar ve olan davayı araştıran savcı Ferhat Sarıkaya’ya oldu…görevden ihraç edildi.kimin tarafından?bugün hükümetle kıyasıya kurumlar arası yetki savaşlarına giren hsyk tarafından!peki demokrasi havarisi hükümetimiz o zaman neredeydi?o dönem bu yetki hiyerarşisi üzerinde neden durulmadı?neden hiç sorun olmadı?nedeni belli:zerre kadar önemsenmedi çünkü mağdur kendileri değil kürtlerdi ve bu da pek demokrasi alanına girmiyordu.ta ki bu siniklik,bu aymazlık bumerang gibi kendilerini vurana dek de hükümetten tıs çıkmadı.dolayısıyla ergenekon soruşturmsının başlangıç miladı da zamanlama açısından dikkate değerdir.kapatma davasıyla “dalgaların”peşi sıra sökün etmesi elbette tesadüf değil.hadi bunu da zamanın neresinden dönülürse kardır diyerek kabul edelim ya da siyaset geleneğimizin garip cilvelerine verelim.fakat hükümetin kürt sorunu konusundaki bozuk demokrasi sicili bunlarla da sınırlı değil.hakkaride başbakan tarafından “ya sev ya terket”anlamındaki çıkışına ne diyeceğiz?tarafın sansasyon yaratan haberlerine karşın birden ordu safına geçmesine ne diyeceğiz?”tmk mağduru çocuklara ne diyeceğiz-zaten kadın,çocuk ayrımı olmayacak diye bizzat erdoğan’ın kendisi talimat vermemiş miydi?bugün yaşanan pek çok linç girişimini yine erdoğan cesaretlendirmemiş miydi?pompalı tüfek saldırısı,izmir’de dtp konvoyuna saldırı olaylarını hatırlayalım,açılım diye yola çıkan bir başbakana yakışır mıydı?samimiyet bunun neresinde?başbakanın dtp’yi parti ismiyle telaffuz etmesi bile epi topu belki bir yılı bulmamıştır.kürt halkının iradesine saygı nerede kaldı?cemil çiçeğin seçim sonrası sarfettiği şövenist demeç belleklerdedir hala ama sn.çiçek bugün koltuğundadır ve muhtemelen daha üst makamlara terfi edecektir.
onun için açılımın eşit vatandaşlık temelinde bir çözüm için amaçlandığını söylemek bugünkü için oldukça zorlama bir iyimserlik olur bence.
Yazan:özlem Tarih: May 11, 2010 | Reply
Mehmet Bey sizin benim gibi insanlar kitapların basının internetin içerisinde yaşıyor. Dolayısı ile “biliyor”. Gerçe benim sizin anlattıklarınızdan anladığım sizin bile olayları olduğu 1993 döneminde öğrenmediğiniz tedricen aşama aşama öğrendiğiniz. Farklı olarak ben bir de mütevazi bir mahallede konu komşu, pazar sokak içerisinde de yaşıyorum. Ve hala iddia ediyorum şu anda bile sokaktaki Ahmet efendinin, komşu Necla hanımın olayların boyutundan haberi yoktur. Allah razı olzsun birileri bir televizyon dizisi çekmiş diyarbakır cezaevini anlatmış da oradan biliyorsa biliyor şimdi insanlar. Siz bu halkın beslenme ve silgi kaynaklarının başında
kitap ve radikal gazetesi gibi gazeteler olduğunu sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Benim de arkadaşımın oğlu askerde delirdi, tanıdıklarım döndüğünde bunalıma girdi. Hiçbiri de nedeni ni nasılını anlatmadı. Hala aileleri bilmiyor. Uyduruk uyduruk şeyler söylüyorlar. İnsanlar çıkıp da öyle sizin arkadaşınız gibi ben orada adam vurdum çocuk vurdum ondan delirdim demiyor:(
Burada sap ile saman karışıyor sanki:
Ben otoriter devlet zulmetmez demiyorum gayet güzel zulmeder. Gulaglarda ölen insan sayısı hiç de az değildir. Ancak otoriter devletin cinayetlerini saklamak bir süre daha kolaydır. İşgal gibi değildir. Bir ülkeye savaş açtığınızda bunu o gün herkes öğrenir. Ama köyleri yaktığınızda bunu bir süre saklarsınız. Sonra propoganda silahları devreye girer. Sonra iş işten zaten geçmiştir ve bir kısım insan için kötülük sıradanlaşmaya başlar.
Yine de siz israil halkı ile Türkiye halkını kıyas ediyorsanız bu konuda ya İsrail deki ortamı hiç tanımıyorsunuz demektir ya da bazı gerçekleri göz ardı etmek çok kolay geliyor demektir. Tekrar söylüyorum. Bu ülkede 95 yıldır vesayet rejimi altında yaşayan halkların alttan alta bu rejimden kurtulmak için bir mücadelesi var. Bilmem kaç darbe geçirmiş bir ülkede, Başbakan ve bakanların idam edildiği bir ülkede insanlar hala mücadele ediyor. Bugün Levent Ersözler yargılanıyor bu ülkede. Çünkü bunu zorlayan bir irade var. Bu irade ise basitçe Amerika öyle istedi ile açıklanabilecek bir şey değil. Otoriter devletleri yönetmek Amerika açısından her zaman için daha kolaydır. Bakınız Irak’a müdahale için tezkere geçemedi meclisten.
İsrail’de ise Gazze gibi kanlı bir vahşeti %90 destekleyen bir halk var. İsrail’in Filistinlilere yaptıkları ile mücadele edebilecek hiçbir ciddi muhalefet siyasi mekanizma mevcut değil. Sadece bir kaç STK.Bu Yahudilerin ırksal kötülüğü ile değil bana kalırsa tamamen ırkçılık ile karışık bir işgal siyaseti ile ilgili. Bu ülkede beraber yaşayan insanların upuzun bir imparatorluk geçmişi var. Bu gözardı edilebilir bir şey değil. Ve benim bildiğim kadarı ile 1850 li yıllara kadar hiçbir zaman Kürt aşiretlerine siyaseten idam cezası verilmemiş. Bu Osmanlı zulmetmemiş anlamında bir karşı çıkış değil ama Osmanlı nın ulus devlet derdi olmamış. Biz geçmişimizde bu doğal birlikteliği yaşamışışız. Ulus devlet hastalığı bizi koparsa da bu tecrübeden gelen insanlarız. 1948 de bir ülkeye akın akın getirilip işgalle Filistin halkının evlerine yerleştirilmiş insanlar değiliz. Bence iki ülke ve iki halk arasında bu kadar kestirmeci bir yaklaşım kurmak biraz da antisemitizm endişesinden ileri geliyor. Ekserisi müslüman olan bir kısım insan İsrail devletinin meşruiyeti hakkında sesini yükselttikçe bazı insanlar 2. dünya savaşını ağır bir şekilde yaşayan bir halk adına endişeye kapılıyor.
Bu İsrail türkiye analojisinin çok iyi niyetle kurulduğunu biliyorum. Ama kusura bakmayın ben bu analojinin PKK nın dağa gerilla çekerken kullandığı bir yöntem olduğunu ve sadece onun işine yaradığını düşünüyorum.Evrim Alataş’ın kitabını okumanızı tavsiye ederim(her dağın gölgesi denize düşer) eğer 16-17 yaşındaki çocukları okul sıralarından alıp dağlara götürecekseniz onlar için gerçekten güçlü söylemleriniz olmalı. Adam öldürmek ve her gün öldürülme korkusu altında yaşamak normal şertlarda çok zor bir iştir çünkü. Onlar için artık ötekinin gerçekten öteki olduğuna senin acılarına karşı hiçbir duygu ve hassasiyet beslemediğine varolan sistem içinde hiçbir demokratik mücadele şansı kalmadığına inandırmalısınız. Türkiye nin israil gibi olduğuna. Peki öyle mi gerçekten? İsrail de sayısız insanı katleden bir sıradan askere ceza veremezsiniz. Bugün türkiye’de Jitem in başı hapiste. İsrail’de Gazze’deki bir adamın değil israil siyasetine müdahale edebilme şansı ömrü boyunca burnunu gazzeden çıkarma şansı yoktur. bugün tüm olumsuz şartlara rağmen BDP gibi PKK ile ilintili bir parti mecliste. Bence bu analojileri kurarken zulmün her ülkede olabilecek sıradan görüntüsüne bakmayın. Neyin ne amaçla kullanıldığına bakın. türkiye’nin İsrail gibi olması türk halkının da İsrail halkı gibi duyarsız olması gerekiyor ki insanlar varolma mücadelesini sadece gerilla savaşı ile sürdürülebileceğine inansınlar.
Yazan:özlem Tarih: May 11, 2010 | Reply
Bu konuda size katılıyorum.
siyonizm ile kemalizm birbirine benziyor konusunda ise çok az katılıyorum. Karşılaştırmalı siyaset okuyan bir arkadaşım bu benzetmeler yapılırken illa her yönüyle bire bir benzemesi gerekmez demiş beni eleştirirken. Doğrudur. Ama siyonizm ile kemalizm belki ikisi de modernlik ve milliyetçilik çatısı altında birbirine benzer. ama çok büyük farkları da vardır. hem de çok büyük. ki bunu da siz de taktir ediyorsunuz ki sanırım İsrail için iki devletli bir yapı Türkiye için ise otoriter rejimin tasfiyesi çözümünü önermişsiniz.Ama şunu unutmayın eğer kürt halkı gerçekten türk halkı nın israil halkı gibi olduğuna inanırsa artık bu çözüme kimseyi inandıramazsınızz. Orada tek çare savaş ve ayrı devlet kurmaktır.Bir arada yaşama şansı kalmamış demektir. ki bu israil de yok gerçekten. Peki türkiye’de?
Yazan:MY Tarih: May 11, 2010 | Reply
Özlem Hanim,
Devlet Teröründen bahsettikçe söylenenlerin PKK’ya hizmet etmesi söz konusu. Bunu söylemissiniz sanirim. Ve haklisiniz.
Ve burada iki ucu da çikmaz sokak olan biryerdeyiz. Susar isek Devlet Terörüne, konusursak PKK’ya hizmet ediyoruz. Bu tipki zorla korucu yapilan Kürtlerin durumu gibi. Ya Ergenekon’a ya da PKK’ya hizmet etmek. Okuduysaniz Tayfun Talipoglu da bunu anlatiyor yukarida link verdigim yazida (BU PKK’ya ADAM YAZMAKTIR)
Susalim mi ? konusalim mi?
Asagida ikinci bir noktaya girecegim ve yanit kendiliginden çikacak ortaya.
Diyorsunuz ki Israil’in tarihindeki bir fark var. Israillilerin çogunun (?tamaminin) gemilerle Avrupa’dan, Rusya’dan tasindigini anlatmissiniz. Türkiye buna göre farkli demissiniz.
Tam olarak degil. Toprak kaybeden osmanlinin balkan, kuzey afrika, kafkasya ve ortadogudaki türklesmis tebasi (çerkesler, arnavutlar, vb) Anadolu’ya akin ettiler. 1800’lere kadar Osmanli nereseyse %40 hristiyan bir devlet.
Bu tarihlerde Anadolu’da Ermeniler, Rumlar ve diger Türk olmayan unsurlar çok. Ama büyük toprak kayiplari neticesinde bir çok Türk olmayan Müslüman anadoluya kaçiyor. Ve Islam konsantrasyonu çikiyor ortaya. Zaten Pan-Islamizm de o yillarda beliriyor. Osmanlida o zamana kadar Islam kimligi bu kadar ön planda degil.
Yani Alman ve Rus zulmünden kaçan yahudiler gibi Rus, Bulgar, Ingiliz, Fransiz zulmünden kaçan Müslümanlar da Anadoluya geliyor. Anti-Rum, Anti-Ermeni akimlarin güçlenmesi bir raslanti mi sizce?
Simdi Israil, Türkiye veya ABD degisik argümanlarla bir isgal devleti olarak gösterilebilir. Ya da savunursunuz. Farklarin üzerinde israr edersiniz.
Ne önemi var?
Mesela ABD kuzey amerikayi terk edebilir mi? Ama kizilderiliere adil davranablir. Bu o devletin ödevi.
Israil ve Türkiye’nin de benzedigi nokta zulme kapi açmis olmalari. Zulüm bir devletin mesrulugunu ortadan kaldirir. Ister isgalci olsun, ister olmsin. Ister etnik olarak yakinlik olsun ister olmasin. Zaten Peygamberimiz (SAV) mealen “dinsiz bir devlet ayakta kalabilir ama adaletsiz kalamaz” demis degil mi?
Farz edelim ki Türkler Anadolu’da Kürtlerden ve herkesten daha eski olsun. Ne fark eder? TC adil bir devlet olmadigi sürece uygulamada yani gerçek hayatta Kürtlerin gözünde mesru olmayacak. ALLAH’in nezdinde de olmayacak.
Israil’e gelelim. Bize belki çok sempatik gelmeyecek ama farz edelim ki Israil hakikaten demokratiklesti. Filistinli Müslüman Araplara mükemmel bir yasam sagladi. Adil bir devlete bence hemen bütün Filistinliler itaat edeceklerdir.
Kim eski, kim isgalci bunlar unutulacaktir. Bunun için diyorum ki çok derin temel prensiplere, tarihe, teolojiye veya siyaset bilmine sarilmadan bakalim. Adil devletler mesrudur. Zalim devletler degildir.
Ne yazik ki bu çok önemli ilke isiginda TC ve Israil benziyor. Ama TC düzelme ihtimali yüksek. Hemen olmuyor. Geri kayiyor bazen. Dua edelim. çabalayalim. Israil’in ise bir gün adil bir devlet olma ihtimali çok düsük. Bu da bence en büyük fark iki devlet arasinda.
Ama Israil halkinin vicdaninin uyumasiyla Türk halkinin vicdaninin uyumasi ortak. Bu da her birimizi suçlu/sorumlu yapiyor.
Ben o yillarda (1990) tahsilimle mesguldüm. Staaj vb is buldum. Evlendim. Ayni anda nüfus kagidimi veren ülkenin memurlari Askeri bir cezaevinde yine ayni ülkenin vatandaslarina iskence yaptilar. Böyle görüyorum ben bu meseleyi.
Biz susar isek Kürt kardeslerimiz onlari önemsemedigimizi sanir. Oysa tam tersi 🙂
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 11, 2010 | Reply
Özlem hanım tekrar merhabalar,
Yorumlar ve yorumlara verdiğiniz yanıtlar okununca aslında tartışmanın ana ekseni daha bir netlik kazanıyor.Daha doğrusu yazınızda amaçladığınız ana fikir de biraz daha anlaşılmış oluyor.
Bu yorumumla,gözlemlediğim bir kaç noktaya değinmek istiyorum.
Birincisi şu:Siz yazınızda Türkiye ile İsrail arasında analoji kurulmasının yanlış olduğuna dikkat çekmişseniz.Ancak,bu görüşünüz daha çok Türkiye’nin dünü ve bugünü arasında gözlemlediğiniz “yönetim farklılıkları” üzerinde yoğunlaşmış görünüyor.Bir başka ifadeyle,Türkiye İsrail benzerliğinden ziyade son bir kaç yıllık dönem ile 12 Eylül’ün bir karşılaştırması var ve dolayısıyla aslında tam da bu dönemlerin “benzer olamayacağı”görüşü hakim olmuş.Buradan bakınca elbette haklılık payı yok değil.12 Eylül bir yana,Cumhuriyet tarihinden günümüze kronolojik bir seyir izlendiğinde-yeterli veya değil-bir değişim yaşandığı doğrudur.Üstelik hakim ve otoriter zihniyetin direncine rağmen yaşanmıştır bu dönüşüm.Dolayısıyla Cumhuriyetin ilk yılları;İnkılablarla,İstiklal Mahkemeleriyle,tek partili sistemlerle geçmiştir bir müddet.Ardından çok partili döneme geçiş var.Bu süreçle beraber taşlar yerinden oynamaya başlamıştır.Zira sistem kendini yenileyegörsün artık iktidar savaşları,rejim buhranları kaçınılmazdır.Sonrası malum 40 yılını askeri darbelerle geçirmiş bir Türkiye var.12 Eylül bu iktidar hesaplaşmalarının bir halkasıdır sadece…Ama en acımasız,en kanlı halkası!
Şimdi izninizle bir paragraf açayım.Evet 12 Eylül’ün kanlı günlerini yaşamıyoruz.Tarihe geçmiş Diyarbakır işkencehanesi de yok.28 Şubat’a da direniliyor bir şekilde.Hepsi tamam.Zaten darbe dönemlerindeki sıkıyönetimlerle,OHAL’lerle yaşasaydık muhtemelen bugün bunları da konuşup yazamazdık.İyi de bütün anlaşmazlık da burada başlıyor.Sonuçta bugün yönetimde sivil idere var.Talep edilen şey demokrasi ise,insan hak ve özgürlükleri ise bunu neden daha baskıcı diktatörlüklerle kıyaslayarak bir “iyi hal” atfedelim.Neden?
Bakın,Mehmet bey’e siz İsrail’de neler olup bittiğini bilmiyor olabirsiniz demişsiniz.Peki ya bizde neler olup bittiğini gerçekten biliyor muyuz?İnsanlara kendi yurtlarında esir muamelesi yapılmasının nasıl bir duygu olduğunu gerçekten anlayabiliyor muyuz?Bu tutsaklık,bu esaret duygusu bambaşka bir şeydir!İnsanın bu duyguyla kuşatılması bazen hiç de esir kampları,toplama kampları gerektirmiyor olabilir.Ya o tarif edilmez dışlanmışlık hissi?Tank,top,dikenli tel,işkancehaneler olmadığında da insanın peşini bırakmaz,ta ki özgür olana kadar.Ve biz kürtler bu duygulardan kurtulacak kadar özgür olamadık henüz.
Türkiye’yi başka ülkelere benzetmekle belki çok şey kazanmayacağız.Bunu biliyorum.Ama siz de bu savunmadan vazgeçebilirsiniz.Zira bugün barış umutlarımızı tehlikeye sokan tek şey bu değil.
Yazan:özlem Tarih: May 11, 2010 | Reply
Tam olarak degil. Toprak kaybeden osmanlinin balkan, kuzey afrika, kafkasya ve ortadogudaki türklesmis tebasi (çerkesler, arnavutlar, vb) Anadolu’ya akin ettiler. 1800′lere kadar Osmanli nereseyse %40 hristiyan bir devlet.
Doğru fakat burada tartışılanın ulus devlet süreci ve kürtler ile aramızda olan konu olduğunu düşünüyorum. sürekli son yüzyıla atıf yapmam da bu yüzden. Yoksa tarihsel olara meseleyi o kadar derin alırsakYavuz’un mısır seferine kadar gidebiliriz ki o zaman gerçekten işgalci devlet tanımı cuk oturur. Yalnız bu defada hiçbir şeyin içinden çıkamayız gibime geliyor. 🙂 Hatta eleştirilerde bir yerde iki halkın kaderi illa benzetilecek ise bence Filistin Halkının kaderi ile Ermeni halkının kaderi daha çok benzer de demiştim zaten.
ben tam olarak böyle düşünmüyorum. Elbette konuşmalıyız bu yapılanları topluma alabildiğine anlatabilmek için tüm gücümüzü vermeliyiz. Az önce taksim de İzzet Şahin için yapılan eylem vardı. Oldukça kalabalıktı. Doğrusu hem sevindim hem mahsun oldum. Böyle bir kalabalığı niye mesela Ceylan için toplayamıyoruz diye düşündüm. Hala bu sorunun cevabını tam olarak bilemiyorum doğrusu. Ama bildiğim tek şey İsrail-Türkiye benzetmeleri gerçekten çok doğru değil ve söylemsel olarak yapıcı değil. Bence böyle.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 11, 2010 | Reply
Burası çok önemli.
Ve aksine işin içinden çıkmak için bence kaseti geri sardırmakta fayda var:)
Ha işler biraz karışacak,tabii kafamız da karışacak.Ama kafalar biraz karışmadan da bir sonuca varmak kolay değil.
Başa dönelim.Türkiye işgalcidir veya değildir.Bu ayrı bir konu.Olmadığını varsayalım.Peki biz “işgalciliği”mi tartışıyoruz yoksa insan topluluklarını farklı kimliklerinden ötürü çatıştıran dramların yarattığı tahribatları mı?
Konuya ilkini de dahil edip bunu konuşacaksak önümüze cevaplanması gereken bazı sorular çıkacak.Örneğin Yavuz döneminde Osmanlı Devleti “işgalci”diye tanımlanabilirken günümüzde bu vasfını yitirmiş olduğunu neye bağlayacağız?
Belirli bir zaman sonra “işgal edilen” konumundaki halkların bundan doğan itiraz ve hakları zaman aşımına mı uğruyor?Bu bir.
İkincisi,şayet işgal vasfının yitirilmesi ya da işgal tanımının başka bir olguya dönüşmesi zamana bağlanmıyorsa,meşruiyet kazanmış olan yeni durumun sosyolijik arka planı nedir?Burada akla gelen ilk şey:Bir topluluğun millet olma vasfını yitirmesi yani dil,kültür,ortak iktisadi yaşam birliği,ruhsal şekillenme vb tarihsel koşullar içerisinde erimiş olması.Bir diğeri de sözkonusu ortak değerlerin bir başka kültürün boyunduruğu altında asimile oluşu,ortak yaşam alanlarının daraltılarak zayıflatılması.
Şimdi,öyle ya da böyle herhangi bir topluluğun kendi değerlerine,kimliklerine sahip çıkma haklarını ortadan kaldırır mı?Varolan tarihsel süreçte sözkonusu hakları konusunda(deyim yerindeyse)”treni kaçırmış”olsalar bile,bu,onların bir daha kendi kaderlerini tayin etmede söz sahibi olamayacakları kuralını geçerli sayar mı?Böyle bir hak zayii olamayacağını düşünürsek şayet,Kürtler Anadolu’nun en kadim halklarıdır.Kendine has kültürleri,farklı dilleri,folklörleri,milli değerleri vardı bir zamanlar.Ve her şeyden önce bu toprakları vatan edindiler,yurt edindiler.Tıpkı bugün Yunanlıların,Acemlerin,Arapların bir toprak parçasını yurt edindikleri gibi.Fakat bu gün Kürtler kendi topraklarında mülteci durumundadırlar.Kaderlerini başka bir güç belirliyor.Kendilerini nasıl hisedeceklerine,hangi kimlikle tanımlanacaklarına kendi dışınd başka bir irade belirliyor.Daha düne kadar da yok sayılıyorlardı.Peki şimdi bu esarete rağmen nasıl bir özgürlükten nasıl bir adaletten sözedilebilir?Ve bu şekilde sürekli başka bir güç ve otorite tarafından yönetilen bir halk işgal altında değildir de nedir?
Soruyu şöyle de sorabiliriz, sadece bir tarafın dayatmasıyla kurulan bu zoraki ilşkiyi İsrail’in Filistinlere uyguladığı baskıdan ayıran nedir?İki topluluğun(Türkler ve Kürtler)ortak bir dine mensup oluşu acaba tek taraflı bir dayatmayı ne kadar meşru kılıyor ve bu anlamda geriye nasıl bir fark kalıyor.Şöyle noktalayayım bu paragrafı:”Biz din kardeşiyiz,etle tırnak gibiyiz,aynı soydan geliyoruz”diyerek Kürt halkının meşru haklarına sesziz kalmak,bir çocuğa zorla bir yiyeceği yedirmek gibidir.Çocuğun “iyiliği”için yapıldığı düşünülse bile bu bir zorlamadır.Zorlama olması için dayak filan atmak da şart değil.Ki yemeğe itiraz edildiği anda dayağın alası da atılıyor:)
İkinci şıkka geçelim.Burayı bir kaç örnekle kısa geçeceğim.
Kuzey Kore İşgalci bir devlet değil.Bütün zulmü tebası olan halkına uyguluyor.Halkının sefalet içerisinde yaşamasında ülke yönetimi yani benimsenen sistem sorumlu.Fakat burada en kaba en acımasız insanlık suçları işlendi.Halen de devam ediyor.Peki devletler arasındaki yönetim/idare sıralamasında bu sisteme nasıl bir tanım konmalı?Komünist diktatörlük mü?Faşist yönetim mi?Terörist devlet mi?Hangisini seçeceğiz?Ya da hangi kategoriye giroyorsa bu neyi değiştirir?
Bakın Latin Amerika ve Afrika devletlerinin bir kısmı da sürekli yer değiştiren iktidarlardan çok çekiyor.Toplumsal Kaos hiç dinmez bu tür yerlerde.Ve toplu katliam,işkence,gözaltında kaybolmaların haddi hesabı yok.Yine zulüm,yine işkence ve çiğnenen insanlık onuru!Fakat bu ülkelerin de pek çoğu işgalci değil.Üstelik bizdekine benzer yoğunlukta kimlik çatışmaları da yok.
Sonuç:Zülmün özgün bir tanımı şart değil.Yöntem,yer ve zaman;sebep ve sonuçlar…hepsi de bizi tek adrese götürür:İnsanlık suçu!Kazananı yok bunun,kaybedeni ise bütün bir insalık.Ve yaralana vicdanlar!Hadise budur bence.
Yazan:özlem Tarih: May 12, 2010 | Reply
Bu çok doğru. Zulmün tanımı hiyerarşisi olamaz. Bunu yazımın başında da belirttim zaten. Sonuçta son 10 yılda İsrail tarafından öldürülen 2500 çocuğun da 12 eylülden bugüne bilinen rakamlarla güneydoğuda katledilen 400 civarında çocuğun da evine aynı acı düşer. Kuzey kore’nin halkına yaptığı zulum belki Sırpların boşnaklara yaptığı zulumden fazladır.
Belki zaman aşımı değil de burada bir devletin yayılmacı siyasetinden etkilenen halkların hala o konuda muzdarip olup olmadıklarına ve gelecek ile ilgili yapılabilecek şeyler olup olmadıklarına bakabiliriz. Mısır halkı Yavuz Selim fırtınasını çoktan atlattı:) Ama Ermenilerin, Filistinlilerin, Kürtlerin sorunları yaşadıkları ortada. kendi gürcü, arap karışımı ailem için bir şey talep edemeyeceğim onlar zaten 3 kuşak önce asimile olmuş bile. 🙂 Filistinliler hemen İsrail’in yanıbaşındaki topraklarda korkunç kalabalık mülteci mkmaplarında çok değil 1967 ye kadar ve sonrasında kendilerine ait olan topraklara baka baka hayatlarını sürdürüyorlar.Milyonlarca insan. Burada yahudilere de zulmetmeyecek tek çözüm BM nin kararına uymak ve İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına çekilerek iki devlet kurulmasıdır. Minnacık tıklım tıkış gazzeye ve adacılar halindeki batı şeriaya razı oly demek gerçekçi değildir. Ortadoğunun sorunu bu şekilde bitmez çünkü o halk orada ve hala çoğunluk.
Ermenilerin yaşadığı çok korkunç bir dram. Osmanlı da %13-15 kadar bir nufusları vardı. Çoğunluk değildiler ve dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. Dolayısı ile burada türkiye ye işgal topraklarından çekil demenin bir mantığı yok. Ama benim kendi kişisel kanatim bu insanların mağduriyetlerini gdermek için TC ne gerekiyorsa yapmalı. Vatandaşlık vermekten geçmiş mal varlıklarını kanıtlayacak belgelere sahiplerse iade etmeye bir şekilde tazmin etmeye kadar. 100 sene önce o malların üstüne oturdun diye o mallar senin olamaz.
Kürtlerin durumu ise hepsinden farklı. Kürtler bu topraklardalar bulundukları bölgelerin bir kısmında halen çoğunluklar. Eğer kendilerini işgal altında görüyorlarsa (ki böyle görenlerin çoğunluk olduğunu zannetmiyorum)
o zaman günün birinde böyle bir zulum ortamı içerisinde kopmalarını kimse engelleyemez. Benim iddiam bu işgal değil asimilasyon politikasıdır. Has türk başbakanların asıldığı bir ülkede onlar da kendilerine düşen zulumden nasiplerini almışlardır. dolayısı ile bir arada otoriterliğe karşı verilecek bir mücadele hem çok daha kansız hem kısa vadede çok daha sonuç verici hem de bence çok daha hayırlı olur. Konuşmayı pek sevmiyoruz ama evet bu iki halkı birbirine bağlayan islam bağı da vardır. ve bu da güçlü bir formül halkları bir arada tutmak için.yapılacak burada ulus devlet ideolojisini ve faşizmi mahkum etmek.Ona göre adımlar atmak.
TC nin işgalci mi yoksa başka bir şey mi olduğuna karar vermek kürt halkına düşer. eğer işgalci mantığı ile gidecekler ise o zaman BDP gibi partilerin demokrasi mücadelesi vermesi anlamsız. (ki şu ana kadar böyle düşünenler parti içinde azınlık sanırım) Bence şu anda önümüzdeki en büyük engellerden biri kürt harketinin bu konuda netleşememesi . Bu yüzden BDP bu kadar yalpalıyor. Bu yüzden Apo dahil PKK nın içerisinde AKP bizim için devletten de büyük bir problem, bizim muhatabımız kiminle savaşıyorsak odur, CHP-MHP ile bu işi çözmek daha kolay gibi garip söylemler var.
TC nin yaptıklarının artık analiz edilmemiş hiçbir tarafı kalmadı. İlgili olan herkes biliyor Kürtlere yapılanları, TMK mağduru çocuklar dahil olup bitenleri. Bence bu savaşın bir de diğer tarafını görmenin (kastım PKK ve bağlı olan kürt hareketi) eleştirmenin de zamanı geldi. Çünkü uzun zamandır mağdur eleştirilemiz gibi bir pozisyona geldik. Son anayasa oylamalarında bunun ne kadar yıkıcı olduğunu gördük. Reşadiye de aslında bir ders olmalıydı. Savaşı besleyen söylemleri, otoriter devletle mücadeleye engel olan adımları artık ayırmadan bir arada eleştirmeliyiz gibime geliyor.
yoksa meselem gerçekten israil kötü, tc yaramaz çocuk meselesi değil.
Yazan:özlem Tarih: May 12, 2010 | Reply
Bir yorumcu taş atan çocuklar yazıma yorum düşmüş. dönüp tekrar okudum o yazıyı. Bir kısımını tekrar paylaşmak istedim. Sizce bu satırları yazan insan Kürtlere yapılanları ya da bu halkın sessizliğini aklamaya çalışıyor olabilir mi? Bakın aşağıdaki satırlarda ben de bu görmedim bilmiyorum duymadım tavrına nasıl isyan etmişim:(
……..
Dedim ya sevimsiz bir hikaye. Söyleyin ne yazmalı o zaman. Bu çocukların, bu çocukların babasının, bu çocukların babasının babasının dağ Türkü olarak gözlerini açtıkları dağı taşı “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazan o cennet vatanın okullarında, mutlu dağ Türkü olması gerektiğinin bilincine varamamış nice dağ Türkü yavrunun mutlu dağ Türkü olması gerektiğini hatırlatan hoca dayaklarını mı, müdür azarlarını mı? Ya bir komutanımızın veciz ifadesi ile kendisini Kürt sanan Güneydoğulu vatandaşlarımızın Diyarbekir cezaevlerinde yaşadıkları akıl almaz işkencelerin, beyaz Toroslarla kaçırılan babaların, kaderini ve mirasını taş atan “çocuklara” bırakmanın vicdansızlığını mı? Bir gün köye yolu düşen devlet otoritesinin siz PKK ya yardım ediyorsunuz yallah diyen sözleri ile köyleri yakılmış, hiçte kendilerini özlemle kucaklamayan batılı kentlerin varoşlarına her şeyini geride bırakarak sürülmüş, trafikte zengin arabalarını pis cam silecekleri ile silerek para kazanmaya çalışan, her köşe başında selpak satan çocukların halini mi? Belki de zabıtanın kovaladığı ‘vergisini de vermiyor bunlar, bu mağazaların suçu ne, cık cık’ dediğimiz işportacı tezgahlarını. Dile kolay köyleri yakılmış, kentlerin varoşlarına sürülmüş, bazen kot taşlama atölyelerinde ölümü armağan ettiğimiz bir milyon insanın sevimsiz hikayesidir taş atan çocukların hikayesi. Bizler onlara açlığı, aşağılanmayı, dilsizliği, ölümü, zulümü armağan ettik, onlar bugünlerde taş armağan etmeye başladılar her nedense.
Hiç kimse kendisini temize çıkarmasın. Kolluk kuvveti yapmış, komando yapmış, şu parti yapmış, bu yapmış hepsi hikaye. Musa Anter ben bu davanın şahidiyim, mağduruyum davacısıyım demişti. Bizler ise bu davanın şahidi, mücrimi ve davalısıyız. Bu ülkede Kürt meselesinin bazı insanlara ne kadar acı verdiğini görmek için Diyarbakır cezaevine gidip bok yemek gerekmiyor. Okul kapısında, hastane odasında ananızın da azarlanmasına ‘kadın Türkçe konuş hangi ülkede yaşıyorsun hööö!’ denmesine de gerek yok. Bir akşam haberlerinde şehir çetelerinin eline düşen Güneydoğulu çocukların nasıl hırsızlıkta kullanıldığını da mı işitmedik. Neden şehir çetelerinin kandırdığı çocuklar ekseriya Diyarbakır’dan, Mardin’den, Şırnak’tan çıkar? Ya o her sokak arasında rastladığımız selpak satan çocukların da mı yüzüne bakmadık usulca. Hiç mi Cumartesi anneleri, gözaltında kayıp sözcükleri çalınmadı kulağımıza. Hep duymadık, görmedik bilmiyorduk mu idik tüm bu zamanlar boyunca. Kendimize, necip ırkımıza, kuşdilimize, tarih(sizliği)mize hep en güzel methiyeleri dizerken Kürtçe bir türkü söyleyeceğim diyen adamın çatal bıçaklarla kovalanması da mı içimizde bir şeyleri cız ettirmedi odun kafalıların sofralarından. Yoksa o çatal bıçakları atan 10.yıl marşı kargalarının safhında bir yerlerde mi olmayı arzu ederdik için için. Öyle ya bir cumhuriyet tarihi boyunca bir arpa boyu yol gidememişsek bu konuda gelebildiğimiz yer en fazla dağ Türklerinin Kürt olduğunu fark edip TRT Şeş açılımını bir nimet olarak öpüp başımıza koymaksa dönüp de biraz aynada kendi yüzümüze bakmamız gerekmez mi acaba. Adalet talep etmediğimiz, yanına yaklaşmaktan bile hoşlanmadığımız bir ülkenin halkının adaleti taş atan çocuklarla mı doldurmaktır cezaevlerini. Çankaya’da, Arnavutköy’de, Konak meydanında taş atmayan çocuklar bu ülkenin gerçek cici çocukları da Şırnak’ta, Adana’da, Diyarbakır’daki taş atan çocuklar kötü ruhların mı eseridir acaba.
Bu hikayenin sonuda bir Sezercik masalı bir Hülya Koçyiğit gülümseyişi yok nice zamandır. Asit kuyuları, ceset hikayeleri, kan kokuları geliyor dört bir yandan. Yakılan köylerin sıcağı vuruyor hepimizin yüzüne.
Kötü hikayeler armağan ettik çocuklara. Onlar da taş armağan ediyor bugünlerde kötü hikayelerin müsebbibi gördüğü insanlara. Ama onlar çocuk. Bilmiyorlar büyüklerin bu oyunu nasıl acımasızca ustalıkla oynadığını. Sizin taşınız var, bizim ağırlaştırılmış yasalarımız, sizin yaşanacak demir parmaklık ardınca hayatlarınız var, bizim 23 yıl sopamız. 23 yıl sopamızla kovalarız sizi dağlara. Hele bir hiçbir şeyin değişmeyeceğine inancınız pekişsin. Hele bir umudu da gömelim o kuyulara. Nasıl kolay olacak göreceksin.
Sizin çocukça öfkeleriniz bizim kibirli dünyamıza söker mi sanmıştınız?
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 12, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Kürtlerin pek çoğu ayrı bir devletten yana değil.Dediğiniz gibi büyük çoğunluğu kendisini işgal altında da hissetmeyebilir.Ancak burada dikkatinizden kaçan kritik bir nokta var.Evet bugün varolan kaynaşma zaten bu talebi kısmen ortadan kaldırıyor olabilir.Zira kürtlerin büyük çoğunluğu artık batı illerinde yaşıyor.Biraz klişe bir söz olacak ama kız alıp kız verilmiş.Kısacası bu kaynaşmadan yeni bir “millet ekolü” yeni yaşam alanları inşa olmuş.Tabiatıyla bu süreç beraberinde farklı zihinsel alanlar,farklı beklentiler inşa etmiştir.Dolayısıyla eşit vatandaşlık temeline dayalı talepler daha çok revaçta.Ne var ki zihinsel alanların oluşmasını hızlandıran koşulların yerli yerine oturtularak tartışılması gerekiyor.Bu koşulların en önemlisi “göç”olgusudur(daha doğrusu zorunlu göç)Yani burada da doğal mecrasında ilerleyen bir süreçten bahsedemeyiz.Şiddet ve çatışma ortamının henüz olmadığı dönemlerde yoksulluktan kaynaklı bir umut arayışıyla batıya akmış kürtler.Daha eskiye gidildiğinde de asimilasyon amaçlı mecburi iskan gibi uygulamarı görüyoruz(bunun meşhur bir de kanunu vardı bildiğiniz üzere).Geliyoruz savaş ve şidettin tırmanış gösterdiği yıllara.Burada da bir yandan o topraklardan kaçışın tek çare olduğu zorunluluk,diğer yandan mecburi iskanın yeni versiyonuyla karşılaşıyoruz.Ki bu versiyon artık köylerin yakıldığı,hayvanların telef edildiği,doğanın pervasızca tahrip edildiği bir gözü karalıkla yapılıyor.Görüldüğü gibi bütün bunlar kürtlerin tercihiyle olmuyor.Dolayısıyla bu savrulmanın neden olduğu yeni sonuçlar çıkmıştır.Artık geriye gidip tarihi değiştiremeyiz ama bugün yeniden belirlenen-ya da düşünüldüğü varsayılan-taleplerin de kısmen bu koşullardan doğmuş olabileceğnin de dikkate alınması gerekir.Kürtlerin taleplerine yön ve şekil veren önemli etkenlerden bir tanesi budur.
Ancak diğer yandan bu sonuç üzerinden oluşan farklı bir yönlendirme daha vardır.İdeolojiler.Bir görüş,düşünce ya da talep şayet idelojik kalıplar içine hapsedilirse akıl yerini mutlak doğrulara bırakır.Dogmatizm dediğimiz şey.Yani ortak yararları inşa edecek akılcılık,esaret temelinde bağımlılık yapan zihin dünyasına dönüşür.İdeolojilerin kabul gördüğü böylesi toplumlarda bireysel düşünce yerini kollektif algılara bırakır.Böylece artık halk değil ideoloji üreten ideoloji sahipleri söz hakkına sahiptir!Dikkatle gözlenmesi gerekiyor dediğim şey tam da buydu.Çünkü ne eşit vatandaşlık,ne ayrı devlet ne de diğer alternatifler kürtlerin özgür iradesiyle belirlenen talepler değildir-ya da olmamıştır.
Bu kısmını biraz daha açayım.Bakın pkk’nın ortaya çıktığı dönemler bağımsız kürdistan’dan dem vuruluyordu.Ayrıca bu örgüt hesapta Marksist-Leninist bir yapılanmaya sahipti.Bu dönemlerde,Kemal Burkay gibi federosyondan yana olan ya da birlikte yaşama temeline dayalı demokratik bir yapılanmayı programına alan diğer örgütler pkk’ca ihanetçi,teslimiyetçi diye tanımlanırdı.Kısacası pkk’nın dışında farklı görüş belirten aydınlar,ılımlı demokratlar bu suçlamadan nasibini alırlardı ve düşman ilan edilirlerdi.Dem-u devran döndü dolaştı şimdi pkk adına konuşanlar o gün ihanetle suçlananların çok gerisinde taleplerle yollarına devam ediyorlar.Ha zaman içerisinde bu da anlaşılır bir durumdur ve belki de realite olarak bakıldığında bugün birlikte yaşama en makul seçim olabilir.
Oysa bağımsızlık ve kendi kaderini tayin etme bana göre salt çevresi tel örgülerle çevrilmiş ayrı bir devlet fikri olarak algılanmamalı.Aksine kendi tercihlerinde özgür ve bu tercihlerin pratiğe geçirimesinde düşünce ve ifade hürriyetine sahip olan özgür bireylerden bahsediyorum.Yani çoğulculuk,demokratik katılım,kendi olma hakkı…
Kürt halkı bu hakkı asla elde edemedi.Kah devletin zorba uygulamaları kah pkk’nın idelojik ve sindirici baskısı ne yazıkki kürt halkının kendi olma iradesi önünde bir bariyer oluşturdu.Onun için kürt insanın seçimi kendi elinde değil.Birileri böyle buyurduğu içindir.Zira nasıl yaşayacağımıza,hangi kimlikle anılacağımıza,hangi taleplerde bulunacağımıza ne yazık ki başkaları karar veriyor.Kim?Devlet ve pkk!Devlet,büyük bir tehdit olarak görüp “hizaya”getirerek;pkk,”kurtarıcı” rolünde ama duruma göre şekil vererek,bireylerin özgür tercih ve taleplerine ipotek altına alarak yapıyor aynı şeyi.Biçare kürt n’apsın?Arada sıkışıp kalıyor.
Sonuç olarak,kürtlerin her türlü dayatmacılığa karşı net duruş göstermesi esastır.Başta kendi içerisinde sınırsız demokratik tartışma kültürüne sahip olmadığı sürece özgürlüğüne asla kavuşmayacaktır.Taraf mantığı terkedilerek hepimiz gerçeklerimizle cesaretle yüzleşebilmeliyiz.Aksi takdirde bizim adımıza doğruları tanzim eden ve bu yolla bizi felakete sürükleyenler hep olacaktır.Bizler de yaratılan bu kavganın etrafında dönüp dolaşmaya devam ederiz.Yani özne iken nesne konumuna düşmek gibi bir şey.
Yazan:özlem Tarih: May 12, 2010 | Reply
Aziz bey yazdıklarınız benim için bir okul gibi oluyor. sizi okurken kendi düşüncelerimi de zorluyor kimi zaman test ediyor kimi zaman sağlamasını yapıyorum.
bunun için çok teşekkür ederim.
umarım BDP kendi içinde değişim geçirir bu sıkışmışlık halinden kurtulma fırsatı olur. Bu aşamadan sonra başka çıkar yol gözükmüyor benim gözüme.Bilmiyorum yanılıyor muyum?
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 14, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Ulusların egemenlik korumak niyetine başvurdukları bazı faşizan yöntemler arasında analojiler kurarak hangisinin daha az kabahatli olduğunu tesbit etmeye çalışmakta fayda görmüyorum, o konuda sizinle hemfikirim. Amaç insanlık ve barıs hayırına bir düşünce üretmek ise, bence odaklanmamız gereken konular şunlardır:
1- İnsan haklarını korumak,
2- Hür bir yaşam sürdürebilmeyi amaçlayan örgütlenme çabalarına karşı çıkmamak, ve
3- Arzuladıkları yönetimi kurmalarına imkân sağlamak.
Komplo teorilerine girmeden, ve kimseyi karalamaya kalkmadan, halkların devlet oluşturma sevdalarına hangi koşullar altında erişebildiklerini biraz düşünmekte yarar olabilir.
Kimseye tarih dersi vermek haddim değil ama kısaca özetleyecek olursak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda İttihat Terakki Cemiyeti’nin ve Mustafa Kemal’in önderliğinin küçümsenemeyeceğini herhalde kabul edebiliriz. İsrail devletinin kuruluşuna bakacak olursak Siyonist derneklerin ve Ben Gurion gibi liderlerin önemini anlamak da zor değildir. Başarı için gerekli unsurlardaki temel benzerlikleri irdelemenin analizimize değer katacağına inanıyorum.
Yazınızda Israil devlet sınırları içerisinde yaşayan gayri-Yahudiler ile, Gazze, Batı Şeria gibi yarı-özerk bölgelerde yaşayan ve tüzüklerinde İsrail’i yoketmeyi amaçlayan kuruluşlar arasında fark gözetmemiş olmanız dikkatimi çekti.
Tam 62 yıl önce özerkliğini ilan etmiş olan İsrail devletinin sınırları dahilinde dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin vatandaşlarına tanımış olduğu yasal haklar bellidir (http://tinyurl.com/2kd9y).
Farkındaysanız, İsrail’de azınlıklar okul, ibadethane, medya ve siyasi parti gibi sivil toplum orgutlenme haklarını devletin kurulduğu günden beri kullanabiliyorlar.
Tüzüklerinde İsrail’i yıkmayı ilk amaç edinmiş örgütlerin sınır dışından yabancı destek ve kışkırtmalarla tezgâhladikları saldırılarını örnek alıp bunları TC sınırları dahilinde eşit haklar arayan azınlıkların silahsız veya silahlı her türlü eylemleri ile karşılaştırmaya girişmek hakikaten haksızlık olur.
Saygılarımla,
Erol
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2010 | Reply
Erol bey İsrail sınırları içerisinde kalan filistinlilerin durumunu karşılaştırsam olsa olsa vehamet tablosu büyür. Biliyorsunuz israil sınırları içerisi dediğiniz yerler aşamalı olarak işgal edilen tohraklardır. Mesela Kudüs’ün batısı 1948 de doğusu ise 1967 de işgal edilmiştir. İlgili bir haritayı yukarıya yorumlara eklemiştim. İsrail sınırlarının içerisinde kalan az sayıda Filistinli hiç de sizin anlattığınız gibi iyi uygar bir devlet çatısı altında yaşamamakta.
(filistinlilere karşı öyle değil)En azından hiçbir şey bilmiyorsanız dahi hemen her hafta mescidi aksa camiinde çıkan çatışmaları fanatik yahudilerin camiye saldırılarını duymuşsunuzdur. Bu saldırıların sürekli devlet eliyle kışkırtıldığını da. Ayrıca bir camiye sürekli aramalardan keyfi izinler ile girip silahnların gölgesinde namaz kılınca ibadet hakkınızı kullanmış olmazsınız. Yine bu devletin sınırları içerisinde işgal edilip yıkılan evleri insan hakları ihlallerini duymamış olabilirsiniz çünkü basın bahsetmiyor. Bir duvarın iki yanında kalan insanların birbiri ile bağlarını kopurıp akrabaları birbiri ile görüştürmemekten daha büyük bir zulum de düşünemiyorum. O duvarı inşa etmek için onbinlerce filistinlinin evine arazisine el konulup kesilen ağaçlarını saymıyorum bile.
Ben bu konuda daha önce yaptığım bir röportajı paylaşayım. Kudüs ün en eski yerleşimcilerinden Fevziye cabir hanımın anlattıkları bu yaşananların küçük bir kısmı. Bütün yaşadıklarına rağmen Fevziye cabir hanım gibiler kaçmıyor direniyor. Çünkü 60 yıl önce, 40 yıl önce 40 gün önce bir toprağa el koymakla o topraklar sizin olamaz. O insanlar bunları biliyor. O insanlar israil in yıkılmasını istemekte haksız mı. Düpedüz evlerini topraklarını atalarının acılarını, hatıralarını bile işgal ettiler. Konu ile ilgili olarak size Bargouti’nin şairin Filistin’i kitabını tavsiye ederim. Bahsettiğiniz insanlar aslında Fevziye cabir gibi her şeye rağmen direnme azmindeki yürekli insanlar.
http://www.derindusunce.org/2009/09/04/kudus%E2%80%99un-kadin-muhafizi/
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 14, 2010 | Reply
Anlatmaya çalıştığım konuyu ya ben iyi anlatamadım ya da siz anlamakta güçlük çekiyorsunuz.
Konuyu dağıtmamak için insan haklarını ön plana koyarak Orta Doğu’da cihan harpleri sonrası kurulmuş devletleri göz önüne almaya çalıştım. İsrail’in size göre OD’da işgalci bir güçten fazla bir şey ifade etmediği anlaşılıyor. TC dahil BM’ler kararıyla kurulmuş bir devletin sınır içi yönetimi ile sınır dışı askeri faaliyetleri arasında fark görmemeyi tercih ettiniz. Kendini savunma konumunda bulunan her halkın avukatlığı fikirlerinıze uymayabilir. Konunun daha derinine inmek için 1948 öncesinden başlayarak BM sınırlarını tanımayan ve bugün Filistin’li olarak tanımlamakta olduğumuz bir halkın haklarını savunmak, ve kurmayı arzuladıkları yönetim üzerine düşünecek olursak belki konuya tekrar bir bakabiliriz.
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2010 | Reply
Erol Bey,
Bana kalırsa ben gerçekten konuyu anlamıyorum. ya da siz işinize geldiği şekilde anlatıyorsunuz. BM in eğer kararları baz alınacaksa şu dünyada yapılan hiç bir kötülüğe karşı çıkamayız. EVet İsrail BM in gözyumması ile 1948 den beri sürekli olarak sınırlarını genişletiyor ve Filistin topraklarını işgal ediyor. 1967 sınırlarını 4 katına çıkarıyor. BM buna göz yumuyorsa benim İsrail e işgalci dememe engel değil. BM in yapısını biliyoruz. Aynı BM nin Gazze katliamını gerçekleştiren İSrail e adam gibi bir kınama kararı dahi çıkarmadığın biliyoruz. İsrail in şu anda hala Batı Şeria da toprak işgal ettiğini biliyoruz. 1967 de adam topraklarını 4 kat büyüttüyse bu aman ne güzeyl sınır dışında kalan yerler sonuç iki halkın savaşıdır. Ne de olsa Filistinliler İsrail i yıkmak istiyor ile açıklanacak bir şey değildir. Kaldı ki bugüne kadar alınmış hiçbir karar uymayan israil dir.
HAMAS dahi son gazze katliamından evvel 67 öncesi sınırlara razı olmuşken sürekli işgale devam eden İsrail dir. Aşağıda İsrail in 1970 lerden itibaren BM tarafından alınmış ve uymadığı bir dizi karar var. Ve tekrar İsrail in genişleme haritasını kopyalıyorum. Görüntü ortada. BM İsrail i tanısa ne olur tanımasa ne olur adamlar sürekli topraklarını genişletiyorlar. Dün sınırımın dışıydın bugün içisin. E ne olmuş?http://nazmicavdar.blogspot.com/2009/01/israilin-filistin-aleyhine-genilemesini.html
BM Güvenlik Konseyi’nin 1972’den 2001 yılına kadar israil konusunda çıkardığı ve ABD vetosu yüzünden uygulanamayan kararların toplu listesini sunuyoruz.
1972-Suriye ve Lübnan’a gerçekleştirdiği hava saldırıları sebebiyle yüzlerce sivilin ölümüne sebep olan israil’i kınayan karar
1973-Filistin’in haklarını açıklayan ve israil’den işgal ettiği toprakları terk etmesini isteyen karar1976-Düzenlediği saldırı ile Lübnanlı sivillerin ölümüne sebep olan israil’i kınayan karar
1976-işgal ettiği topraklarda Yahudi yerleşim merkezleri kurmasından dolayı israil’i kınayan karar
1976-Filistin için özerklik isteyen karar1978-Filistinlilerin içinde bulundukları hayat şartlarının kabul edilemez olduğunu belirten karar
1978-israil’in Filistin’de işgal ettiği yerlerde yaptıklarını insan hakları açısından kınayan karar
1979-Tüm Filistinli mültecilerin ülkelerine geri dönmesini öngören karar1979-israil’den Filistinlilere yönelik insan hakları ihlallerine son vermesini isteyen karar
1979-işgal altındaki Filistin topraklarındaki yaşam şartlarının ortaya konmasını için bir rapor hazırlanmasını öngören karar
1979-Filistin halkına yardım yapılmasını öngören karar
1979-işgal altındaki topraklarda Arapların ulusal kaynaklara malikiyet haklarının bulunduğunu belirten karar1979-Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı’na Filistin’den kadın temsilciler gönderilmesini öngören karar
1980-israil’den Filistinli mültecilerin asli yurtlarına dönmesine izin vermesini isteyen karar1980-Filistin halkının yaşadığı hayat şartlarından dolayı israil’i kınayan karar
1980-Filistin haklarının belirlenmesinin Filistinlilere bırakılmasını öngören karar
1980-Filistinlilere yönelik davranışlarından dolayı israil’i insan hakları açısından kınayan karar
1981- Filistinlilere yönelik davranışlarından ve Irak’ı bombalamasından dolayı israil’i kınayan karar (18 karar)
1982-israil’i Lübnan’a yönelik saldırılarından dolayı kınayan karar (6 karar)
1982-Kudüs’teki bir camide ibadet etmekte olan 15 Filistinlinin bir israil askerinin açtığı ateş sonucu öldürülmesi dolayısıyla israil’i kınayan karar
1982-israil’den 1967’de işgal ettiği Golan tepelerinden çekilmesini isteyen karar1984-Güney Lübnan’daki saldırılarından dolayı israil’i kınayan karar
1985-israil’i işgal altındaki topraklarda ölçüsüz güç kullandığı için kınayan karar
1986-Lübnan’daki sivillere yönelik davranışlarından dolayı israil’i kınayan karar
1986-israil’den Müslümanlara ait dini mekanlara saygılı olmasını isteyen karar
1986-Bir Lübnan uçağını kaçırmasından dolayı israil’i kınayan karar
1987-israil’den Filistinlilere Cenevre sözleşmesine göre davranmasını isteyen karar
1987-israil’den Cenevre sözleşmesine uyarak Filistinlileri evlerinden çıkarmamasını isteyen karar1987-Lübnanlılara yönelik saldırganlığından dolayı israil’i kınayan karar (2 karar)
1987-israil’den Lübnan’daki güçlerini çekmesini isteyen karar
1987-Birleşmiş Milletlerle Arap Birliği arasında işbirliği yapılmasını öngören karar
1988-işgal altındaki topraklarda Filistinlilere yönelik tutumundan dolayı israil’i kınayan karar (5 karar)
1989-Arap israil sorunu konusunda geçmişte yayınlanan kararlar doğrultusunda karar yayınlanmasını öngören karar
1990-işgal altındaki topraklardaki durumu incelemek üzere Güvenlik Konseyi’nden üç temsilcinin bölgeye gönderilmesini öngören karar
1995-israil tarafından işgal edilen doğu Kudüs’ün israil’e ait olmadığını ve bir işgal toprağı olduğunu belirten karar1997-israil’den doğu Kudüs’e ve işgal altındaki diğer topraklara Yahudi yerleşim merkezleri kurmamasını isteyen karar2001-Batı Şeria’ya ve Gazze’ye sivil gözlemciler gönderilmesini öngören karar.
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2010 | Reply
Diğer harita açılmıyor sanırım. inşallah bu link açılır.lütfen bu haritaya bakınız ve 1967 de israil in filistin topraklarını ne şekilde işgal ettiğini gördükten sonra sınır dışı sınır içi meselesine girelim. önce doğru bilgi.
bu arada yarın 800 bin filistinlinin topraklarından sürülüp çıkarıldığı nakbanın yıldönümü. 15 mayıs 1948.
http://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http://www.sakinkafa.com/images/filistin-israil-harita.jpg&imgrefurl=http://www.sakinkafa.com/filistin-israil-haritasi/&usg=__pWtJMoS9NyVO-3VpN01k4TrHt3M=&h=426&w=640&sz=121&hl=tr&start=30&sig2=Rwp0GzLx-H4KkTqr3RO2TA&um=1&itbs=1&tbnid=HkWP8wBzke0BKM:&tbnh=91&tbnw=137&prev=/images%3Fq%3Disrail%2Bharitas%25C4%25B1%26start%3D20%26um%3D1%26hl%3Dtr%26sa%3DN%26ndsp%3D20%26tbs%3Disch:1&ei=MUrtS4jOMNqssgbN0MiNBQ
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2010 | Reply
bu arada bir ifade hatasını düzelteyim; topraklarını filistinliler aleyhinde 4 kat büyüttü dekmek istedim. yani 67 de filistinlilerin yaşadığı alanın 4 te üç küçülüşüne işaret ediyorum.
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 14, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Ortaya koyduğunuz tartışma konusuna bir açıklık getirmeye çalıştım. Bunu başarabilmek için insan hakları ile devlet hakları arasındaki farka dikkat etmenin önemine inancım sağlamdır.
Cevabınızı tekrar okuduğumda bu ikisini açıkça karıştırmaya devam ettiğiniz anlaşılmakta. İlk mesajımda ifade etmeye gayret göstermiştim ama tekrarlıyorum, bu forumda tarih dersi vermek veya tarihten örnekler çıkarıp hangi tarafın daha az kabahat işlediği üzerine tartışmaya girmekte fayda görmüyorum.
Yazınızın başlığından ilham alarak kan davalarına son verecek ileriye dönük yeni bir fikir üretmeye çalıştığınızı zannettim ve bu fikirlerin neye dayandığını merak etmiştim. Yoksa vaktinizi almak istemem.
Güzel günler,
Erol
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2010 | Reply
Erol bey,
ben gerçekten sizi anlamıyor olabilirim. benim açımdan bir sorunu doğru çözebilmek için önce o sorunu doğru teşhis edebilmek çok önemli. Tarihte olan şeylere tarihte kalmıştır yaklaşımı ile bakamayız. Sorunu çözebilmek için doğru teşhis etmeliyiz.Alt başlıklarda çok uzun tartıştık ama benim için kürt meselesinde olan ile İsrail meselesinde olanlar arasında görüntüsel benzerlikler olmasına rağmen farklar var. Ben TC. rde olanları otoriter devlet baskısı altında olanlar olarak görüyorum. Dolayısı ile burada ortak bir mücadele ve militarizm ve otoriterliğe karşı yürütülmesi gereken bir çaba var iken İsrail de meselenin daha karışık olduğunu bu devletin derdinin Otoriterlik demokrasi den uzak olmak falan değil işgal siyaseti olduğunu düşünüyorum. Zira İsrail demotkrasi ile yönetilen ve kendi Yahudi halkına pek de sert davranmayan bir devlet. Öte taraftan işgalci ve sınırlarını gitgide genişletiyor. Yani bu devletin yahnı başında mülteci kamplarında milyyonlarca insanağır şartlar altında yaşarken ve evlerini barklarını herşeylerini kaybetmişken hadi el sıkışıp barışın demenin bir anlamı yok. tarihsel bir haksızlık ve işgal durumu var. Bunun bir şekilde düzeltilmesi gerekiyor. İsrail in BM kararları uyarınca 1967 öncesi sınırlarına çekilmesi ve bence iki ayrı devlete benzeyen devlet kurulması gerekiyor. Çünkü batı şeria dahil şu anda orada Filistin olarak bilinen devlet gerçek bir devlet değil. İsrail izin vermeden bir stadyum yapamıyor adamlar topraklarına ki izin vermemiş.
Bunun ötesinde İsrail ini kendi bulunduğu sınırlar içerisinde kalan Filistinlileri taciz edip ülkeden kaçırmaya çalışmaktan vaz geçmebsi gerekiyor o da ayrı konu..
türkiye de olan ise çok net. Ulusalcı kendi halkına tek tipleştiremediği ölçüde zulmeden bir devlet yapısı ve onun karşısında kürt halkını sıkışmışlığa mahkum eden PKK gibi bir hareket var. Sorunumuz evet insan hakları ihlalleri, otoriterlik ve militarizm dir. Verilecek mücadele budur.
Bunun ötesinde ne konuda anlaşamadığımızı gerçekten anlamış değilim. Belki de anlaşamamış olmamız sizin İsrail in 1948 de kurulmuş BM tarafından tanınmış sınırları içerisinde demokrat,insan haklarına saygılı ama çevresindeki Filistinliler ile savaş halinde bir devlet sanmanızdan ileri geliyor olabilir ki öyle olmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 15, 2010 | Reply
Özlem hanım,
İnsanların hür yaşama özlemıne saygılı olduğunuzu varsayarak tartışmamıza devam edeceğim. Devletin vatandaşına tanıdığı haklar benim için önemlidir. Devletler bu hakları korumakla mükelleftir ve demokrasilerde halk tarafından bu konuda görevlendirilmiş sayılırlar.
Devlet haklarından bahsedeceksek TC’nin bütünlüğünü ve egemenliğini korumak TC devletinin görevidir. Tarihe meraklı olduğunuzu görüyorum, yalnız vermiş olduğunuz bilgiden İsrail’i Orta Doğu’da Yahudileri temsil eden bir devlet olarak kabul edemediğiniz ortaya çıkmakta. Bugün nakba olarak andığınız olaya baktığımda, Arap devletlerinin 1947 BM Filistin devleti kurma kararını reddettikten sonra aynı BM kararı sonucu yeni kurulmuş İsrail devletini yıkmak için başlattıkları birinci savaşın ilk günü olduğunu öğrendim. Bugün aynı zamanda İsraıl’de Bağımsızlık Günü olarak anılıyor (İngiltere’den bağımsızlık). 29 Mayıs veya 30 ağustosun Yunanistan’da nasıl anıldığı hakkında pek bir bilgim yok.
İsrail’de bulundunuz mu bilemiyorum ancak yazınızdan İsrail’in Arap vatandaşlarından haberiniz olmadığı intibası uyanıyor. Belediye başkanından milletvekili üyesine kadar çeşitli kademelerde toplumlarını temsil edebildikleri biliniyor. İsrail’ın Arap vatandaşları Gazze veya Batı Şeria gibi tek bir silahsız Yahudinin barınamayacağı yarı özerk bölgelere kaçıp sığınmıyorlar, hatta İsrail’deki nüfuslarının düzenli bir artış göstermekte olduğunu tahmin ediyorum. Kurulması arzulanan yeni bir Filistin devletine göçe zorlanmaları söz konusu değil. Ürdün, Mısır gibi Arap ülkeleri ile bir halk mübadelesi de imkan dahilinde değil. 1940’lardan bu güne Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler parmakla sayılabilecek şekilde azalmıştır, bu konuda statistikleri araştırabilirsiniz.
Bu teferruatlara girmek istemememin sebebinı şimdi anladığınızı ümit ediyorum. Filistinli Arapların eziyetini İsrail’in varlığına bağlayan zihniyet bir dereceye kadar makuldur. Orta Doğu’nun her problemini İsrail’e bağlamak bir ucuz mazeret bulma hevesinden ibaret değilse, sanırım İsrail ve Yahudi halkını, yani öteki olarak addettiklerimizi çekememezliğe dayanır. Kötü analojilerin Kürt sorunlarına veya herhangi bır zümrenin problemlerine bir çözüm yolu getıremeyeceği ortada. Güzel analojilere, medeniyetimize kazandırılmış Magna Carta, Fransız ihtilali, ABD ihtilali ve anayasası, Kurtuluş Savaşımız ve TC Devrim tarihimiz gibi insanların deneyimli başarılarına odaklanmayı ilk baştan tavsiye etmemin sebebı de buydu.
Erol
Yazan:ersel Tarih: May 15, 2010 | Reply
Orada tc yıllarca katliamlar yaptı derhal BM barış gücü gönderilmeli oraya ve TC den arındırılmalı orası.
Yazan:cb Tarih: May 15, 2010 | Reply
erol bey,
Güzel analojilere, medeniyetimize kazandırılmış Magna Carta, Fransız ihtilali, ABD ihtilali ve anayasası, Kurtuluş Savaşımız ve TC Devrim tarihimiz gibi insanların deneyimli başarılarına odaklanmayı ilk baştan tavsiye etmemin sebebı de buydu.
Erol
bahsettiğiniz şeyler medeniyet değildir efendim, modernizmdir…lütfen medeniyet gibi muhteşem bir kavram ile modernite gibi yıkıcı bir kavramı karıştırmayınız.
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 15, 2010 | Reply
Çok haklısınız efendim, insanlığa kazandırılmış değerler demekle yetinmeliydim. Nazi Almanyası ve sonradan SSCB de bu tip değerleri hiçe saymışlardı. Başarılarını (ve de hezımetlerini) belki böylece daha iyi anlayabiliriz.
Yazan:özlem Tarih: May 16, 2010 | Reply
Erol Bey,
demek istediğinizi anlıyorum. Ben İsrail’e gitmedim. Ama giden insanlar ile görüştüm. Bunların içerisinde Fevziye cabir hanım gibi evi yıkılan da vardı, İsrail’e gidene kadar yahudilere hafif gıcık olduğunu ama oraya gidince orayı sevdiğini söyleyen de. Bir yönüyle bakarsanız bu yazının da konusu bu zaten. İsrail’in derdinin demokrasi olmadığını işgal olduğunu anlatıyorum. yani İsrail’in içerisinde özellikle Kudüs gibi büyük şehirlerde insanların hakları belli oranda korunuyor korunmak zorunda. Ama manzara gene de Filistinliler sözkonusu olduğunda o kadar parlak değil. Mesela Fevziye Hanım gibilerin evleri sahte belgeler ile işgal edilirken ayırım duvarı civarında oturan köylülerin toprakları evleri çatır çatır yok ediliyor. Siz İsrail’in neresine gittiniz. Gittiğiniz şehirler de evleri işgal edilen, ağaçları kesilen insanlarla hiç konuşma fırsatınız oldu mu bilmiyorum. Öte yandan baktığımızda TC ye de turist olarak gelen bir insan boğazda ege de dolaşırken ne güzel bir ülke diyebilir ama bu ülkeyi Yüksekova’da , 1993 te köyleri yakılan insanlar arasında yaşamamıştır. Biz bile yaşamadık.
Herşey bir tarafa bir halkın toprakları 60 senelik bir süreç içerisinde aşama aşama ellerinden alınmış ve Gazze, Cenin gibi korkunç tecrübeler yaşanmış şehirler toplama kamplarına çevrilmişken artık İsrail deki Filistinlilerin ne kadar rahat olduğundan bahsetmenin bu tartışmanın önemi de yoktur.
Bu arada TC devrim tarihimiz gibi konuları tümüyle insanlığın kazanımları arasında görmemeyi Nazi Almanyası, SSCB ile özdeşleştirmenin mantığını da anlamış değilim.
Yazan:Erol Tezcan Tarih: May 16, 2010 | Reply
Özlem hanım,
Konuyu dağıtmamak için elimden gelen gayreti göstermeye çalışıyorum. İnsan haklarına saygı konusuna girebilmek için ön yargılardan arınmamız gerektiğini savunuyorum.
Bu arada yanlış anlamış olduğunuz bir noktayı derhal düzeltmek isterim. Magna Carta’dan başlayarak verdiğim örnekler haklarını savunmak için insanların başvurdukları devlet ve yönetim sistemlerine temel teşkil eden düşünceyi belirtmekti. Bizi yakından ilgilendiren TC Devrim tarihinı ekleyerek bir paralel göstermeye çalıştım.
Bunların yıkıcı modernıst fikirlerden ibaret olduğu yorumu üzerine, modernist saydıkları sanatı yasaklamaya kadar giden ve insan haklarını hiçe sayan Nazi ve SSCB yönetimlerine değindim. Neden TC ıle özleştirme manasına aldığınızı anlamış değilim.
Erol
Yazan:hüsamettin alpaslan Tarih: Nis 21, 2011 | Reply
batıl devletler tarihteki tüm katliamlarını devlet eliyle yapmıştır ve bu günde yapmaktadır.
Türkiye,ye bu hastalıkta batılılaşma sevdası yüzünden gelmiştir. hak ile batılın arasındaki farkta işte bu. Elhamdüllillah müslümanım deyip, hırıstiyan gibi yaşamak..