Muhatabına taş atan laikçiler
By İbrahim Becer on Haz 5, 2010 in atatürkçülük, CHP, Kemalizm
İskender Pala Üstadımızın “İki Darbe Arasında” adlı kitabını okudum.
Sözleşmeli personel olarak Subaylık mesleğini icra ederken, sadece ve sadece muarızlarının cehaletinden dolayı yaşadığı sıkıntılarını anlatmakta Büyük Usta.
Osmanlıca yazılmış bir eseri Kur’an sanan omzu kalabalıkları mı sayalım, bu yobazlığı daha da ileri götürüp düşmanlıkla taçlandıranları mı anlatalım bilemiyorum. Hani, Hazreti Ali’nin güzel bir sözü vardır: “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” der ya…
Türkiye’de sayıca azınlık olmalarına rağmen cesaretleri bir o kadar fazla bir kitle var ki gündemi çok meşgul ediyorlar. Bu kitlenin alâmetifarikasının “cahil cesareti” olmasına rağmen aynı oranda korkak olması da ayrı bir paradoks.
Yine de ben onları anlar gibiyim…
Çocukluğumun tümü, gençliğimin de çok büyük bir kısmı tütün tarlalarında, şeftali bahçelerinde geçti. Ne güzel hatıralara sahibimdir o günlere ait; haftada bir gün gelen motorlu dondurmacıyı beklemeler, Kuşadası yolu üzerinde bulunan ve şimdi hayli yaşlanmış ikiz armudun dibinde kavun satmalar, kazanılan parayla Karanfil Ali’nin kahvesine gidip de parayı bastırıp, küpün içinden çıkarılan buz gibi cincibir gazoz içmeler…
Erdem Beyazıt’ın “sana, bana ve vatanıma dair!” adlı şiirinde geçen bir pasaj gibi yani: “Bir de baharlar bilirim! Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği, bilemeyeceği…” der ya Şair.
O günler her türlü güzellemeyi hak etmekle birlikte güllük gülistanlık da değildi benim için. Küçük dünyamda, küçük aklımla, yaşıma uygun cahil taassubumla çok büyük bir düşman edinmiştim kendime.
Yılan!
Küçük, büyük, zehirli, zehirsiz, renkli, boz olması önemli değildi benim için. Bir yılanı gördüğüm veya sesinden aynı ortamda olduğumuzu hissettiğim zaman, iki elim kanda olsa da peşine düşüp o yılanın kanını dökmeye çalışıyordum.
İtiraf etmek gerekirse, çok sefer de bunu başarıyordum. Yılan, deliğine de girse, saatlerce beklemek de iktiza etse, sabır taşım çatlamazdı.
Bu nefretin alt yapısını biliyordum. Hiçbir kitle iletişim aracının olmadığı, Egenin o asude gecelerinde, tütün çardaklarındaki Eski Çerkes Kadınları tarafından anlatılan bir hikâye aklımdan çıkmıyordu: “Yılan sütü çok severmiş ya, bir çocuğun süt kokan ağzından içeri girmişmiş de, orada çöreklenmişmiş de…”
Bu kin yıllarca sürdü. Ta ki bir Ustanın eli değene kadar. Şöyle dedi Ustam: “Yılanın mantığı basittir; benden küçükse ben onu yerim, benden büyükse o beni yer.”
Meğer yılan, tüm korkutuculuğuna, soğukluğuna rağmen bu sebepten kaçarmış ufacık bir çocuktan. Akıllı olan; içgüdülerine rağmen yılan, akılsız olan da “eşref” sıfatından sıyrılmış, elinde kala kala “mahlûk” kısmı kalan benmişim.
Hülasa; Ustam o gün tek cümlesiyle dövdü beni, demir gibi şekil aldım.
Aradan yıllar geçti. Bu yıllarla beraber yanımdan sayısız yılan geçti. Hiçbirine ilişmedim; yanımdan akıp gitmelerine, lisanı hal ile “var git yoluna, biz senin hasmın olamayız Âdemoğlu” demelerine tereddütle de olsa seyirci kaldım.
Ta ki o güne kadar. Üzüme karşı ayrı bir ilgim olduğu içindir ki, Ege’nin nadide türlerinden müteşekkil bir bağ yaptım. Dalgın dalgın seyreylemekteydim ki âlemi, aniden, az ötemde beni görünce kaçmaya çalışan yavru bir yılan gördüm. Yılan içgüdüsel olarak yine kaçmaya çalışıyordu; bense, kendimi onu öldürmek için yerde taş ararken buldum.
Oysa ki bu meseleyi çözeli, şekvacısı olduğumuz cahil taassubumuzu başımızdan savalı nice olmuştu. Kendi içimizde bu meseleyi hal yoluna koyduğumuz yetmezmiş gibi “yılanın mantığı” hakkında dahi retorik geliştirmiştik.
Demek ki olmuyor, olamıyormuş. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…
Cumhuriyet mitinglerini hatırlarsınız. Bu sitedeki Okur taifesinin üst düzey olduğu göz önünde bulundurulursa arka planını da bilirsiniz. Binlerce insanın ne ilgisi varsa ellerine bayraklarını alıp, hançereden “Türkiye laiktir, laik kalacak” gibi muhatabının zerre kadar ilgisini çekmeyen bir fiiliyata iştirak etmesini ve bunu yaparken de gözümün içine düşmanca bakmasını açıklayamıyorum.
‘Ya ben alınganım, ya da karşı taraf yanlış bir iletişim tekniği kullanıyor’ diyeceğim ama bu sefer de bu saflığım yanlış yorumlanacak diye korkuyorum. Çok da tarihin derinliklerine inmeden o kadar fazla veri var ki elde; Nur Cemaatine bağlı evlere silah konulması, Cami bombalanması hakkında fikir jimnastiği yapılması, Bir kadının başörtüsüne bir şahadet vuku bulduğunda cami bahçesinde tolerans gösterilmesi ama aynı kadına farklı bir zamanda ‘kapı duvar’ muamelesi yapılması, İstanbul üniversitesinde ikna odaları kurulması…
Oysa ki benim de içinde bulunduğum bu kesim yıllardır aynı nakaratı terennüm etmekte: “…öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya”.
Hiç kimsenin yaşamına müdahale etmediğimiz halde, yıllar yılı paryalığı sineye çektiğimiz halde, onların yaşam çizgilerindeki kırıklarını önemsemeyip kendi doğrumuzda sebat ettiğimiz halde, neden bu insancıkları yerde taş ararken buluyoruz biz?
İşin daha da garibi şu ki; bu kerameti kendinden menkul olan kifayetsiz muhteris kitlesi her alanda kendini söz sahibi olarak görüyor.
Ahmet Kaya Kürtçe klip çekeceğim diyor, Serdar Ortaç onuncu yıl marşı eşliğinde muhatabına çatal bıçak fırlatıyor.
Bu Ülkenin tankları Laikliği teminat altına almak için Sincan sokaklarında palet eskitebiliyor ancak olması gereken yerde olamıyor.
Türkiye’nin en doğusundaki bir karakol basılıyor, on iki şehit veriliyor, üstüne üstlük sekiz asker esir düşüyor, çatışma aralıklarla otuz altı saat sürüyor, yani o taburun üzerine iki kere güneş doğuyor ve kimse yardıma gitmiyor ama bana Türk Ordusunun “sözde değil özde laik” olduğu deklare ediliyor.
Daha da fecisi, karakol baskınının üzerinden elli iki gün geçmeden aynı taburda davul zurna eşliğinde yılbaşı eğlencesi yapılıyor. Sözde değil özde! Oysa ki Anadolu’da bir evden cenaze çıktığı zaman bile düğün dernek için elli ikisinin çıkması beklenir.
Ya, Cemil Meriç’in deyimiyle “gördüğü her düşünceden kuduz köpekten korkar gibi korkan” bu taifenin siyasi mümessilleri?
Çoğul eki kullanmasak da olur. CHP’nin tek başına iktidara hâkim olduğu tek alandır burası. “İslamiyet denince benim aklıma çorap kokusu gelir” diyen Falih Rıfkı’dan tutun da, “İslam ondört asırlık sakat inanç” diyen Mahmut Esat’a kadar, oradan “başörtüsünü Sümerler’de fahişeler takardı” diyen güzel İzmirimin vekili Canan Arıtman’a kadar bitmek bilmez bir menbadır Cumhuriyet Halk Partisi.
Kendinden başkasına “öteki” gözüyle bakan, baktığı yetmezmiş gibi karşısındakine atmak için yerde taş arayan ve son olarak Serdar Ortaç’tan, Canan Arıtman’a kadar dev bir skalada hizmet veren kitlenin mümessillerine sesleniyorum: Seksen kusur senedir eteklerinizdeki taşları döküyorsunuz. Hala anlamadığınız kuvvetle muhtemel ki, yeni yeni filmler için çabalayıp duruyorsunuz.
Sizin rejisörlerin şu anda Silivri’de mukim olduğu ve artık kiracı değil de ev sahibi olacağı düşünülürse beyhude yere uğraşmayın derim.
Çünkü bu Ülkede yeni filmin adı belli: Yılanların Öcü!
1 Yorum
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Haz 5, 2010 | Reply
Kinle dopdolu bir ‘aydın nesil’ türemiş ülkede, çok doğru.
Kabaca 1900-2000 arasi, kapkaranlık, kin ve nefretle dolu bir yüzyıl.
Ahlaksızlığın her türlüsünün işe sürüldüğü kokuşmuş bir yakın tarih.
İnsanoğlundan ne berbat şeylerin de olabileceğinin bir göstergesi sanki.
Ne oldu?
Ölüp gittiler, yaptıklarını da yanlarına alıp.
Kör takipçileri de gidecek, kalıcı değiller.
Tertemiz doğup rezilce ölmek..
Hepimizin hatası, günahı çok.
Ama bu denli gözü dönmüş biçimde insanlığın en yüce değerlerine saldırmak ne çirkin vahşet.
Büyük bir ibret almamız gerek.