Devlet Kurabilirsiniz, Millet Kurgulayamazsınız!
By Fatma Sancak on Haz 24, 2010 in Adalet, Anayasa Mahkemesi, Beyin Yıkama, CHP, darbe, Devlet, Devletçilik, Ulus-Devlet
Devlet, genellikle hareket unsurlarına göre tanımlanır. Buna göre devlet; ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.
Türk tarihinde ‘ devlet ‘ en önemli organizmadır. Osmanlı ve hatta daha önceki dönemler dahil olmak üzere, bu ‘ devlet ‘ gerekliliğine olan inanç; iki Türk bir araya gelse devlet kurar sözüne kaynak olmuştur. Yine zorunlu bir gelenek olan devlet ve devletin bekâsı her türlü kavramın önünde durmuştur. Bu nedenle devlet başadır, kuzgun leşe.
Bireycilik, toplum ( ortak ) yaşam için neredeyse modern etkiler ile bir faciaya gidilen yolu açabilme yetisine sahip olsa dahi devlet – millet(ler) ilişkisinde yani burada kullandığım anlamıyla, devletin sınırlarını çizmesi ve bireyin haklarını gözetmesi açısında bir gerekliliktir.
Devletin varlığının gerekli argümanları; toprak, insan, egemenlik ve hukuktur. Türk devlet anlayışı tarihinde toprak, egemenlik çok daha geniş bir alanı kapsadığı için ve devleti oluşturan parçaların arasında, aslında ismi geçmemesi gereken, bir bütün olan devletin geçiyor olması sonucu ortaya devletin varlığı için gerekli parçalar; devlet, toprak, egemenlik olarak gelişmiştir. Bunun sonucunda ise birey haklarının alanı kısıtlanmıştır.
Devlet – Millet ( vatandaş ) ilişkisinde en önemli faktör anayasadır. Anayasa devletin yönetim biçimini tanımlar. Devletin temel kanunudur. Vatandaşların temel hak ve görevlerini bildirir. Ayrıca anayasa ile kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır.
Anayasaları anlamlarının ifade ettikleri üzere, bir devletin dışa ait duruşunu sağladığı gibi içe bakışını da içinde barındırır. Biz de, anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bugünlerde Türkiye Cumhuriyeti tarihinden başlayarak anayasalarımıza kısaca bakalım. Bakalım ki, anayasalarımız ortak kabule uygun bir anlamda işlevsel bir yol mu tutmuş yoksa bir gurubun tekelinde, bir milletin kurgusunda bir kader mi çizmiş bunu görelim. Bugüne kadar görmemiş olsak dahi, Anayasa Mahkemesine(?) rağmen anayasa değişikliği ihtimali olan şu günlerde görelim.
1921 Anayasası
1918 Mondros Mütarekesinden sonra 1. Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin ülkeyi işgal etmesi sonucu, işgale karşı direniş başlayınca Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ardından Amasya Tamimi yayımlandı ve Erzurum ve Sivas kongreleri yapıldı. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali edilmesi üzerine son Osmanlı Meclis-i Mebusanı bir toplantı yaparak çalışmalarına ara verme kararı aldı, işte bu karardan sonra Mustafa Kemal meclisi Ankara’ya toplantıya çağırır. Salahiyeti fevkaladeyi haiz bir meclis deyimiyle kast edilen şey, kurulacak meclisin bir ‘ kurucu meclis ‘ olacağıdır. İşte bu meclisin 23 Nisan 1920’de kurulmasından yaklaşık olarak 9 ay sonra 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yani 1921 Anayasası kabul edilmiştir.
1921 Anayasasının 1. maddesi; ‘ Hakimiyet bilakaydü şart milletindir ‘ ifadesini ihtiva eder. Peki, öyle midir?
1924 Anayasası
1921 Anayasası aslında bir anayasa olarak değil Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak anılır. Bu anayasaya bir giriş olması açısından bu başlıkta mevcut.
1924 Anayasası, 1921 Anayasasını yürürlükten kaldıran (madde 104) bir anayasadır. Anayasanın üstünlüğü ilkesi açıkça 103. Madde ile ilan edilmiştir. Bu dönemde henüz bir Anayasa Mahkemesi yoktur. Yargıtay ve Danıştay da bu yetkiyi kendilerinde görememiştir.
Mesela 68. Madde; ” Her Türk hür doğar, hür yaşar ” ifadesini ihtiva eder. Bu maddeye göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dahi olsanız hür doğup, hür yaşama şansınız eğer başka bir ırka, millete dahil iseniz mümkün değildir. Bunu bu maddeye bakarak değil, 1924’lerden 2010 yılına geldiğimiz şu günlerde Türkiye tarihine bakarak söylüyorum.
1961 Anayasası
Darbeler tarihimizin -ideolojik nedenlerden dolayı- pek rağbet görmeyen 1960 Darbesi, ordu içinde birbirinden habersiz cuntaların oluşumuyla, deyim yerindeyse; resmen çetecilik usulü ile yapılan bir darbedir. Bu darbe ile hem milletin seçtiği başbakan asılmış, hem de iradenin milletin olduğunu söyleyen bir anayasal düzenin ülkesinde milletin elinden egemenlik alınmıştır.
1960 Darbesinden sonra tek niyeti darbe yapmak olan paşaların darbe hevesi ile sonunu düşünemediği bu darbeden sonra alelacele profesörleri toplayıp; ‘ bir anayasa yapın ‘ direktifi vermesinden sonra, profesörlerden bazılarının; ‘ nasıl bir anayasa istersiniz paşam? ‘ diyerek sormasıyla oluşmuş bir anayasa olan 1961 Anayasasının bir başka yönü de darbecileri koruyan yasalar ile süslenmiş olmasıdır.
1982 Anayasası
1980 Darbesinin hemen ardından üniformalılarca form verilen, kabulünde millete sadece şeklen fırsat verilen bir anayasa olan bu darbe anayasası halen yürürlükte olması sebebiyle sırtımızdaki kamburun nedenlerinin de başını çeker.
Yaklaşık olarak 34 kez değişikliğe uğramış ancak halen sorunlarımıza çözüm olamamış, demokratikleşme sürecinde en büyük engellerimizden biri olan anayasa; ‘değiştirilmesi dahi teklif edilemez ‘ maddelerine de ev sahipliği yapmasıyla ünlüdür. İçerisinde değişikliği kabul etmeyen ana maddeleri ile ve halen sorunlarımıza çözümsüzlüğü ile tıkanıklığa neden olan bir anayasanın derhal tümüyle değiştirilmesi gerekmektedir.
Ne yapalım?
Konuya anayasa tarihimiz diye girdik ancak gelişme bize neredeyse darbeler tarihimiz ile anayasalar tarihimizin eş zamanlı ilerlediğini gösterdi. Darbeler anti-demokratik ve sivil vatandaşı hiçe sayan olumsuz gelişmeler olduğundan, sivilleşmenin sivrildiği bir toplumda, darbelerin oluşturduğu anayasalar iş göremez.
Devletin kapsayan, milletin-milletlerin kapsanan olduğu bir durumda bu gerçeğe yön veren anayasanın; ‘devlet var ise millet var olduğu içindir‘ şiarınca yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. İşte bu nedenle, hem dış politikada, hem de iç politikada maddi ve manevi olarak boynumuzu büken bu anayasanın değiştirilmesi gerekmektedir. Temel hak ve hürriyetleri kapsayan, her türlü hukuksuzluğa karşı milletini-milletlerini koruma altına alan, farklı din, mezhep ve ırkları da temel hak ve hürriyetler başlığında gözeten bir anayasa ile değiştirilmesi zorunludur. Anayasanın bu hali ile devamlılığının teklif edilmesi dahi söz konusu değildir.
Tüm bunları yapmak elbet kolay değildir, zira hukuka bağlı (!) olarak gelişen tek mantık ideolojisi, anayasayı olduğu gibi Anayasa Mahkemesini de etkilemiştir. Bu konuda gerekli önerileri veren hukukçuların görüşleri dikkate alınmalıdır. Tek mantık ideolojisinin siyasetini güdenlerin iptal davaları dikkate alınmamalıdır. Zira bu ne bu ülkeyi ne de bu ülke de yaşayanları – kim seçmiş olursa olsun- 11+4 kişilik bir kurum ya da sürekli olarak siyaset dışında bırakılanlar yönetemez. Bu ironik bir şekilde hem anayasaya aykırıdır hem de bu ülke insanlarının layık olduğu değere aykırıdır.
Kurumların ‘yıpranması tehlikesi‘ susturmaya gerekçe olamaz. İş göremez, sorun çözemez hale gelmiş kurumlar zaten yıpranmıştır, bu kurumları iyileştirmek ve ehlileştirmek ancak kurumların hizmet ettiği insanların eliyle mümkündür. Devlet kurabilirsiniz ancak millet kuramazsınız, tüm bunları kurgulayamazsınız. Bir milletin ya da milletlerin kaderi kişilerin elindedir, kurumların değil. Kurumlar sadece hizmet vermekle yükümlü oluşumlardır. Bunu hatırlatmak yine bireylerin, ülke vatandaşlarının görevidir. Dikkate almakta kurumların görevi olmalıdır. Unutmayalım ki, hakimiyet bilakaydü şart milletindir!
1 Yorum
Yazan:Hekim Coşkun Tarih: Haz 24, 2010 | Reply
İzinininle bu anlamlı çalışmayı facebook sayamda yayınlıyorum.
Teşekkürler selam ve sevgieler.