Toprak olmak ne garip şey anne! – Varlığın anlamı
By Yusuf Mehmet Bahadir on Haz 26, 2010 in Adalet, İnsan, Kâinat, Ölüm, Varlık
– Bu yazı nefsime yazılmıştır –
Bir baba, çocuğunun kabiliyetlerini ve içindeki cevherleri veya kuvveyi nefsaniyesini, yine kendisine göstermek üzere, bazı konularda onu sınamak ister. “Farz edelim senin büyük bir çiftliğin var, içinde pek çok teknik imkan, aletler, yirmi adet personel, iki traktör, iki dönüm meyve bahçesi, vs.” şeklinde bir cümle ile başlayan baba bu farazî çiftlik üzerinde çocuğa pek çok soru sorar. Alış verişler, adil yönetim, idari meseleler, hak hukuk meseleleri, felaketlerle yüzleşmeler, soğuklar, baskınlar ve savaşlar gibi pek çok senaryo üzerinde konuşulur. Artık çocuk çiftliğe iyice sahiplenmiştir. Nihayetinde baba çocuğa yeterince sınadığını düşünüp “Şimdi bu çiftliğin içindekilerle beraber yıkıldığını düşünelim.” dediğinde çocuk bunu bir türlü kabullenemez. Ve şaşkınlık içinde : “Ne yani, bütün bunların hepsi, ve işleyen bunca harika sanatların hepsi yok olmak, toprak olmak için midir?” demekten kendini alıkoyamaz.
Rahmetli Ahmet Kaya şafak türküsünde; belki yaşadığı haksızlıklara bir anlam verememekten, belki sadece dünya penceresiyle gözlemlediği olaylara ve varlığa anlam verememekten olsa gerek, “Ölmek ne garip şey anne, toprak olmak ne garip şey” diyordu. Sanırım bu cümleler de, çiftliğe sahiplenen çocuğun, şaşkınlığına benzer bir mizansen oluşturmakta…
Gerçekten de, şayet hepsi bundan ibaretse, sonrası yoksa, varlığın anlamı korkunç ve tahammül edilemez bir çelişkiler yumağına dönüşüyor. Ahmet Kaya benzeri bir şaşkınlık daha anlamlı kalıyor bu tablo karşısında. İçinde harikalar ve mucizevi sanatlar barındıran ve her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kainattaki mükemmel denge, ve matematiği iflas ettiren ve akıllara durgunluk veren ince ayar anlamsız bir artığa dönüşüyor. Kainat anlamsız bir boşluğa, doğa olayları basit birer görüntüye, insan homoekonomicus bir varlığa, ağaçlar yakılacak birer kütüğe, çiçekler ve böcekler sadece üreyen birer canlıya, güneş anlamsız bir ışıldağa, dönüşüyor. İçindeki her canlıya merhametle dokunan ve ona kucak açan kainat: zalimin ve masumun dolayısıyla herkesin toprak olmasıyla eşitlenmeye akacaksa, boş yere akıyor ve boş yere var demektir. Her şey anlamsız, her şey değersiz ve her şey sıfırlanmış demektir. Şayet mazlum, hakkıyla birlikte toprak olacaksa, zalimin zulmü yanına kar kalacaksa varlığın da bir anlamı olmayacaktır.
Düşünün ki, kâinatta tek bir varlığın, bir elmanın bile fiyatı kâinat kadardır ve kâinat için pek büyük masraf yapılmıştır. Buna rağmen pek çok varlık daha doğar doğmaz, ya da kısa bir süre yaşayıp ölüyor. Bu kadar kısa bir hayat için, bu kadar masrafa uçsuz bucaksız kainata ne gerek vardı o halde? Neticede her şey bir yoklukta son buluyorsa, bu hayata ne gerek vardır? Eğer, bu hayatın, ötesinde sonsuz bir hayat yoksa, şu olup-bitenler, şu hayat, şu kâinat bir oyun ve eğlenceden ibaret olmaz mı?
Menderesin toprağı, muktedir Cemal Gürsel’in, cübbeli katil Salim Başol’un, milli şef İnönü’nün toprağı ile eşitlenecekse, dahası Yassıada mahkeme salonundaki “Zalim kahkahaları” ile “gizli hıçkırıklar” birbirinden ayrılmayacaksa, varoluş apaçık bir çarpıklık demek değil midir ?
Şalcı Bacı’yı, İskilipli Atıf Hocaları ve daha nicelerini idam eden İstiklal mahkemelerinin eli kanlı muktedirleri, asli büyük mahkemeye çıkmayacaksa bu işte bir tezatlık yok mudur? “Bu ne yaman çelişki anne!” diyen Ahmet Kaya’ya hak vermek gerekmez mi o halde?
Gazze’ye insani yardım için yola çıkan filoya dahi saldırıp, 19 yaşındaki Furkan Doğan’ı şehit eden kanlı eller, nursuz, onursuz yüzler, zulmetin çocukları ve niceleri… toprak olmakla kurtulacaklarını sanıyorlarsa feci şekilde yanılıyorlar.
Toprak olma eşitliği elbet bozulacak. Bu korkunç eşitsizlik “Mahkeme-i Kübra ” (Büyük Mahkeme) ile giderilecektir. Üstad Bediüzzaman “Haşir” risalesinde “Hiç mümkün müdür ki, bir saltanat, bahusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden muti’lere (itaat edenlere) mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı (cezası) bulunmasın? Burada yok hükmündedir. Demek, başka yerde bir mahkeme-i kübrâ vardır. …Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.”(1) derken kendinden o kadar emindir ki; “Ahiretin olmasına değil, olmamasına şaşmalıydınız asıl” demeye getiriyor.
Elhasıl, yapı taşları aynı da olsa elmas ile kömür ayırt edilmeyecekse varoluşa bir anlam da yükleyemezsiniz. Her şeyi bir anlamsızlığa ve başıboşluğa itersiniz ki, özellikle böylesi muhteşem saltanat ve içinde bulunduğumuz kainattaki akıl almaz dengeler ve muhteşem sanatlar sizi yalanlayacak, vicdanımıza ve akıl gözümüze şöyle seslenecektir: “Öncelikle “O” var, ve her şey O’nun varlığı ile anlam kazanır ve bu hadiselerin hiçbiri boş değil, adaletin gerçek sahibi, adaletini tecelli ettirecektir.” Çünkü insan, ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak üzere başıboş bırakılmamıştır. Kur’anı Kerim bizlere, bütün amellerimizin suretleri alınıp yazıldığını ve bütün fiillerimizin neticeleri, muhasebe için zaptedildiğini haber veriyor :
Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
(Kehf Sûresi, 49. Ayet)
Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. (Kaf Sûresi, 17. Ayet )
Vicdanım kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
Çünkü denklemin dünya tarafında, gözlerden kaçmayan korkunç bir açık var. Vicdanım bu açıklığı kabullenmiyor ve bir türlü tatmin olmuyor. Adalet arıyor her daim. Demek ki, denklemin bir de, öbür tarafı olmalı ve demek ki, bütün bunlar mahkemeyi kübraya bırakılıyor,,,Haşir risalesini ve Üstad Bediüzzamanı dinle…
Aklım kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
Günler, asırlar adedince misal-i haşir ve kıyametin nümunelerini görüyorum her daim. Sonra, bu kadar nümune ve misalleri müşahede ettiğim (gözlemlediğim) halde, haşr-i cismânîyi (ahrette tekrar bedenlerin ve vucudların dirilişini) akıldan uzak görüp istib’âd etmekle inkâr etsem, ne kadar divanelik olduğunu yine aklımla idrak ediyorum. Allah bu büyük güne bizleri hazırlamak için, aklımıza hitap ederek her gün ölümler ve yeniden dirilişler yaratıyor. Hadiseleri ve tabiatı dinle…
Kalbimin ve gönlümün sesi kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
Zira: bütün rahmet hazinelerinin anahtarlarını, bütün esmalarının aynalarını yerleştiren, nihayet derecede güzel sanat içinde Kainatın fihristesi şeklinde yarattığı insanı, Allah zayi etmeyecek. Her tarafta güzelliklerinin akislerini gördüğümüz muhteşem sanatların hiçbiri zayi olmayacak. Belki ölüm ile gelen hal değişimi ile kemale ve sonsuzluğa akacak. Bak, evren dahi tekamül ederek, kemale ve sonsuzluğa ilerleyerek son durağına, kıyamete koşuyor.
“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O herşeye hakkıyla kadirdir.” (Rum Sûresi, 50. Ayet)
“Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. Sen de ki: ‘Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek. O herşeyin yaratılışını hakkıyla bilendir.”
(Yâsin Sûresi, 78-79 Ayet)
Kalbinin götürdüğü yere git ve Kur’anla beraber gönlünün sesini dinle…
Hislerim kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
Çünkü yokluğuma onbinlerce yıldır alışıldığı halde şimdi varım. Olup olmamam kimsenin umurunda değilken, insan olarak buradayım. Kimseye benzemeyen biricik yüzümle, sadece kendime ait retinamla, parmak izlerimle buradayım. Hiç ummadığım güzellikler ve harika mucizler içinde insan olarak yaşıyorum, yaşatılıyorum. Hiç hazırlıklı değildik insan olmaya, sonsuzluğa aday olmaya… Dahası, böylesi cömert ve kerem sahibi, karşılıksız lütfeden çok bağışlayıcı bir Yaradan’a kul olacağımız, olmayan aklımızın ucundan bile geçmezdi. İçinden gelen sese kulak ver ve hislerini dinle…
Doymayan nefsim kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
“Şu dünyadaki tezyinat (süsler, ziynetler), yalnız telezzüz (lezzetlenme, zevklenme) veya tenezzüh (gezinti) için değil. Çünkü bir zaman lezzet verse, firakıyla (ayrılığıyla) birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihasını açar, fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır; doymaya kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat (süsler, ziynetler) ibret içindir, şükür içindir. Usul-ü daimîsine (daimi asıllarına) teşvik içindir; başka, gayet ulvî gayeler içindir.
Evet, madem her şeyin kıymeti ve dekaik-i san’atı (sanatın incelikleri) gayet yüksek ve güzel olduğu halde, müddeti kısa, ömrü azdır. Demek o şeyler nümunelerdir, başka şeylerin suretleri hükmündedirler. Ve madem müşterilerin nazarlarını asıllarına çeviriyorlar gibi bir vaziyet vardır. Öyle ise, elbette şu dünyadaki o çeşit tezyinat, bir Rahmân-ı Rahîmin rahmetiyle, sevdiği ibâdına (kullarına) hazırladığı niam-ı Cennetin (Cennet nimetlerinin) nümuneleridir denilebilir ve denilir ve öyledir.” (2)
Nimetlerin, varlıkların hal dilini dinle. Kuşların, böceklerin, çiçeklerin… hal dilini dinle…
Sonsuzluğu arzulayan ruhum kadar eminim “Haşir Sabahı”ndan…
Ruhum kabıma sığmıyor. Ruhumun dairesini, aşkımın kıvrımlarını şu fani dünyanın kenarlarıyla örtüştüremiyorum ve şu hayatın dar köşelerine sığdıramıyorum… Vermeği istemeseydi Yüce Yaradan, dilemeği vermezdi zira.
Sonsuzluğu arzuluyor ruhum…Ruhunu dinle…
Aslında varlığın anlamı, Allah’ın varlığı ile anlam kazanıyor. Allah’ın varlığı, varlığın asıl manasıdır. Bu mana görülmezse her şey değersizleşir ve sıfırlanır. Hayata, bu manadan yoksun bakan gözler adeta bir kara delik misali her şeyi yutar. Bütün güzellikleri, muhteşem sanatları, ilahi her türlü tecellileri emer, yok eder. Elhasıl varlığın anlamını iman dürbünüyle görebiliriz. İman, kara deliğin karanlığını gideren, etrafını nurdan halkalarla aydınlatan, varlığın gayesini, anlamını ve güzelliğini gösteren nurun ve hakikatın ta kendisidir.
Mağara günlerinde bu hakikatleri ve varlığın anlamını arayan özel biri daha vardı…Sessiz, kimsesiz gecelerde göklerden bir ses yükselir Hira’da!
“Sevgisizliğin-alakasızlığın-köleliğin-öldürmenin-faizin-katliamların-Çöl’ün ortasında Bir yetimin kalbinden Allah’ın insanlığa seslenişi: Bir annenin evladına seslenişi gibidir!
Ah Muhammed! Kırdılar mı sizi? Kiminizi köleleştirip-kiminizi sattılar mı? Korktunuz mu? Güvenmeyi mi kaybettiniz? Kirlendiniz mi? Pislendiniz mi? Canınız mı yandı? Kan mı sıçradı üzerinize? Yalanlar mı sıçradı? Putlar mı sıçradı? O halde İnsanlık tarihinin önüne çıkıp Yaratılışı yeniden hatırlatalım mı seninle? Oku! Yaratan Rabbinin adıyla! O seni İlgiden-Alakâ’dan yarattı Senin Rabbin çok cömerttir Kalemi kullanmayı öğretti Ve bilmediğini…. Acılarını al! Yasla başını Allah’ın sesine! Kıs sesini! Dinle: Seninle konuşan Rahman ve Rahim olan Allah’tır! Senin de aradığın şeyler bunlar mağaralarda! Haydi Sarıl Allah’a Secde Et ve Yaklaşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş…”(3)
Dipnotlar :
•(1) Bediüzzaman, Haşir Risalesi, Sözler 10.Söz Sayfa 84.
•(2) Bediüzzaman, Haşir Risalesi, Sözler 10.Söz Sayfa 116.
•(3) Senai Demirci, Secde Et ve Yaklaş
Teşekkür : Bu makalenin yazımında, Bediüzzaman Hazretlerinin Sözler adlı eserinden ve Sayın Senai Demirci’nin makalelerinden ve Sayın Mehmet Yılmaz’ın teşvik ve desteklerinden istifade edilmiştir
5 Yorum
Yazan:MY Tarih: Haz 26, 2010 | Reply
Güzel kardesim, yazin elime ulastiginda Fuzulî’nin o müthis gazelini dinliyordum, yazini içim titreyerek, gözlerim yasararak okudum. ALLAH senden razi olsun.
Yazan:cb Tarih: Haz 26, 2010 | Reply
mehmet bahadır,
ramazan önü ruhumu ayağa kaldıran bir yazı okudum, muhteşem… nefse selam, tefekküre devam!
Yazan:bulduk Tarih: Haz 26, 2010 | Reply
Ellerine sağlık mehmet bey.Yazını büyük bir zevkle ve dikkatle okudum.haşir konusu bir çok kimse için merak konusu olmuştur,fakat bediüzzaman hazretlerinin açtığı yolda bize bir menfez açmışsın.bu açtığın menfezden içeriri girdikçe şüphe dağırcıklarının dağılması insana ap ayrı bir lezzet veriyor.ve işte hayat budur,işte iman budur dedirtiyor.Asrımız mütefekkirinin dediği gibi ‘İman hem nurdur, hem kuvvettir.Gerçek imanı elde eden kimse kainata meydan okur’ Rabbim bize tahkiki imanı elde etmeyi ve bu iman ile amel etmeyi ,en önemliside bu iman ile ebedi hayata intikal etmeyi nasip etsin.Amin
Yazan:Arzu Tarih: Haz 27, 2010 | Reply
Tek çeşit yemekle beslenmek zorunda olup, tek bir ağacın, çiçeğin olmadığı bir dünyada yaşıyor olabilirdik.
Eğer bu kadar mükemmel bir düzen içinde yaşıyorsak; bu bize bir lütuftur.
Dünya böyle cazibesi olmayan, kurak bir yer olsaydı; elbette insanlar bir an önce ölmeyi temenni edecek ve cennete girmeyi arzulayacaktı. Ama imtihan bu. Nefsine hakim olarak, bu dünyadan yeterli miktar kullanıp ahirete yönelmek var. Dünyaya aldanmak ve aldanmamak arasında bir seçim yapmak için bu nizam ve güzellikler.
Yazan:otomatik mandalina Tarih: Haz 27, 2010 | Reply
Mehmet Bey,
Yazınız bana Gödel’in bir cümlesini hatırlattı : “I am convinced of the afterlife, independent of theology”. Acaba Gödel de anlamsız bir evren tasavvuruna ve adaletle sonlanmayacak bir hayat iddiasına karşı mı söylemişti bunu? Sanmıyorum. Üstad gibi onun da akli gerekçeleri vardı muhtemelen.
Benim ölüm sonrası hakkındaki düşüncemse odur ki, eğer bu dünyada mantığın zerresi varsa.. Yani kendi hayatımızda gördüğümüz mantıki ilkeler evrenin her yerinde geçerliyse, ölümden sonra bir hayatın olduğu da kesin demektir. Bu dünyada sonrası için olmayan ne var? Yani asıl anlamı bitişinde olmayan ne var? Anlam hep bitişte. Yumurtanın anlamı bitişinde. Bir yumurta ne olur : a) civciv veya balık b) bir insan veya hayvana besin c) çürüyüp gübre. İster rasgele ister değil, başka sonuç var mı? Ve yumurtaya da zaten bu üç neticenin, yani üç “son”un kendisi anlam katıyor.
Örnek çoğaltılabilir. Misal civciv. Civciv de ya besin olur ya tavuk. İkisinde de civcivlik biter ama. Evet herşeyin varlığı bizzat güzeldir, civcivin dahi öyledir, ama asıl anlamı neticesindedir. Mesela buğday ektik deriz. Olay ne? Buğday büyüyecek, çürüyecek hale yakınlaşıncaya kadar olgunlaşacak ve biz biçeceğiz. Amaç, yani anlam sonda. Üniversite ne? Diploma. Diploma ne? İş. İş ne? Eve ekmek götürme. Eve ekmek götürme ne? Yeyip doyma. Hepsinde tüm anlam bitişte ( Süreç de güzel olur, amma o ayrı. Çoğu zaman sürece de katlanırız üstelik ).
Hayat ne peki? İnsan vücudunun üç muhtemel sonucu var : a) bir hayvana yem b) toprağa gübre. İnsan vücudunun anlamı bu olabilir, peki ama sevgi, akıl, fedakarlık gibi abstract varlıkların sonu ne olacak? Demek onların dahi değerlendirileceği ve anlam bulacağı bir yer var. Mahiyetini dinlerden öğrendiğimiz bir yer orası.
Hasılı, eğer kainat varsa, 1) tanrı var 2) ölümden sonrası var. Bu kainatın olmadığını öğrenirsem, bunları yeniden düşünebilirim.