Birbirimize emanet olmak
By Aisha Benghazi on Tem 3, 2010 in Aleviler, Basın günlüğü, vicdan
Erkan Göloğlu
Herkesin, hayatta kalmasını bir tesadüfe borçlu olduğu anlar var mıdır, bilemiyorum. Bir duygudan değil, somut bir durumdan söz ediyorum.
Yetişemediğin uçağın düşmesi gibi. Bombanın patladığı bir otobüs durağını üç dakika önce terk etmeniz, silahların konuştuğu otoparktan az önce çıkmanız gibi.
17 yıl önce Sivas’ta olamamam, bir şans mıydı, kötü, berbat bir şanssızlık mı? Her şey, hatta kalacağım otel bile hazırdı. Rıfat ağbiyle birlikte, iki gün bir gecemizi orda geçirip, etkinlikleri izleyip dönecektik. Kızım Bedriye’nin hastalığı engel olunca, Rıfat ağbi gitti. Bir ‘aksilik’
olmuştu, Madımak Otel’de yer kalmamıştı.
Başka bir otelde kaldı ve yanmadan döndü.
2 Temmuz 1993’te ben 34 yaşındaydım, o 36 yaşında. Her 2 Temmuz, ikimizin arasında derin bir suskunlukla geçti. Hatta mümkünse o gün birbirimizle görüşmemeyi seçtiğimizi giderek anladım. Her gün birbiriyle görüşmese bile mutlaka telefonlaşan iki arkadaş, fark ettim ki o gün birbirinden uzak duruyor.
Adım gibi biliyordum, o da 2 Temmuz yürüyüşünün içindeydi benim gibi. Ama içgüdüsel olarak kortejde ve toplanma alanında, birbirimizle karşılaşmayacağımız noktalarda oluyorduk. Hayır, bunu da onunla hiç konuşmadım. Zaten 2 Temmuz üzerine aramızda hiçbir şey konuşmadık.
Aşılması güç bir öfkeydi beni suskunluğa iten. Bir başkasını hatta çoğumuzu bağırıp çağırmayı kışkırtan öfke, beni ağır bir sessizliğe çekmişti. O sessizlik içinde ‘suçlu’ bulduklarımdan biri de bendim. Beni hayatta bırakan şans, ağır, taşıması zor bir yük gibi inmişti omuzlarıma. Ben orda olsaydım herşeyin başta türlü olacağına ilişkin düşüncelerimde ne kadar saflık bulursam bulayım, kendimi yatıştırmam kolay olmadı.
Sonra bir sürü kelimeler aldım elime. ‘İrtica’ bunlardan biriydi, ‘şeriat’ öbürü, ‘gericilik’, ‘yobazlık’, ‘zulüm’ gibi bir sürü birbirine benzer kelimelerin arasında gidip geldim.
Ankara’da Sivas davası başladığında, geniş salonda zar zor bir koltuğa sıkışıp duruşmayı izledim. Sanıkların yüzünü görmem imkânsızdı. Bir ara bazı avukatların, sanıkların idamla cezalandırılmasını istedikleri duydum.
O günden sonra bir daha o salona gitmedim.
Bazen gençliği terk etmek, bir köprüden karşıya geçmek gibi bir şeydir. Seyrederken güldüğümüz, Yeşilçam filmlerindeki esas oğlanın, sabah kalktığında saçlarını bembeyaz bulması gibi bir şey. Bunu hangi 2 Temmuz’du emin değilim ama bir 2 Temmuz’da anladım ki, gençlik beni terk etmiş.
Öfke, yerini çaresizliğe bırakmıştı.
2 Temmuz’u unutturmamak için yapılan etkinliklerdeki isyanın bir parçasıydım. Ama barışmaya hazır bir dil bulamıyordum orada.
Kendisini bu öfkenin muhatabı görenler ise, bu isyanı anlamaktan uzaktı.
Her 2 Temmuz, bende giderek ağır bir çaresizlik duygusu yarattı. Her 2 Temmuz’da artan çaresizliğimin ortasında buldum kendimi.
Kovboylar geldiğinde kapılarını kilitleyen, panjurlarını kapayan kasaba halkına
benzedim git gide.
Düne kadar!
2 Temmuz 2010 günü http://sivasyasindabulusankadinlar.blogspot.com/ adresinde okuduğum bir metin, “17. yılında Sivas mazlumlarını anıyor, ailelerinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyoruz” sözleriyle bitiyordu.
Metnin bütününe baktığımda ‘Sünni Müslüman’ oldukları anlaşılan bir grup kadın, “O yangın bana da değdi, dağladı beni. Eğer bugün 2 Temmuz’a dönme imkânım olsaydı, Madımak otelinin kapısında durup bedenimle bir duvar olmak isterdim” dedi.
‘Ölümü değil, hayatı kucaklayan bir ülke’ hayal eden bu dili özlediğimi hatırladım.
O zulmü tanımlamakta ve sorgulamakta yeteri kadar sorumlu davranamadıklarını söylediler. Bu sözlerin sahibi kadınlarla, Sivas mazlumları, onların yakınları ve aileleri, birbirine emanettir, artık. Ne kadar köreltse de, zulmün teslim alamadığı bu vicdan, dün, 17 yıldan beri içimizden atamadığımız acıya dokundu, yaranın üstüne elini koydu.
Tam 17 yıl sonra ben de ilk kez dün Rıfat ağbiyi aradım. Uzun uzun çalan telefonun ardından, öğlen yemeği için İlkiz Sokakta, Güzel Karadeniz Lokantası’nda buluştuk. Elini cebine atarak “Bak sana sen göstereceğim” dedi Rıfat ağbi. Ben silahı daha hızlı çektim. Gömleğimin cebinde gazeteden kestiğim metni alıp önüne uzattım. 17 yıl boyunca ilk kez
bir 2 Temmuz’da gülümsediğinden emindim.
Kalktık, hiçbir şey söylemeden Toros Sokağa yöneldik. Nereye gideceğimizi biliyorduk. Kalabalığın arasına girdik. İlk kez aynı yürüyüşte yan yanaydık.