RSS Feed for This Post

Atatürk İngiliz valisi olmak istedi mi?

“Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…” (Moustapha Kemal)

Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı (M.Armağan)

 1918 şartlarında İngilizleri tutmayan var mıydı ki, Hürriyet gazetesinde yer alan bir köşe yazısında(1), Mondros Mütarekesi’ni ve İngiliz himayesini kabullendiği için Sultan Vahdettin’e hain yaftası yapıştırılabiliyor?

Açın bakın, Mondros’ta İngiltere ile aramızda rica minnet çöpçatanlık yapan General Twnshend’in hatıralarını, İngiliz gemileri kasım ayında Çanakkale’den nasıl birer ‘kurtarıcı prens’ olarak girmişlerdir, hayretle görürsünüz. Hadi onu bulamadınız diyelim, bari tarihçi Orhan Koloğlu’nun 1918 yılı üzerine yazdığı kitabındaki(2) basın taramasını okuyun ve zamanın PTT’sinin Mondros Mütarekesi’ni kutlamak için tam 22 bin serilik bir posta pulu çıkardığını hayret ve ibretle görün.

O zaman Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı Minber gazetesinde işgalci İngilizlerin tebrik edilip alkışlandığını da, 17 Kasım 1918’de aynı gazetede çıkan söyleşisinde “İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı” mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise “Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini” söylediğini ve dahi “muhataplarımızla [yani İngilizler, Fransızlar vd.] anlaşmak lazımdır” dediğini de hatırlamamız gerekmez mi? Ya Mustafa Kemal Paşa’nın 11-13 Ekim 1918’de Halep’ten Vahdettin’e çektiği telgraftaki ilginç teklifleri… Şöyle diyordu padişahın yaveri Naci (Eldeniz) Bey adına gönderdiği telgrafta: Müttefiklerle olmadığı takdirde ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır. (Orijinali: “Müttefiken olmadığı takdirde münferiden behemahal sulhü takarrur ettirmek lazımdır ve bunun için fevt olunacak bir an dahi kalmamıştır.”)(3) Peki, bütün bu belgeler bilinip dururken birilerinin kalkıp da “Mütareke hükümlerine sonuna kadar riayetkâr davranmalıyız” şeklindeki tavrı nedeniyle Vahdettin’in hain ilan edilmesini anlamak gerçekten de mümkün değil.

Karabekir’in hatıratında Vahdettin

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Kâzım Karabekir’in bile yakılan kitabı İstiklal Harbimizin Esasları’nın ilk baskısında (1933) Sultan Vahdettin’le son görüşmesine dair hatıraları, kitabın sonraki baskılarında açıkça sansüre tabi tutulmuş değil midir? Halbuki Vahdettin, 11 Nisan 1919 günkü görüşmesinde, birkaç gün sonra Trabzon’a giderek yeni görevine başlayacak olan General Kâzım Karabekir’e dönüp, “Paşa, ben ve millet sizlerden ümitliyiz… Hayır dualarım ve niyâzlarım sizinle beraberdir” demiş, Karabekir Paşa da kendisine şöyle cevap vermişti: “Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet zât-ı şahaneleri etrafında bir kalp ve bir kafa gibi toplanabilir şevket-meâb.” Üstelik Karabekir Paşa dışarı çıkınca onu heyecanla bekleyenler arasında bir tanıdık da vardır kapının önünde: Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyari Mustafa Kemal Paşa. Hemen Karabekir’e sorar: Neler konuştunuz? Karabekir, Padişah’ın kendisini hayır dualarla yolculadığını anlatınca Mustafa Kemal Paşa şu anlamlı tespiti yapar oracıkta: Sen Erzurum’a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel dayanak noktası teşekkül ediyor. Ne yazık ki, İstiklal Harbimizin Esasları’nın 1951 ve sonraki yıllarda yapılan baskılarında bu ve benzeri türden Vahdettin’i ‘beraat ettirici’ nitelikteki ibarelerin itinayla temizlendiğini hayretle görürüz. Eh, Karabekir’in kitaplarında durum buysa gerisini varın, siz düşünün.

Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözüne dönelim tekrar. Ne demek istiyor? Gayet açık bence: Vahdettin ve İstanbul hükümeti daha önce Cafer Tayyar Paşa’yı Edirne’ye, Ali Fuat Paşa’yı Ankara’ya gönderdikten sonra üçüncü büyük kozunu oynamış ve Karabekir Paşa’yı Erzurum’a tayin ettirmeyi başarmıştır. Böylece direnişin Edirne, Ankara ve Erzurum ayakları tamamlanmış, sıra bunları toparlayacak ve organize edecek bir genel müfettişliğe gelmiştir ki, bir ay sonra bu göreve olağanüstü yetkilerle padişahın yaveri olan Mustafa Kemal Paşa atanacak ve 15 Mayıs 1919 günü yine Vahdettin’le görüştükten sonra dördüncü ve merkezi ayağı oluşturmak üzere Samsun’a doğru yola çıkacaktır. Nitekim bu görüşmeyi sonraları Falih Rıfkı Atay’a anlatan Atatürk, Vahdettin’in kendisine, “Şimdiye kadarki başarılarınızı unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin” dediğini nakletmemiş miydi? Öyleyse soralım: Bizzat Karabekir ve Atatürk’ün ağzından yaptıkları anlatılan Vahdettin nasıl hain olabiliyor?

İngiliz gizli belgeleri ne diyor?

Son olarak İngiliz gizli belgelerine bir göz atalım. Aslı Britanya arşivlerindeki gizli yazışmalara göre, işgalci İngilizler, şimdi de ‘esir padişah’ı Samsun’a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa aleyhine konuşmaya zorlamaktadırlar. Ne var ki, Vahdettin kendilerine, Mustafa Kemal Paşa’nın ancak İtalya’nın birliğini sağlayan millî kahramanları Garibaldi kadar “haydut” kabul edilebileceğini, onun yurtseverliğinden kuşku duymadığını, dahası ona saygı ve hayranlık hissetmemenin güç olduğunu söylemiştir.(4) İngilizler de bu sözleri resmen kayıtlara geçirmişler. Vahdettin’in ifadelerinin İngilizce çevirisi şöyle: “It is absurd to label the Nationalist Movement as the tyranny of a set of non-Turkish brigand and patriot in much the same sense that Garibaldi was, and is difficult not to respect and admire him.”

Bir başka belge ise gerçekten şaşırtıcı. 14 Kasım 1918 günü, bir gün önce İstanbul’a gelip Pera Palas’ta ikamete başlamış olan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la görüşmek ister. Price, Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor: “Mustafa Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti. “Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”

Kim kahraman, kim hain?

Anadolu’da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…”(5) Türk Tarih Kurumu’nun çevirtip bastığı bir kitaptan alındı bu çarpıcı sözler. Şimdi söyleyin bakalım, İngilizlerle ilişki kurmak vatan hainliği sayılabilir miymiş?

Kaldı ki, kimin hain, kimin kahraman olacağına gazete köşelerinden yahut meclis kürsüsünden karar verilemez; hatta mahkemeler bile buna karar veremez. Bunun kararını kamuoyunun vicdanı ve “tarih” denilen o acımasız yargıç verirse verir. Hem Fransızlar şu General Petain’in hain mi kahraman mı olduğuna 60 küsur yıldır karar verebildiler mi? Adam üstelik vatanını Almanya’ya gerçekten peşkeş çektiği ve işgalcilerle düpedüz işbirliği yaptığı için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra herkesin gözü önünde yargılanıp idama mahkûm edildiği halde bugün dahi onun bu şekilde davranmakta haklı olduğunu düşünen Fransız vatandaşları azımsanmayacak sayıdadır. Dahası, bu bir rejim sorunu değildir Fransa’da; bir tarih sorunudur. Ne diyelim, darısı bizim Vahdettin’in başına.

En iyisi son sözü, bir ara bakanlık da yapmış olan Hüseyin Cahit Yalçın’a bırakmak. Bakın yakın tarihimizdeki hain-kahraman düellosu hakkında bu tecrübeli kalem ne ibret-âmiz laflar söylemiş: “İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi [Mondros’u] imza eden Rauf [Orbay] Bey, bugün âdeta vatan haini oluyor. Çünkü Halk Fırkası’ndan çıkmıştır. İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi kabul eden ve imza etmesi için emir verenler arasında bulunan Fethi [Okyar] Bey ise bugün Millet Meclisi Reisi bulunuyor. Çünkü, henüz Halk Fırkası’na mensuptur. Bu ne mantıktır, bu ne ölçüdür, bu ne mutaassıp fırkacılık [particilik] hissidir?”(6) Tarih yalan söylemez; ama ona yalan söyletilebilir. Tabii yatsıya kadar…

 

KAYNAKLAR :

1) Bkz. Tufan Türenç, “Tarih yalan söylemez: Vahdettin haindir”, Hürriyet, 14 Kasım 2007. 2) Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Bunalım Yılı, İstanbul 2000, Boyut Kitapları, s. 190. 3) Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 2, İstanbul 2003, Kaynak Yayınları, s. 232. 4) Bkz. S. Ramsdan Sonyel, Turkish Diplomacy 1918-1923, Londra 1975, s. 154, dipnot 1’den aktaran: Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 5, İstanbul 1992, Tekin Yayınevi, s. 249-250. 5) Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98. 6) Aktaran: Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, cilt IV, İstanbul 1962, s. 180.

Trackback URL

  1. 137 Yorum

  2. Yazan:ertuğrul Tarih: Tem 20, 2010 | Reply

    bu yazının mahiyetinde eski defterleri yeniden ciltleyip önümüze farklı derslermiş konulduğu gibi büyük bir görüntü var o zaman atatürk ruslarında valisi olmak istiyordu en nihayetinde zamanında sırf silah yardımı karşılığın da kuracağı yeni ülkenin de bolşevik olacağını söylüyordu. şimdi kafam karıştı bir taraftan ingiliz emperyalistler diğer taraftan rus sosyalistleri ve bunları elinde çeviren bir önder sonrasın da vatan hainliğiyle itham edile dursun çalacak o kadar şeyi olmasına rağmen meteleksiz kaçtığı için onuru geri alınmaya çalışılan bir osmanoğlu ”Tarih elbette gerçekleri söyler de ah bu gelecektekiler tersten okumasa”

  3. Yazan:Metehan Onan Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Atatürk konjonktöürü kullanarak herkesle işbirliği yapmış, sonunda hedeflerinden sapmadan modern Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Kendine tarihçi diyen biri bunu hala anlamıyorsa diyecek bir şey yok. Dünyanın öbür yanından evrensel deha olarak sahip çıkılan Mustafa Kemal, günümüzde kendi ülkemizde bazı çevrelerce suistimal edilmektedir. Bu yazıda da bunu görmekteyiz. Çok acı. Atamız neredeyse vatana ihanetle suçlanmış ki, buna ancak kargalar güler.

  4. Yazan:Yusuf Tarih: Mar 7, 2020 | Reply

    Ulen adam kalksa bu yazılanlar doğru dese gene inanmazsınız böyle bir embesiillik oabilirmi

  5. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Bu yazıyı günümüzde devam eden hesaplaşma sürecinin bir parçası olarak okudum. Hesaplaşılan şey, Türkiye’nin içinden geçtiği darbeler furyasıdır bence. Bu darbelerin Türkiye’ye getirdiği (ya da dayattığı) şeylerden biri de Atatürk’ün imgesi üzerine yükselen bir kişi kültüydü sanıyorum. Bugün Radikal’de bu konuyla ilgili bir söyleşi çıkmış, adresi aşağıda veriyorum:

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1008221&Date=21.07.2010&CategoryID=40

    Bu söyleşinin konusu olan araştırmaya göre en çok sayıda ve en özensiz Atatürk heykeli 1980 darbesi sonrası dikilmiş.

    Darbelerle hesaplaşırken doğal olarak darbelerin kendi ideolojilerini ve dayatmalarını üzerine kurdukları temellerden biri, yani kültleştirilmiş olan Atatürk de irdeleniyor. Hesaplaşma heyecanı içerisinde doğal olarak bazı insanlar hızlarını alamıyorlar. Ancak, yazının başlığında yapılan ek vurgu ve yazıya eşlik eden resmi saymazsak bu yazıda bir hızını alamama ya da hesaplaşma hırsıyla elinin ayarını kaçırma durumu görmedim ben.

    Tarihin bu yüzünün de ortaya dökülmesinde fayda var, tarihte yerini almış insanları üstünkörü analizlere ya da dogmatik şartlanmalara dayanarak hain ilan etmek de aziz ilan etmek de kanımca yanlıştır. Bu bakımdan yazının orijinal başlığı olduğunu tahmin ettiğim “Resmi Tarihin Sultan Vahdettin Saplantısı” bu sayfanın da başlığı olsaydı çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

    Gerçi şimdiki başlık daha sansasyonel olduğu için daha çok okuru ve yorumcuyu yazıya çekebilir.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  6. Yazan:MY Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Atilim Bey “hesaplasma” her zaman vardir ama bu yorumunuzdaki fikirlerinize katilamiyorum. Neden?

    Bir an için söyle düsünelim, Mustafa Kemal Pasa ve onunla ayni yasta, hayat tecrübesinde olan subaylarin, devlet memurlarinin, mürekkep yalamis gazeteci vb insanlarin yerine koyalim kendimizi.

    1880’li yillarda dogmussunuz. Dedeleriniz, amcalariniz hep savasta ölmüs. Ama maglubiyet savaslari bunlar. Bir asirdir yani 3 veya 4 kusaktan beri toprak kaybeden bir imparatorlugun çocugusunuz. Sadece askerî degil hemen her alanda sürekli gerileyen bir ülkeniz var.

    Paris’e, Londra’ya, Berlin’e gittiginizde ise sürekli yükselen ülkeler görüyorsunuz. Sizin ülkenizde at arabasi, “gavur” memlekette trenler, buharli gemiler…

    Bugün bile Türkiye’de “vatan-millet-sakarya” diye yirtinan su insanlarin kaç tanesi Avrupa’ya ya da ABD’ye “kapagi atmak”, bir kaç seneligine olsun orada okumak, çalismak, yasamak istemez?

    Mustafa Kemal de bir insandi neticede. Ingilizlerin gücüyle gözlerinin kamasmis olmasi ihtimali çok da imkânsiz degil bence.

    Zaten Kazim Karabekir’in anilarini okuduysaniz bilirsiniz, Mustafa Kemal Pasa uzun zaman bir kurtulus savasi yapmak isteMEmis. Korkmus. Direnmis bu yöndeki telkinlere.

    Kim hakli? Kazim Karabekir mi? Yoksa MK pasa mi? MK pasa Kazim karabekir’in hatiralari basilinca bu kitaplari toplatmis ve Ankara’da kireç ocaklarinda yaktirmis. Neden bu öfke?

    Cumhuriyet tarihinin ilk kitap toplama ve kitap yakma vak’asi da böylece gerçeklesmis 🙂

    Hesaplasma degil de, artik ak koyun, kara koyun ayrilsa iyi olacak degil mi?

    Samsun’dan bir günes gibi dogma masallari bize çok pahaliya patladi. Atatürk’ün tektiplestirici Türkçü Cumhuriyet projesi olmasaydi bugün Kürt meselesi olMAzdi, PKK terörü olMAzdi. 40 bin insan ölmezdi.

    Mustafa Kemal eger ingilizler hesabina çalistiysa bunun ortaya çikarilmasi tarihi bir hesplasma degil bugünü ve yarini kurtarma çabasidir. iki kizim var. Askerlik yapacak erkek evladim olMAdigi için seviniyorum. 2010 yilindayiz. Birileri Türk ve Kürtlerin birbirlerini öldürmesini NORMAL buluyor.

    Ya siz?

    Hesaplasma? Hayir. Vicdan. Sadece vicdan. Insan’i hayvandan ayird eden yegâne şey 🙂

  7. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Yazıda,bana göre bugün de hayli revaçta olan “hainlik yaftalaması”na,tarihi belgeler ışığında açıklık getirilmiş.Zira,yazarın da dikkat çektiği gibi bir köşe yazısıyla tarihi figürleri “hain”diye yaftalayabiliyoruz.Daha ilginç olanı ise,tarih bilimi yerine ideolojilere itibar edilerek bu tür yargılarda bulunuluyor olmasıdır.

    Oysa tarihin her kesitinde, devlet adamlarının/idarecilerinin,sorumluluklarında bulunuğu devletin kritik süreçlerden geçtiği dönemler olagelmiştir.Dolayısıyla,böylesi kritik dönemlerde alınması düşünülen tedbirlerin,verilecek kararların da çok zor koşullarda oluştuğunu unutmamak gerekiyor.Bu kararlar başarılı olur veya olmaz,istenen sonuç elde edilir veya edilmez ama hiçbir şekilde kolayından hain yaftasını haketmiyordur diye düşünüyorum.

    Bu bağlamda,üzerinde tekrar düşünmeye değer oldukça faydalı bir çalışma olmuş.Tabii sayın Atılım Ateş beyin de değindiği gibi kullanılan görsel ve başlık farklı olabilirdi.

  8. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Mehmet Bey,

    İtirazım Mustafa Kemal’in İngilizlerle işbirliği yapmış olmasına ya da bundan bahsedilmesine değil. Ama Vahdettin’i temize çıkarırken illa karşısına koyduğumuz bir karakterin batırılması gerekmiyor. Neticede bu insanlar tahterevallide değil, tarih sahnesinde. Yazının içeriğinin üzerine eklenen başlık ve resim bir hesaplaşma/rövanş alma arzusunun yansıması gibi geldi bana, tek dediğim bu. Yoksa yazının içeriği bence çok yerinde.

    Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında kafasında “Tek-tipleştirici bir devlet kurayım” fikri mi vardı? Kimse o kadar ileri görüşlü ve aklına koyduğunu harfiyen yerine getirebilecek deha sahibi olamaz diye düşünüyorum, Atatürk bile olsa. Bazı problemler öngörülemez, ortaya çıktıklarında eldeki imkanlar çerçevesinde çözüm bulunur. Dünün çözümleri de bugünün problemleri olurlar. Bu nedenle tek-tipleştirici Türkçü cumhuriyet projesi diye bir projenin varlığına katılmıyorum. Bahsettiğiniz yapı, o günün problemlerine bulunan çözümlerin bugüne yansımasıdır bence.

    Bu açıdan yarını kurtarma çabası içerisindeysek dünün çözümlerini oldukları gibi görmeye çalışmalıyız. Bu mantık çerçevesinde bizi bugüne getiren hamlelerin analizini yaparsak, bugün seçtiğimiz yöntemlerin yarına muhtemel yansımalarını da belki analiz edebiliriz.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  9. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Kemal’in kimin valisi olmak istemesinin ne önemi var?

    O, ‘vatanını ve milletini en çok seven insan’ değil midir?

    Ne yapmışsa bu uğurda yapmış değil midir?

    Bu iki öncül sorgusuz sualsiz kabul edildikten sonra, yapmış olduğu herşey zorunlu olarak ‘iyi’dir.

    Yanlış/hata olsa bile iyidir.

    “Ameller niyetlere göredir” nitekim.

    Yoksa burada ‘niyetler’i anlamaya/anlatmaya çalışmıyor muyduk?

    İhanet niyetten bağımsız bir şey mi?

  10. Yazan:denis Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    vahdettin kuvayi milliye karşıtı fermanları ve kv ile savaşmak için kurulan çete kuvvetlerine cevaz verdiği için hain ilan edildi. eğer yunanlılar eskişehirde kv’cileri tepelemeyi başarıp, ankaraya girebilselerdi kemal tarihe başı bozuk çeteci bir paşa olarak geçecekti. ama kemalin kuvvetleri kazanınca vahdettine ülkeyi terk etmekten başka şans kalmadı çünkü araya bir kez kan girdi.

    biraz paradoksal gözükse de, ikinci senaryonun gerçekleşmesinin, sadece gayri müslimler ve kürtler için değil, bütün müslümanlar için de en hayırlısı olacağı kesin.

  11. Yazan:sarı zeybek Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    zaten ingiliz valisi değil mi?
    ingilizlerin hilafetin kaldırılması, şeriatın ilgası ve türk milletinin islam’dan uzaklaştırılması karşılığında bu coğrafyayı kemale bırakmadı mı?
    istanbul bir kurşun atılmadan terkedilecek bir şehir mi? yoksa kemalin izmirden kaşlarını çatıp şöyle bir bakması ingilizleri korkuttu da öyle mi kaçıp gittiler.
    kemalin ingilizlere yazdığı mektup iyi niyetle yorumlanıyor da vahdettinin ankara hükumetini tepeleyecek kadar büyük bir halk gücü olmasına rağmen, milletin kendisi için kan dökmesine razı olmayarak ülkeyi iç savaşa sürüklemeden sürgüne gitmeyi tercih etmesindeki alicenaplık ve kahramanlık niye tersten yorumlanıyor?
    cumhuriyet kurulduktan sonra bu milleti ingilizlere (genelde avrupalılara)benzetmek için binlercesini sadece şapka giymediği için astırmadı mı? müstemleke valisi değilse, düşman millete benzetmek için kendi milletini bu kadar basit sebeplerle neden astırsın ki? bu kadar basit sebeplerle bu kadar çok insanın katledildiğini tarihte hiç gördünüz mü?
    sahi, birinci cihan harbindeki muzaffer osmanlı kumandanlarının hepsi maltaya sürülmüşken, kemal neden istanbul da bırakılmış? ya da birinci cihan harbinde, suriye cephesindeki korkup birliklerini geri çektiğini ve oradaki osmanlı ordusunun bu sebeple kuşatmaya düşerek ağır zayiatlar verdiğini niye yazmaz resmi tarih? en azından suriye cephesinden (kemal için) neden hiç bahsedilmez? falan filan… uyu ülkem uyu…

  12. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Sayın Sarı Zeybek,

    Türk halkını ‘çağdaşlaştırma’nın başka yolu var mıydı?

    Bence yoktu.

    Ne güzel çağdaşlaştık.

    Yani İran, Afganistan, Arabistan filan gibi mi olsaydık?

    ‘Muasır Medeniyet’ ulusal hedeftir.

    O yolda ne yapılsa yeridir…

  13. Yazan:mehmet bahadır Tarih: Tem 21, 2010 | Reply

    Sayın Sarı Zeybek

    ya da birinci cihan harbinde, suriye cephesindeki korkup birliklerini geri çektiğini ve oradaki osmanlı ordusunun bu sebeple kuşatmaya düşerek ağır zayiatlar verdiğini niye yazmaz resmi tarih? en azından suriye cephesinden (kemal için) neden hiç bahsedilmez?

    Resmi tarih yazmıyor ama derindüşünce çatır çatır yazıyor 🙂

    Dört Ülke Kaybettim Hükümsüzdür.

  14. Yazan:Blogcular Tarih: Tem 22, 2010 | Reply

    Kemal’in kimin valisi olmak istemesinin ne önemi var?

    O, ‘vatanını ve milletini en çok seven insan’ değil midir?

    Ne yapmışsa bu uğurda yapmış değil midir?

    Bu iki öncül sorgusuz sualsiz kabul edildikten sonra, yapmış olduğu herşey zorunlu olarak ‘iyi’dir.

    Yanlış/hata olsa bile iyidir.

    “Ameller niyetlere göredir” nitekim.

    Hitler’în de çok iyi niyetleri vardı. Yaptıkları ortada. Yukardaki hastalıklı mantık yüzünden bu haldeyiz. “Vatan” ve “millet” kelimelerine yüklenmiş saçmalıklar yüzünden bu haldeyiz. Ama ne olsa bu hastalıklı kavramlar için yapılan her şey mübah… Allah’a da böyle dersiniz öbür tarafta!

  15. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 22, 2010 | Reply

    Mehmet Yılmaz Bey,

    Yukarıdaki yorumlara bakın lütfen, sizce hesaplaşmayla ilgili yaptığım yorumlar isabetsiz mi?

    Resmi tarihin ne olduğu ve ne olmadığı konusunda ciddi bir mantık hatasına düşülüyor bence. Benim gözlediğim mantık zinciri şu şekilde çalışıyor:

    – Resmi tarih Mustafa Kemal’i övmek ve onun etrafında bir kişilik kültü kurmak üzere kurgulanmıştır.

    ve

    – Resmi tarih eksik ve ideolojik bir yorumlamadır, tamamen hatalıdır.

    öyleyse

    – İdeolojik olarak resmi tarihle taban tabana zıt (Mustafa Kemal’i aşağılayıcı ve gözden düşürücü) her tez doğrudur.

    Mantık hatası burada: Resmi tarih tamamen yalan değildir. Resmi tarihi oluşturan ideolojiye uyan kısımlar öne çıkarılmış, uymayan kısımlar yok sayılmıştır. Benim gördüğüm mantık hatası ile resmi tarih baştan aşağı yalan sayılıyor, ve resmi tarihle taban tabana zıt olan her tezin doğru olduğu iddia ediliyor.

    Anlayacağınız, yukarıdaki yorumlarda gördüğüm şey, doğruya ulaşmaya çalışmak yerine eskiye taban tabana zıt yeni bir ideoloji kurma çabası. Ben işte buna hesaplaşma diyorum, ve bu hesaplaşmanın sonucu gerçeğe resmi olanla aynı mesafede (yani çok uzak) bir gayrı-resmi tarih ortaya çıkıyor.

    Tabii resmi tarihin çarpıtılmış olması tamamen yalan olmasından daha kötüdür diyenler olabilir. Mantık açısından bakmanızı rıca ediyorum: Tezinizin doğruluğunun yegane dayanağı alternatifin hatalı olmasıysa, alternatifin tamamen yanlış olmak yerine çarpık olması sizin tezinizi de çarpıtır.

    Sayın Blogcular, ben Hitler’in iyi niyetlerini çok merak ettim. Bilgilendirebilir misiniz?

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  16. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 22, 2010 | Reply

    Ayrımcılık, pozitif ayrımcılık ile telafi edilebildiği gibi, hesaplaşma da ‘pozitif hesaplaşma’ ile telafi edilebilir.

    Karalama demiyorum.

    Bunun pozitifi olmaz çünkü.

    Ama göklere çıkartılmış olan zavallılar sözkonusu ise, bu zavallılığın görünmesi için söylenecek sözler var.

    Hoş, işin temelinde bakış açısının daracıklığı yatıyor.

    Bunu genişletmek daha önemli ama, duygusal körlüklerin giderilmesinde ‘contra’ bulguların da önemli rolü var.

    Dileyen sever, dileyen sevmez.

    Kollamak ya da karalamak, aynı kapıya çıkar.

  17. Yazan:MY Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    “İtirazım Mustafa Kemal’in İngilizlerle işbirliği yapmış olmasına ya da bundan bahsedilmesine değil. Ama Vahdettin’i temize çıkarırken illa karşısına koyduğumuz bir karakterin batırılması gerekmiyor. Neticede bu insanlar tahterevallide değil, tarih sahnesinde.” (AA)

    Atilim Bey tahterevalli benzetmenizi çok sevdim, haklisiniz. Sahsen Vahdettin’in imajinin kurtarilmasini da ikinci derede önemli olarak görüyorum. Eger Atatürk vatan haini ise :

    1) Bu bilinmeli,
    2) Okullarda kafalara sokulan zirvalar degismeli,
    3) Atatürk’ün yaptigi ve ölümünden sonra yapilan seylerin tamami gözden geçirilmeli.

    Zira nasil ki bir cinayet islendiginde “KiME YARADI?” diye sormak gerekir, Atatürk’ün ve takipçilerinin de yakip yiktigi onca insan, kurum, gelenek ve inanç birilerine yaradi muhakkak. Atatürk ya bir kuklaydi ve haberi yoktu ya da gizlice birilerine valilik yapti. Bunu bir anlasak çok iyi olacak artik 🙂

    Selam ve saygi ile

  18. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Ataturk doneminde ve sonrasinda yakilan kitaplarda, belgelerde neler yaziyordu? Neden yakildilar? Matrix Cumhuriyeti mi burasi?

  19. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    @ Atilim Ates,

    Yazdiklariniza katiliyorum. Endiselerinizi paylasiyorum. George Orwell’in 1984 romaninda gecen “Tarihi kontrol eden, gelecegi de kontrol eder” ifadesindeki gibi, kamuoyunda resmi tarihin yalan oldugu kanisi yayginlastikca, halkin tarihi bilgi konusunda meraki arttikca, bu meraktan, bosluktan istifade edip, tarihi istedigi sekle sokup, digerlerine zorla kabul ettirmeye calisacak baska iktidar sevdalilari da peyda olacaktir. Ayrica, bugunlerde dahi, “bizim son kalemiz Ataturk’un kisiligi de sallaniyorsa kaybedecegimiz birsey kalmadi artik” diyerek, muhafazakar kesimin kutsallarina, tartisilmazlarina saldirmaya baslamislardir. Osmanli padisahlarinin cariyeleri, sehveti, nefislerine yenik dususleri, zaaflari, hersey ortaya dokulecektir. Boylece muhafazakar kesimin en onemli dayanak noktalarindan biri olan Osmanli padisahlari da tartisma konusu olacaktir. Ki bence bunlar da tartisilmalidir. Fatih Sultan Mehmed acaba neden 8 tane esle yasamayi kendine uygun gormus? Ne kadar az tartisilmazimiz, dogmamiz kalirsa, o kadar ozgur bir ulkede yasamaya baslariz ve bir o kadar da gelisiriz, ilerleriz.

    Fazlaca aykiri olabilir bu soyleyecegim ama, ben Hz. Muhammed’in karikaturune verilen tepkilere de karsiyim. Tepki verdikce, inadina daha fazla ve daha provokatif karikaturler cizilecegini dusunuyordum ki, aynen de oyle oldu. Hatta karikaturlerle de yetinmediler, daha asagilayici videolar, cartoonlarla da devam ettiler. Sanatcinin isidir bu, normaldir bu yaptiklari. Normal olmayan, elcilik onlerinde bayrak yakilmasidir, isi gucu birakip, gosteri yuruyusu yapmaktir. Gormezden gelinse, bu mesele bu kadar buyumezdi, dallanip, budaklanmazdi, kimsenin de boyle bir karikaturden haberi olmazdi, bu karikaturun reklaminin yapilmasina vesile olunmus olmazdi. Hz. Muhammed de, islam da bu ulkede, gelismis batili ulkelerde de oldugu gibi tartismaya acilabilmelidir. Boylece, bu sitede uzerinde hassasiyetle durulan irkcilik ve fasizm gibi sorunlarin da kaynagi olan taklidi imandan (iman sadece bir dine olan inanc olmayabilir, bir irkin ustunlugune duyulan inanc da, bir “ulu onder”in ululuguna duyulan inanc da taklidi birer iman turudur ve butun taklidi imanlar birbirini besler. Turk irkcisi olan birisi, buyuk olasilikla, ayni zamanda cok da iyi bir musluman oldugunu iddia etmektedir), tahkiki imana gecebilmenin onu acilmis olacaktir. Inanmayanlar da, inanmadiklarini ozgurce dile getirebileceklerdir. Ortalikta bir tane munafik (kim olabilir ki acaba 😉) kalmayacaktir. Inanmayanlarin, rovansist duygularla inananlar uzerinde yarattiklari baski da kendiliginden ortadan kalkacaktir. Liberal, ancak toplumun cogunu olusturan muslumanlarin yasam tarzina saygili bir rejimle yonetilirsek, bircok sorun cozulecektir diye dusunuyorum.

    Bugun, butun ayrimlara, bilhassa cumhuriyetci kanadin islam dusmani politikalarina ve soylemlerine ragmen, arastirma sonuclarina gore muslumanlarin en mutlu oldugu ulke ABD ise oturup daha bir derin dusunmek lazim liberalizm uzerine.

    Saygilar

  20. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Vahdettin’in hainliği artık ulusalcı kesimde namus meselesi haline geldi. Öyle olmadığı ortaya çıktı, hazmedilemiyor. Çünkü bütün resmi tarih bu yalan üzerine kurulmuş; bu kabul edilmezse bütün kurgu bir yerlerden çatlamaya başlıyor.
    Tarih, “o haindi, bu kahramandı” şeklinde keskin çizgileri olan bir şey değil. Gerçekler ortaya çıktıkça bunu anlamaya başladık. Bize “duygusal” bir tarih benimsettiler. Bütün kötülüğün geçmişe ait olduğunu ve M.Kemal’in bu karanlıklar içine güneş gibi doğduğunu ve dolayısıyla halimizden memnun olmamız gerektiği, çünkü bizim için en iyi olanı yüce Şefimizin zaten yaptığını anlatan kurmaca bir tarih. Tabi bu “duygusal” tarih anlayışı, gerçek tarih araştırmaları ortaya çıktıkça insanlarda önce şaşkınlığa, sonra inkara, sonra tevile, sonra “neyse ne! ben Atamın bana anlattıklarının doğru olduğuna inanıyorum, kafamı bulandırma, hem adam ülkeyi kurtarmış, ayıp kendisine böyle şeyler söylemeniz” den, “siz satılmış vatan hainisiniz” cepheleşmesine doğru yol alıyor. Zaten genelde iddialara cevap vermek yerine ulusalcı kesimde “duygusal bağ” yaratacak anektodlarla inanç ve öfke sağlam tutulmaya çalışılıyor.
    Ulusalcıların Atatürk imajı artık daha çok dinci vampirleri uzak tutmak için bir çeşit haç-kutsal su, kutsal İsa gibi bir ikona. Tarihi gerçeklerin kimsenin umurunda olduğunu sanmıyorum.

  21. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Mehmet Yılmaz Bey,

    Zira nasil ki bir cinayet islendiginde “KiME YARADI?” diye sormak gerekir, Atatürk’ün ve takipçilerinin de yakip yiktigi onca insan, kurum, gelenek ve inanç birilerine yaradi muhakkak. Atatürk ya bir kuklaydi ve haberi yoktu ya da gizlice birilerine valilik yapti. Bunu bir anlasak çok iyi olacak artik 🙂

    Kime yaradı diye sormak tabii ki doğal bir yaklaşım, ama şunu da akıldan çıkarmamak lazım: Tarihte bir gruba yarasın diye yapılan pek çok eylemin onyıllar sonra başka bir grubun ekmeğine yağ sürmesi çok rastlanan bir durum. Tarihi bugünün bakış açısından irdelemekte ısrar edince, ve en birinci kriter bugün var olan çıkar gruplarından hangisinin en çok fayda gördüğü olunca, ister istemez yüz yıl sonrayı planlayabilen gizli örgütler icat etmek zorunluluğu doğuyor. Bugün İsrail’in durumuna bakıp Holocaust bir yalandı denebiliyor mesela.

    Sebep-sonuç ilişkisi kurarken iki şeye dikkat etmek gerekiyor:

    Birincisi, zaman açısından birbirini takip eden olaylar her zaman birbirine doğrudan sebep-sonuç ilişkisiyle bağlı değildirler. Mesela her sabah kalktığınızda traş olurken dışarıdan bir korna sesi geliyor olsun. Traş oluyorum diye korna çalıyorlar sonucu çıkaramazsınız hemen. Kornayı çalan büyük ihtimalle işe giderken başka birini almaya gelmiştir, geldiğini haber veriyordur.

    İkincisi, sebepler sonuçları ortaya çıksın diye var olmazlar her zaman. Yani biz uyuyalım diye güneş batmaz mesela, ya da yağmur yağsın diye bulut olmaz.

    Tarihte meydana gelen olayları da bu gözle irdelemek lazım diye düşünüyorum. Tüm bu açıklamaları şunun için yaptım: Bugün birilerine yaramış görünen eylemlerin o gün bu bilinçle yapıldığını iddia ediyorsanız, ya Peygamber’de bile olmayan gaybı görme gücüne sahip bir planlayıcı var diyorsunuzdur, ya da pozitif bilimler çerçevesinde mantık kurallarıyla ve matematiksel yöntemlerle geleceği planlamak mümkündür diyorsunuzdur.

    İkisini de demeyeceğinizi tahmin edebiliyorum.

    O zaman sizin önerdiğiniz gibi bir kukla olmak ya da gizlice valilik yapmak dışında bir üçüncü yol daha var: Kendi kafasında bir vizyonu ve toplumu o doğrultuda şekillendirebileceği bir çerçevesi vardı, gücü eline geçirdiğinde de planını devreye soktu.

    Hangi köşe yazısında okuduğumu şu an hatırlayamıyorum, ama bir yazar Atatürk’ün kılık-kıyafet yasalarının Mao’nun ve Japonya’da İmparator Meiji’nin dönemindeki batılılaşma hareketleriyle birebir örtüştüğünü yazmış. Üstelik Çin’deki Kültür Devrimi’nin vahim sonuçları da ortada. Şimdi kime yaradı diye soracaksak Mao İngiliz ya da Amerikan ajanı mıydı da binlerce yıllık kültürel birikimi silmeye çalıştı? Yoksa onun da kendi doğruları vardı ve gücü ele geçirince planını uygulamaya mı koydu?

    Güneş biz uyuyalım diye mi batar?

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  22. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Tayfun Bey,

    Ben de tarihle ve tarih bilgimiz arttıkça olabileceklerle ilgili yorumunuza katılıyorum.

    Gerçekten de garip bir iman anlayışımız var, inandıkça daha çok deşip araştırmak yerine statik olarak iman ediyoruz, birisi bize farklı bir açıdan bakma fırsatı sununca da kutsalımıza saldırmış sayıyoruz.

    Dediğiniz gibi olacak her halde, birbirinin kutsalına saldıran birden fazla grup ortaya çıkacak. Madem insanlar kendi putlarını kıramıyorlar, sizin de yazdığınız gibi belki birbirlerinin putlarını kırarlar da selamete çıkarız.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  23. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Dikkatimi çeken bir husus var:Resmi tarih’in dışında tarihe dokunulduğu anda resmi tarih-“duygusal”tarih diye birbirine rakip iki farklı görüşün ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor tartışmalar.

    Şöyle açıklık getireyim,şayet ta ilkokuldan başlanarak hafızalarımıza kazınan resmi tarihe alternatif bir tarih tezi ortaya atılmışsa,bu ve benzer tezlerin-içeriği tartışılmaksızın- anında duygusal,kurgusal ya da “efsanelere dayandığı”üzerinden bir savunma başlar.

    Evet,aslında patentine bakılmaksızın bilinçleri yanıltan tarihsel bilgilere(!)itiraz edilmesi gayet doğaldır.Elbette önümüze tarih diye konan her bilgiyi hap niyetine yutmamız çok da isabetli bir okuma biçimi olmasa gerek.

    Ancak bu hususa dikkat çekmek isterken yanılgıya düşmememek gerekir.Zira doğruluğu koşkulu bulunan alternatif görüşlerin karşısına resmi tarih konurken,bir rakip olarak değil aksine sözkonusu tartışmalı aktarımlar bir bütün olarak irdelenmelidir.Yani doğruysa doğruluğu,yanlışsa yanlışlığı nerededir?”O tarih,bu tarih” diye baştan katagorize edilip taraf olunan bir tarih okumasının “doğruları” da “yanlışları” da sıhhatli olmaz.

    Bir kere,duygusal ve efsanelere dayalı olduğu iddia edilen alternatif tarihe “resmi tarih”diye bir rakip çıkarmak hatadır.Hatanın ötesinde ideolojik bir duruşa işaret eder.”Resmi”lik nitelemesi sanki özgünlüğe,bilimselliğe çıkıyormuş gibi bir iddiaya dönüşüyor.Oysa kavramsal olarak “resmi tarih”dediğimiz şey sadece resmi değil ama aynı zamanda bir roterik,bir ezberdir de.Ayrıca,her koşulda duygusal ve efsanelere dayalı olduğu ileri sürülen tarihten de daha az kurgusal değildir.Geçtim efsaneleri yıllardır dayandığı tek nokta boş bir hamaset ve kahramanlık hikayeleridir.Dolayısıyla “resmi”liğine takılıp başka anlamlar yüklemenin anlamı yoktur…Resmiliği sadece bir otorite tarafından kitlelere dayatmacı bir zihniyetle kabul ettirilmesinden gelir.Ama bir o kadar da ezberci ve kurgusaldır da.

    Bir önceki yorumumda da değindim,tarihe mal olmuş lider ve şahsiyetleri bir çırpıda kahraman ya da hain olarak damgalamak doğru değil.Fakat ulusalcılar Vahdettin’i sırf ideolojilerine dayanak olsun diye hain ilan edebiliyorlarsa pek tabii ki bu “hainlik”kriterinin ne olduğu,neye dayandığı da araştırılabilmelidir.

    Sayın Mehmet Bahadır da bunu yapmıştır.Yapılmalıdır da.Yoksa okul kitaplarında birileri böyle buyurdu diye kimilerini kahraman kimilerini de hain görmeye devam ederiz.
    Sonuç olarak madem geçmişe dönük böyle bir ilgi var,bari insanları neyin kahraman neyin hain yaptığını öğrenelim.

    Konumuzla alakalı olmayabilir.Ertuğrul Özkök geçenlerde bölünmeyi tartışmaya açtı.Bu önerisinden ötürü de bazı çevrelerce cesur bir aydın olarak ilan edildi,kahramanlık mertebesine ulaştı.Ama mazallah bu öneriyi ülkenin başbakanı dile getirseydi sonuçlarını siz tahmin edin.Ben söyleyeyim,şu anda vatan haini olarak damgalanır ve muhtemelen yargılanırdı.Şimdi bırakın tarihin asla vakıf olamayacağımız gizli kalmış gerçeklerini,günümüzde hain ve kahraman olmak “kimin ne söylediği”ne bu denli endeksliyken,acaba zihinlerimize kazınan hain ve kahramanlıklar konusunda yanılgıya düşmemiz olası değil midir?

  24. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    @ Atilim Ates,

    Kime yaradı diye sormak tabii ki doğal bir yaklaşım, ama şunu da akıldan çıkarmamak lazım: Tarihte bir gruba yarasın diye yapılan pek çok eylemin onyıllar sonra başka bir grubun ekmeğine yağ sürmesi çok rastlanan bir durum. Tarihi bugünün bakış açısından irdelemekte ısrar edince, ve en birinci kriter bugün var olan çıkar gruplarından hangisinin en çok fayda gördüğü olunca, ister istemez yüz yıl sonrayı planlayabilen gizli örgütler icat etmek zorunluluğu doğuyor. Bugün İsrail’in durumuna bakıp Holocaust bir yalandı denebiliyor mesela.

    40 yil sonra dunyaya hukmedecek bir ulke hayaliyle 6 milyon insanini telef ettirmez kimse. Ancak, su bir gercektir ki, holokostun etinden, sutunden, yununden faydalanmislardir guclerini artirmak, hukuksuzluklarinin ustunu artirmak icin. Duygu somurusu de siyasi kazanimlar elde etmek icin gunumuzde kuvvetli bir silah olarak kullanilmaktadir.

    Turkiye’deki durum farkli. O donem yapilan zulumler hala ayni kisilere yariyor. Bunlarin haricinda kime yaramis acaba? AKP iktidariysa bahsettiginiz, bu hukumet o koltuga darbeyle gelmedi ki. Onca aleyhte medya propagandalarina ragmen hem de. Yani, sistemden nemalanarak iktidarda olduklarini hic kimse iddia edemez. Milletin 1 asirdir yaralanan vicdanindan cikmis bir partidir. Sagcisi da, solcusu da, dincisi de, liberali de oy vermistir.

    Tarih, bu yazida ve bilhassa Ataturk’un Ingiliz valisi olmakla ilgili sozlerinde tam da resmi tarihimizi yazan zihniyetin bir asirdir taktigi gozlukle irdenlenmis ve o bakis acisi tiye alinmistir bence. O “kahraman, hain” gozluguyle bakinca ayni olaylari tersten okuyup, kahraman bildiklerimizin de hain olabildikleri soylenmeye calisilmistir bana gore. “Mustafa’yi mi daha cok seviyorsun, Tayyip’i mi?” isimli bir yazida da yine, ulusalcilarin spamlerle yaydigi Tayyip Erdogan’la Ataturk’un resimlerinin yanyana oldugu, Tayyip’in eliyle but yedigi, Mustafa’nin “efendi” gibi masada oturdugu bir resim vardi. Bu sitede, o ulusalcilarin bakip, Tayyip’i kiro diye damgaladigi ayni resim, hic yorumsuz yayinlandi. Ayni resme bakan farkli goruste insanlar, farkli yorumlar cikardi. Ben, mesela Ataturk’un narsisist, Tayyip’in mutevazi oldugu seklinde yorumladim resmi. Ancak, burada mesele kemalistlerin kendi subjektif yorumlarini karsi tarafa zorla kabul ettirmeye calismasi, farkli goruslere tahammul edememesi. Cunku, bunlar Ataturk’u hatasiz bir tanri kral olarak goruyorlar. Yatmaz, uyumaz, hapsurmaz, dili surcmez, osurmaz… Belki, Ataturk’un de hata yapabilecek bir insan oldugunu kabul edebilirlerse, devriminin de icinde hatalar barindirdigini kabul ederler. Boylece, bircok problemin temelinde yatan, tartisilamaz Ataturk ilkeleri ve inkilaplari da sorgulanmaya baslanabilir. Ben, bu tartismalarla birlikte, Ataturk aleyhinde bir intikam, hesaplasma durumu olacagini dusunmuyorum. E tabi haliyle, artik yolda, sokakta, okullarda, devlet dairelerinde, kamusal alanda herkesin sevmek zorunda olmadigi bir kisinin resimleri, heykelleri azalacaktir. Sevenler, resimlerini evlerinin duvarina, Brad Pitt, Shakira posterlerinin yanina asmakta serbesttirler tabi. Oyle demiyorlar miyidi: “kimse sizin sokakta, evinizde nasil giyindiginize, ibadetinize karismiyor, ancak kamusal alanda uyulacak bazi kurallar vardir” Dedesini olduren bir adamin resmini kendi verdigi vergilerle yapilan kamusal binalarda gormek zorunda birakilan bir adamin ruh halini de dusunmek lazim en azindan.

  25. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    @ Atilim Ates,

    Dediğiniz gibi olacak her halde, birbirinin kutsalına saldıran birden fazla grup ortaya çıkacak. Madem insanlar kendi putlarını kıramıyorlar, sizin de yazdığınız gibi belki birbirlerinin putlarını kırarlar da selamete çıkarız.

    En cok “putlari devirdik” diye sevinen milletler Ortadogulular olmasina ragmen, billboardlarinda en cok putlastirilmis lider figurleri olan ulkeler de Ortadogu ulkeleri. Iran’da mollalar, Lubnan’da seyhler, Arabistan’da krallar… Ortada ciddi bir celiski var. Birey olamama problemi Ortadogu halklarini kendi baslarindan gecen olaylari dahi dusunemez, yorumlayamaz hale getirmis. Bu durum, Ortadogu halklarini kontrol etmek isteyen dis gucler icin de oldukca elverisli bir durum. Onlerine bir tane “ulu onder” servis ediyorlar el altindan, o sayede bu ulkelerin icislerine, disislerine mudahil oluyorlar. Salaklastirilmis halk da, bagimsiz oldugunu falan zannediyor. Ortadogu halklarinin uyanabilmesi icin, oncelikle birey olabilmeyi, ozgur dusunebilmeyi ogrenmesi lazim.

  26. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Birey olamama problemi Ortadogu halklarini kendi baslarindan gecen olaylari dahi dusunemez, yorumlayamaz hale getirmis. Bu durum, Ortadogu halklarini kontrol etmek isteyen dis gucler icin de oldukca elverisli bir durum. Onlerine bir tane “ulu onder” servis ediyorlar el altindan, o sayede bu ulkelerin icislerine, disislerine mudahil oluyorlar. Salaklastirilmis halk da, bagimsiz oldugunu falan zannediyor. Ortadogu halklarinin uyanabilmesi icin, oncelikle birey olabilmeyi, ozgur dusunebilmeyi ogrenmesi lazim.

    Kesinlikle.

  27. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 23, 2010 | Reply

    Birey olamama problemi Ortadogu halklarini kendi baslarindan gecen olaylari dahi dusunemez, yorumlayamaz hale getirmis.

    “Ben niye basimdan gecen olayla ilgili dusuneyim ki, falanca ulema, ulu onderimiz, isyancibasimiz, agamiz, reisimiz, babamiz, dedemiz, atalarimiz bizim yerimize her seyin en iyisini dusunup, en dogru kanaate varmistir. Ben, neden dusuneyim ki?” deyip, onune konan her yalana inanir hale getirilebilen koyun surulerine cevirdiler Ortadogu’lulari. Bu duzen, “Suruden ayrilani kurt kapar” gibi atasozleriyle de kulturel koruma altina alinmis, bilinc altina yerlesmesi icin elden gelen yapilmis, bu korku ve itaat kulturunun, kulturumuzun, kimligimizin bir parcasi oldugu bilincaltlarina islenmis. Bu korku ve itaati de “buyuklere saygi”, “vefa”, “sadakat” gibi pozitif sozlerle kamufle edip, bu duzenin devamini saglamislardir.

  28. Yazan:mehmet fatih koç Tarih: Tem 24, 2010 | Reply

    Vatan hainliği ve kahramanlık acısından yazdıgınız yazı gercekten dikkatımı cekti.Bir yanda kahraman Mustafam Kemalim diğer yanda hain yandaş(bugunlerdede cok moda bu söz)Vahidettin.Tarihe mâl olmus olaylay tartısılırken birine kahraman diğerine vatan hainliği yaftası yapıstırmak….Çoook basit ve anlamalı.

    Gözden kaçan öyle bir nokta var ki bu yazıda ikisinide hain olmadıgını anlatan özellikle gözden kaçırılmıs.Ancak Atatürkçülerin gözünden bakınca nasıl Vahidettin hainse ,Diğer taraftan bakınca da Mustafam Kemalımın hain olması gerekir öyle değil mi?
    Yazı da deniyor ki Mustafa Kemalın daha önceden hazırlanmıs 3 lü ayağın başına gönderildiği aşikar.Bu yüzden de Vahidettin hain olamaz.Ve Mustafa Kemal Pera Palas Otelinde gazetecinin biriyle yaptıgı konusma da ise valilik bile olsa kabul ederim yeter ki siz isteyin tarzında yalvarışları!!! gösteriliyor.Yada daha öncesinde cıkardıgı gazetede ingiliz hayranı tavırları.
    İşgal altında bir ülke ,ülkenın padişahı esir edilmiş düşman saraya gemilerdeki namluları cevirmiş bir şekilde ....Yaver Mustafa Kemal de hainlik için de ki o da ingilizlerle flört halinde.Padişah zaten öyle.Herkesin birbirine ihanet etiiği bir zamanda kurtuluş savası oluyor İhanet etmiş padişaha ragmen Kemal Paşa Samsuna cıkıyor.Erzurumda Kendi padısahına ihanet ettiğini bile bile kazım karabekir Mustafa Kemale selam durup emrinizdeyim paşam diyor.Samsuna gitmeden pera palasta valilik isteyen kemal paşa ingilizler ve onun usakları ile bir anda savasa başlıyor.Valilikle yetinmiyor adam gözünü hırs buyuyor ve neden vali olayım ben devlet baskanı olsam fena mı olur diye düşünmeye başlıyor:)

    Bu kurtuluş savasının bu kadar ihanete ragmen verilmiş olması bu kadar haıne ragmen mumkun mu.En azından savaslarda mustafa kemalın bizim ordumuzun düzenı hakkında bilgi sızdırıp bızım yenılmemız gerekmez mıydı.Yani her ikisinin de hain olma olasılıgı aklınıza geliyorda bunların organıze sekılde calıstıkları neden aklınıza gelmez.

    Ben neden gelmez söyleyeyım.Sol grup sürekli vahidettini suclar sağcılar da atatürkü.Bu sürekli sürekli olacak ki halk sürekli bi problem var mıs gibi hissedecek ve allahtan korkmayanlşarın kesesı sureklı dolacak.Garibanların dikkatı bu yone cekılcek ki sizin tekerinize comak sokulmasın.Sermaye bir sol grubun elınde olur simdide sag grubun elınde .Bir elden baska ele kar gider ama asla ve asla ve gercekten asla garıbana bu sermayenın hıç faydası olmas.Gercekten helal olsun sizlere böyle tartısma konuları acıp durun buralarda kı keseler rahat dolsun.

    Rahmetli kemal sunalın dediği gibi'Bu milletin eline ver bir seker yalasın dursun'..Allahın hesabı var unutmayın......

  29. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 24, 2010 | Reply

    Sayın Mehmet Fatih Koç,

    Kaygılarınızı kısmen anlıyor ve paylaşıyorum.Elbette aklamak için başka suçlulular yaratmak gerekmiyor.Açıkçası,haksız ve boş yere hainlikle suçlanmış bir şahsiyetin hain olmadığının kanıtı başka hainler üretmek olmamalı.Sanırım itiraz ettiğiniz nokta burası.

    Fakat bence yazarın böyle bir gayreti bulunmuyor.Kimseyi hainlikle de suçlamıyor.Çok kısa ve öz bir soru soruyor aslında.İngilizlerle kurulan her temastan hain/işbirlikçi emeller anlaşılıyorsa;BU İLİŞKİLERDE BULUNMAK HAİNLİk MİDİR? soru budur.

    Sorulmalı mıydı derseniz,evet sorulması gereken bir sorudur bence.Yıllarca doğruluğundan,kesinliğinden şüpheye düşmediğimiz düşünce konforumuzu bozacak her sorgulamaya açık olmalıyız.Yoksa dogmatik putlarmızı nasıl yıkacağız,önyargılarımızdan nasıl kurtulacağız?

    Tekrar başa dönersek,bakın savaşla burun buruna gelmiş bir ülkeden ve bu savaş ikliminin yarattığı bir dönemden bahsediyoruz.Bir kader anı gibi tüm ülkeyi kuşatmış ve savaş ile diplomasi kulislerinin eş zamanlı yürüdüğü oldukça hareketli bir zamandır bu.Bir bakıma en za kayıpla en iyi ve selametli sonuca ulaşmanın zihinlerde ikilem yarattığı bir süreçten bahsediyoruz.Daha önce de belirttim “hangi yol tercih edilmeliydi”den ziyade bu psikolojiyi iyi okumak gerekir.Hiçbirimiz o günleri yaşamadık ve bilmiyoruz.Onların adına-Mustafa Kemal,Vahdettin vd-kararlarını yargılama hakkına çok da sahip değiliz.Doğru karar vermişlerdir ya da kararları bugün itibariyle isabetli sonuçlar vermemiştir.Hepsi muhtemeldir.Ama buradan tarihe dönüp şu kahramandı,şu haindi deme hakkımız da yok.Papatya falı değil ki mübarek:)

    O halde birileri çıkıp nerede yanıldığımızı hattırlattığında bunu çok görmeyelim…Başka amaç ve maksatlar olacağını düşünerek farklı anlamlar yüklemeyelim.Ha,bazı kriterler koyarak kestirmeden hain,kahraman diyeceksek o zaman da adil olalım.Çifte standartlara kaçmayalım.

    Netice itibariyle bugüne değin vatan hainliğiyle suçlanan hep Vahdettin olmuştur.Hayır bu doğru değil diyenler de hain ilan edilerek susturulmuştur.İşte Kazım Karabekir’in yakılan kitabı…Daha açılmadan kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası…Ve bir müddet süren tek partili rejim.

    Görüldüğü gibi bugün yapmakta olduğumuz tartışmayı bıraktım,en ufak bir muhalefetin kanla bastırıldığı,kahramanların siparişle beyinlere kazınırak toplumun buna inandırılmaya boyun eğdirildiği bir diktatörlükle geldik bu günlere.

    Bu zorba imparatorluk sorgulanmaya görsün ne hikmetse “dönemin koşulları”savunusu başlıyor.İyi tamam da,koşul muşul diye toplum susturulduğunda da kusura bakmayın sağlıklı bir münazara ve karşılaştırma da mümkün olmuyor.Daha yeni yeni bazı şeyleri tartışmaya/sorgulamaya başladık ve bu da doğal olarak bir şaşkınlık yaratıyor.

    Sonuç olarak fikir ve düşüncenin özgürce ifade edilmesi ille de bir yıpratma propagandası ve “karşı taaruz” olarak algılanmamalı.Gerçekleri öğrenmek en azından hepimizin hakkı.”Bu tek seslilikle nereye kadar?”diye bir sormak gerekmez mi?Her eleştiriye,her görüşe;psikolojik savaş,yıpratma,odak vs diye diye bu hale geldik.Yetmedi mi?Hayır,artık söz milletindir!Usanç geldi bu resmi tarihten…Bıktık artık bilinçlerimizin hakim paradigmalarla şekillenmesinden,gerçeklerin sistemli olarak gizlenmesinden.Yeter ya hu!Kendi özgür irademizle özgürce düşünmeye hiç mi hakkımız yok.Hep böyle tornada şekil verilen sürü olmaya mı devam edelim.

  30. Yazan:hidayet demir Tarih: Tem 25, 2010 | Reply

    Mr.Shaibe ..

  31. Yazan:Nihal Oğuz Tarih: Ağu 3, 2010 | Reply

    Mustafa Kemal de sıradan bir asker ve siyasetçi değil. Dünya geçtiğimiz yüzyılın dahileri arasında görüyor.
    Devletlerin tarihinde öyle zamanlar olmuştur ki açık ve acele karalar hep zarar vermiştir. Bu genellikle de böyle olacaktır.
    Bitmişsiniz, teslim olmuşsunuz, işgaldesiniz. Önce düşman bizi zararsız görsün, hatta güven duysun.Sonra biz koşullar olgunlaştığında, doğru zamanda kesin ve tavizsiz tavırla yapacaklarımızı yaparız. Başarıya ulaşma olasılığımız oldukça yükselir.

    Geçmişte olanları, kişisel sempati ve nefretlerimizi bir yana bırakalım. Tarafsız ve sorumlu davranalım. Hatta, değişen dünyada bağımsız ve güçlü Türkiye için hep beraber ne yapacağımızı düşünelim.(Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.MKA) Mustafa Kemal’in dine saygısı olmasaydı, Kur’an’ı türkçeye çevirtmezdi, kurduğu Cumhuriyet de laik olmazdı.Ben hem Atatürkçü hem de müslümanım.

  32. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    @ Nihal Oguz,

    Bu sozlere karnimiz tok artik. Sizin bilmediginizi dusundugum neler var daha neler. Bir tek bu sozuyle Ataturk’un sorgulandigini dusunmediniz heralde? Neden odalar dolusu kitap, belge yakildi, yok edildi? Dedeleri oldurulenlere sorun neler oldugunu. Korkudan 1 asirdir agizlarini bicak acmasa da israrla sorun. Neden oldurulmus dedeleri? Bize anlatilan tarihin gercekle uzaktan yakindan bir ilgisi var mi, yoksa bir manipulasyondan, beyin yikamadan mi ibaret, o zaman belki anlarsiniz. Belki o zaman daha iyi anlarsiniz ki, milyonlarca insan “patatese, buzdolabina” oy vermiyor. Buzdolabini alip, gidip pek ala baska partiye de oy verebilirler. Ki oyle de oldu. “AKP’nin buzdolabi dagittigi” Tunceli’de DTP %69 oyla kazandi. Bitti artik o acik oy, gizli sayim donemleri. Herkes, istedigi partiye oy veriyor artik. Merakim su:
    Acaba bugun CHP-MHP koalisyonu bir sekilde iktidara gelse, medyasiyla, ordusuyla AKP hukumetinden intikam alinmaya baslansa, Tayyip Erdogan, Menderes gibi “vatana ihanet” vb. suclardan yuce divanlarda yargilatiliyor olsa, ayni tatlilikla konusur muydunuz, yoksa agzinizdan salyeler akarak “asin bunu, gebersin! Kahrolsun seriat! Orumcek kafalilara olum!” diye naralar mi atardiniz? Guc sizdeyken baska, baskasindayken baska konusanlardan misiniz? Ergenekon, darbe hazirliklari yaparken, o aralar herkese buyuk bir hizla spam maillerle AKP aleyhinde propaganda videolari gonderilirken de boye tatli tatli mi soyluyordunuz bunlari? Yoksa darbe planlari suya dusunce mi boyle “ben de muslumanim, Ataturk de muslumandi, bakin biz dostuz, ciciyiz” mi oldunuz?

  33. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Ben neden gelmez söyleyeyım.Sol grup sürekli vahidettini suclar sağcılar da atatürkü.Bu sürekli sürekli olacak ki halk sürekli bi problem var mıs gibi hissedecek ve allahtan korkmayanlşarın kesesı sureklı dolacak.Garibanların dikkatı bu yone cekılcek ki sizin tekerinize comak sokulmasın.Sermaye bir sol grubun elınde olur simdide sag grubun elınde .Bir elden baska ele kar gider ama asla ve asla ve gercekten asla garıbana bu sermayenın hıç faydası olmas.Gercekten helal olsun sizlere böyle tartısma konuları acıp durun buralarda kı keseler rahat dolsun.

    Hay Allah ya, ben sagci MHP’nin de Ataturkcu oldugunu saniyordum. Ataturk’u suclamak gibi bir hak var miydi bu ulkede? Ya da siyaset yaparken bunu arguman olarak kullanabilmis ve hayatta kalabilmis bir sag ya da sol parti biliyor musunuz? Artik sag-sol kalmadi hocam. Sizin akliniz 80 oncesinde kalmis. Kimse Vahdettin’e tapmiyor. Ama, Turkiye’de tek tartisilmaz dogma olarak kalmis Ataturk’un de artik tartismaya acilabilmesi gerekmiyor mu? Bunu tartismaya acanlar yalnizca “sagcilar” mi? Siz, butun solcularin Ataturk’u gonulden sevdigini falan mi zannediyorsunuz? 80 oncesinde de Ataturk’u sevmeyen sol gruplar vardi. Ataturk’e toz kondurmayan da bir MHP var. Demek ki bu isler sizin anlattiginiz gibi basit degil. Bu insanlar hapisleri, darbeleri, olumu goze alarak bu gorusleri savunuyor. Sizin sandiginiz gibi kupunu falan doldurmuyor. Ben de issizim, ama savundugum fikirlerden bir para elde etmiyorum. Fukara edebiyatina da karnimiz tok. “Milletin gundemi ekmek” bahaneleriyle bu sorunlari oteleyemez, gundemi degistiremezsiniz. Ekmegi devlet tekeliyle satip, milleti ekmege muhtac hale getiren; tam gun yasasini mahkemelere tasiyip, bu milleti en dogal hakki olan ucretsiz saglik hizmetlerinden yararlanmasina musade etmeyen zihniyeti bu ulkeden tamamen tasfiye ettigimizde zaten “fukara edebiyati” yapacak bir durum kalmayacak.

  34. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Sayın Nihal Oğuz,

    Burada Kemal’in iyiliği, kötülüğü, zeka seviyesi filan değil ki konu.

    Kemali sevmek ya da sevmemek de değil.

    Dileyen dileyeni sever, bunda sorun yok.

    Ancak, ‘yakın tarih’ adı altında “birilerini sevdirip diğerlerinden nefret ettirme” hikayelerinden de usandık artık.

    Okullarda ders diye masal anlatmak artık yeter.

    Kemal müslümanlığa saygılıydı, değildi ne işimiz olur?

    Kemalciler saygılı desin, diğerleri değil desin ne çıkar?

    Dileyen eldeki kaynakları inceler, ne olduğunu anlar.

    Burada sorun, ‘illa da seveceksin’ sorunu.

    ‘İlla da sevmeyeceksin’ demek kadar absürd bir şey.

    Gerçi bu tabiki orada burada söylenebilir, dileyen dileyeni dilediğine sevdirmeye çalışabilir.

    Ama kamu kurumlarında yapılmaz bu, yapılmamalı.

  35. Yazan:Mustafa ESER Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Toplum olarak huyumuz bu maalesef.Atatürkte bunu yaptı.Yeni bir devlet kurunca eskiyi -mecburen-kötülemese bile,yeniyi öğmek zorundaydı.Ama yanındaki yalakalar eskiyi tamamen inkar ederek eskilerin tamamını hain ilan ettiler.Mantık saçmaydı elbette.Çünkü işgal altındaki bir ülke kurtarılmıştı.Yeni bir idare kurulmuştu.Halkın tamamı istiklal mücadelesine destek vermiş ve bağımsızlık için her türlü fedakarlıkta bulunulmuştu.Eski ihmal edilse bile inkar edilmemeliydi.Yalakalar her dönem iş başında olduğu gibi yine iş başındaydı.Zorlamayla hiç bir şey olmuyor.Meşruiyetini eskiyi inkar ve kötüleme üzerine kurunca ortaya bir aşırı eski sevgisi çıktı.Karşılık olarakta yeni kötülenmeye başlandı.Yalanlar bir gün mutlaka açığa çıkıyor.

  36. Yazan:Tayfun Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Burada sorun, ‘illa da seveceksin’ sorunu.

    ‘İlla da sevmeyeceksin’ demek kadar absürd bir şey.

    Gerçi bu tabiki orada burada söylenebilir, dileyen dileyeni dilediğine sevdirmeye çalışabilir.

    Ama kamu kurumlarında yapılmaz bu, yapılmamalı.

    Kesinlikle! Kamusal alan, herkesin vergileriyle yapılmış bir alandır. Burada duvarlarda herkesin sevmediği birinin portreleri, büstleri olamaz. Herkes sevse dahi saçma. ”Türkiye’nin %99’u müslümandır” deniyor ama her kamu kurum ve kuruluşunda duvarlarda ”Allah” yazısı olsa bu da saçmadır. Kabilecilik, ”burası bizim kurtarılmış bölgemiz, burada bizim dediğimiz olur” tarzı bölücü, çeteci anlayıştır bugün bu portreleri, büstleri orada tutan. Anlayabileceğim tek bir mazeretleri olabilir. ”Efendim, islami baskılara karşı tutunabileceğimiz tek dal bu kaldı. Onu da kesersek düşeceğiz, o duvarları dini lider resimleri işgal edecek sonra, bize zorla namaz kıldıracaklar, içkimize, özel hayatımıza karışacaklar. Bu kaygıyı duymak için de yeterli sebebimiz var. Yanıbaşımızdaki İran, milyonlarca insanımızın hacca gidip, örnek aldığı Arabistan…” Ama holokosttan sonra psikolojisi bozulmuş paranoyak İsrail devleti gibi bu korkuyu abartıp, etrafa kin, nefret saçarsan birileri ”DUR” diyecektir size eninde sonunda. O duvarlardaki Atatürk portreleri de fundamentalist islamı korkutmayı, sindirmeyi bırakın, daha da inatlaştırıyor, daha da koyu bir islami zihniyete sevkediyor. Özgürlüklerden kimseye zarar gelmez.

  37. Yazan:Abdurrahim Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply

    Arkadaşlar meselemiz tarafgirlik değildir. Hakkın hatırı M.Kemal’in, Vahdettin’in yada herhangi bir faninin hatırından daha yücedir. Bence bu doğrultuda düşünüp konuşmak daha faydalı olur tüm farklı görüşü savunan katılımcılara. Ayrıca bu konuda ideolojik yaklaşımları (referansını dinden yada seküler dünya görüşünden alan vs) da bir kenara bırakarak daha sağlıklı sonuçlara ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Unutmayınız ki Hakkın yada haklının dindarı, dinsizi, kemalisti, osmanlısı, vs. olmaz.

    Haklıya hakkını teslim etmek için temelde iki yol izlenebilir.Birincisi Adaleti Mahza(Mükemmel,Katıksız adalet) İkincisi Adaleti İzafi (Görece, relatif).
    Buna göre, adalet-i mahza, “tam ve katıksız adalet, mükemmel adalet,” demek olur. Bu adalette, hiçbir kimsenin en küçük bir hakkının bile çiğnenmemesi esastır. Adaletin diğer şubesi olan adalet-i izafiye ise katıksız, tam değildir.Zira, Toplumun menfaati için ferdin hukukunu nazara almaz. Adalet-i izafiyede ehven-i şer esas alınır.
    Tarih boyunca toplumları idare eden otoriteler ne zaman gerçek adaletten ayrılarak bu görece adalete yönelmişler se o zaman haksızlıklar ve zulümler olmuş.
    Hakikatte adalet birdir ve izafi olamayacağı da aşikardır. Lakin insanın bencilliği ve menfaatperestliği gerçek adaleti uygulamaktansa işine gelmeyen her meseleyi kendine göre kıvırarak Hakkın hatırı yerine başka şeylerin hatırını yüceltmeye meyletmiştir.
    Adaleti mahza Vahiy eksenli olup transandanteldir. Bu adaletin uygulayıcıları da Peygamberler ve onların kutlu yolundan giden Hz.Ali gibi zatlar olmuştur.
    Adaleti izafi ise pratik, opportunist ve makyavelist amaclara hizmet eder.
    Adaleti Mahzadan bahsedilince akla Hz. Ali,Adaleti İzafiden bahsedilince akla Muaviye ve Ümeyye Oğullarının akla gelmesi boşuna değildir.
    Dolayısıyla hakkaniyet ve adalet açısından tarihi ve olayları yada kişileri eğerlendirirken bu ölçüleri kullanmayı tercih ederim. O zaman toplumun menfaati için yapılan yanlışlar bize doğru gelmez… Unutmayınız aslolan her ne olursa olsun sonuça varmak, amaca ulaşmak vs. değildir. Amaca ulaşırken kullanılan araçlar ve eylemler de meşru olmalı ki zulüm olmasın.
    Bu ölçüleri kullanırsak artık bahse konu olan Padişah olmuş, Komutan olmuş ne değişir ki?
    Biz hakikat peşindeysek ne gam!!!

  38. Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply

    Atatürk’le ilgili tartışmaların bitmeyişinin en önemli nedenlerinden biri, arşivlerin açılmayışıdır. Hala 80 sene önceki arşivler Türkiye’de kapalı tutuluyor. Ancak kemalist dünya görüşüne sahip, devletçi ideolojiye yakın araştırmacılar arşivlere girebiliyor.

    Atatürk’ün el yazması notlarının bir kısmını Kaynak Yayınları basmıştı. Bu notlarda, Atatürk, “Tanrı fikrinin insanın yarattığını” ifade eden fikirlerin altını çiziyor ve onaylıyordu. Ancak kemalistlerin birçoğu bu notların doğruluğuna inanmıyor. Sorun şu ki, arşivler herkesin erişimine açılmadığından, objektif bir şekilde, bunların doğru mu yanlış mı olduğunu test edemiyoruz.

    Bense meseleye şu açıdan bakıyorum: Arşivler neden kapalı tutuluyor? İngiltere’de ne olursa olsun, 20-25 sene öncenin belgeleri düzenli olarak açılıyor. Türkiye’de niye açılmıyor? Demek birileri bir şeyleri milletten saklamak istiyorlar ki, arşivleri açmıyorlar, diye düşünüyorum.

  39. Yazan:yq Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply

    Sayin “Atilim Ates”,
    evet M.Kemal Pasanin Samsin’a cikarken kafasinda bahsettiginiz gibi bir plani yoktu. Daha Selanikten cikmadan önce vardi. Lütfen önce arastirip okuyun, okumaktan hosnut degilseniz eger, son yillarda gösterime giren Atatürk filmlerini seyredin.

  40. Yazan:Kemalist Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply

    Böyle bir belge yoktur, bir gazetecinin röportajı söz konusudur ve o röportaj yapıldıktan sonra hemen yayınlanmış ve böyle bir ifade yer almamıştır 17 yıl sonra tekrar bu görüşmesini yazmış ve yine bu konu yer almamıştır ancak 39 yıl sonra yazdığı kitapta o görüşmeye Atatürk’ün ingiliz valisi olma talebi eklenmiştir.

    Şimdi bir görüşme yapılıyor ve görüşme yabancı basında yayınlanıyor bundan 18 sene sonra yine yayınlanıyor hiç bir değişiklik olmadan ama 39 yıl sonra görüşme metnine bir ekleme oluyor…

    Yazılı hiç bir belgesi yoktur, Belgesi var diyenler çıkıp gösterecek.

    Belge yok ? Röportajı yapan şahıs 39 yıl sonra böyle bir şey ekleme yapıyor ve bunu doğru kabul edeceğiz 🙂

    Atatürk böyle bir talepte bulunmamış ve ingilterede böyle bir talebin olduğunu kabul etmemiştir.

    Bir gazetecenin hiç bir yazılı, sesli, görüntülü, şahitli delili yokken yayınladığı röportajından 39 yıl sonra ekleme yapmasına belge diyenelerin Tarih te dedikodu olmadığını belge olduğunu anlamaları gerekmektedir.

    Atatürk ölecek sen öldükten sonra böyle bir ekleme yapacaksın ve ne ingiltere kabul edecek nede her hangi bir delilin olacak buna belge diyeceksin…

    Objektif olmak lazım TARAF değil.

  41. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 15, 2010 | Reply

    Sayın Kemalist

    Yazılı hiç bir belgesi yoktur, Belgesi var diyenler çıkıp gösterecek.

    Arşivler açılsa da dediğinizi yapabilsek. Şimdilik kaynaklarla idare edeceksin kusura bakma.

    Özellikle; Türk tarih kurumunundan alınan kaynağa dikkatinizi çekerim. Yani Atatürk’ün direktifiyle kurulan bir kurumun yayınından alınan bir bilgidir.

    ** Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara: 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98.

    Yazının ana temasını kaçırdığınızı düşünüyorum. En iyisi sakin bir kafayla, mümkünse iftardan sonra çayınızı yudumlarken yazıyı bir daha okuyun…

  42. Yazan:cade Tarih: Ağu 18, 2010 | Reply

    valisi olmak istemiş mi istememiş mi bunları bilemem ama bilinen ve görünen şeylerde şunlar İngilizler Osmanlı milletini DİNSİZLEŞTİRMEK veya DİNDEN UZAKLAŞTIRMAK istediği KESİNDİ… bunları yani bu MİLLETİ kim Dinden uzaklaştırmış veya DİN gericilik, mürtecilik, irticacılık, yobazlık demişse o İngilizlere HİZMET etmiş demektir..
    TC deki Laiklik asla Avrupadaki Laiklik değildir ve DİN DÜŞMANLIĞIDIR

  43. Yazan:ben Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    Slahsız savaş diplomasidir. Mustafa Kemal silah savaştada gayet başarılı bir kişiliktir, önderdir.

  44. Yazan:ben Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    Aslında daha çok Tayyip Erdoğan’ın hangi küresel şebekeler ile dirsek temasında olduğunu tartışırsak daha anlamlı olur.
    Yukarıdaki ifadeden Atatürk’ün malum dönemde birileriyle dirsek temasında olduğu iddialarını kabul ettiğim anlamıda gelmemelidir.
    I.Dünya savaşı genel şartlarına bakıldığında; Atatürk’ün gerek savaş alanında gerekse diplomasideki çizgisinin anti emperyal eksenli olduğu çok açıktır. Teşekkür ederim.

  45. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    Atatürk’ün gerek savaş alanında gerekse diplomasideki çizgisinin anti emperyal eksenli olduğu çok açıktır.

    Bence hiç de açık değil.

    İnanan inanır tabi de, öyle açık bişey yok.

    Bunun tam aksi de aynı ‘milli’ duygularla ileri sürülebilir.

    Nitekim sürülmüştür de.

    Bu sevme-sevmeme işi acaip bir şey.

    Ortak bir noktada buluşma şansı yok.

    “Ata”dan vazgeçmek birçoğu için “Tanrı”dan vazgeçmek gibi bir şey.

    Hayatını adeta bu kabul üzerine kurmuş.

    O’nsuzluk düşünülemez. Hayır, asla olamaz bu…

  46. Yazan:ali duman Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    kurtuluş savaşında ankara hükümetinin dış politikası incelendiğinde, ikircikli bir siyasetin yürütüldüğü, müttefik sscb’ye ihanet edercesine, perde arkasından emperyalist ingiltere ile işbirliği içinde olunduğu görülecektir.

    sscb’den gelen yardımların devamını sağlamak için ankara hükümeti sscb yanlısı siyaset izliyormuş gibi yaparken, aynı zamanda Londra konferansına davet edilen istanbul hükümetinin yanısıra kendisini de bu konferansa davet ettirmek için, TKP önderi mustafa suphi ve 14 yoldaşı karadenizde boğdurulmuş, anadolu da komünist avına çıkılmış, tek bir komünist dahi sağ bırakılmamış, çerkez ethem tasfiye edilmiş, sscb toprağı olan batum işgal edilmiş, tüm bunlara karşılık Lenin, ankara hükümetine “sizin bolşevik olmadığınızı biliyorum, bolşevik olmanız şartta değil, herşeye rağmen size yardıma devam edeceğiz” demmiş, emperyalist ingilterenin gözüne girmek için yapılan komünist düşmanlıkları, sscb toprağı batum’un işgal edilmesi üzerine sscb dışişleri bakanı ciceron, “sizinle dost olmayacağız, ancak yaptığımız barış antlaşmasına sadık kalacağız” açıklaması yapmış, emperyalist ingilterenin gözüne girebilme siyaseti abartılarak sürdürülmüş, ingilterenin gözüne girilmesi üzerine en nihayet ankara hükümeti londra konferansına davet edilmiş, hızını alamayan ankara hükümetinin baştemsilcisi ve dış işleri bakanı sıfatlı bekir sıtkı bey, londra gazetelerine “yeter ki siz isteyin sscb’ye savaş dahi acarız” beyanları vermiş, bu durum için ankaradan açıklama isteyen sscb’ye atatürk bizzat, “o açıklamaların kendilerini bağlamadığını” söyleyerek durumu kurtarmıştır.

    ulusal kurtuluş savaşını bir anti-emperyalist savaş diye yutturmaya kalkan hokkabazlara tarihi ezberlerinden kurtularak yukarıda bahsetmiş olduğum gerçekleri görmelerini de şiddetle tavsiye etmekteyim.

    zira anti-emperyalist savaş denen savaşın özünde müteffik ve sosyalist sscb’ye ihanet, düşman ve emperyalist ingiltere ile işbirliği yatmaktadır, emperyalist ingilterenin tüm talepleri karşılanmış, ingiltereye karşı tek mermi atılmamış, tek mermi dahi atılmayan düşman ingiltere tüm istediklerini aldıktan sonra işgaline son vermiştir.

    bir tek yunanistan karşı savaşılmış, ancak bu savaşı bile kazanıp kazanmadığımız belli değildir, zira yunanistana bir savaş tazminatı ödedilmemiştir, esasında kurtuluş savaşı sonrası imzalan lozan antlaşması bir yenilgi antlaşmasıdır, sevr ile ölüm gösterilmiş, lozan ile sıtmaya razı edilmiştir.

    varolduğundan bahsedilen lozanın gizli maddelerinden ise bugüne kadar bilgi sahibi olamamışlığımız ise ayrı bir hakikattır.

    kurtuluş savaşını anti-emperyalist savaş olduğunu iddia edenlere bir sorum olacaktır, şayet ülkemizi emperyalist ülkeler değil de, sosyalist sscb işgal etmiş olsaydı, bu ülke emperyalist değil diye bu işgale karşı savaşmayacak mıydık?

    kurtuluş savaşı/milli mücadele ile anti-emperyalist savaşı dahi birbirinden ayırt edememek, bir cahalet değil, olsa olsa tarihi çarpıtma ve yalandan bir siyaset üretme tiyniyetsizliğidir, bu tiyniyetsizlik ise malum siyasi düşüncenin meşrebine oldukça uygundur.

  47. Yazan:melek Tarih: Ağu 24, 2010 | Reply

    neye göre çağdaş kime göre çağdaş.çağdaşlığın kuralını yazan kim,koyan kim ne saçmasınız bazılarınız.çağdaşlık hala tuvalet temizliğinden haberi olmayan,tarihte ne kadar kaşif varsa hepsinin keşfinin hırsızlığını yapan batılı menfeat düşkünlerinin tekelinde mi? bu ecdadın bu zihniyet ve mantalitedeki torunlarısınız ya yazıklar olsun

  48. Yazan:muhammet Tarih: Kas 11, 2010 | Reply

    aslında bende bunu uzun cümlelerle anlatırdım ama gerek kalmamış birkaç arkadaş çok güzel açıklamış. söyleyecek tek sözüm var “xxxx xxxx xxxxx” atatürk’in ingiliz valisi olmak istediğini söyleyecek kadar?
    aslında siz yanlış biliyorsunuz afrikanın bi köyü vardı -neydi adı- gitmiş orda muhtarlık yapmak istemiş, yerliler sen anlamazsın demiş :)))
    bu kadar basit bir yalan sizinkide.
    saçmalamayın, kafa karıştırmaya hiç gerek yok

  49. Yazan:muhammet Tarih: Kas 11, 2010 | Reply

    bir de mümkünse şu arkasındaki ingiliz bayrağını kaldırın da görüntü kirliliği yapmasın

  50. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Kas 11, 2010 | Reply

    muhammet yorumcu cok hakliysin. Ingilizler Selanikli Mustafa Kemal gibi beceriksiz birini Vali yapacak kadar aptal degildiler tabii.

  51. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Kas 11, 2010 | Reply

    Muhammet Bey

    Sizi çok gergin gördüm.
    İsterseniz yazıyı bir kere daha okuyun…

    Bu yazı kimseyi hain ilan etmiyor…Üstelik, yazının hoşunuza gitmeyen kısımları benim ya da bir başka şahsın kuru iddiaları değil, Türk Tarih Kurumunun yayınlarından alıntıdır sadece…

    Saygılarımla…

  52. Yazan:mehmet Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    METEHAN ONAN kardeşim sadece gerçek tarihi öğrenmek istiyoruz.. atatürk devrimleri diyerek silahlı ihtilalin adına devrim diyorlar..devrim halkla yapılır..oysa mustafa kemal devrimi halka için halka rağmen yaptı.ne demek bu.bakbakalım bi herhangi bir sosyoloji veya siyaset bilim sözlüğünde var mı şapka inkılabı diye bir inkılap .. öncesinde bunun adı inkılabtı (farça kelime olduğu için literatürden kaldırdılar.batılı devrimi benimsedik devrim şimdi türkçe bir kelime mi?kelimler de bile tarihi, kanla dolu bir tarih olan batıyı örnek almak.. ben ce farsça türkçeye daha yakın orda kalsaydı derim. ) hani albert camusun bir sözü vardır:’resmi tarih katillerin tarihidir”diye mesele bu.1921 de iskilipli atıf şapka üzerine bir kitap yazıyor ama atatürk 1924 de kanun çıkarıp astırıyor.. iskilipte atıf hoca sonuçta halktan biri.. daha nice başlar gidiyor çünkü mustafa kemale göre ‘bir devrim ancak kanla beslenebilirse muhkem olabilir’ miş.bununlada sınırlı olsa iyi HALKI KURTULUŞ SAVAŞI VEREN BİR MİLLET SAVAŞI KAZANDIKTAN SONRA EVİNE DÖNÜYOR AMA GEL GÖR Kİ SAVAŞTA YENDİĞİ BATILI DÜŞMAN’A DEĞİLDE MUSTAFA KEMAL’İN DEVRİMLERİNDE CAN VERİYOR.DEVRİMLER SONUCU BİNLERCE İNSAN CAN VERİYOR.. O İNKILAPTI BU İNKILAPTI DERKEN ŞEHİT EDİLİYOR’dikkat et şehit edilneler arasında senin dedende olabilir.kaldıki mustafa kemal kazım karabekire görede çabuk sonuç almak isteyen ihtiraslı bir politikacı bu yüzden burda sosyolojik bir tepsit devreye giriyor..’batının 150 yılda hazırlık sürecine gidrği devrim sürecini 15 yıla sığdırmaya çalışıyor.. yetmiyor lider kültü yaratılıyor.ona tanrılık vaazeden şiirler.. sonuçta şevket süreya aydemir’in tabiriyle ‘o dönem atatürkü putlaştırmaya mecburduk ama bir kahraman putlaştığı zaman ölürmüş’ şeklinde itirafa da konu ediliyor.. sadece bu kadarla kalsa iyi.. nerden tutalım mustafa kemali bilmem ki..1936’da yine mehmet akif vefat ediyor.ama cenazesine katılmak isteyen i.ü öğrencilerinin katılması yasaklanıyor.. bununla da sınırlı kalınmıyor.şimdi devrim mi diyelim yoksa başka bir ad mı bulalım…vs,vs kısaca çok sorunlu bir tarih,baştan sona yalan bir tarih.. oysa tarih bir bilim değil herşeyden önce bir bilinçtir.. ‘yazanlar yapanlara sadık kalması gerekiyor’ mustafa kemal acımasız bir adam,çünkü ihtiraslı,çünkü babasız büyümüş bu yüzden freud’un tesptiyle babasız büyüyen çocukların hayatı feth etme olur’muş.bu tutkusu öldürme aruzuna yenik düşecek kadar gurura kapıldı. DÜŞÜNSENE HEM BATIYA KARŞI BİR SAVAŞ VERİYORSUN HEM DE SAVAŞI KAZANDIKTAN SONRA BATIYI ÖRNEK ALIYORSUN.ZATEN DÜŞMAN BİR ÜLKEYE İLK ÖNCE KENDİ KÜLTÜRÜNÜ VERMEK İÇİN SOKAR.. bu yüzden kurtuluş savaşı değil, batıya köle olma savaşı verdik.. eh ne diyelim cemil meriç’in tabiriyle ‘efendisnin murdarlığını şifa niyetine içen uşak olduk’… yine cemil meriç’in (jurnal 1 mi 2 de mi yazıyordu hatırlayamadım )ifadesiyle atatürk kaprisli bir kişiliğe sahip çekilmez biriydi’… sana tavsiyem mete tuncayın belgeleriyle yazdığı tek parti dönemini oku derim…

  53. Yazan:Rıdvan Işık Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    kardeş,neylersiniz,tükenmiş,200 yıl dört beş çeşit düşmanla savaşan Osmanlı öyle bir hale gelmiş ki,Kur’an da anlatılan firavunların baskısında inleyen beniisraile dönmüş,tek başına yapacağına,kendi gücüne inanmıyor,umutsuzluğun batağına saplanmış,”Allah tan umudunu kesmiş gibi,ve Rabbin bir mücizesi ki kurtuluşu nasip ediyor,kulların da çabasıyla,,,,Rabbim ikikesimin de kusurlarını af etsin…

  54. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    Sadece yazıda itiraz edeceğim nokta şu;”Aslı İngiliz arşivlerinde gizili olan gelgede…”.Madem aslı çok gizli siz nasıl ulaşabildiniz.Özelliklemi verdiler size.Aslı gizliyse suretinin doğru olduğuna nasıl ikna oldunuz.

    Yazının gerisi propagandadan ibaret.

  55. Yazan:durhat Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    alla alla “yazıda sadece bir noktaya itirazım var”deyip, sonunu”yazının gerisi propagandadan ibaret”şeklinde bağlamak nasıl bir okuma şeklidir acaba?üstelik epi topu iki üç tümcecik yorumda geçiyor bunlar.walla ne diyeyim,bu denli kıvrak bir zekaya,böyle bir maharete kocaman bir BROVAVO demek lazım:)

  56. Yazan:durhat Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    pardon, BRAVO demek istemiştim.

  57. Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    @ Ufuk

    Sadece yazıda itiraz edeceğim nokta şu;”Aslı İngiliz arşivlerinde gizili olan gelgede…”.Madem aslı çok gizli siz nasıl ulaşabildiniz.Özelliklemi verdiler size.Aslı gizliyse suretinin doğru olduğuna nasıl ikna oldunuz.

    Yazının gerisi propagandadan ibaret.

    Yazının gerisini okuduğunuzu hiç zannetmiyorum. Peki sizi resmi tarihimizin doğru olduğuna kim ikna etti? Okullarımızda tarih derslerinde anlatılan herşey belgelere mi dayalı?

  58. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    Yukarıdaki yazı doğrudur,yada yanlıştır demedim.Bir propaganda yazısı olduğu açık.Propaganda yazısınada itirazım yok,yazılabilir kim yerse.Belge yok,o öyle demiş,bu böyle demiş.Buna itiraz ettim.

  59. Yazan:MB Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    Ufuk Bey
    Zataliniz tarafından, “İngiliz Belgeleri” belge olarak kabul görmüyor mu? Ya da belge ingiliz olursa, “kağıt parçası” hükmüne mi geçer? Ve yahut propaganda mı olur?

    Siz boşverin bunları. Zaten bizler, ortalığı karıştırmak isteyen bir avuç tayfalarız. Bu belgeleri de bize özellikle verdiler. İşbirlikçiyiz ya o yüzden. Bir ayağımız dışardadır bizim.

    Siz sorunu dışarda aramaya devam edin. Etrafınıza hiç bakmayın. Hiç sorgulamayın. Tarihinizle hiç yüzleşmeyin. Düşünmeyin bile. Ne de olsa M.K. düşünmüş yerinize…

    Sorun içimizde belki kafalarımızdadır ne dersiniz?

  60. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 17, 2011 | Reply

    sayın MB;”Sadece yazıda itiraz edeceğim nokta şu;”Aslı İngiliz arşivlerinde gizili olan gelgede…”.Madem aslı çok gizli siz nasıl ulaşabildiniz.Özelliklemi verdiler size.Aslı gizliyse suretinin doğru olduğuna nasıl ikna oldunuz.”

    Bunu sorguladım sadece.İngiliz belgereri varsa”gizli İngiliz belgeleri” olmaz artık.Belge varsa ortaya konur,şunun gördüğü yada bunun aktardığı belge,belge sayılmaz.Gizli İngiliz belgelerini yayınlayın,aslıyla beraber,hepimiz inanalım sorgulayalım.

    Resmi tarihi en çok sorgulayanlardan biriyim.Ama başka bir resmi tarih yaratılmasına da karşıyım.Kemalistlerin nasıl beyni yıkanmışsa,anti-kemalistlerinde aynı şekilde beyni yıkanmış.

  61. Yazan:MB Tarih: Oca 17, 2011 | Reply

    Ufuk Bey’im

    Genelkurmay taktiğine benziyorsunuz…Asli belgeyi yayınladıktan sonra, belgenin altındaki imzanın yaş mı, kuru mu olduğunu sorgulamayacaksınız değil mi?

    Ne biliyim o bile kesmeyebilir sizi…İsterseniz adli tip, jandarma kriminal, emniyet kriminal olmadı canınızın istediği herhangi yabancı üniversiteye de gönderelim tahlil etsinler…Nasıl alırdınız?

  62. Yazan:mehmet Tarih: Oca 18, 2011 | Reply

    çağdaşlık tartışmaları.. her ülke kendi çapında ve kendi tarihsel şartlarıyla çağdaş olur.. atatürk olmaysadı gördüğümüz yolar binlara evler arabalar olmayacak mıydı yani.. yine aydınlar, akademisyenler,düşünce özgürlüğü felan… genelde yaygın olan bir kanı var.. deniliyor ki eğer atatürk olmasaydı şunlar ülke arabistan olurdu.. biz hiçbir zaman arapistan olamayız çünkü araplar devlet deneyimi yok.. kendi içinde bile araplar sorunlu iken. ayrıca suudi arapsitan şeriatle yönetiliyormuş.. bir kere suudlar abd güdümünde bir yenik ülke şeriatle değil krallıkla yönetiliyor.. mustafa kemal olmasaydı bu ülke iran olurmuş… yahu iran bir kere şii mezhebi var şeriatin yorumundan çok bir anlayış var…

  63. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 20, 2011 | Reply

    “Yazan:MB Tarih: Oca 17, 2011 | Reply
    Ufuk Bey’im

    Genelkurmay taktiğine benziyorsunuz…Asli belgeyi yayınladıktan sonra, belgenin altındaki imzanın yaş mı, kuru mu olduğunu sorgulamayacaksınız değil mi?

    Ne biliyim o bile kesmeyebilir sizi…İsterseniz adli tip, jandarma kriminal, emniyet kriminal olmadı canınızın istediği herhangi yabancı üniversiteye de gönderelim tahlil etsinler…Nasıl alırdınız?”

    Allah aşkına size sorduğum soruya verilecek bir yanıtmı bu :).Daha yaratıcı olmanızı beklerdim.Sırf karalamak için gözü kara savunmak.Sorgulanmayı bile hazmedemiyorsunuz,ne farkınız var onlardan.

  64. Yazan:Orhan Kınık Tarih: Şub 16, 2011 | Reply

    Filistin bozgunu iyi analiz edilmeli. İngiliz Komutan Allanby kimi önermişti araştırılsın.

    1981 doğumlu, 1923 ölümlü, 6 dil bilen, Türkçeye çok iyi hakim, bir dönem ARNAVUTLUĞUN BAŞINA GEÇMESİ İÇİN TEKLİF GÖTÜRÜLEN, Arnavutluğun tek kurtarıcısı ilan edilen ünlü İngiliz İstihbarat şefi Aurby Herpert nereye kayboldu araştırılsın. ÖLDÜ MÜ BAŞKA BİR KILIĞA MI GİRDİ ARAŞTIRILMAYA DEĞERDİR.

    Zamanın İngiltere elçisi Sir Percy Loraine’e cumhurbaşkanlığı teklifi iddiası ”Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu.”

    Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bu telgraf gerçek mi?

    (The Sunday Times (London) 11 şubat 1968 )“How Our Man Declined To Rule Turkey”

    Tüm bunlar basit karalama mı yoksa gerçeklik payı ne derece doğru?

  65. Yazan:Kanoglu Tarih: Nis 7, 2011 | Reply

    xxx xxxx xxxx . Yaziklar olsun. Sizin begenmediiniz Ataturk ve silah arkadaslari sayesinde bugun ezan din.eyip, ibadet ediyorsunuz. xxxxx xxxx

  66. Yazan:ilker tez Tarih: Haz 6, 2011 | Reply

    Bakın şunu unutmayın bunu bugüne kadar kimse yazmadı bugün dünya üzerinde müslümalık var ise bunu atatürke borçludur çünkü hristiyanlar anadolu topraklarını aldıktan sonra oradan suriyeyi oradan iranı oradan arabistanı vs alacaklardı bu akımı engelleyen ve dünya üzerinde müslümanlığın bu derece yaygın olmasını sağlayan yine atatürk ve türklerdi siz zannediyormusunuz ki anadolu toprakları alındıktan sonra bu hristiyan akımlarının duracağını TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE 70 milyon müslüman varsa bunu yine MUSTAFA KEMAL ATATÜRKE borçlusunuz eğer o olmasaydı bu topraklarda camiler değil kiliseler olacaktı ve bugün karşı gelenler belkide kilisede temizlik görevlisi olarak çalışacaktı.

  67. Yazan:HASAN YILDIZ Tarih: Haz 6, 2011 | Reply

    Ne Atatürk ne de Sultan Vahdettin.. Hiçbirisi Vatan haini değil. Atatürk askeri ve siyasi bir dahidir.. Sultan vahdettin de Atatürk te bu ışığı görmüş ve vatanı kurtarmak için onu görevlendirmiştir.. Öyle olamasa Rütbece kendisinden yüksek olan ve Padişaha çok bağlı olan Kazım karabekir paşa Mustafa Kemal’ in emrine girermiy di??Bize tarihimiz yanlış anlatıldığından ecdadımızla gurur duyacağımıza onlardan utanır bir hale sokulduk.. Artık gerçekler ortaya çıksın.. günahıyla sevabıyla herkesi değerlendirelim..Ben ecdadımla gurur duyuyorumm..

  68. Yazan:Emre sakarya Tarih: Eyl 7, 2011 | Reply

    M.Kemal’in yukarida farkli goruslere sahip insanlarin hic biri fasist bir diktator oldugunu inkar edemez tarih boyunca planladigi duzene comak sokan , muhalefet eden herkesi bir sekilde yok etmistir. Dersim isyani ni bastirmak adi altinda binlerce insanin olumunnden dogrudan sorumludur. Gucunu halkdan alan ve bu gucunu ayni halkin baskilanip tektiplestirme ye maruz birakan yine kendisidir. Tarih spekulatif ogretileri ile by gune kadar dayanabildi ama artik at izini it izinden ayiracak kadar atdinlandiginmizi dusunuyorum…

  69. Yazan:aliyazar Tarih: Eyl 7, 2011 | Reply

    Altinda islak imzasi !da ciksa Atatürk ün Ingiliz isbirligiyle alakali, yine de Inandiriciligi,ya da manasi bir hictir..

    Tipki Hitlerin 2.dünya savasinda sscb ile gizli saldirmamazlik anlasmasi imzalayip birkac yil sonra 20 milyon insani öldürerek moskovaya dayanacak kadar planli saldirisindan sonra O gercek belgenin bir Hic i ifade ettigi
    gibi..

    pkk (Toprak talep eden Kürt isyani)yi bile TC nin eseri diye yutturmaya calisan zihniyet ,Osmanlida ki kürt isyanlarini bir google ile tarasalar hakikati göreceklerdir..Türk -kürt Isbirligi ve problemleri taa Alpaslanla baslar ,yavuzla devam eder.,Hamidiye alaylariyla .nihayetinde .Atatürk ün kucaginda da nihayet bulmaz(Osmanlilar da M.Kemal de ver kurtulcu olmamistir Güneydoguyu .Tarihin en zor aninda bile!)..günümüze kadar devam eder..
    Sevr ile Lozan arasindaki ucurumu göremeyen ,ayni dönemde Kürt isyanlarini destekleyen Ingiliz hangi mantikla M.Kemal e destek versin!..
    Tipik bir derindüsünde ince polemik calismasi..! ..

  70. Yazan:ahmet uysal Tarih: Eyl 11, 2011 | Reply

    RABBİM HEPİNİZE AKIL FİKİR İHSAN EYLESİN.HEM İNANÇDAN BAHSEDECEKSİNİZ,HEM DE İFTİRADAN KENDİNİZİ ALAMAYACAKSINIZ.ALLAH ISLAH ETSİN

  71. Yazan:serdr Tarih: Eki 1, 2011 | Reply

    bi dusunun daha dune kadar bizi isgal eden bi ulkenin hemen ertesi 5-10yılda muttefiki olmamız ustteki makaleyi haklı cıkarmazmı=?

  72. Yazan:Kemalist Düşünce Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    Yüce Ata’mıza nasıl böyle hakaret edersiniz? Kaldırın çabuk o ingiliz bayrağını oradan. Yoksa pişman olursunuz !!!!!!!!!!!!!!!

  73. Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    Kemalist düşünce,

    Çok korktuk, hemen dağılıyoruz:)

    Başka bir emriniz?:)

    Yahu ondan sonra afakanlar geçirip havale krizlerine kendiniz giriyorsunuz.DD’ye kızıp tehditler savuracağına bir kaç satırla karşı argüman sunsaydın birader.Sonra da Ali Duman’a ve DD’ye kızıyorsunuz:)
    Adamlara koz verip kendinizi gülünç duruma sokmak için bu kadar tiyatro yapmanıza gerek yoktu:)

    Amacım DD yada başka birini savunmak falan değil.Yanlış anlaşılmasın ama sizin gibileri de görünce insan kayıtsız kalamıyor ki birader?:)

  74. Yazan:iltem Tarih: Eki 29, 2011 | Reply

    atatürke hain demek bilgisizlik,beyinsizlikten öte şerefsizliktir aşşağılık insanların yapmış olduğu siyasettir.

  75. Yazan:Kaplan Tarih: Ara 14, 2011 | Reply

    Bu yaziyi yazanin tek amaci Ataturke saldirip onu itibarsizlastirmak ve kucuk dusurmek ve buda Turkiye deki giderek artan Cumhuriyet karsitlarinin hesaplasmanin bir parcasi.

    Ataturk’un olumunden 73 yil sonra bile hala ona alcakca ve serefsizce saldirmaya devam ediyorsunuz!!!

    Onu karalamaya calismak gunesi balcikla sivamaya benzer.

    Bu yazi bir kere daha sunu teyit ediyor, gercek tehlike iceride ve bunu Turkiye’yi yok etmek isteyen butun dis mihraklarda cok iyi biliyor ve o yuzden bu icimizdeki soysuzlari surekli destekliyorlar. Cunku bu dis mihraklarin hic biri Turkiye’ye saldirmaya cesaret edemez ama icimizde hainler besleyerek amaclarina ulasmaya calisirlar!!!!!!!!!

    Eger bir gun bu Cumhuriyeti ve vatani savunmak gerekirse ayni buyuk dedem gibi hic dusunmeden canim ve malimla savunmaya her zaman hazirim.

    Eminim benim gibi yuzbinler ve milyonlar var, BUNU SAKIN AMA SAKIN UNUTMAYIN!!!!!!!!!!!!!

  76. Yazan:niyyazzi Tarih: Oca 14, 2012 | Reply

    M. kemal ayrica bir masondu!
    bir alman mason locasinin kendi internet sayfasinda, soru-cevab bölümünde..
    m. kemal masonmuydu, nasil olur 1935 localari kapattirdi.. sorusuna cevab MASON LOCASI YETKILISINDEN aynen söyle:
    Elimizdeki bütün belgeler Atatürkün mason oldugunu gösteriyor ve ZATEN HIC BIR “RESMI” ACIKLAMADA DA BUNUN TERSI (yani mason olmadigini) BULAMASSINIZ !!!

    birde youtube daki su videoyu izleyin:

  77. Yazan:herackles Tarih: Oca 21, 2012 | Reply

    “…benzetmek için binlercesini sadece şapka giymediği için astırmadı mı?”
    Cehaletin de böylesi! İki tarafın da cahillerine Allah az nefes versin, zira çok kalabalığız!

  78. Yazan:Şapka Kanunu’na muhalefetten asılan bir kadın! Tarih: Oca 21, 2012 | Reply

    Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle idama mahkum olanlar arasında bir kadından da söz edilir. Bu, bohçacılık yaparak hayatını kazanan ve “Şalcı Bacı” diye tanınan bir kadındır. Gazeteci Nimet Arzık, bu olayı duyduğunda bir hikaye yazdığını ve adını “Şalcı Bacı Asılmağa Gidiyordu” koyduğunu anlatır. Nimet Arzık, Şalcı Bacı’nın “Şapka Kanunu’na Muhalefet suçundan asılacağı” kararına şaşırdığını, “candarmalar” onu iterek götürürlerken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak geçtiği yollardaki “donuklaşmış” insanların içlerini kabarttığını da ifade eder.

    Şalcı Bacı’nın “Kadın şapka giye ki asıla?” şeklindeki safça şaşkınlığı yansıtan sorusunu Nimet Arzık şöyle cevaplandırır:

    Giyer, giymez, ama “icaplar” vardı… Görev icapları, ödev icapları, ibret icapları, gösteri icapları… Şalcı Bacı’yı iki metre boyuyla, “isli” yüzüyle, yılan yılan incelmiş örgüleriyle, siyah puşusuyla ve bütün sabır felsefesiyle darağacına vardırıyordu bu icaplar… Bildik evler arkasında kalıyordu, hükümet meydanına dek… Erkek adımlarla, bilmedik bir dünyaya doğru yürüyordu… Donuklaşmış halkın arasından, koşuşanlar vardı ağlayarak, onu o bilmedik dünyanın eşiğine kadar uğurlayan.

    “Şapka Kanunu’na Muhalefet” suçundan Şalcı Bacı’yı idama gönderenlerden biri, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın dedesi Kumandan Tatar Hasan Paşa’ydı. Altan bir kitabında bu olayın kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlatmıştı:

    Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal duçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.

    Erzurum’da halk içinde Şapka Kanunu’na gösterilen muhalefet üzerine Vali Paşa’yla Kumandan Tatar Hasan Paşa kafa kafaya ererek bu muhalefeti kırmak için “daha kestirmeden” bir çözüm arayışına düşmüşlerdi. İşte Şalcı Bacı’yı idama götüren gelişmeler böyle başlamıştı. Nimet Arzık’ın anlattığına göre Vali ve Kumandan Paşa şöyle demişlerdi:

    Ne yapalım, muhayyelelere dehşet salmak için kimse hükümetin emrinden dışarı çıkmaın diye. N’apalım? Bir kadın asalım, inkılaplara karşı geldi diye.

    Sonrası da şöyle:

    …inkılaba karşı, gösterişli boyundan ötürü Şalcı Bacı’yı bulmuşlardı. Bohçacıydı yazık… Evden eve gezer, çarşaflar, yatak örtüleri, puşu’lar satardı, dolaştıkça yassılaşan bohçasına sarılı…

    Ve evlerinde rahat oturan kadınların şikayetlerini dinlerdi, “izli” yüzünün huzuru bozulmadan bazan bir “kitaplık” laf ederdi, yerini bulan… Şalcı Bacı’nın ne şapka’dan, ne de inkılaptan haberi vardı… Ama “ihbar” diye bir müessese ardır, hala acı acı işler Türkiye’de… İşte o müessese işlemişti.

    Böylece Şalcı Bacı’nın yüzü inanamazlık ve şaşkınlıkla karışmıştı. İkide bir de duralarken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak direnmişti. Arzık hikayesinde diyor ki:

    Ve asıldı… Sarkmış vücudu ne kadar, ne kadar uzandı, Türkiye’nin her tarafına gölgeler salacak kadar uzun.

    İşte Tatar Hasan Paşa’ların ve Vali Paşa’ların işine öyle geliyor diye, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadın, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız Şalcı Bacı bir çırpıda Şapka Kanunu’na muhalefetten idam edilenler kervanına katılmıştı

  79. Yazan:Gülsah Tarih: Şub 8, 2012 | Reply

    Atatürk’ü, hain ilan eden kisi veya kisilere, bu yukaridaki yaziyi yazan kisiye Allahtan, acil sifalar temenni eder bir an önce bu cahil kisi veya kisileri yanina almasini en icten dileklerimle niyaz ederim!!! Insanlar ancak bukadar kinci, bu kadar fesat, bukadar cahil, bu kadar intikamci, bukadar kötü ve bu kadar igrenc olabilirler!!! Sizin Türk’lügünüzden ben utaniyorum ey ahari utaniyorum, hemde cok utaniyorum,rezil oluyorum!!! Türklügün yüz karalari, Türk’lügün hainleri!!! Bu ülkeye okadar iyiligi olmus, emperyalist kafirlerinden kurtarmis bir vatansever ve ölmüs bir kahraman hakkinda bu kadar isnat ve iftralarla siz ancak o umdugunuz cennete degilde cehennemi boylarsiniz…”Bir insani kurtarmak bütün insanligi kurtarmak demek, bir insani öldürmek bütün insanligi öldürmek demek bizim dinimizde”… Sen rahat uyu ATA’M vatanimizi kurtardin evel Allah.. Seni, Allah yaptigin iyiliklerden dolayi su an cennetine koymussa, su an senin bir elin yagda bir elin balda “cennette keyif catiyorsan”(insallah) Bu Allahtan korkmaz kuldan zerre utanmaz iftracilar, nankörler varsinlar seni hor görsünler, varsinlar sana iftira atmaya devam etsinler, varsinlar günahlarini katlayadursunlar!!! Ruhun sad olsun mekanin cennet olsun (Büyük ruh)

  80. Yazan:mümin Tarih: Şub 9, 2012 | Reply

    öncelikle selamlar benim anlamadığım konu şu ingilizler hemen hemen bütün topraklarımızı elegeçirmişken neden vazgeçtiler de Mustafa Kemal’e bu toprakları bırakıp uzaktan idare etmeye kalktılar. El insaf insanda biraz utanma olur yok hainmişler yok masonmuşlar yok kapitalistmişler. İşin kötüsü bu yalanlarınıza bir müddet sonra kendinizde inanmaya başlıyorsunuz. İnsan bu kişilerin yaptıkları için hayır duası eder sizin gibi karalamaz tabi Allahtan korkuyorsa!!!!

  81. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Şub 10, 2012 | Reply

    @ Gülsah

    Anlaşılan o ki sizin inandığınız masallara inanmayan herkes hain bilmem ne. İyi de onlara göre siz hainden de öte bişeysiniz. Ettiğiniz hakaretlerin çok daha kalitelisini size düzebilirler. Sizden tiksinti duyabilirler. Ne olacak o zaman? Bu mu sizin derin düşünceniz. Aklınıza gelen ne kadar abüdik pespaye laf varsa onları saydırmak mı? Bu HAİN HAİN bağırtılarını kimse yutmaz artık. Çünkü bunun ihanetin en büyüğünü yapmaktayken yakalananların yavuz hırsız misali üste çıkma çabası olduğu kabak gibi çıktı ortaya. O “çocuk kandırma” devri bitti. Ne yüzsüz ihanetlerin yapılmış olduğu hergün bir taraftan artezyen gibi ortaya çıkıyor. Siz hala masal dünyanızda yaşayıp millete avazınız çıktıkça bağırıp çağırmaya, “atam sen kalk ben yatam” türküsünü söylemeye devam edin. Sağda solda cahiller görürseniz onları da kandırmaya, uyutmaya bakın. Çünkü gerçeği gördükleri vakit artık onlar da sizin yüzünüze bakmaz. Normal şartlarda ılımlı ve hoşgörülüyümdür. Ama bu gibi bir sitede bu denli ölçüsüz de olmamak gerek.

  82. Yazan:Alpergl Tarih: Şub 12, 2012 | Reply

    İlker tez bey’e;

    işgal kuvvetleri tüm kuzey afrika ve arap yarımadası ve ortadoğu’nun çoğunluğunu ele geçirmişken “İran ve arabistan’ı, Türkiyeyi geçemediklerinden dolayı ele geçiremediler doğal olarak da M.Kemal müslüman coğrafyasını kurtardı” söylemi rahmetli Kemal Sunal filmlerinde bile kullanılamayacak kadar aşırı komik… hele M.Kemal olmasaydı babanız ingiliz/Yunan , dininiz hıristiyanlık, adınız da John, Tomy vb olurdu safsatalarınız için söylenecek söz bile yok. Kuzum size bunları nerelerde öğretiyorlar bilmem ama biz farklı bir dünyada yaşıyoruz galiba… bana İngiliz veya başka sömürgeci devletlerin işgal ettikleri afrika, asya, ortadoğu ve diğer coğrafyalardan müslüman olan herhangi bir devlette öne sürdüğünüz gibi adı “George, Johnn, Tomy” veya başka bir yabancı isimli müslüman gösterebilir misiniz? Yine aynı devletlerde öne sürdüğünüz gibi hala “amen” deyip istavroz çıkaran hıristiyan olmaya zorlanmış müslüman var mıdır? Oralar yıllar boyunca işgal edildi sömürüldü ya; mutlaka sizin söylediğiniz gibi birileri olmalı değil mi? Peki neden yoklar, neredeler…
    Kiliseler konusuna gelince, halihazırda bir çok ilde birden fazla kilise hatta sinagog var ve faal durumdalar farkında değilsiniz sanırım. Yani kimsecikler bizi kiliselerden kurtarmamış değil mi? 70 milyon Türk’den bahsederken Tarih kitaplarında yazılan o dönem nüfusun 13-15 milyon civarında olduğu gerçeğini kazaen mi unuttunuz yoksa amacınıza uygun şekilde olması için bilerek mi çarpıttınız? Bunlar sizin için “Zor sorular”… Saydığınız tüm sebepler sizin “yaşamanız için oluşturulmuş” dünyada size dikte edilmiş argümanlardır. Sizin öyle düşünmeniz gerekli ki atı alan üsküdarı rahat geçebilsin, sorgu sual olmasın.
    sonuç olarak, sonuca akıl ve gerçeklik süzgecinden geçebilen makul cevaplar bulabilirseniz memnuniyetle okuyabilir veya dinleyebiliriz.
    saygı ve sevgiyle…

  83. Yazan:Sambel Tarih: Kas 12, 2013 | Reply

    Arkadaşım sömürülmek sadece din anlamında olmuyor.sömürulen ülkelere bakarsan dilleri, kültürel,ekonomik ve yeraltı zenginliği gibi çeşitli şekillerde sömürüldüğü açıkça görülür. Dikkat et,sömürülen ülkelerin dilleri hep iki dillidir.turkiye’de bu mümkün değildir.çünkü Türkiye emperyalistlerde işgal edilemediği için kendi dilini kültürünü koruyabilmiştir. Ancak sömürülmek iyi midir değil midir bu tartışılır.çünkü bazı milletler vardır tek başına kendini idare edemez,işte o ülkeler sömürülmeye muhtaçtır. Atatürk’e gelince zamanın dehalarından biri olduğu aşikardır ama bende Atatürk’ün yaptığı o üstün başarılarına rağmen,onun bir diktatör olduğunu düşünüyorum..herseyi belki halkının iyiliği için yaptığın düşünmüş olabilir ancak zorla yapılan ve kabul ettirilen hersey diktadır.

  84. Yazan:yibido Tarih: Şub 16, 2012 | Reply

    bravo Mustafa Kemal’i aşağılayaraktan çok iyi birer eleştirmen olduğunuzu ve sorgulayıcı yönünüzün varlığını vurguluyorsunuz.biri orayı burayı bombaladı der,biri biz tomy olmazdık der.yahu arkadaşım,bu kadar mı birikti içinizde,biriktiyse de bu kadar mı üst üste ve biri birine dokunmayan belgelerle(!) üslupsuz bir tartışmaya mahal verilir.bakın istediğiniz kadar Mustafa Kemal’i sorgulayın;ama öyle yok Çin’in bir kasabasında bir köy kütüphanesinde bulunan bir kitaba göre Atatürk şöyle yan çizmiş böyle kıvırmış.Yahu madem orada bu kitabın varlığı biliniyor,hangi hakla hizmet o kitabın hala ordaki varlığına inanıyorsunuz..Merak etmeyin Atatürk mezarından fırlamıştır,bilmem ne ocağında yaktırmış,böylece 2000 lerden sonrasında ilk kitap yakma olayı gerçekleşmiştir.

  85. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Şub 17, 2012 | Reply

    @yibido

    Mustafa Kemal’i aşağılayaraktan çok iyi birer eleştirmen olduğunuzu ve sorgulayıcı yönünüzün varlığını vurguluyorsunuz.

    Bravo, M. Kemal’in eleştirisini ‘aşağılama’ ile yaftalayarak ne vatansever bir yorumcu olduğunuzu gösteriyorsunuz.

    yahu arkadaşım,bu kadar mı birikti içinizde

    Yahu arkadaşım, bişeyleri artık bizahmet anlamak bu kadar mı zor?

    Merak etmeyin Atatürk mezarından fırlamıştır.

    Merak etmeyin, mezarla kimsenin işi yok, ayakta dolaşanların kafası biraz çalışınca kimin ne olduğu ortaya çıkar.

    Ölümüne inandıysanız yapacak bişey yok, mübarek olsun. Ama bu, inancınızı dokunulmaz yapmaz, bilginiz olsun.

  86. Yazan:Erdoğan intepe Tarih: Şub 18, 2012 | Reply

    Eski bir söz vardır
    ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz
    türkiyemizde iyi şeyler yapılmıştır. Birincisi ülkenin bağımsızlığı. bağımsız bir ülke olabilmesi için atatürkün mücadelelerini yabana atmayalım lütfen.Basit bir kravat bile insanı nekadar resmileştirdiği ve ona görünüşte nasıl bir değer kattığını biliyoruz ve zamanla o insan kravata layık olma yolunda ilerliyor.
    o zamanlar atatürk kafaları değiştirmek için kıyafet devriminden ümitli olmuştur. Bu ümidini haklı çıkarmak için ve sonuç almak için bu konudaki engel davranış ve fikirlerle de mücadele edilmesi gerektiği için ısrarcı olmuştur. bunun bilimsel bir metod olduğunuda unutmayalım.
    fazla uzatmıyalım ozamanlar Atatür”ke saldıran zihniyet bugün başbakanımıza saldıran zihniyetle aynıdır dindar insanların burada suçu yoktur.yıkılmamız için Ülkemiz üzerinde yeni metodlar denemek isteyenler var bunun içinde biz doğal akılcılığa tutunursak heralde daha iyi olur diye düşünüyorum.
    düşmanların insanlarımıza olan kötü davranışlarını bize anlatacak yaşlılarımızında kalmadığı bu dönemde saptırılmış ve taraflı yorumlanmış tarih bigilriyle insanlara kulak dolgunluğu oluşturuluyor yeteri kadar halk kesimine ulaşıldığında esas bombayı patlatacaklar gerçek düşmanıda o zaman hep beraber öğreneceğiz. Ataürke sldıran arkadaşında yanıldığını anlaması için çok geç kalmamasını ümidediyorum çünki onunda iyi insan olduğunu düşünüyorum.sadece kötü birileri dersini iyi çalışmış.selamlar

  87. Yazan:efecan Tarih: Şub 28, 2012 | Reply

    Bazi fare beyinliler i$ ba$inda ATATÜRK, mü Ingiliz Valisi olcakti ha öylemi teklif etmi$ … vahh vahh Vahdettinde pa$ada Amerikayi ke$fetti bunuda söylemeyi yazmayi unutmayin emi ..25 senedir ingilterede yasiyorum burda ingilitere devlet ar$ivinde cali§iyorum .. böyle bir temayi sakin bir ingilize anlatmayin yoksa TÜM TÜRKLERI cahil ve geri zekali diye düsünürler..ATATÜRK ü bir ilah gibi görmeye bende kar$iyim vellakin akillica birseyler yazin ki eli ayagi olsun .madem böyle birsey varda , ingiliz arsivlerinde niye bu konu gecmiyor ?? Bir kac kendini bilmezin cikardigi cakma ve müsveti yazilara ilah gibi görüp kanmayin .o zaman sizinde ATATÜRKÜ ilah gibi görenlerden farkiniz kalmaz. INGILIZLERIN BIR ATASÖZÜ VARDIR . GÜN UZUN OLURSA , BANA COK $EYLER ANLATA BILIRSIN … ama gercek ama yalan …her ki$i kendini görü$ ve dü$üncelerini ifadesine yazili olarak dile getirmekte hürdür lakin her yazili dü$ünce ve görü$lede TARIH yazilmaz

    Editörün notu: “Fare beyinli” çok $irin ve orjinal oldugu için sansürlenmedi 🙂

    Ayrica “ingilitere devlet ar$ivinin” Münih’te Schellingstraße ile Kaulbachstraße arasinda, Fakultät für Betriebswirtschaft’in güneyinde bir yerlerde bulunmasi da ilginç. [Hani su 25 senedir çalistiginiz yer var ya 🙂 ]

    kemalistler küfürbaz… kemalistler yalanci… Yorumunuzda dogru olan tek sey kemalist olmaniz. Atatürk’ü savunmak ne kadar yakisiyor size 🙂

  88. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Şub 28, 2012 | Reply

    @intepe

    bağımsız bir ülke olabilmesi için atatürkün mücadeleleri

    Her yerde anlatıla anlatıla sorgulanmayan bir tabuya dönüşmüş. Sorguya bir açılsın, bakalım öyle mi.

    o zamanlar atatürk kafaları değiştirmek için kıyafet devriminden ümitli olmuştur

    Bu sizin inancınız. Böyle olmadığını anlamak da mümkün.

    @efecan

    böyle bir temayi sakin bir ingilize anlatmayin yoksa TÜM TÜRKLERI cahil ve geri zekali diye düsünürler

    Siz böyle şeyler yazarsınız, birileri sizi konuda bilgisiz saymak yerine tüm ingilizleri cahil ve geriz zekalı sanabilir.

    Makul olan ise tabiki ilk olanı.

  89. Yazan:ali yılmaz Tarih: Mar 1, 2012 | Reply

    evet güneş biz uyuyalım diye batar… geceyi insanların dinlenmesi için yarattığını söyleyen Allah elbetteki gece olması için güneşi batıracak…evet ne yazıkki birileri çok uzun vadeli planlar kuruyorlar ve gerçekleştiriyorlar.

  90. Yazan:Ahmet TÜRK Tarih: May 8, 2012 | Reply

    Atatürk’e buradan lafı eveleyip geveleyip açıktan küfür ve iftira etmeyin

  91. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN Tarih: Haz 1, 2012 | Reply

    ……………..

    EDiTÖR: Lütfen komple makale koymayalim, tartismaya istirak edelim

  92. Yazan:ufuk tan Tarih: Haz 2, 2012 | Reply

    Resmi tarih iliklerimize kadar işlemiş

  93. Yazan:burhan Tarih: Haz 2, 2012 | Reply

    Linkini gönderdiğim yazıyı ny times arşivinden buldum. Yazıda chicago tribune gazetesinin M. Kemal’la yaptığı röpörtajdan alıntılar var. Röportajda atatürk biz padişahımızı kurtarmak için savaşıyoruz. padişahımız ingilizlerin elinde esir. ondan gelen emirler ingilizler tarafından veriliyor. vs. diyor Biz
    milyonluk islam dünyasına güveniyoruz. onlar da bize yardım edecektir diyor. ilginç bir yazı…

    http://query.nytimes.com/gst/abstract.html?res=F20711F93555157A93C6A9178ED85F448285F9

  94. Yazan:Oha falan oldum yani Tarih: Haz 14, 2012 | Reply

    Sevan Nişanyan bu defa çok açık yazmış:
    http://nisanyan1.blogspot.com/2012/01/terminator.html

    Terminatör
    Facebook profilimde gırgırına yazdığım bir cümle var. Gencin biri ona takmış, bana sitem etmiş:

    “Merhaba Sevan bey, ben sizin henüz kitaplarını okumadım ama bazı programlarda fikirlerinizi dinledim… Facebook sayfanızda Atatürk’ün insan öldürdüğünü ima etmişssiniz. Lütfen sizden rica ediyorum beni aydınlatırmısınız Atatürk nerede insan öldürmüştür? Ha bizim namusumuzu,özgürlüğümüzü savunduğu savaşlarda insan öldürdüğünü söylüyorsanız o savaşta olmayı ben şeref kabul ediyorum onuda bilmenizi isterim . . . !”

    Dayanamadım, etraflıca cevap yazdım.

    Dayı gazete mi okumuyorsun? Sırf Dersim’de 13.000 kişiyi köpek gibi itlaf ettirdi, hem silahlarını toplatıp liderlerini bertaraf ettirdikten sonra. İsyan misyan ettikleri yoktu, korkudan paniğe kapılmış taş devri aşiretleri idiler. Devlet başkanının alkol ve iktidar hastalığıyla zıvanadan çıkmış fantezisinin eseri, “Almanlar yapıyorsa bizim neyimiz eksik”ten öte bir mantığı olmayan bir manasız katliamdı. Başbakan İnönü’yü “olmaz artık bu kadar” dediği için görevden aldı, yerine emirlerine daha kolay boyun eğecek bir yalaka getirdi. Av operasyonunu baştan sona bizzat idare etti.

    1930’da Zilan vadisinde katledilen köylülerin sayısı belirsizdir. Devlet Başkanının şahsi emriyle kadın, yaşlı, çoluk çocuk belki 10.000 Kürt öldürüldü. Daha geri git: 1925’te bütün Kürdistan’da kaç bin kişi idam edildi, kaç on bin kişi dağda bayırda katledildi belli değildir. Koskoca Genç kasabası Gazi Hazretlerinin emriyle taş üstüne taş bırakmamacasına yokedildi. [Şimdi adı Genç olan kasaba değil, eski il merkezi; yerinde yeller eser.] 1930’da Menemen kasabasının da havadan bombalanarak yokedilmesini emretti; gene İsmet’in tavassutuyla vaz geçirdiler.

    1925’te Devlet Başkanının kaprisi doğrultusunda şapka giymeyi reddetti diye memlekette onlarca kişi çarşı meydanlarında asıldı. Şapkaya karşı gösteri oldu diye Rize şehrini denizden topa tuttular. Hasbelkader kendini Devlet Başkanı ilan ettirmiş generalin teki “herkes kafasına külah takacak” yahut “sakallar traş edilecek” diye emretse sen olsan ne yapardın? Seni bilmem ama ben inadına sakal uzatırdım gibi geliyor bana.

    Milli Mücadele’nin ilk günlerinde yanında duran hemen herkesi 1925-26’da iktidarını pekiştirdikten sonra idam ettirdi, bilir misin? Milli Mücadelenin başlıca finansörü olan Cavit, Sivas Kongresine İttihat ve Terakki örgütünün desteğini getiren Vasıf asıldı; Milli Mücadelenin İstanbul ayağını örgütleyen Kara Kemal saklandığı kümeste kendini öldürdü. Liseden beri en yakın arkadaşı ve Ankara’daki ilk günlerinde oda arkadaşı olan Albay Arif Beyin idam kararını imzaladığı gece parti verip sabaha kadar dansetti; herkesi de zorla dans ettirdi. Rauf’u, Halide Edip’i ve Adnan Adıvar’ı da astıracaktı; vaktinde haber alıp kaçtılar. Karabekir’in idamı için emir verdi; gene İsmet’in araya girmesiyle, ordu ayaklanır diyerek vaz geçirdiler. Karabekir kimdi? Vahdettin’in ve İngilizlerin adamı diye bilinen Mustafa Kemal’i Erzurum Kongresinde Milli Mücadele ekibine kabul ettiren ve liderliğe gelmesini sağlayan kişiydi. Onu da yoketmek istedi; beceremedi.

    1923’te Meclis’te kendisini diktatörlükle suçlayan Ali Şükrü Beyi Çankaya bahçesinde şahsi muhafız alayının başı olan Topal Osman’a öldürttü. Çok fazla tepki alınca bu sefer Topal Osman’ı öldürttü. Bundan iki ay önce aynı yerde, 3 yıllık sevgilisi ve muhtemelen gayrımeşru çocuğunun anası olan Fikriye’yi kafasının arkasından vurarak öldürdüler. Tetiği bizzat kendisinin çektiği rivayet edilir, ama kesin kanıtı yoktur.

    Bundan birkaç ay sonra karısının kuzeni ve Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu olan Vedat, Çankaya Köşkünde intihar etti. Onun da hikâyesi çoktur, ama başka zaman anlatılması daha doğru olur.

    Milli Mücadele sırasında bizzat Başkomutana bağlı ve onun emriyle iş yapan İstiklal Mahkemeleri 9000 civarında insanı sorgusuz sualsiz idam etti. Bunların ezici çoğunluğu 7 yıl süren savaşta sefil olmuş, ocağı batmış, İttihatçı manyaklığından takati tükenmiş zavallı Anadolu köylüleriydi. “Milli Mücadele” adı verilen Yunan Harbinde şehit olan asker sayısı, İstiklal Mahkemelerince idam edilenlerden azdır, farkında mısın? [Genelkurmay kayıtlarına göre Yunan ve Ermeni Harplerinde şehit asker sayısı 9177.]

    Dünya Harbinin son günlerinde Filistin’de iki adet orduyu [merak ediyorsan 7. ve 8. ordular] bütün mevcuduyla İngilizlere esir verdi; beceriksizlik mi yoksa danışıklı döğüş mü, henüz aydınlığa kavuşmuş konu değildir. Kalan bir avuç askeriyle ricat ederken Halep’te Araplar ayaklanıp gösteri yaptı diye kentin ana caddesinde mitralyöz kurup sivil halkın üstüne ateş açtırdı. Kaç kişinin öldüğü belli değildir.

    Çanakkale’de ve Bitlis Cephesinde hadi diyelim ki savaş vardı; aldığı emirleri yerine getirdi; onlar cinayet sayılmaz. Ya Libya’ya ne diyeceksin? Osmanlı hükümetinin müdahale etmeme kararına rağmen, İttihat ve Terakki’nin gizli teşkilatının emriyle tebdil-i kıyafet edip 1912’de Libya’ya çıktılar; sözde İtalyanlara karşı direniş örgütlediler. İtalyanlara karşı tek kurşun atamadılar gerçi, ama arada yüzlerce gariban Arabı direnişe karşı çıktı yahut İtalyanlarla yaşamaktan memnun oldu diye katlettiler.

    *

    Aklında bulunsun: cinayet işine gireceksen büyük gireceksin. On kişi öldürsen Karındeşen Jak diye namın çıkar. Yüzbin kişi öldürsen vatan kurtaran kahraman olursun, ilkokul sınıflarına fotoğrafını asarlar.

    Misal: 33 sivil Kürdü öldürdü diye General Mustafa Muğlalı’yı katil ilan ettiler. Adamcağız hapislerde öldü; Van’da bir kıytırık kışlaya verdikleri adını zorla kaldırttılar. Ötekisi Zilan Vadisinde 44 tane köyü yakıp ahalisini topyekün kılıçtan geçirdi. Kışlayı bırak, memleketin her kasabasında caddesi, meydanı, heykeli, okulu, stadyumu var.

    *

    Tahmin ediyorum ki gençsin. Koyun güdücülerin propagandasından kendini kurtarmaya çalış; ilkokul kitaplarında okuduğun her şeye kanma. “O savaşlarda olmayı şeref kabul ediyorum” gibi afili cümlelere de boş ver, kendini gülünç duruma düşürmekten başka şeye yaramaz.

    Selamlar,
    Sevan
    *********
    Birkaç gün sonra düzeltme gereği duydum:

    Geçen günkü “Terminatör” yazımda “Karabekir’in idamı için emir verdi; gene İsmet’in araya girmesiyle, ordu ayaklanır diyerek vaz geçirdiler,” diye bir cümle kullandım. Bu konuları iyi bilen bir dostum uyardı, hikâyenin aslını anlattı. Meğer daha ilginçmiş.

    15 Haziran 1926’da “İzmir Suikasti” adı verilen tuhaf komplo ortaya çıkarılır. 26 Haziran’da Ankara’da İstiklal Mahkemesi kurulur. Milli Mücadele’nin örgütleyicisi ve ilk yöneticileri olan kadronun neredeyse TÜMÜ tutuklanır. Bir hafta kadar süren duruşmalarda ondördü idama mahkûm edilir. Sıra Karabekir’e gelince Başbakan İsmet Paşa bir telgrafla Gazi’ye başvurur, Milli Mücadele’nin iki numaralı kahramanını idam etmenin birtakım sıkıntılar doğuracağını belirterek şefaat önerir. Bunun üzerine mahkeme başkanı Kel Ali [Çetinkaya] İnönü’nün de tutuklanmasını emreder. Gazi bu kararı uygulatmaz.

    Duruşma günü elli kadar subay siyah sivil takım elbiseyle (ve şüphesiz silahlı olarak) mahkeme salonunda yer alır. Mahkeme heyeti gelince ayağa kalkarlar. “Otur” emrine rağmen oturmazlar, mutlak sessizlik içinde ayakta durmaya devam ederler. Karabekir onlara dönüp “oturun çocuklarım” deyince otururlar. Mahkeme heyetinde bet beniz atar. Beraat kararı verilir.

    Filmi yapılacak sahne, değil mi?

    İdam edilenler kimlerdir? Cavit Bey: İttihat ve Terakki’nin kudretli maliye bakanı; Alman ittifakına ve Enver’e muhalefetiyle ünlü; Mustafa Kemal’i lider olarak ilk öneren kişi; 1918 Kasım’ında Mustafa Kemal’in Fethi [Okyar] ile birlikte kurduğu gazetenin finansörü; 1918-19’da memleketin her vilayetinde kurulan Müdafaa-yı Hukuk örgütlerinin, her kent ve kasabada aynı anda yayına geçen Millici yayın organlarının ve Kuvayı Milliye çetelerinin tediye veznesi. Kara Kemal: Milli Mücadelenin İstanbul ayağını örgütleyen kişi; 1918-1920 döneminde İstanbul kadrolarının Anadolu’ya geçmesini örgütleyen teşkilatın lideri. Doktor Nazım: Ermeni tehcirinin başlıca iki mimarından biri ve tek hayatta kalanı. Sonradan “Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti” adını alan Teşkilat-ı Mahsusa’nın liderlerinden biri. Albay Arif: Mustafa Kemal’in ilk gençlikten beri en yakın arkadaşı; Ankara’ya gelişini örgütleyen ve İstasyon binasında bir süre onunla aynı odayı paylaşan kişi. Halis Turgut ve Rüştü Paşa: Milli Mücadele’nin Sivas ve Erzurum ayaklarını örgütleyen, iki kongrenin yapılabilmesini sağlayan kişiler.İsmail Canbulat: Milli Mücadele’nin iç terör örgütünün liderlerinden biri.

    Asıl idamı öngörülen örgüt başı Rauf Bey’dir [Orbay]; zamanında haber alıp yurt dışına kaçar. Rauf, Mustafa Kemal olmasa Milli Mücadele’nin lideri olması düşünülen “ikinci adam”dır. Gazi’den iki ay önce Anadolu’ya “ayak basıp” Milli Mücadelenin Ege ayağını örgütlemiştir. Misak-ı Milli’yi ilan eden meclis grubunun lideri ve Ankara rejiminin ilk başvekilidir. Milli Mücadelenin başlangıç manifestosu olan Amasya Bildirgesindeki yedi imzadan ikincisi onundur. [Atatürk meşhur Nutuk’unda bildirgenin taslağını kaleme alan memurla yaverin adlarını anar, ama imzalayanları “diğer bazı kişiler” diyerek geçiştirir. Internette Kemal şakşakçılarının kaleme aldığı doksan bin anlatıda da o isimler “diğer bazı kişiler” olarak kalır.] 1938’de İnönü’nün affıyla memlekete döner; ölünceye dek polis gözetimi altında yaşar.

    Amasya bildirgesinde imzası olan yedi askeri liderden beşi (Rauf, Karabekir, Refet, Cafer Tayyar ve Ali Fuat [Cebesoy]) idam istemiyle yargılanır, fakat bir şekilde paçayı kurtarırlar. Altıncısı (Mersinli Cemal) Nutuk’ta Gazi’nin alay ve hakaretlerine maruz kalır. Milli Mücadele’nin en tanınmış ideologu Adnan Adıvar ile “star” ismi Halide Edip, yurt dışına kaçarak kurtulurlar. Her ikisi de, 1920’de Damat Ferit hükümetinin idam hükmü verdiği isimler arasındadır.

    *
    Şöyle bağlayalım. Sovyetler Birliğinde 1920 ve 30’larda Stalin’in yaptığı “temizlikler” hakkında bugün tonla literatür var. Bizde ise Kemal Tahir’den bu yana kimse bu konulara girmeye cesaret edemedi.

    Sizce vakti gelmemiş midir?

  95. Yazan:serkan Tarih: Haz 20, 2012 | Reply

    Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 21, 2010 | Reply
    Sayın Sarı Zeybek,

    Türk halkını ‘çağdaşlaştırma’nın başka yolu var mıydı?

    Bence yoktu.

    Ne güzel çağdaşlaştık.

    Yani İran, Afganistan, Arabistan filan gibi mi olsaydık?

    ‘Muasır Medeniyet’ ulusal hedeftir.

    O yolda ne yapılsa yeridir…

    çağdaşlaşmak demek kıcını basını actırmakmıdır? hedef ileri düzeyde bir devlet olmaya çalışmaksa bunu milletin dilini dinini değiştirmeden yapmak mümkün degilmiydi? hem müslüman kal hem hıristiyan gibi yaşa…şapka takmayanı sallandır ipte, ezanı turkcelestir vs vs. saymakla bitmeyecek devrimler! sonra yok atatürk vatanı kurtardı.. neyi kurtardı? cevresindeki yahudi mason kim varsa onları ve onların gelecegını kurtardı..

  96. Yazan:süleyman Tarih: Tem 30, 2012 | Reply

    BRAVO MUSTAFA KEMALİME BRAVO.

  97. Yazan:Burhan Tarih: Tem 31, 2012 | Reply

    Ne güzel çağdaşlaştık.

    Yani İran, Afganistan, Arabistan filan gibi mi olsaydık?

    Çağdaş bir hayattan yanayım. Türkiye’deki müslümanların yüzde 99’u Afganistan, İran, S.Arabistan’daki İslam anlayışına sahip değil zaten. Bundan yüz sene önce bile bugün ki Afganistan gibi değildik. Osmanlı islam anlayışı, daha doğrusu Türklerin islam anlayışı öyle değil zaten. Neden hep İran, Afganizstan vs. örnek veriliyor ki. Biz 1000 yıldır bu devletlerden ileriyiz. Biz 1000 yıldır bütün islam ülkelerinden daha çağdaş ve ileriyiz. Daha ileri olmamızı Atatürk’e borçlu değiliz.

  98. Yazan:HASRETLİM-61 Tarih: Ağu 5, 2012 | Reply

    BURADA YAZILAN YAZIYA BAKTIĞIMIZDA 2 ŞAHIS KARŞIMIZA ÇIKIYOR..GAZİ M.KEMAL VE VAHDETTİN..İKİSİ DE BU VATANIN EVLADI DİMİ..BİR DEFA HAİNLİK DİYE BİR KELİME İKİSİNE DE YAKIŞMAZZ..O ZAMANIN ŞARTLARINI İYİ BİLMEYEN ADAMLAR BÖYLE KAFASINA GÖRE ELEMENT UYDURUP HAKSIZCA KELİMELER KULLANAMAZ… BU ÜLKE TÜRKİYE CUMHURİYETİ OLDU MU?? EVETT İNGİLİZ VALİSİ OLDU MU GAZİ MUSTAFA KEMAL?? HAYIRRR.. VAHDETTİN NERE KAÇTI?? İNGİLTERE’YE..NE İLE SUÇLANDI?? İNGİLTERE İLE İŞBİRLİĞİ İLE…YALNIŞ YAPMIŞTIR..AMA BU VATANIN KURTARILMASINDA KATKISI VARDIRR..BİR DE RAUF ORBAYA VE FEFET BEYE LAF ATIYORSUNUZ GÜYA.. KUSURA BAKMAYIN AMA BU ÜLKENİN KAHRAMANI OLDULARR…ALLAH AŞKINA TARİHTEKİ KİŞİLERİ YARGILAMAYI BIRAKIN DA BİRAZ DERS ALINN…TARİHDEKİ ŞAHSİYETLERİ KARAMALAKTAN NE ANLIYORSUNUZZ…

  99. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN Tarih: Ağu 8, 2012 | Reply

    mustafabahadirfidan@hotmail.com

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük Üstad)

    Meclise sunduğu ilk araştırma önergesi ‘ali şükrü bey’ cinayeti oldu. önerge bir hafta boyunca meclis iç tüzüğüne aykırı olarak meclis genel sekreterliğinde bekletildi.
    cumhuriyet tarihinde ilk defa her biri meclis ve ülke gündemine birer bomba gibi düşen ve kemalizmin ve çetebaşlarının beyninde patlayan önerge ve açıklamalarımız karşısında, derhal teşkilat ve medya çeteleri harekete geçirilmiş ve organize ölüm tehditleri, telefonları, faksları ve mektupları yağmaya başlamıştır.
    daha meclise adımını attığı gün başlayan yemin krizi ve 5 ay sonra verdiği ‘ 1. meclise yapılan darbe ve ali şükrü bey cinayeti’ ile ilgili meclis araştırma önergeleriyle zirve

    Gerçekleri söylediği için generaller tarafından tehdit edilen, gözaltına alındıktan sonra ‘birileri’ tarafından türlü işkenceler ve ilaçlarla akıl sağlığı yitiren siyasetçi idi . 20 sene önce anlattıklarının bugün bir bir ortaya çıkması ise yaşamın ne kadar insafsız olduğunu gösteriyor. ona bunu yapanlar şimdi içerdeler. en azından bir kısmı. ve umarım aynı işkenceler kendilerine de yapılır ve karşısına çıkıp tartışamayacakları insanlarla korkakça savaşmanın bedelini tek tek öderler.
    BeğenBeğenmekten Vazgeç • • Paylaş • 09 Eylül

    • 13 kişi bunu beğendi.

    o

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük
    BeğenYorum YapBeğenmekten VazgeçYorum Yap
    Fotoğrafı Etiketle

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük Üstad)

    Gaziantep’e yıllar önce gittiğin de bir yerel televizyona şu açıklamayı yapmıştı: ” CHP’nin altı oku milletin üzerinde durdukça , hangi parti iktidara gelirse gelsin CHP iktidarda sayılır.”

    — Yaşayan Şehid ; Hasan Mezarcı —

    BeğenYorum YapBeğenmekten VazgeçYorum Yap
    Fotoğrafı Etiketle

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük Üstad)

    *Sayın Hasan Mezarcı ‘ nın 8. Cumhurbaşkanın Merhum ; Turgut ÖZAL hakkında ki bir Anısı ….*

    —1994 de dokunulmazlığı kaldırıldı. sebebi atatürk’e hakaretti. 1996 martında köln’e geldi. verdiği bir ropörtajında şunları dile getirir. —

    ‘Menderes ve Özal’ın birer siyasi iktidar başları olarak, bu ülkeye yaptıkları büyük hizmetleri ayrı bir değerlendirme ve övünç konusu olarak tutuyor ve bu meseleyi, tabuları yıkma ve türkiye’deki zihinsel değişime önderlik etme boyutuyla değerlendiriyorum.
    çankaya’da makamında yaptığımız bir görüşme esnasında özal bunu bana aynen ifade etmiş ve kendi konumunun daha açık konuşmaya el vermediğini, kemalizm’i tarihi sürekliliği içinde, somut önerge ve olaylarla resmen sorgulama geleneği başlatarak, meclis’te ve siyasi arenada tarihi bir misyon icra ettiğimizi, bu misyonumuzu yakından takip ettiğini ve gönülden desteklediğini ve bunun türkiye için ileri bir safha olduğunu ve çok önemli sonuçlar doğuracağını, korkmadan ve ilkeli bir biçimde sonuna kadar devam etmemiz gerektiğini belki biraz da abartarak ve iltigatlar ederek söylemiştir.
    aslında , karabağ işgaliyle ilgili bilgi vermek ve neler yapılabileceğine dair görüşlerimizi arzetmek üzere yaptığımız görüşme esnasında özal, konuyu bu tarafa kaydırmış ve bize uygulanan ağır baskı ve tehditleri çok iyi bildiği için olsa gerektir ki, moral vermeye ve doping yapmaya çalışarak ve dubarda asılı m.kemal posterini göstererek ‘mezarcı inşallah çok sürmez, bu posterler bu duvarlardan iner’ diyerek konuşmayı bitirmiştir.
    makamı, konumu, partisi ve içinde bulunduğu şartlar el vermediği halde, soyut bir uslupla da olsa sık sık sistemin tartışılması gerektiğini, tabuların yıkılması gerektiğini gündeme getirerek tarihi bir büyük misyon ifşa eden ve fakat siyasi hayatını riske ederek yalnızlaşan ve hatta canını dahi riske eden özal’ın öldüğünü izmir’de bir konferans esnasında öğrenince, birden çankaya’daki o görüşmedeki özal’la birlikte, topal osman ve ali şükrü bet senaryoları aklıma gelince, beynimden aşağı kaynar sular dökülmüş gibi yanmaya ve içimin eridiğini hissetmeye başladım.
    ne kadar duygu yoğunluğu içinde olursam olayım kendimi frenlemeyi ve seyirci önünde ağlamamayı başarabildiğim halde, ilk defa o konferansta bir şiir okurken gözlerin boşaldı ve ağladım.
    konuyu detaylarıyla bilmediğim için orada bu ölüm meselesine hiç temas etmeden aydın yolundan ve aydın kongresinde de bir konuşma yaparak derhal ankara’ya dönüp, çankaya’ya gittim.
    o gün erzurum’da bulunan ve bütün liderler programını iptal ederek ankara’ya döndükleri halde, programını iptal etmeyen ve hatta önemsiz bir meseleymiş gibi açıklama yapan erbakan ve kurmayları ciddi tepkiler almışlardı. hatta asiltürk milletvekillerine taziye için çankaya’ya çıkmamaları konusunda talimat bile vermeye kalkmış ve fakat bu durumun kamuoyu önünde çok çirkin bir görüntü meydana getireceği ve partiye puan kaybettireceği yönünde meydana getireceği ve partiye puan kaybettireceği yönünde görüşler belirtilince, daha sonra refah kurmayları şeklen bir taziyede bulunmuşlardı.
    korkunç bir menderes ve özal düşmanlığı kültürü oluşturan ve sağlığında özal’ın hiçbir davetine katılmadıkları ve cumhurbaşkanlığını bir tek kere onaylamadıkları halde, demirel’in önünde hergün takla atan refah zihniyetinin, bu korkunç özal düşmanlığını anlayabilmiş değilim.
    aydın menderes parti kurunca, amerika’nın kendi partilerini böldürmek için menderes’i piyasaya sürdüğünü ileri sürerek, demediğini koymayan refah kurmaylarının, şimdi menderes ve 46 ruhu edebiyatı yapmaları, menderes soyadını kucağa çekmiş olmaktan ve aslında celal bayar misyonunun devamı olduğu halde, menderes’in devamı gibi göstererek ölü ticareti yapmaktan kaynaklanan çirkin bir siyasi istismardır.’
    ‘taziyede bulunmak üzere gittiğim çankaya’da, o gece özal’a mutlaka otopsi yapılması gerektiğini ısrarla belirttiğim halde, şimdi özal’a suikast yapılmış olabileceği imajı doğuran konuşmalar yapan özal soyadlı kişilerin, o zaman neden otopsi yapılmasını engellemiş olduklarını da bir türlü anlayamadım. daha doğrusu onlar mı engelledi, yoksa bir takım dosya sabotajlarıyla birtakım güçler mi engelledi?”
    BeğenBeğenmekten Vazgeç • • Paylaş • 04 Eylül

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük Üstad)

    Mehmed Akif’in M.Kâmal için yazdığı şiir ;

    Lisân-ı pâk-i Nebî’den yalanlar uyduruyor:
    Sıkılmadan da “sevâb işledim” deyip d…uruyor!
    Düşünmedin mi girerken şerîatin kanına?
    Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?

    Sevâb ümid ediyor ha! Deyin ki nâmerde:
    “Sevâbı sen göreceksin huzûr-ı mahşerde!
    Tepende gezdirecek ra’d-ı intikamını Hak,
    Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak.

    Yakandan inmeyecek dest-i kahrı husrânın…
    Nasıl iner ki, önünden kaçıp da nîrânın,
    Civâr-ı nûr-ı nübüvvette mültecâ bulsan;
    Bu türlü kurtuluş imkânı yok ya… Kurtulsan;

    Şu izdihâmın elinden -ki belki bir milyar
    Nüfûs-ı hâsiredir- kaçmak ihtimali mi var?
    Bugün fesâdına kurban olan zavallıların
    Vebâli boynuna yüklenmesin mi yoksa, yarın?

    Kolay mı ümmeti idlâl edip sefîl etmek?
    Kolay mı dîni hurâfât içinde inletmek?
    Niçin Kitâb-ı İlâhî’yi pâyimâl ettin?
    Niçin şerîati murdâr elinle kirlettin?

    Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir sâha?
    Nedir bu salladığın çifte, Kâbetu’llâh’a?
    Herif! Şu millet-i mâsûmeden ne isterdin,
    Ki doğru yol diye tuttun, dalâli gösterdin!”

    Hasan Mezarcı (Devlet tarafından delirtilen Büyük Üstad)

    *Sayfamız üyesi ,bir kardeşimizin yorumu *

    Gerçekleri söylediği için generaller tarafından tehdit edilen, gözaltına alındıktan sonra ‘birileri’ tarafından türlü işkenceler ve ilaçlarla akıl sağlığı yitiren siyasetçi idi . 20 sene önce anlattıklarının bugün bir bir ortaya çıkması ise yaşamın ne kadar insafsız olduğunu gösteriyor. ona bunu yapanlar şimdi içerdeler. en azından bir kısmı. ve umarım aynı işkenceler kendilerine de yapılır ve karşısına çıkıp tartışamayacakları insanlarla korkakça savaşmanın bedelini tek tek öderler

    http://vatan.wordpress.com/2007/08/09/ilk-meclisteki-adaylar-ve-aldiklari-oy-mustafa-kemal-ataturk-kac-oy-almisti/
    24 Nisan 1920′de yapılan ilk Meclis Başkanı seçimine kaç kişi katılmış ve adaylardan Mustafa Kemal kaç oy almıştı? İşte Mustafa Kemal’in ve rakibinin aldığı oy oranları..
    23 Nisan 1920 günü Hacı Bayram Camii’inde toplanan mahşeri kalabalık sesli veya sessiz dua mırıldanmakta tekbir getirmektedir. Milletvekileri dua ederek Meclis binasının önüne gelirler. Burada da topluca dua edilir. Hayırlara vesile olması dilekleriye kurbanlar kesilir.
    87 yıl önce İşgal altında bulunduğu için artık toplanamayan İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’a mensup çok sayıda milletvekiliyle, yurdun dört bir yanından seçilen belirli üyeler, Ankara’da toplanarak Büyük Millet Meclisi’nin temellerini atmışlardı.İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi, Birinci Meclis’in açılmasına uzanan başlangıcı oluştururdu. İşgal altında bulunan İstanbul’daki gelişmeler, mebusların toplanmaları için de engel teşkil etmeye başlamış, bunun üzerine, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan, faaliyetine işgal nedeniyle 18 Mart 1920′de oy birliği ile son vermişti.
    Ardından Ankara’da yeni oluşturulacak meclis için çağrılar yapılmış, Ankara’da toplanan milletvekilleriyle, 11 Nisan 1920′de bir ön görüşme yapılmıştı. Bu ön görüşmede, Meclis’in 22 Nisan Perşembe günü açılması kararlaştırılmış, ancak bu karar fazla uzun sürmemişti. Çünkü daha sonra karar değişikliğine gidilerek açılış tarihi 23 Nisan Cuma gününe ertelenmişti. Değişikliğin nedenini Mustafa Kemal, “Heyet-i Temsiliye Reisi” sıfatıyla ‘Kolordulara, 61. Fırka Komutanlığına, tüm vilayetlere, müstakil livalara, Müdafa-i hukuk heyet-i merkezlerine ve belediye reislerine” gönderdiği 21 Nisan 1920 tarihli tamiminde “Cuma gününün kutsallığından yararlanmak” olarak açıklamıştı.
    Bu, aynı zamanda, toplumda son derece güçlü olan ve milli mücadeleyi başarıya ulaştıran dini duygu ve düşünceleri dikkate alan yaklaşımın da gereğiydi.
    Dua ve tekbirlerle açılan Meclis
    23 Nisan 1920 günü Hacı Bayram Camii’inde mahşeri bir kalabalık toplanır, her zamankinden daha yoğun duygularla cuma namazı kılınır. Namaz çıkışında çoğunun halkın içinden çıkmış kimseler oldukları giysilerinden kolaylıkla anlaşılan milletvekilleri Meclis olması kararlaştırılan binaya gitmek üzere topluca hareket ederler. Hacı Bayram Camii ile Meclis arasındaki koca meydan, köyden kentten gelen insanlarla hınca hınç doludur. Herkes sesli veya sessiz dua mırıldanmakta tekbir getirmektedir. Milletvekileri dua ederek Meclis binasının önüne gelirler. Burada da topluca dua edilir. Hayırlara vesile olması dilekleriyle kurbanlar kesilir. Milletvekileri binaya girer ve açılış konuşmasını en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey yapar. Şerif Bey, metnini Mustafa Memal’in kaleme aldığı konuşmasında, “Tüm müslümanların halifesi ve Osmanlıların padişahı Sultan Mehmed hazretlerinin ve saltanatın sürekli merkezi olan İstanbul ile işgal altında türlü zulümler altındaki illerin kurtarılmasında” başarılı olunması dilek ve dualarını dile getirirken, herkesin paylaştığı duygu ve gayelere tercümanlık yapar.
    24 Nisan günü Meclis Başkanı seçimine geçilir. Meclis başkanlığı seçiminde iki aday yarışır. Adaylardan Celaleddin Arif Efendi’nin aldığı oy 109 olarak açıklanırken, Mustafa Kemal’in aldığı oy 110 olarak ifade edilir.
    Vekil sayısı çelişkili
    Birinci Meclis’in milletvekili sayısı ile ilgili çok farklı görüşlere rastlamak mümkündür. Mahmut Goloğlu 390, Ali Fuat Cebesoy 442, Damar Arıkoğlu 318, Mazhar Müfid Kansu 399, Erik Jan Zürcher 324, Tarık Zafer Tunaya 338 sayılarını ifade ederler. Birinci Meclis’in milletvekili sayısındaki karışıklığın nedenlerinden bazıları şunlardır; Bazı milletvekilleri seçildikleri halde Meclis’e gelmemiş, bazıları çağrılara olumsuz karşılık vermiş, Meclise gelenlerden de bazıları vefat etmiştir. İlk Meclis’in en önemli özelliklerinden biri de, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte yer alan en önemli kurum olmasıdır. Birinci Meclis düşman işgaline karşı verilen mücadeleyi fiilen yürüten bir grup olmasıyla da diğerlerinden farklı bir konuma sahiptir.
    TBMM adı nasıl oluştu?
    Meclis 23 Nisan tarihi itibariyle faaliyete başlar. Ama Meclis’in resmi bir ismi yoktur. İsim konusunda bir karara ulaşmakta yaşanan zorluk, Meclis’in ismine büyük önem verilmesinden kaynaklanır. Sonunda 11 Nisan tarihinde farklı üyeler tarafından “Meclis-i Kebir”, “Meclis-i Kebir-i Milli”, “Kurultay” veya “Meclis- Mebusan” isimleri ön plana çıkar.
    Toplantıda isim konusunda bir karara varılmamasına rağmen, Meclis’in açılış konuşmasını yapan Şerif Bey’in “Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” demiş olması genel eğilimin oluştuğunu gösteren ipucudur.
    Meclis’in açılışını takip eden günlerde, Mustafa Kemal’in denetiminde yayınlanan “Hakimiyet-i Milliye” gazetesi ısrarla “Meclis-i Kebir-i Milli” ismini kullanmaya devam eder. Ancak takip eden günlerde, “Büyük Millet Meclisi” ismi daha yaygın olarak kullanılır. Bir süre sonra da bazı milletvekilleri mevcut isimin önüne “Türkiye” ibaresini eklerler.
    8 Şubat 1921 tarihli İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi’ndeki kullanımını takiben “Türkiye Büyük Millet Meclisi” Meclis’in daimi ve resmi adı olur.
    Mustafa Kemal’den tarihi telgraf:
    Meclis’i Cuma günü namazdan sora dua ve kurbanlarla açacağız. Ön görüşmede 22 Nisan Perşembe olarak belirlenen Meclis’in, açılış gününün neden 23 Nisan Cuma gününe alındığı Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal’in şu telgrafında açıkça belirtilir…
    Telgraf:
    Çok ivedi
    – Allah’ın lütfuyla Nisan’ın 23′üncü Cuma günü, Cuma Namazı’ından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır
    – Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli Camii Şerifi’inde Cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif alınarak Meclis’in toplanacağı yere gidilecektir. Meclis’e girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Camii Şerif’ten başlayarak Meclis binasına kadar Kolordu Komutanlığı’nca askeri birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.
    – Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bugünden başlayarak vilayet merkezinde Vali Beyefendi’nin düzenleyeceği şekilde hatim indirilmeye ve Buhari Şerif okunmaya başlanacak ve hatm-i şerifin son kısımları uğur getirsin diye cuma günü namazdan sonra Meclis’in toplanacağı yerin öünde tamamlanacaktır.
    – Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bugünden itibaren aynı şekilde Hatm-i Şerifler indirilmesine ve Buhari Şerif okunmasına başlanarak Cuma günü ezandan önce minarelerde sala verilecek, hutbe okunurken halifemiz, padişahımız efendimiz hazretlerinin mübarek adları anılırken, padişah efendimizin yüce varlıklarının şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak yüce hilafet ve saltanat makamı ile bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen milli mücadelenin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin kendi vekilllerinden meydana gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi’inin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra halife ve padişahımızın din ve devletimizin vatan ve milletimizin kurtuluşu, selameti ve istiklali için dua edilecektir. Bu dini ve vatani merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı vilayetlerinin her tarafında hükümet konağına gelinerek Meclis’in açılmasından dolayı resmi tebrikler yapılacaktır. Her hafta Cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerif okunacaktır. (Atatürk’ün Bütün Eserleri C.7, s.344, 345)
    Mustafa Kemal
    21 Nisan 1920
    ZAFER KAZANILDIKTAN SONRA TAVIRLAR DEĞİŞİYOR
    Kazım Karabekir Paşa Meclis’in açıldığı günkü ruhani havanın etkisini uzun süre üzerinden atamadığını belirtir. Aslında Karabekir’in ifade ettiği “ruhani hava” Birinci Meclis’te özellikle ilk zamanlar hep güçlü bir şekilde varolur. Meclis’in bu özelliğine tanıklık etmesi açısından İzmir Milletvekili Mahmut Esat Bozkurt’un şu açıklaması önemlidir; “Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı.” Ancak bu ruhani hava zamanla bozulur. Bozkurt ve Atay zamanla gerçekleşen değişimi şöyle anlatırlar; “Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle taçlandıktan sonra Atatürk Ankara’ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniformasıyla bekleyen imam efendi Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat dini duaya başlar başlamaz Atatürk hiddetle, “Burada böyle şeylere lüzum yoktur, bunları camide yapabilirsiniz. Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanı ile kazandık!” dedi ve imamı kovdu.” ( M.Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 146,147)
    BEŞ VAKİT EZAN OKUNAN MECLİS
    Kazım Karabekir Paşa, Meclis’in açıldığı günkü ruhani havanın etkisini uzun süre üzerinden atamadığını belirtirken, İzmir Milletvekili Mahmut Esat Bozkurt da, “Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı” diyerek, o günkü havayı anlatır. Ancak bu ruhani hava zamanla bozulur…
    Meclis açılmış ve milletvekilleri yerlerini almıştı. Meclis’te yapılan konuşmalarda, Ankara’da toplanan milletvekilleri görevli olarak geldiklerini ve padişaha olan bağlılıklarının bilincinde olduklarını ifade edeceklerdir. Çok geçmeden İstanbul’da zor durumda bulunan padişaha bağlılık telgrafı göndermişlerdi. 27 Nisan tarihini taşıyan Meclis Başkanlığı imzalı yazıda, İstanbul’un zor durumda olduğu için Ankara’da toplanıldığı, padişaha her zamankinden daha fazla bağlı olunduğu, bütün toplantıları halifeyi anarak açtıkları bildiriliyordu.
    İşte, Meclis’in açılmasından 4 gün sonra İstanbul’daki padişaha gönderilen yazıdan bir bölüm;
    “Halife hazretlerinin yüce katına
    Halife ve pek kutsal hakanımız, efendimiz:
    İstanbul’un işgali ve bunu izleyen çok acıklı olaylar üzerine durumu inceledik ve yüce saltanatınızın haklarını ve ulusal bağımsızlığımızı savunma ve sağlamak amacıyla bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu’nun düşman salgını altında olmayan her köşesinden gelen ve ulusça olağanüstü yetkiyle görevlendirilen milletvekilleri oybirliği ile aldıkları bir kararla yüksek katınıza bazı gerçekleri arz etmeyi kendileri için bir bağlılık ve kulluk borcu bildiler… Padişahımız… Görkemli Padişahımız… Yücelerin yücesi efendimiz.. Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusu ile dolu olarak, tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlantı ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantısını ilk sözü Halife ve Padişahına bağlılık olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine böyle olacağını yüce katınıza en büyük saygı ve gönül eğilmesi ile sunar” (27 Nisan 1920- Meclis Başkanlığı) (Velidedeoğlu, İlk Meclis- Milli Mücadelede Anadolu, s.85-88)
    Meclis gruplara ayrılıyor
    23 Nisan 1920′de açılan ilk Meclis büyük bir mozaik niteliğindeydi. Açılışı Cuma günü, dua edilerek, kurbanlar kesilerek yapılan Meclis’te, inanç, kıyafet ve etnik ayrım yapılmadan, herkes sadece vatanın ihyası için hazır bulunuyordu..
    Ancak birinci Meclis, zamanla gizliden gizliye ‘halifeciler’ ve ‘cumhuriyetciler’ olarak iki gruba bölünmüştü. Aslında bu bölünmenin nedenlerinden en önemlisi yine, ‘Kurulacak cumhuriyetin nasıl olacağı?’ sorusunda düğümleniyordu. Birinci grubun öncülüğünü Mustafa Kemal üstlenmiş, muhalif grupta ise, Ali Şükrü Bey, Kazım Karabekir, Hüseyin Avni Ulaş gibi önemli isimler yer alıyordu.
    Aynı dönemde Lozan görüşmeleri de ilk Meclis’te yoğun tepkilere neden oluyordu. Meclis’in ezici çoğunluğu Lozan’da büyük tavizler verildiğine inanıyor, İsmet Paşa’yı kınayan açıklamalar yapıyordu. Gerek cumhuriyet rejiminin şekline itirazlar, gerekse Lozan anlaşmasına tepkiler Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yeni arayışlara itti.
    Muhalefet tasfiye ediliyor
    1921 yılında tepkiyle karşılaşılınca, çalışmalar bu defa ‘el altından’ yürütülmeye başlandı. İlk olarak Meclis’teki sivil muhalif milletvekillerinden bir kısmı tasfiye edilmiş, bir kısmı da şantaj ve gözdağı ile bu tepkilerinden caydırılmak istenmişti. Ancak ordu içinden bazı paşalar, en önemlisi Kazım Karabekir Paşa da, bir türlü ikna edilemeyenler arasındaydı.
    Mustafa Kemal’in, Karabekir’in de aralarında bulunduğu bazı silah arkadaşlarıyla arası açılacak boyuta gelmişti. Bunda, M. Kemal’in etrafında bulunan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Yusuf Kemal (Tengirşek) Yunus Nadi (Abaloğlu Cumhuriyet gazetesi sahibi) Akçaroğlu Yusuf, Mahmut Esat (Bozkurt) gibi şahısların payı büyüktü. Birinci ve ikinci grup arasında en büyük tartışmalardan bazıları, saltanatın kaldırılması, içkinin yasaklanması ve Lozan Antlaşması olaylarında yaşanmıştı.
    Sonunda Birinci Meclis 1 Nisan 1923 tarihinde dağıtılmış, ardından da tek kişi yani Mustafa Kemal tarafından yapılan listedeki isimler halka alternatifsiz olarak seçtirilmişti. Seçim sonucunda 22 Haziran 1923 tarihinde oluşan Meclis’te artık, Lozan karşıtı, M.Kemal karşıtı kimse olmayacaktı. Bu durum ‘tek adam’ Mustafa Kemal’in daha rahat hareket etmesini doğal olarak sağlayacaktı.
    ‘Kız gibi Meclis’ oluşturma girişimi
    Dönemin gazetecilerinden İsmail Habip Sevük, Mustafa Kemal’le bir röportaj için Çankaya’ya çıkmıştı. Mustafa Kemal burada amacının “Kız gibi meclis yapmak” olduğunu belirtmişti. Bunun üzerine İsmail Habip; “Demek Meclis feshediliyor?” deyince M. Kemal’le aralarında şu konuşma geçmişti;
    “Nereden biliyorsun?” der gibi yüzüme baktı. “Kız gibi bir Meclis yapalım buyurdunuz da.”
    O sözü ağzından kaçırdığına pişman olmuş gibi görünen bir tavırla dedi ki; “Hayır, Meclis fesh olunmuyor, olunamaz. Yalnız kendi kendine tecdid-i intihaba karar verecek!” ve arkasından tenbih etti “Şimdilik bunu kimseye söylemeyeceksin ha!” (Sevük, Atatürk İçin, C.1, s.274)
    İKİNCİ MECLİS VE SONRAKİLER
    İkinci Meclis ise 72 seçim bölgesinden gelen 287 üyeden oluşuyordu. 1923 yılının Temmuz ayında gerçekleşen seçimleri takiben 2 Ağustos’ta toplanması gereken meclis, sadece 70 milletvekilinin iştirakı nedeniyle 11 Ağustos’ta toplanabilmişti.(ÇÜNKÜ MECLİS TATİL DEYKEN KENDİSİN MEMUR TAYİN EDER GİBİ ATAYIP ÇAGIRDIGI YETMİŞ VEKİLLE LOZAN ONAYLANIYOR DİĞER V EKİLLERİN HABERİ DAHİ YOK , CUMHURİYET İLAN EDİLİYOR LOZAN ANAYLANIYOR)
    İkinci Meclis’in ilk gündemine aldığı konu Lozan olmuştu. Birinci Meclis’in sert tepkileri üzerine onaylanmayan Lozan Antlaşması “Kız gibi Meclis”te onay almıştı. Ardından Ankara’nın başkent olarak kabulü, (13 Ekim) ardından Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim) ikinci Meclis’in önemli icraatlarını oluştuyordu.
    Milli egemenliğin merkezi olarak gösterilen Meclis’e müdahaleler ilerleyen tarihlerde yeniden gündeme gelecekti.; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde de çeşitli gerekçelerle müdahaleler yapılacaktı.
    VE 2007…
    Milletin temsilcilerinin yer aldığı Meclis, dört kez darbeye maruz kaldı. Darbelerle başbakanlar asıldı, siyasiler yasaklandı, sürüldü, başörtülü temsilcinin yemin ettirilmesine dahi izin verilmedi, halkın Meclis’e gönderdiği pek çok vekilin mazbatası alındı, bileklerine kelepçe vurulup hapislere gönderildi.
    Cuma günü kurbanlar kesilerek, dualarla açılan Meclis bugün bambaşka tartışmalara kaynaklık ediyor. Meclis’in açılış yıldönümü resepsiyonlarına, milletin vekilleri başörtülü eşlerini davet edemiyor, Meclis Başkanı, ‘kriz çıkar’ endişesiyle eşinin adını davetiyelere yazdıramıyor.. Ülkenin başbakanı da, milletvekilleri gibi eşini Meclis’in kuruluş yıldönümü resepsiyonuna götüremezken, kızlarını da kendi ülkesinde başörtülü oldukları gerekçesiyle okutamıyor… Yazı şekli değişse de mana itibariyle değişmeyen tek şey Meclis duvarındaki yazı oluyor; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…’
    M.KEMAL’İN İLK MECLİS KONUŞMASI:
    Yasalarımızda halife de yerini alacaktır
    Mustafa Kemal de Meclis’in açıldığı günün ertesi günü verdiği önergede saltanat ve hilafetin geleceği ile ilgili şunları söyler; “Düşmanlarımız saltanat ve hilafeti birbirinden ayırmak istiyorlar. Bizim amacımız bu iki makamı ayırmanın milli iradeye uygun olmadığını göstermek ve mukaddes makamı esaretten kurtarmaktır… Hilafet ve Saltanat makamını kurtarmayı başardıktan sonra meclisimizin düzenleyeceği yasalar çerçevesinde padişahımız da yerini alacaktır” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s.9)
    Hatta öyle ki, Padişah’ın, milletvekillerini “asiler” diye suçlamasına rağmen, padişaha bağlılık ve saygıyı terk etmez. “Esaret altında bulunmasa, padişah vatanın istiklali için çalışanlara asi demez. Zatı şahanelerinin ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik altında bulunduğuna hükmederim” (Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açılışı ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları, s.72) diyerek padişahın durumunu mazur görür.
    KAYNAKÇA:
    – Ertunç, Ahmet Cemil–Cumhuriyetin Tarihi (Pınar Yayınları)
    – Yakın Tarih Ansiklopedisi.
    Ads by Google

    yeni KonuşanKitap: Hilâfetin İlgasının Arka Planı
    Posted on 19 Ağustos 2011 by eskidefter
    1 yılı aşan bir süredir devam eden, kitapların kendine has çağrısına ses vererek alanında özgün eserleri konuşturduğumuz KonuşanKitap’ın yeni kitabı; Mustafa Sabri Efendi’nin kaleme aldığı “Hilâfetin İlgasının Arka Planı” adlı eser.
    Bazı gerçeklere ulaşmak için Mustafa Sabri Efendi’nin eseri olan “Hilafetin İlgasının Arka Planı” adlı kitabından bazı alıntılarla tarihin tozlu sayfalarını birlikte aralayalım. Önce Mustafa Sabri Efendi hakkında kısaca bilgi verelim:

    Aslen Tokat’lı olan M.Sabri Efendi tahsilini Kayseri’den başlamak üzere İstanbul’da devam ettirdi. 22 yaşında Fatih Camii’ne müderris olarak tayin edildi. II Meşrutiyetten (1918) sonra Tokat’tan mebus seçildi. Damat Ferid Paşa kabinesinde şeyhülislam oldu (1919). 1920 de bu görevinden ayrıldı. Yüzellilikler ile beraber ülkeyi terk ederek, Hicaza gitti. Kemalistlerin 1923 de idareye geçmelerinden kısa bir müddet önce yurdundan ayrılarak Mısır’a hicret etti. Lübnan, Romanya ve Yunanistana giden M.Sabri Efendi Yunanistan’ın sınır dışı etmesiyle tekrar Mısıra döndü. Vefat ettiği 1954 yılına kadarda burada kaldı. Allah(cc)’dan rahmet diliyoruz.
    Şeyh Mustafa Sabri, kitabında Peygamber Efendimizin vefatından beri İslam’ın cevheri olan Hilafetin ilga edilmesi felaketini anlatmaktadır. Ayrıca Şeyh Mustafa Sabri Kemalistlerin yaptıklarının dini içten yıkmak olduğunu görüp, dil ve kalemini kullanarak tüm gücüyle, akide ve şeriat olarak Hilafetle gerçekleşen siyasi bir düzen olan İslam’ı hayatında ve kaleme aldığı eserinde savunmaktadır:
    “Hilafet düzeni, Raşid halifelerden sonra gereği gibi uygulanmamasına ve zayıflığına rağmen, tarihin en karanlık dönemlerinde dahi müslümanların vahdetini gerçekleştirebilmekteydi.” tespiti bunun bir göstergesidir.
    Mustafa Kemal’in, iman ve şeriat birlikteliği oluşturan İslam’ın bu bütünlüğüne karşı gelen bir tavır sergilediğini, siyaset ve idarede İslam’i ölçüler yerine Batılı ölçüleri topluma kabul ettirdiğini anlatılan kitapta; M.Sabri Efendi, M.Kemal’in bu faaliyetinin Avrupalı devletlerin arzularıyla atbaşı gittiğini, Yahudi dönmelerin de buna arka çıktığını söylemektedir.
    Neticede Osmanlı üzerinde oynanan oyunlar ve yapılan saldırılar neticesini vermiş, sonunda Hilafet ortadan kaldırılmıştır. Bu arada Yahudiler, tarih boyunca zincirin muhkem halkaları gibi, İslam aleminde başgösteren birçok fesat ve fitnenin baş kahramanları olmuşlardır. Müslümanları bekleyen felaketlere ağlamak gerekirken, kimilerine zafer tacı giydirilip yüceltilmesi onu (M.Sabri) hayretler içerisinde bırakmıştır.
    Bu süreçte İngilizlerin zahiren yenilmesi, Yunanlılar’ın İzmir’den çıkarılması üzerine herkes birilerini binbir övgüyle alkışlamaktaydı. M. Sabri olup bitenlerin bir tiyatro gösterisi olduğunu düşünüyordu. Ona göre bu, ardında birçok gizlilikleri barındıran bir gösteriden başka birşey değildi.
    Çünkü Birinci Dünya savaşının galibi olan İngiltere M. Kemal’le “hayatının anlaşmasını” yapmıştı. Anlaşmayla İngilizler sömürü politikalarının önünde büyük bir engel olarak gördükleri Hilafeti ve bu sayede cihad müessesinin mühürlenmesini sağlamışlardı. Bu noktada kitabın ortaya çıkardığı gizli sırlardan biri de; son dönemlerde İngiliz hükümetinin izniyle yayınlanan vesikalara dayanarak Sunday Times gazetesinin yazdığı gibi, M. Kemal’in Ankara’daki İngiliz büyükelçisiyle yaptığı görüşmede Türkiye’nin bağımsızlığına gölge düşürmesi, muhtemel temaslar ve teklifler içinde muhatap taraf olmasıdır.
    Ayrıca bu planların uygulayıcıları olan İttihatçılar ile Kemalistlerin önemli bir kısmının Doğu Mason Locasının birer üyeleri olmaları önemli bir noktadır.
    Bunun yanı sıra o dönemdeki birçok yazar ve gazetecinin dünyanın çeşitli yörelerindeki gizli cemiyetlerce kiralanmış birer ajan olmaları gerçeğini vurgulayan kitap şu tespitte bulunmaktadır: “Mevcut Türk hükümeti Hür Masonlardan oluşmaktadır.”
    Şeyhin, önünden perdeyi çektiği en önemli ilginç sırlardan biride; Birinci Dünya Savaşının galibi devletlerin her nasılsa M.Kemale yenilmeleri hususudur. İngilizler dahice bir plan tasarlayarak M. Kemal’le anlaşıp İzmir’den çekildiler. M. Kemal muzaffer komutan ilan edilmişti. İngilizler ise bunun karşılığında birçok kazançlar sağladılar. Mesela Hilafetin ilgası gibi…
    Şeyh Osmanlının çöküş sebeplerine değinirken İttihad ve Terakki üyelerinin askeri darbe ile yönetimi ele geçirmeleri üzerine çok geçmeden çöküşün gerçekleşmiştiğini şöyle anlatmaktadır: “Üyelerin büyük çoğunluğu Osmanlı Türkleri dışındaki halk ve dinlerden olan İttihad ve Terakki Cemiyetinin Osmanlı Devletinin yıkılmasında büyük rolü olmuştur. Sultan Abdülhamid Han’ın Filistin’i Yahudilere satmayı reddetmesi üzerine ona karşı darbe düzenleyerek yönetimi ele geçirmişlerdir.”
    M. Kemal halkın giriştiği İslami hareketleri askeri güç ve devrim mahkemeleri (İstiklal Mahkemeleri) vasıtasıyla bastırmıştır. Bu mahkemelerin, adından başka mahkemeyle hiç bir ilgisi yoktur. Çünkü bu mahkemelerde hükümler muhakeme yapılmadan önce verilirdi.
    İşte bu şekilde İttihatçılar siyasi yaşamları boyunca, açıkca dine cephe alamamış, buna cüret edememiş olmalarına rağmen savaş yıllarının o karışık günlerinde, dine karşı tutumlarını açığa vurmuşlardır. Bunların siyasi bir parti haline gelmeleri ve zahirlerinin İttihatçı, batınlarının ise Mason olarak tecelli etmesinden sonra durum daha vahim boyutlara varmıştır.
    Aslında İttihatçılar ve Kemalistler aynı ağacın dallarından müteşekkildirler. Her iki akımın önderleri arasında gerçek Türk soyundan insanların varlığı yok denecek kadar azdır.
    Bu iki akımın kurucularının büyük çoğunluğu Selanik dönmeleridir. Örneğin Enver Paşa Polonya aslından geliyordu. Cavid bir yahudi dönmesiydi. Karasu ise İspanyol yahudilerindendi.

    Meşhur İngiliz casusu Lawrence şöyle diyor: “Bu savaş sonunda mutlaka ve mutlaka Osmanlı Sultanının dini ortadan kaldırılmalı.”
    İşte Avrupanın amacı buydu. Hilafetin ilga edildiği gün onların amaçlarına ulaştıkları zafer günüydü.
    Bununla birlikte Yahudi protokolleri açığa çıkarıldıktan sonra Jön Türkler’in niçin İslam birliğini yıkıp Turan birliği oluşturmak istedikleri daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü 5. Yahudi protokolünde dini ve kavmi taassubların körüklenerek halkların kendi aralarında ihtilaf ve düşmanlığa sürüklenmeleri kararlaştırılmıştır.(Bu planları uygulayanlarsa Turancılar olmuştur.)
    Onların arkasındaki güç M. Kemal’dir. Turancıları koruyan, teşvik eden, hatta parlementer tayin eden de odur. Onların İslam birliğini parçalama çağrıları M.Kemal’in rızasına uygun olmasaydı, orduyla beraber hiç onları desteklermiydi?
    Diğer yandan İstanbul’da oluşmaya başlayan İslami hareketin kendisi açısından çok vahim sonuçlar doğuracağını sezen M.Kemal, derhal şiddete baş vurarak Hilafetin ilgasını, halifenin sınır dışı edilmesini kararlaştırdı ve din devlet işlerinin ayrılmasına yönelik planlarını gecikmeksizin yürürlüğe koydu. Kitabın sonlarına doğru Arapçaya olan düşmalıktan bahsedilirken; “Yıllardır malum olan bir gerçek var ki, Türkiye’de laiklik yanlısı, İslam ve müslüman kavimlere hasım özellikle de Arap düşmanı siyasi bir akım var. Bu siyasi akımın Arap düşmanlığı, İslamın Türklere Araplar vasıtasıyla gelmesinden ve Arap dilinin Türk dilini tesir altına almasından kaynaklanıyor. Onun için bu akıma mensup olan parti (Halk Partisi), arapçayı Türkiye’den uzaklaştırmak için tüm gücüyle çalışmakta, hiç bir yabancı dile duymadıkları düşmanlığı Arap diline duymaktadır” vurgusu yapılmaktadır.
    M. Sabri son söz olarak şu ifadeleri kullanmaktadır: “Sözlerime son verirken, İttihatcılar hakkında verdiğim irtidat hükmü, velev ki, Hilafet ve hükümet konusunda verilen karar değiştirilip asli konuma döndürse dahi geçerlidir.”
    “İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.” (Nisa 137)
    Konuşan Kitap’ı
    her Cumartesi ve Pazar
    saat 21.00′de karasal yayında
    fm 92.1 Radyo Denge frekansından ve
    internette http://www.dengeradyo.com adresinden dinleyebilir ve
    konusankitap@eskidefter.org ve
    konusankitap@hotmail.com.tr
    adreslerinden görüş, düşünce ve yorumlarınızı paylaşabilirsiniz

  100. Yazan:İskorpitx Tarih: Eyl 3, 2012 | Reply

    Ertuğrul OSMANOĞLU: Bir şeyi unutmayın. Eğer Mustafa Kemal Paşa olmasaydı hiçbirimiz olmazdık. Yaptığı devrim belki hanedan için kötü oldu ama Türkiye onun sayesinde var. Siz, ben, hepimiz varlığımızı ona borçluyuz.

  101. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN Tarih: Eyl 10, 2012 | Reply

    http://www.yeniasya.com.tr/2010/04/12/roportaj/h1.htm

    Kemalizm, baştan beri sopayla dayatıldı
    Türkiye’deki değişimi ve dönüşümü anlamak için önce sistemin röntgenini çekmenin faydalı olacağı açık. Biz de yapılan değişikliklere karşı rejimin reflekslerini daha iyi anlamlandırmak için, “Kemalist” anlayışı, şiirleriyle ve siyasî yazılarıyla tanınan Roni Margulies’le konuştuk…
    Sizce Türkiye’de bir demokratikleşme mi, yoksa bir iktidar kavgası mı var?
    Bir tür iktidar kavgası, ancak söylendiği gibi değil. Bu kavganın Müslüman-laik, Anadolu sermayesi-İstanbul sermayesi, çevre ile merkez arasında olduğu söyleniyor. Bunlar fazla basit ifadeler, Türkiye’de daha kapsamlı bir şeyler oluyor. Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesinin çıkarları artık çok benzer, aralarındaki fark kalkıyor. Küreselleşme ülke içinde de aynılaşmaya yol açtığı için çevre ile merkez arasındaki farklılıklar azalıyor.
    Laik-İslâm kavgası ne durumda? http://www.yeniasya.com.tr/2010/04/12/roportaj/h1.htm
    Bu, Özel Harp Dairesi tarafından uydurulmuş bir palavra. Kemalist rejim 1990’ların ikinci yarısından itibaren iktidarın elinden kaçtığını düşünüyor. Kemalist iktidarı korumak için darbe yapmaya kalksa kitle tabanı kazanması mümkün değil. Onun için “Laiklik elden gidiyor” propagandası darbeye toplumsal taban oluşturmak için uydurulmuş bir zırvalık. 27 Nisan’dan önceki Cumhuriyet Mitingleri darbe için laik-İslâm ayrımı temelinde bir kitle tabanı oluşturmaya en yaklaştıkları nokta oldu. Daha sonra ortaya çıkan darbe planlarıyla foyaları görüldü. Ben laik-şeriatçı diye gerçek bir ayrım olduğunu düşünmüyorum. Zaten son zamanlarda bu söylem az kullanılır oldu. Bunun yanında, AKP, zaten normal bir burjuva partisi, dinle hiç alâkası yok.
    Dinle alâkası olmadığını söylemek AKP yönetim kadrosunu rahatsız eden bir söylem olmaz mı?
    AKP’nin kurmaylarının neredeyse hepsi inançlı Müslümanlar, ama uyguladıkları siyasetlerinin İslâm’la alâkası yok. Aslında bunu konuşuyor olmamız bile Özel Harp Dairesi’nin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. AKP, sekiz yıldır iktidarda ve İslâmî yönde tek bir adım atmadılar. Cumhuriyet gazetesi okurlarına soracak olursak takiye yapıyorlar, ama başörtüsü sorununu bile çözmediler yahu!.
    Genelkurmay’ın “Biz dindar halka karşı değiliz, siyasal İslâm’a karşıyız” açıklamalarını samimî buluyor musunuz?
    Tabiî ki değil. Kemalist devletin tanımlayıcı özelliği, bu milletin Müslüman ve gerici olduğu yönündedir. Halk Batılılaşıncaya, ideal halk haline getirilinceye kadar güdülmesi gereken koyun sürüsü olarak algılanıyor. Bu kitle, gerçekten koyun olmadığı için, dinî ve diğer inançları, beğenileri, talepleri, dünya görüşleri var. Yani normal bir durum var ortada. Ancak Kemalist rejim, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama, bu milleti değiştirip kendi istediğimiz hale getirinceye kadar egemenlik kayıtsız şartsız bizimdir” diyor.
    CHP’li bir milletvekilinin “Kemalist devrimler sona ermemiştir. Onun için demokrasinin bir anlamı yok” açıklaması bunu mu işaret ediyor?
    Tabiî, onun için İkinci Kurtuluş Savaşı, İkinci Kuva-i Milliye edebiyatları yapılıyor. “Bu millet benim istediğim gibi olsun, ondan sonra demokrasi olur” anlayışı hâkim. Kemalizm’in tarihi, milleti yönetme, yoğurma, şekillendirme çabalarıyla geçmiştir. Sazın yasaklanıp opera çalınması bunun en basit, en komik örneğidir.
    Bu anlayış, son on yıldır fena halde tehdit altında. İktidar mücadelesi bunun mücadelesi. Bu halk 80 yıldan beri ilk defa, “Ben senin istediğin gibi olmak istemiyorum, ancak egemenlik bende olsun istiyorum. Askerin ikide bir gelip haklarımı elimden almasından sıkıldım” diyor. Mücadele bunun mücadelesi…
    CHP, “Cumhuriyeti biz kurduk” diyor ama…
    Cumhuriyetin önder kadroları onlar, evet, ancak tarihte tabansız önder kadrolarla hiçbir şey yapılmaz. M. Kemal siyasî olarak bunu fark ettiği için kongrelerle yerel eşrafı, dinî liderleri etrafına topluyor. M. Kemal, işgalden kurtulmak için halkın seferber edilmesi gerektiğini biliyor. Tek başına bir adam, cumhuriyet kurabilir mi yahu! Bu, o dönem bu topraklarda yaşayan on milyon insanı yok saymak demektir. M. Kemal kültünde en rahatsız edici yan bu. Koskoca ülkenin kurucusu bir tek adam. Tarihte böyle bir şey olabilir mi? M. Kemal, bunun böyle olmadığını biliyordu.
    Biliyor da dindarları hilâfeti kurtaracağız diye, Alevîleri baskıdan kurtulacaksınız diye, toplumun farklı kesimlerine farklı vaatlerle yola çıkıyor. Ancak cumhuriyetin politikaları hiç de öyle olmuyor…
    M. Kemal, ortada ulus diye bir şey olmadığını biliyor. 20. yy’ın başında Anadolu’daki insanlara “Sen nesin?” diye sorulduğunda “Türküm” diyen çok küçük bir azınlık olurdu. Onun dışında insanlar “Ben Osmanlıyım, Müslüman’ım, falanca köydenim” derdi. Eğer böyle bir yerde ulus devleti kuracaksan, bunu dayatacaksın. Üstelik sen uygarlığı ‘Avrupalı gibi olmak’ diye algılıyorsan, halk da Avrupalı gibi değilse, gene zor kullanmak zorundasın. Eğer halk kafandaki uygar halk imajına uymak istemiyorsa, dövmek zorundasın. 1920’lerde konuştuklarımız garip şeyler değil. Uluslaşma süreçleri… Avrupa’da da böyle olmuş. Onaylarsınız, onaylamazsınız, ama garip değil…
    Siz onaylıyor musunuz?
    Hayır, tabiî ki onaylamıyorum. Ama onaylamak mümkün diyorum…
    Yani bu tür dayatmaların, zulümlerin
    onaylanabileceğini söylüyorsunuz?
    Birisi “20. yy’da ulus devleti kurmak gerekiyordu, ancak böyle olabilirdi” diyebilir. Bu teoride anlamı olan bir tartışma. Benim buna söyleyeceğim şu olur; tek parti ve tek adam diktatörlüğü gerekmiyordu, daha demokratik bir süreç yaşamak mümkündü. Ama bu teorik bir tartışma, makul bir tartışma… Ancak 2010 yılında CHP’nin ve Cumhuriyet gazetesinin sözcülüğünü yaptığı anlayışı savunmak mümkün değil. Demokrasi adına antidemokratik kurumları ve durumları koruyorlar. Bu da 2010 yılında Kemalizm yapıldığında ne kadar komik duruma düşüldüğünün göstergesi.
    Akademisyenken yazdığı tezle sistemin
    antidemokratik yönlerini ortaya koyan Baykal’ın bu komiklikten haberdar olmaması mümkün mü?
    Deniz Baykal bu komikliğin tabiî ki farkındadır, ama İlker Başbuğ olmayabilir. Çünkü eğitimi izin vermez; 12 yaşından beri hayatını kışlada geçiren bir adamın demokrasi adına çok fazla görüş sahibi olması mümkün değil. Ancak Baykal ve Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları durumun farkındadırlar. “Önemli olan demokrasi değil” diyemeyecekleri için takiyye yapıyorlar.
    Onur Öymen’in Dersim savunması da bunun
    göstergesi mi?
    Aynen öyle. Zaman zaman “Ölmek ve öldürmek zorundayız” diye ağızlarından kaçıyor. Hani demokrattık; öyleyse bizim gibi düşünmeyenleri niye öldürmemiz gerekiyor? Ancak CHP’ye oy veren yüzde 20’lik kesimi anlayabiliyorum. Büyük şehirlerde, varlıklı semtlerde yaşayan belli bir yaşam tarzı ve kalitesi olan, dünyayı gören, birkaç yabancı dil bilen laik kesim. Bu kesim, Genelkurmayın ketenperesine geldi. Kandırıldılar yani. AKP’nin yaşam tarzlarına müdahale edeceğine, başlarını örteceğine, içkiyi yasaklayacağına inandılar. Onları kandırılmış bir kesim olarak anlayabiliyorum.
    Artık Anadolu sermayesi de varlık hale gelmedi mi? Bu iki kesimin birbirini anlamasını sağlamaz mı? Artık onların çocukları da yurtdışında okuyor…
    Anadolu sermayesine çalışan işçilerin çocukları yurtdışında okuyamıyor ama… İşte o yüzden Anadolu sermayesi eninde sonunda TÜSİAD’la birleşir ve ülkeyi yönetmeye devam eder. Kemalistler bunlardan değil, AKP’ye oy veren kalabalıklardan korkuyor. Bir sosyalist olarak beni bu kalabalıklar ilgilendiriyor. AKP bunlara hitap etmesini biliyor. Türkiye’de sol diye anılan örgütler Kemalizm’e bulaştıkları için, asıl hitap etmeleri gereken kitleye hitap edemiyorlar. Sorun bu kitleyi düşman olarak görmeleri. Onun için CHP’nin yüzde 20’yi aşması mümkün değil.
    CHP bu anlayış yüzünden mi halka gidemiyor?
    CHP’nin zihniyet olarak halka “Sen AKP’ye yüzde 47 oy verdin, salaksın! Ben senin oy verdiğin partiyi hiç kimsenin seçmediği eli silâhlı adamların gelip devirmesini destekliyorum, senin oyunun benim gözümde hiçbir değeri yok” demesi lâzım, ki diyemez. Deniz Baykal’ın anlatacağı zırvalıkları halk dinlemeyecektir. Dolayısıyla CHP halka gidemez. CHP halka gitmediği için onu kimse anlamıyor değil, onu herkes anladığı için CHP halka gidemiyor.
    Kemalizm’in Batılı gibi olmak konusunda bir
    problemi olmadığını söylüyorsunuz, ancak Batının kurumlarını Türkiye’ye getirme konusunda neden tepkiseller?
    Kemalistler için Batılı değerler tehdit değil, ancak burada da bir propaganda oyunu var. Kemalistler Kürtlerin taleplerine “Türkiye Türklerin” olduğu için, Kürtleri küçük gördüğü için, kısacası Kemalist olduğu için karşı çıkıyor. Ancak Kürtlerin hakları yok da diyemez, çünkü demokrasi söylemiyle ters düşer. Onun için başka bir kulp bulup “Kürtler Amerikan emperyalizminin maşasıdır” diyorlar. Kemalistler işlerine geldiklerinde Batılı değerleri savunuyor, işlerine gelmediğinde ise “düşman Amerikan emperyalizmi” diyorlar…
    Yanılmıyorsam, Taha Kıvanç, İlhan Selçuk’un
    bilindiğinin aksine Amerikan karşıtı olmadığını söylemişti.
    Katakullilerden bir tanesi daha… Kemalistler “İrtica geliyor, buna karşı darbe yapılması mübahtır” diyor. İlhan Selçuk, ömrü boyunca darbelerden yana olmuş bir kişi. Kemalistler “Vatan satılıyor, ülke bölünüyor” edebiyatını “İkinci Kurtuluş Savaşı” edebiyatıyla destekliyorlar. Bizi Amerikan emperyalizminden koruyacak olan ise TSK! TSK nerede eğitim görür? Amerika’da! TSK’nın el kitapları neyin tercümesidir? Amerikan ordusunun el kitaplarının! TSK dünyaya hangi gözle bakar? Amerikan gözüyle bakar! Yani “Bizi Amerikan emperyalizminden koruyacak güç TSK’dır” demek, komik ötesi bir şey. 12 Mart’ı Amerikan başkanının söylemiyle “Bizim çocukların” yaptığı ortada. Bizim çocuklar bizi Amerikan emperyalizmine karşı koruyacak, öyle mi! Güleyim bari!
    Sizce Amerika orduya “Artık darbe yapma,
    değişimin önünde durma” mı diyordur?
    Ben, Türkiye’de olan biteni Amerikan parmağıyla izah eden bütün senaryolara kuşkuyla yaklaşırım. Türkiye’de olan bitenleri Amerika tayin etmiyor. Eğer böyle dersek, Türkiye’nin iç dinamiği yokmuş gibi konuşmuş oluruz. Tabiî ki Amerika’da düzinelerce düşünce kuruluşu ve hükümet danışmanları dünyanın çeşitli yerleriyle ilgili planlar yapıyorlardır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Dünya, artık çok karmaşık bir çarşı… Eğer, Amerikan politikaları tıkır tıkır işliyor olsaydı; Irak’ta, Afganistan’da bu durumda olurlar mıydı? Amerikan yetkilileri askere olduğu gibi, hükümete de çeşitli konularda isteklerde bulunuyor olabilir, ancak hem hükümet, hem de asker bu istekler içinde işine gelene uyar, işine gelmeyene uymaz.
    Türkiye’nin iç dinamiklerine dönecek olursak, siz az önce TÜSİAD’la Anadolu sermayesi birleşir Türkiye’yi yönetir dediniz. Bu birleşmede kim kime benzeyecek ve halka ne kazandıracak?
    Tabiî ki Anadolu sermayesi TÜSİAD’a benzeyecek ve bize bir katkısı olmayacak. Sen kapitalist değilsen, fabrikaların yoksa, konuyla alâkan yok. Ben bir sosyalist olarak, Anadolu sermayesine de, TÜSİAD’a da çok farklı bir gözle bakmıyorum. İkisi de benim sınıf düşmanım. Bunlar birleştiğinde de, bir sosyalist olarak, bunların iktidarını devirip yerine sosyalist ülke oluşturma mücadeleme bugün olduğu gibi devam edeceğim.
    Yani sermaye sahibinin Müslüman olması bir şey değiştirmez diyorsunuz?
    Müslüman okuyucularınızı üzmek istemem, ama Müslüman kapitalistin daha iyi olacağı düşüncesi hüsn-ü kuruntudan ibarettir, çünkü kapitalist sistemde sermayenin dini olmaz. Kapitalist sistemde üretmek ve kâr etmek vardır. Anadolu sermayesi içinde dindar olan insanlar olabilir, ancak iş üretime ve yatırıma geldiğinde Müslümanlık orada ikinci plana düşer, bu sistemde bunun başka türlüsü mümkün değil. http://www.yeniasya.com.tr/2010/04/12/roportaj/h1.htm
    Başka türlüsü olması için kapitalist sistemin son bulması gerekir diyorsunuz?
    Tam da bu nedenle sosyalistim zaten.
    Kapitalist sistemin son bulması için illa sosyalist olmaya gerek yok, bence İslâm’ın emrettiği ekonomi ahlâkı da bunun için bir yol…
    Doğru, biliyorum öyle düşündüğünüzü, ama bu konuda ayrı düşünmemiz normal…
    Ekonomiden isterseniz siyasete geçelim.
    Türkiye’deki değişim içinde Ergenekon yapılanmasını nasıl yorumluyorsunuz?
    90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Kemalist devletin kendini tehdit altında hissettiğini söylemiştim. Bir taraftan Erbakan’ın başbakan olması, öbür taraftan Kürt sorununun dallanıp budaklanması ve artık silâhlı yöntemlerle çözülemez olduğunun anlaşılması, bu tehdidin kaynağını oluşturdu. Ergenekon’un iki amacı vardı; bunlardan biri ülkeyi kargaşa ortamına sürükleyip asker darbe yaptığında “Ülkeye huzur ve sükûnet getirdik” diyebilmek; ikincisi ise düşman olarak tanımladıkları kişileri kuytuda halletmek. Ergenekon bunun mekanizmasıdır ve şaşılacak bir şey yoktur. Ergenekon’un ayrıntılı bir şekilde nasıl örgütlendiği beni çok ilgilendirmiyor, ancak bu zihniyetin Ergenekon gibi bir şey yaratmaması şaşırtıcı olurdu.
    Ergenekon dâvâ sürecinin, laiklik-İslâm temelinde şekillendirilmeye çalışılan ayrımcı toplumsal kutuplaşmayı engellediğini düşünüyor musunuz?
    Bütün bu pislikler ortaya çıktıktan sonra, artık halk askerin söylediğine inanmamaya başladı. Halk, Kemalistlerin sandığı gibi aptal değil. Zaten yapılan kamuoyu yoklamalarında askerin güvenilirliği yüzde 90’lardan 60’lara düşmüş vaziyette. Gidişatın yönü belli, millet artık yemiyor.
    Bu süreçte yargının pozisyonunu nasıl
    değerlendiriyorsunuz?
    Yargı Genelkurmay’ın uzantısı; bu artık çok açık hale geldi. Kemalist devletin sac ayaklarından biri olan yargı, görevini bilinçli bir şekilde yerine getiriyor. Zaman zaman asker telefon edip kulaklarını büküyor, zaman zaman buna bile gerek kalmıyor.
    Kemalist devletin son on yıldan beridir ciddî tehdit altında olduğunu ve direncin de bundan kaynaklandığını söylediniz. Ancak bazı aydınlar askerî vesayetten kurtulduktan sonra sırada sivil dikta olabileceğini söylüyor. Katılır mısınız?
    Bu bir deli zırvalığı. Sivil dikta demokrasi demek. Halkın kendi kendini yönetmesine demokrasi denir, sivil dikta denmez ki. Bu bir kelime oyunu…
    Çoğulcu bir yapı içinde farklı düşünenlere eşit bakılmayacak diye bir korku olduğu söyleniyor?
    Kemalistlerin koruduğu devlet, bugüne kadar farklılıklara eşit mi baktı? Aksine! Seksen senedir nefes alamadık bu memlekette. Ne Müslüman, ne Alevî, ne Ermeni, ne sosyalist, hiçbirimiz nefes alamadık. Demokrasi bekçiliği yapmak bunlara düşmez. Bundan sonra mükemmel bir demokrasi olacağını düşünmüyorum, ancak bundan daha kötüsü olamaz, çünkü daha kötüsü yok!
    Sizce Kemalist devlet bunca zaman ipleri nasıl elinde tutabildi?
    80 senedir sopa zoruyla, darbelerle, muhtıralarla ayakta kalabiliyor. Bazı insanlar bu sistemden nemalandıkları için devleti destekliyor. Gönüllü olarak destekleyen yok. Türkiye’de asker kimi desteklemişse, öbür partiyi de halk desteklemiştir. 1960 darbesi olmasaydı, bugüne kadar Kemalist devlet değişmiş olacaktı. Zaten cumhuriyetin hemen ilk yıllarında halkın bir kısmı “Ben bu rejimden memnun değilim” diyerek ayaklanıyor. Şeyh Said ayaklanması da bunlardan biridir. Cumhuriyet halka seçme hakkını ilk verdiğinde, ilk fırsatta, halk CHP’yi dehliyor. Baştan beri Kemalizm sopayla tepeden dayatılan bir şey, bugüne kadar kurtulamamışız. Ancak artık galiba kurtuluyoruz gibi bir hava var bugün…
    H. HÜSEYİN KEMAL hhkemal@yeniasya.com.tr http://www.yeniasya.com.tr/2010/04/12/roportaj/h1.htm

    Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
    http://www.sentezhaber.com

    H. HÜSEYİN KEMAL
    12.04.2010

    Önceki Röportaj
    (07.04.2010) – TOPLUMUN BENİMSEDİĞİ İSİM
    (05.04.2010) – Said Nursî’nin eserleri çağdaş İslâm toplumunun kriterleridir
    (02.04.2010) – Pahalı enerjinin alternatifi güneş
    (29.03.2010) – M. Kemal de Dersim’in içinde
    (28.03.2010) – TOPLUMA MAL OLAN İKİ TEMEL GÖRÜŞ
    (26.03.2010) – Kız istemeye damacana su ile gideceğiz
    (24.03.2010) – Entelektüeller Münazarat’ı mutlaka okumalı
    (23.03.2010) – Said Nursî anlaşılırsa Türkiye değişir
    (21.03.2010) – Okullara ‘süt saati’ getirilsin
    (17.03.2010) – Toplumu cemaatler ayakta tutuyor

    http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm

    http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm
    M. Kemal de Dersim’in içinde
    Dersim’in Kayıp Kızları Belgeseli’nin yapımcıları Nezahat ve Kâzım Gündoğan, “M. Kemal’in olaylarla ilgisi olmadığı, hasta yattığını, olayı öğrenince kalanları kurtardığı söylenir. Oysa 1926’dan beri hazırlanan raporlar, 1934-35’te alınan kararlar harekâtın altyapısını oluşturmuştur” dedi.
    M. Kemal ‘Dersim’ olayının içinde
    Savaştan çıkmış bir halk ve yeni kurulan bir devlet. İnsanlar umutla geleceğe bakmak istiyorlar. Sonra yeni kurulan devletin aygıtları sahip olduğunuz kültüre, dile yasak getiriyorlar. Kültürünüzü yaşamamanız için insanları vahşice öldürüyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın bitmediğini düşünmeye başlıyorsunuz.
    Kurulan bu yeni devletin zihniyeti Türk ırkçılığı üzerine biçimlenmiş durumda. Türk olmayan, başka kültürden olan insanların kızlarını kendi ‘asil kanlı’ insanlarımızla evlendirirsek birkaç kuşak sonra soyları kurur diyorlar…
    İnsanlar öldürülürken kız çocukları toplama kamplarına alınıyor. Rejimin subayları kampa gelip güzel buldukları çocukları alıp, evlerinde onlara Türkçe öğreterek ‘Medenileştiriyorlar’. Kampta beğenilmeyen kız çocukları ise kara trenlere bindirilip her istasyonda bir kaçını bırakarak medeniyet yoluna devam ediyor.
    Daha sonra özel eğitilmiş Sıdıka Avar diye bir çağdaş Türk kadını çıkıyor ortaya ve yatılı okullara götürülüp eğitim gören ve kültürlerinden koparılan kız çocuklarını göstererek “Türk ulusuna kazandırdık” diyor. “Dağ çiçeklerim”in devamı ise bugün Kardelen ve Haydi Kızlar okula kampanyaları…
    Allah aşkına biz nerde yaşıyoruz biri bana söylesin? Bütün tartışmaların ötesinde önemli olan Türkiye’yi esir alan ve insanlık dışı politikaların kaynağı menhus ideoloji Kemalizmle yüzleşmek değil mi? Resmî ideoloji esareti sistem üzerinden kalkmadan ne Türk Kürd’ü ne de Ermeni Türk’ü, ne Alevî Sünnî’yi anlayacaktır.
    Biz de bu hafta yukarıda hikâyesini anlattığımız “İki tutam Saç, Dersim’in Kayıp Kızları” Belgeselinin yapımcıları Nezahat ve Kazım Gündoğan çiftiyle konuştuk…Yüreğiniz dayanırsa…
    Dersim’in Kayıp Kızları belgeselini çekme
    konusunda sizi harekete geçiren şey neydi?
    Nezahat Gündoğan (NG): Biz köken olarak bölgeliyiz ve tarih olarak da oraya yabancı değiliz. Daha önce bölgeye yapılacak barajı ve bunun oradaki kültüre, yaşama etkilerini konu alan bir film çalışması yapmıştık. Bu bakımdan yörenin geçmişini, kültürünü daha yakından inceleme fırsatımız oldu. İnsanlar baraj yapımı dolayısıyla göçmek zorunda kalacakları için “Biz bunu 37-38’de yaşadık” dediler. Gördük ki Dersim Katliâmı’nın son tanıkları ölmek üzere ve resmî tarih kitaplarıyla halkın anlattığı şeyler farklı. İsyan denilen bu olayda kadın ve çocukların durumu kilit bir nokta olduğu için yoğunlaşmamız bu yönde oldu. Kadın çocuk ayırt etmeden insanlar samanlıklarda toplanıp yakılmışlar. Hatta o dönem kadınlar üzerinde kasıtlı politikalar geliştirilmiş, tecavüz ve tacize uğramışlar. Tecavüze uğramaktan korkan bazı kadınlar kendilerini intihar etmişler. Dersim harekâtının sonuçlanmasının ardından kurulan mahkemede idama mahkûm edilen sanıkların infazını düzenlemekle görevlendirilen İhsan Sabri Çağlayangil kendi sesiyle “Onları fareler gibi zehirledik” der.
    Kadın ve çocukların özel durumunu araştırdıkça karşınıza ne çıktı?
    NG: Aileler içinde kız çocuklarının kayıp olduğunu gördük. Araştırmalarımız ve tanıkların anlattıklarını birleştirince askerlerin kız çocuklarını bir politika dahilinde götürdükleri ortaya çıktı. Kız çocukları topraklarından, ailesinden koparılıp asker ailelerin yanına yerleştirilmişti.
    Katliâmda yetim kalmış çocuklar mı asker
    ailelerinin yanına veriliyor peki?
    NG: Önce biz de evlâtlık veriliyor diye düşündük, ama askerler tarafından alınan dönemin çocuklarına ulaştıkça, ailelerinin anlattıklarını dinleyince bunun sistematik bir politika olduğunu gördük. Ailesi öldürülmüş çocukların yanında, annesinin kucağından zorla alınan kız çocukları da var.
    Bu nasıl bir politika insanın aklı almıyor?
    Kazım Gündoğan (KG): O dönem uluslaşma sürecinde olan devletler ırka dayalı bir ulus kurma politikası benimsiyorlar. Osmanlı döneminde iktidar olamayan İttihat Terakki, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kurumsallaşıp iktidar olmaya başlıyor. İktidar olmaya başladıktan sonra 1925’ten itibaren cumhuriyet kadroları ırk üzerine inşa edilecek devlet için sistematik çalışmalar içine giriyorlar. Birçok Türk olmayan topluluklar şiddete maruz bırakılıyorlar.
    Aleviliğin Dersim’de daha kurumsallaşmış olması bunda bir etken mi?
    KG: Osmanlı’da inanç bakımından sorun yaşayanlar Dersim’e sığınmışlar ve buranın bir parçası haline gelmişler. Dersim’e baktığınızda homojen bir yapı yok; Türkmenler, Kürtler, Zazalar, Ermeniler birlikte yaşıyorlar. Buranın Osmanlı Beylik sisteminden gelen özerk bir yapısı var. Esas olarak da cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhuriyeti benimseyen bir tavır içinde oluyorlar. Birinci meclise milletvekili veriyorlar. Bunun yanında Dersim’de feodal yapı ılımlı bir şekilde hayatını devam ettiriyor. Ancak Cumhuriyet Dersim’in üzerine gitmek için birkaç aşiretin bölgede eski usûl vergilendirme sistemini devam ettirmesini bahane ediyorlar. Hatta İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya Dersim halkı için son derece ılımlı, muti der. Ancak harekât başladığında sorunun kökünden sökülüp atılması lâzım der.
    Çocuklara dönecek olursak yaptığınız araştırmada bu kız çocuklarının nasıl bir anlayışla ailelerinden koparıldığını gördünüz?
    KG: Şükrü Kaya yazdığı bir yazıda “Ulus inşa etme sürecindeyiz. Bu yapının temelinde ailenin, aile içinde de kadının belirleyici önemi var. O yüzden kadının ve kız çocuklarının Türkleştirilmesi durumunda sonraki nesillerin öz Türk kültürüne kazandırılmasının temeli oluşacak” der. Dolayısıyla kızların ailelerinden alınmasında böyle bir mantık var ve bu iki yolla yapılıyor; 1937’de açılan kız enstitüsüne kızların zorla alınıp götürülmesi bir de ailelerinden zorla alınarak askerlere verilmesi…
    NG: Burada bir karakter öne çıkıyor ‘Sıdıka Avar’. Kendisinin ‘Dağ Çiçeklerim’ kitabını okursanız nasıl bir mantıkla hareket ettiğini görürsünüz. Kızların sisteme kazandırılması açısından büyük çabalar harcamış birisi.
    Nasıl bir yöntemle veriliyor kız çocukları
    askerlere?
    KG: Dersimli aileler Türkiye’nin birçok yerine sürgüne gönderilirken kız çocukları ailelerinden alınarak toplama kamplarına götürülüyorlar. Subaylar ise buradan güzel ve sağlıklı çocukları seçerek ailesinin yanına alır. Ancak güzel olmayan ve sağlıksız kız çocukları kara vagonlara doldurulup her istasyonda birkaç tane bırakılmak suretiyle tren yoluna devam eder. Ama bundan daha vahşi bir yan var…
    Kemalist cumhuriyetin bundan daha vahşi
    yapacağı ne olabilir ki!
    KG: Sistem Dersimlilere tarih boyunca unutamayacakları bir ders vermek ister ve savaş ganimeti olarak kızlarını götürürler ve namuslarını kirletirler.
    NG: Bu sadece Türkiye’de uygulanan bir politika değil. Ulus devlet oluşturma sürecinde olsun, sömürge ülkelerinde ve işgale uğramış ülkelerde olsun benzer mantıklar hakim. 30’larda Avustralya’da Aborjinlere de benzer bir uygulama yapılıyor. Kız çocukları beyaz askerlerle evlendiriliyor. Ve altı kuşak sonra bu kandan bir şey kalmayacak diye planlar yapılıyor. Bosna’da olduğu gibi bütün vahşi rejimlerde kadınlar ve kızlar tacize ve tecavüze uğramıştır. Dersim’deki kızlar da subaylara verilirken bunun soyu değiştirmesi açısından önemli olduğu düşünülüyor.
    Siz anlattıkça insan ürperti duyuyor…
    NG: Türkçülük üstünden kafa tası ölçülen bir cumhuriyette bunların yaşanması çok normal!
    Bir kadın olarak yapılan bu sistematik politika
    karşısında Sıdıka Avar’dan biraz bahseder misiniz?
    NG: Sıdıka Avar bölgede kız çocuklarının zorla askerler tarafından yatılı okula götürülmesi karşısında bir kadın olarak kendisinin bu işi daha iyi yapacağını söylüyor ve başarılı da oluyor. Köy köy dolaşıyor. Bu aynı zamanda bir inanç meselesidir de…Sıdıka Avar’ın askerî proje için Gazi Üniversitesi’nde özel eğitildiği ve M. Kemal tarafından yatılı okulun başına görevlendirildiği araştırmalardan çıkan sonuçlar.
    Siz haydi kızlar okula kampanyasını da bunun
    uzantısı olarak görüyorsunuz…
    NG: Bugüne daha uyarlanmış biçimi. Aslında bu kampanya Kürt kızlarına yönelik bir kampanya. Bu kızlar anadilleriyle değil de yabancısı olduğu bir dille eğitime başlatılıyor. Bu tür kampanyalar resmî ideolojiyi benimsetmek üzere yapılan kampanyalar. Her gün sonuçta andımız okutuluyor…
    Siz haydi kızlar okula, kardelen kampanyalarının sistematik bir amacı olduğunu söylüyorsunuz…
    KG: Kardelen bir toplumun kendi kültürü, tarihi ve dilinden koparılarak başka bir şeye ait hale getirilmesinin adıdır. Bu bir asimilasyon politikasının uzantısıdır.
    NG: Cumhuriyet döneminde bu politika daha kaba uygulanıyordu. Bugün ince bir şekilde devam ettiriliyor. Sıdıka Avar kendini bir misyoner olarak tanımlıyor ve “Vahşi ve ilkel bir topluma medeniyet götürmek”le vazifelendiriliyor. Yatılı okulda okuyan kız çocukları yazın köylerine dönerken “Sizler birer misyonersiniz köylerinize medeniyet götüreceksiniz” deniyor. Kürtçe konuşmak, Alevî olmak medeni olmayan bir durum…
    Buna destek olanlar bunun farkında mı?
    KG: Çoğu bunu ideolojik farkındalıkla yapıyor, ancak Sezen Aksu gibi isimler insanî kaygılarla destekliyor bu kampanyayı. Yoksul çocuklar Türkçe öğrenirse okuyabilirler, meslek sahibi olabilirler, dayak yemezler diye bakıyor. Sezen Aksu kendini o çocukların yerine koyabilse başka düşünebilir diye bakıyorum. Diyelim ki bir Türk çocuğu sistematik bir plan dahilinde alınarak kendi kültüründen uzaklaştırılsa ve eğitim kampanyası düzenlense Sezen Aksu gene aynı şarkıları söyleyebilir mi acaba? Maalesef birçok insan ırkçı ve ideolojik düşünmese bile oluşturulmuş ideolojik kurumların dişlileri haline geliyorlar.
    Dersim’den götürülen kız çocuklarının statüsü ne oluyor peki?
    KG: Öncelikle şunu bilmek lâzım bu çocuklar ailelerinin ve yakınlarının ölümlerine tanık oluyorlar. Ve bu şok içindeyken toplanıp götürülüyorlar. O dönemin medeniyet aracı olan tren, medeniyet götüreceğim diye katliâmı getiriyorlar ve geri dönüşte kız çocuklarını yükleyip götürüyor.
    NG: Toplama kamplarından kendilerini alan subaylar bu kızlara hukuksal bir hak tanımıyorlar, nüfuslarına geçirmiyorlar. Okula göndermiyorlar…
    Hem medeniyet götürüyorlar, hem de okula
    göndermiyorlar…
    NG: Bu kızlar için eğitim denilen şey Türkçe öğrenmek, onu da evde öğretiyorlar. Kızlar bu aileler yanında gördükleri gayri insanî tavır yüzünden 14-15 yaşlarında kaçıyorlar ya da biriyle evlenmek zorunda kalıyorlar. Bu kızların öykülerini dinledikçe aslında neyin amaçlandığı ortaya çıkıyor. Tek kelime Kürtçe konuşurlarsa öldürülebilecekleri yönünde tehdit alıyorlar. Bu çocuklar kaldıkları evlerde tacize uğruyorlar. Bu da başka bir dram. Savunmasız tek başına ve çocuk… Kıyafetlerini ve dilini değiştirerek onları medenileştirdiklerini düşünüyorlar.
    Her halde kızlara bunları yapan zihniyet ulvî bir zevk alıyor olmalı kendi anlayışına göre…
    NG: Avar yatılı okulda okuyan kızlar için “Türk ulusuna kazandırdık” övünmesi içine giriyor. Nasıl Amerika, Irak ve Afganistan’a savaş açarken demokrasi götüreceğiz diye kavramın içini boşaltıyor, Dersim’de de medenileştirmek adına insanlar katlediliyor.
    Peki, bu cinayetler sırasında beraber yaşayan farklı kimlikten insanlar ne yapıyorlar?
    KG: Önce Ermeniler katlediliyor. Bunun yanında diyelim ki bir köyde Aleviler ve Ermeniler var. Aleviler Müslüman olarak kabul edilip ‘Müslümanların kanına Ermeni kanı bulaşmasın’ diye ayrı yerlerde katlediliyorlar. O katliâma katılan askerlerin çocuklarının babalarından aktardıkları bölgede yaşayan Rafizilerden yedi kişi öldürmenin cennetin anahtarı olacağı yönünde propagandaya maruz kaldıkları yönünde.
    NG: 38’de Dersim’de askerlik yapmış Trabzonlu bir kişiyle konuştuk. Bu kişi devletin kendilerine anlattıklarıyla karşılaştıkları manzaranın birbirinden çok farklı olduğunu söyledi. Bir taraftan samanlıklarda insanlar yakılırken öbür taraftan bu katliâmı kabul etmeyen askerler Divan-ı Harp’de yargılanıyorlar. Bu da başka bir gerçek.
    Peki Dersim İsyanı denilen olay nasıl başlıyor?
    KG: Bölgeye devletin yaptığı karakol ve okulların inşaatında aşiretler de çalışıyorlar. Hatta köyle karakola arasındaki dereyi geçmek için köylüler tahtadan köprü yapıyorlar. Ne zaman ki askerler yerleşik düzeni bozmaya, kadınlara tacize ve tecavüze başlıyor, o zaman köylüler kendi yaptıkları tahta köprüyü yakıyorlar. Bu da askerin saldırısının bahanesi oluyor.
    NG: Niye köprünün yakıldığını sorduğumuzda insanlar ‘Askerler kadınlarımıza el uzatmaya başladığında’ diyorlar. Bence devlet kıvılcımı yakmak için böyle bir yolu tercih etmiş olabilir. Çünkü Dersim’e saldırmak için harekâtın planı ve cephane sevkiyatı yapılmış…
    Yani askerî müdahale için olgunlaşması
    beklenmiş…
    NG: Tabiî saldırmak için önceden kararları alınmış. Dersim’in isminin Tunceli yapılması için meclisten karar çıkarılmış. 34’te zorunlu İskân Kanunu çıkarılmış. 35’te sevkiyat yapılması için Elazığ tren yolunun bitmesi beklenmiş. Devlet koca orduyu bir gecede harekete geçirecek hali yok. Kürdistan kurmak için isyan başlatıldı denilen olay askerlerin kadınları taciziyle başlamıştır. Bunun provokasyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
    Kayıp kızları bulduğunuzda nasıl öyküler
    dinlediniz?
    NG: Üç yıldır bu öyküler içinde yaşıyoruz ve her bir hikâyeyi dinlediğimizde sarsılıyoruz. O dönemin kızları bugünün 80 civarındaki kadınları. O günleri anlatırken çocuklarına dönerek anlatıyorlar. Bir teyze; çocuk aklıyla intiharı düşündüğünü, ancak atlayıp sakat kalırım korkusuyla bunu yapmadığını söylüyor. Bir diğeri ise Alevilikte önemli bir yere sahip olan oruç ve Hızır inancından yola çıkarak günlerce oruç tuttuğunu ve Hızır’ın kendisine yardımı gelmesi için dua ettiğini söylüyor. Çocuk aklıyla geride ailelerinden kimsenin kalmadığını düşünüyorlar.
    Peki, bunca eziyet ve vahşete maruz kalmış
    kadınlarla konuşurken nasıl kişiliklerle karşılaştınız?
    NG: Bunlara rağmen güçlü kişilikler gördük. Bunlara rağmen nasıl ayakta durabiliyorsunuz diye sordum. Teyzenin biri ‘Ben topraktan yaratıldım, taştan olsam çatlardım’ dedi. Artık söylenecek bir söz yok…
    Daha sonra Dersim’le irtibat kurabilmişler mi?
    NG: Bizim konuştuğumuz teyze gerek ailenin araması gerek kendi çabası sonucu on yıl içinde yakınlarını buluyor ve dönüyor. Birçok kadın ise Dersim’li olduğunu kocasından ve çocuklarından saklayarak yaşıyor. Konuştuğumuz insanlar da çok büyük uğraşlar sonunda çekinerek konuştular.
    Anladığım kadarıyla sizin araştırmalarınızdan bir çok Dersimli kıza ulaşmışsınız. Peki isimlerini açıklamak istemeyen bu kadınlar nasıl konumdalar?
    NG: Konuşmak istemeyenler tamamen asimile olmuşlar. Asker çevresinde bir düzen kurdukları için içlerinde çocukları asker olanlar var. Bazılarının çocukları son derece milliyetçi, partilerde siyaset yapanlar var. Medyada çalışanlar var. Bir çoğu şu an askerin bakışına sahipler. Sonradan ailelerini bulanların bile yakınlarıyla aralarında ciddî mesafe var. Kültürel olarak ciddî çelişkileri var.
    Bu isimleri paylaşmıyorsunuz değil mi?
    NG: Yok, bizim amacımız sansasyonel bir şey yapmak değil. Önemli olan insanların kendileriyle yüzleşmek istiyorlarsa yüzleşmeleri. Yavuz Semerci durumunu açıklamadan önce biz kendisinin bu gerçeğini biliyorduk, ancak bunu kendisinin açıklaması daha anlamlı…
    Kenan Evren’in eşinin de Dersim’in kızlarından biri olduğu söyleniyor. Siz bu yönde nasıl bir bulguya ulaştınız?
    NG: Bu ancak durumu kendilerinin kabul etmesiyle olabilir veya DNA testi yapılır. Bu iddiayı ortaya atan bir aile vardı. Bizim araştırmalarımızda iddiayı güçlendirecek deliller ortaya çıkardı. Aslına bakarsanız bu kızlardan birinin Evren’in eşi olması gerçeği değiştirmiyor…
    Tartıştığımız konu bağlamında Sabiha Gökçen’i nasıl değerlendirmek gerekiyor?
    KG: Biliyorsunuz Hürriyet’ten Ersin Kalkan, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu belgeleriyle birlikte açıkladı. Farklı unsurdan birini alıp devşirerek sistemin temel unsuru yapmak ve bu insana başka halkları bombalatmak ironik bir durum. Bunu kişiler üzerinden değil, sistemin çocukları eğiterek nasıl şekillendirdiği üzerinde tartışmak gerekir. Yoksa garibim Sabiha Gökçen kim ki, ama sistemin ona yüklediği misyon başka bir şey…
    Onur Öymen’in Dersimle ilgili açıklaması halktaki bazı düşüncelerde değişim meydana getirdi mi? Meselâ M. Kemal’e ilgili…
    KG: Aleviler Batı illerine gönderilip asimile edilmeye çalışılıyor. Daha sonra topraklarına geri dönebileceklerine dair kanun çıkarıldığında bir daha böyle acılar yaşamamak için Kemalist görünmek için Hz. Ali’nin fotoğrafının yanına M. Kemal’in fotoğrafını asıyor. Dersim katliâmı açıklanırken CHP ve M. Kemal aklanır ve olay Celâl Bayar, Fevzi Çakmak üzerinden tartışılır. Dersim’e gidin insanlar M. Kemal’in olaylarla ilgisi olmadığı, hasta yattığını, olayı öğrendiğinde kalanları kurtardığını söyler. Bu esas mekanizmayı aklamaya yol açar. Halbuki 26’dan bu yana hazırlanan raporlar, 34-35’te alınan kararlar harekâtın alt yapısını oluşturmuştur. Tabiî ki bunları halkın yorumlaması zor, ancak kanı yavaş yavaş değişmeye başladı. Sizin söylediğiniz gibi Öymen’in ısrarla bunu savunması da çok iyi oldu.
    H. HÜSEYİN KEMAL
    hhkemal@yeniasya.com.tr http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm

    Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
    http://www.sentezhaber.com

    29.03.2010

    Önceki Röportaj
    (28.03.2010) – TOPLUMA MAL OLAN İKİ TEMEL GÖRÜŞ
    (26.03.2010) – Kız istemeye damacana su ile gideceğiz
    (24.03.2010) – Entelektüeller Münazarat’ı mutlaka okumalı
    (23.03.2010) – Said Nursî anlaşılırsa Türkiye değişir
    (21.03.2010) – Okullara ‘süt saati’ getirilsin
    (17.03.2010) – Toplumu cemaatler ayakta tutuyor
    (16.03.2010) – SİYASî PARTİLER DİN TEMSİLCİSİ OLAMAZLAR
    (15.03.2010) – İSLÂM “ADİL DEVLET” ÖNGÖRÜR
    (14.03.2010) – DİN ADINA SİYASET TRAJEDİYE YOL AÇTI
    (12.03.2010) – 28 Şubat, 12 Eylül gibi Uzun ve karanlık bir gölge

    Atatürk İngiliz valisi olmak istedi mi?
    By Yusuf Mehmet Bahadır on Tem 20, 2010 in Basın günlüğü, Beyin Yıkama, CHP, Psikolojik harp, Resmî Tarih, atatürkçülük

    “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…” (Moustapha Kemal)
    Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı (M.Armağan)
    1918 şartlarında İngilizleri tutmayan var mıydı ki, Hürriyet gazetesinde yer alan bir köşe yazısında(1), Mondros Mütarekesi’ni ve İngiliz himayesini kabullendiği için Sultan Vahdettin’e hain yaftası yapıştırılabiliyor?
    Açın bakın, Mondros’ta İngiltere ile aramızda rica minnet çöpçatanlık yapan General Twnshend’in hatıralarını, İngiliz gemileri kasım ayında Çanakkale’den nasıl birer ‘kurtarıcı prens’ olarak girmişlerdir, hayretle görürsünüz. Hadi onu bulamadınız diyelim, bari tarihçi Orhan Koloğlu’nun 1918 yılı üzerine yazdığı kitabındaki(2) basın taramasını okuyun ve zamanın PTT’sinin Mondros Mütarekesi’ni kutlamak için tam 22 bin serilik bir posta pulu çıkardığını hayret ve ibretle görün.
    O zaman Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı Minber gazetesinde işgalci İngilizlerin tebrik edilip alkışlandığını da, 17 Kasım 1918′de aynı gazetede çıkan söyleşisinde “İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı” mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise “Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini” söylediğini ve dahi “muhataplarımızla [yani İngilizler, Fransızlar vd.] anlaşmak lazımdır” dediğini de hatırlamamız gerekmez mi? Ya Mustafa Kemal Paşa’nın 11-13 Ekim 1918′de Halep’ten Vahdettin’e çektiği telgraftaki ilginç teklifleri… Şöyle diyordu padişahın yaveri Naci (Eldeniz) Bey adına gönderdiği telgrafta: Müttefiklerle olmadığı takdirde ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır. (Orijinali: “Müttefiken olmadığı takdirde münferiden behemahal sulhü takarrur ettirmek lazımdır ve bunun için fevt olunacak bir an dahi kalmamıştır.”)(3) Peki, bütün bu belgeler bilinip dururken birilerinin kalkıp da “Mütareke hükümlerine sonuna kadar riayetkâr davranmalıyız” şeklindeki tavrı nedeniyle Vahdettin’in hain ilan edilmesini anlamak gerçekten de mümkün değil.
    Karabekir’in hatıratında Vahdettin
    Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Kâzım Karabekir’in bile yakılan kitabı İstiklal Harbimizin Esasları’nın ilk baskısında (1933) Sultan Vahdettin’le son görüşmesine dair hatıraları, kitabın sonraki baskılarında açıkça sansüre tabi tutulmuş değil midir? Halbuki Vahdettin, 11 Nisan 1919 günkü görüşmesinde, birkaç gün sonra Trabzon’a giderek yeni görevine başlayacak olan General Kâzım Karabekir’e dönüp, “Paşa, ben ve millet sizlerden ümitliyiz… Hayır dualarım ve niyâzlarım sizinle beraberdir” demiş, Karabekir Paşa da kendisine şöyle cevap vermişti: “Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet zât-ı şahaneleri etrafında bir kalp ve bir kafa gibi toplanabilir şevket-meâb.” Üstelik Karabekir Paşa dışarı çıkınca onu heyecanla bekleyenler arasında bir tanıdık da vardır kapının önünde: Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyari Mustafa Kemal Paşa. Hemen Karabekir’e sorar: Neler konuştunuz? Karabekir, Padişah’ın kendisini hayır dualarla yolculadığını anlatınca Mustafa Kemal Paşa şu anlamlı tespiti yapar oracıkta: Sen Erzurum’a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel dayanak noktası teşekkül ediyor. Ne yazık ki, İstiklal Harbimizin Esasları’nın 1951 ve sonraki yıllarda yapılan baskılarında bu ve benzeri türden Vahdettin’i ‘beraat ettirici’ nitelikteki ibarelerin itinayla temizlendiğini hayretle görürüz. Eh, Karabekir’in kitaplarında durum buysa gerisini varın, siz düşünün.
    Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözüne dönelim tekrar. Ne demek istiyor? Gayet açık bence: Vahdettin ve İstanbul hükümeti daha önce Cafer Tayyar Paşa’yı Edirne’ye, Ali Fuat Paşa’yı Ankara’ya gönderdikten sonra üçüncü büyük kozunu oynamış ve Karabekir Paşa’yı Erzurum’a tayin ettirmeyi başarmıştır. Böylece direnişin Edirne, Ankara ve Erzurum ayakları tamamlanmış, sıra bunları toparlayacak ve organize edecek bir genel müfettişliğe gelmiştir ki, bir ay sonra bu göreve olağanüstü yetkilerle padişahın yaveri olan Mustafa Kemal Paşa atanacak ve 15 Mayıs 1919 günü yine Vahdettin’le görüştükten sonra dördüncü ve merkezi ayağı oluşturmak üzere Samsun’a doğru yola çıkacaktır. Nitekim bu görüşmeyi sonraları Falih Rıfkı Atay’a anlatan Atatürk, Vahdettin’in kendisine, “Şimdiye kadarki başarılarınızı unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin” dediğini nakletmemiş miydi? Öyleyse soralım: Bizzat Karabekir ve Atatürk’ün ağzından yaptıkları anlatılan Vahdettin nasıl hain olabiliyor?
    İngiliz gizli belgeleri ne diyor?
    Son olarak İngiliz gizli belgelerine bir göz atalım. Aslı Britanya arşivlerindeki gizli yazışmalara göre, işgalci İngilizler, şimdi de ‘esir padişah’ı Samsun’a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa aleyhine konuşmaya zorlamaktadırlar. Ne var ki, Vahdettin kendilerine, Mustafa Kemal Paşa’nın ancak İtalya’nın birliğini sağlayan millî kahramanları Garibaldi kadar “haydut” kabul edilebileceğini, onun yurtseverliğinden kuşku duymadığını, dahası ona saygı ve hayranlık hissetmemenin güç olduğunu söylemiştir.(4) İngilizler de bu sözleri resmen kayıtlara geçirmişler. Vahdettin’in ifadelerinin İngilizce çevirisi şöyle: “It is absurd to label the Nationalist Movement as the tyranny of a set of non-Turkish brigand and patriot in much the same sense that Garibaldi was, and is difficult not to respect and admire him.”
    Bir başka belge ise gerçekten şaşırtıcı. 14 Kasım 1918 günü, bir gün önce İstanbul’a gelip Pera Palas’ta ikamete başlamış olan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la görüşmek ister. Price, Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor: “Mustafa Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti. “Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”
    Kim kahraman, kim hain?
    Anadolu’da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…”(5) Türk Tarih Kurumu’nun çevirtip bastığı bir kitaptan alındı bu çarpıcı sözler. Şimdi söyleyin bakalım, İngilizlerle ilişki kurmak vatan hainliği sayılabilir miymiş?
    Kaldı ki, kimin hain, kimin kahraman olacağına gazete köşelerinden yahut meclis kürsüsünden karar verilemez; hatta mahkemeler bile buna karar veremez. Bunun kararını kamuoyunun vicdanı ve “tarih” denilen o acımasız yargıç verirse verir. Hem Fransızlar şu General Petain’in hain mi kahraman mı olduğuna 60 küsur yıldır karar verebildiler mi? Adam üstelik vatanını Almanya’ya gerçekten peşkeş çektiği ve işgalcilerle düpedüz işbirliği yaptığı için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra herkesin gözü önünde yargılanıp idama mahkûm edildiği halde bugün dahi onun bu şekilde davranmakta haklı olduğunu düşünen Fransız vatandaşları azımsanmayacak sayıdadır. Dahası, bu bir rejim sorunu değildir Fransa’da; bir tarih sorunudur. Ne diyelim, darısı bizim Vahdettin’in başına.
    En iyisi son sözü, bir ara bakanlık da yapmış olan Hüseyin Cahit Yalçın’a bırakmak. Bakın yakın tarihimizdeki hain-kahraman düellosu hakkında bu tecrübeli kalem ne ibret-âmiz laflar söylemiş: “İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi [Mondros’u] imza eden Rauf [Orbay] Bey, bugün âdeta vatan haini oluyor. Çünkü Halk Fırkası’ndan çıkmıştır. İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi kabul eden ve imza etmesi için emir verenler arasında bulunan Fethi [Okyar] Bey ise bugün Millet Meclisi Reisi bulunuyor. Çünkü, henüz Halk Fırkası’na mensuptur. Bu ne mantıktır, bu ne ölçüdür, bu ne mutaassıp fırkacılık [particilik] hissidir?”(6) Tarih yalan söylemez; ama ona yalan söyletilebilir. Tabii yatsıya kadar…

    KAYNAKLAR :
    1) Bkz. Tufan Türenç, “Tarih yalan söylemez: Vahdettin haindir”, Hürriyet, 14 Kasım 2007. 2) Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Bunalım Yılı, İstanbul 2000, Boyut Kitapları, s. 190. 3) Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 2, İstanbul 2003, Kaynak Yayınları, s. 232. 4) Bkz. S. Ramsdan Sonyel, Turkish Diplomacy 1918-1923, Londra 1975, s. 154, dipnot 1′den aktaran: Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 5, İstanbul 1992, Tekin Yayınevi, s. 249-250. 5) Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98. 6) Aktaran: Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, cilt IV, İstanbul 1962, s. 180.

  102. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN Tarih: Eyl 10, 2012 | Reply

    Tabiî ki değil. Kemalist devletin tanımlayıcı özelliği, bu milletin Müslüman ve gerici olduğu yönündedir. Halk Batılılaşıncaya, ideal halk haline getirilinceye kadar güdülmesi gereken koyun sürüsü olarak algılanıyor. Bu kitle, gerçekten koyun olmadığı için, dinî ve diğer inançları, beğenileri, talepleri, dünya görüşleri var. Yani normal bir durum var ortada. Ancak Kemalist rejim, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama, bu milleti değiştirip kendi istediğimiz hale getirinceye kadar egemenlik kayıtsız şartsız bizimdir” diyor.
    CHP’li bir milletvekilinin “Kemalist devrimler sona ermemiştir. Onun için demokrasinin bir anlamı yok” açıklaması bunu mu işaret ediyor?
    Tabiî, onun için İkinci Kurtuluş Savaşı, İkinci Kuva-i Milliye edebiyatları yapılıyor. “Bu millet benim istediğim gibi olsun, ondan sonra demokrasi olur” anlayışı hâkim. Kemalizm’in tarihi, milleti yönetme, yoğurma, şekillendirme çabalarıyla geçmiştir. Sazın yasaklanıp opera çalınması bunun en basit, en komik örneğidir.
    Bu anlayış, son on yıldır fena halde tehdit altında. İktidar mücadelesi bunun mücadelesi. Bu halk 80 yıldan beri ilk defa, “Ben senin istediğin gibi olmak istemiyorum, ancak egemenlik bende olsun istiyorum. Askerin ikide bir gelip haklarımı elimden almasından sıkıldım” diyor. Mücadele bunun mücadelesi…
    CHP, “Cumhuriyeti biz kurduk” diyor ama…
    Cumhuriyetin önder kadroları onlar, evet, ancak tarihte tabansız önder kadrolarla hiçbir şey yapılmaz. M. Kemal siyasî olarak bunu fark ettiği için kongrelerle yerel eşrafı, dinî liderleri etrafına topluyor. M. Kemal, işgalden kurtulmak için halkın seferber edilmesi gerektiğini biliyor. Tek başına bir adam, cumhuriyet kurabilir mi yahu! Bu, o dönem bu topraklarda yaşayan on milyon insanı yok saymak demektir. M. Kemal kültünde en rahatsız edici yan bu. Koskoca ülkenin kurucusu bir tek adam. Tarihte böyle bir şey olabilir mi? M. Kemal, bunun böyle olmadığını biliyordu.

  103. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN Tarih: Eyl 14, 2012 | Reply

    http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm
    http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm
    M. Kemal de Dersim’in içinde
    Dersim’in Kayıp Kızları Belgeseli’nin yapımcıları Nezahat ve Kâzım Gündoğan, “M. Kemal’in olaylarla ilgisi olmadığı, hasta yattığını, olayı öğrenince kalanları kurtardığı söylenir. Oysa 1926’dan beri hazırlanan raporlar, 1934-35’te alınan kararlar harekâtın altyapısını oluşturmuştur” dedi.
    M. Kemal ‘Dersim’ olayının içinde
    Savaştan çıkmış bir halk ve yeni kurulan bir devlet. İnsanlar umutla geleceğe bakmak istiyorlar. Sonra yeni kurulan devletin aygıtları sahip olduğunuz kültüre, dile yasak getiriyorlar. Kültürünüzü yaşamamanız için insanları vahşice öldürüyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın bitmediğini düşünmeye başlıyorsunuz.
    Kurulan bu yeni devletin zihniyeti Türk ırkçılığı üzerine biçimlenmiş durumda. Türk olmayan, başka kültürden olan insanların kızlarını kendi ‘asil kanlı’ insanlarımızla evlendirirsek birkaç kuşak sonra soyları kurur diyorlar…
    İnsanlar öldürülürken kız çocukları toplama kamplarına alınıyor. Rejimin subayları kampa gelip güzel buldukları çocukları alıp, evlerinde onlara Türkçe öğreterek ‘Medenileştiriyorlar’. Kampta beğenilmeyen kız çocukları ise kara trenlere bindirilip her istasyonda bir kaçını bırakarak medeniyet yoluna devam ediyor.
    Daha sonra özel eğitilmiş Sıdıka Avar diye bir çağdaş Türk kadını çıkıyor ortaya ve yatılı okullara götürülüp eğitim gören ve kültürlerinden koparılan kız çocuklarını göstererek “Türk ulusuna kazandırdık” diyor. “Dağ çiçeklerim”in devamı ise bugün Kardelen ve Haydi Kızlar okula kampanyaları…
    Allah aşkına biz nerde yaşıyoruz biri bana söylesin? Bütün tartışmaların ötesinde önemli olan Türkiye’yi esir alan ve insanlık dışı politikaların kaynağı menhus ideoloji Kemalizmle yüzleşmek değil mi? Resmî ideoloji esareti sistem üzerinden kalkmadan ne Türk Kürd’ü ne de Ermeni Türk’ü, ne Alevî Sünnî’yi anlayacaktır.
    Biz de bu hafta yukarıda hikâyesini anlattığımız “İki tutam Saç, Dersim’in Kayıp Kızları” Belgeselinin yapımcıları Nezahat ve Kazım Gündoğan çiftiyle konuştuk…Yüreğiniz dayanırsa…
    Dersim’in Kayıp Kızları belgeselini çekme
    konusunda sizi harekete geçiren şey neydi?
    Nezahat Gündoğan (NG): Biz köken olarak bölgeliyiz ve tarih olarak da oraya yabancı değiliz. Daha önce bölgeye yapılacak barajı ve bunun oradaki kültüre, yaşama etkilerini konu alan bir film çalışması yapmıştık. Bu bakımdan yörenin geçmişini, kültürünü daha yakından inceleme fırsatımız oldu. İnsanlar baraj yapımı dolayısıyla göçmek zorunda kalacakları için “Biz bunu 37-38’de yaşadık” dediler. Gördük ki Dersim Katliâmı’nın son tanıkları ölmek üzere ve resmî tarih kitaplarıyla halkın anlattığı şeyler farklı. İsyan denilen bu olayda kadın ve çocukların durumu kilit bir nokta olduğu için yoğunlaşmamız bu yönde oldu. Kadın çocuk ayırt etmeden insanlar samanlıklarda toplanıp yakılmışlar. Hatta o dönem kadınlar üzerinde kasıtlı politikalar geliştirilmiş, tecavüz ve tacize uğramışlar. Tecavüze uğramaktan korkan bazı kadınlar kendilerini intihar etmişler. Dersim harekâtının sonuçlanmasının ardından kurulan mahkemede idama mahkûm edilen sanıkların infazını düzenlemekle görevlendirilen İhsan Sabri Çağlayangil kendi sesiyle “Onları fareler gibi zehirledik” der.
    Kadın ve çocukların özel durumunu araştırdıkça karşınıza ne çıktı?
    NG: Aileler içinde kız çocuklarının kayıp olduğunu gördük. Araştırmalarımız ve tanıkların anlattıklarını birleştirince askerlerin kız çocuklarını bir politika dahilinde götürdükleri ortaya çıktı. Kız çocukları topraklarından, ailesinden koparılıp asker ailelerin yanına yerleştirilmişti.
    Katliâmda yetim kalmış çocuklar mı asker
    ailelerinin yanına veriliyor peki?
    NG: Önce biz de evlâtlık veriliyor diye düşündük, ama askerler tarafından alınan dönemin çocuklarına ulaştıkça, ailelerinin anlattıklarını dinleyince bunun sistematik bir politika olduğunu gördük. Ailesi öldürülmüş çocukların yanında, annesinin kucağından zorla alınan kız çocukları da var.
    Bu nasıl bir politika insanın aklı almıyor?
    Kazım Gündoğan (KG): O dönem uluslaşma sürecinde olan devletler ırka dayalı bir ulus kurma politikası benimsiyorlar. Osmanlı döneminde iktidar olamayan İttihat Terakki, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kurumsallaşıp iktidar olmaya başlıyor. İktidar olmaya başladıktan sonra 1925’ten itibaren cumhuriyet kadroları ırk üzerine inşa edilecek devlet için sistematik çalışmalar içine giriyorlar. Birçok Türk olmayan topluluklar şiddete maruz bırakılıyorlar.
    Aleviliğin Dersim’de daha kurumsallaşmış olması bunda bir etken mi?
    KG: Osmanlı’da inanç bakımından sorun yaşayanlar Dersim’e sığınmışlar ve buranın bir parçası haline gelmişler. Dersim’e baktığınızda homojen bir yapı yok; Türkmenler, Kürtler, Zazalar, Ermeniler birlikte yaşıyorlar. Buranın Osmanlı Beylik sisteminden gelen özerk bir yapısı var. Esas olarak da cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhuriyeti benimseyen bir tavır içinde oluyorlar. Birinci meclise milletvekili veriyorlar. Bunun yanında Dersim’de feodal yapı ılımlı bir şekilde hayatını devam ettiriyor. Ancak Cumhuriyet Dersim’in üzerine gitmek için birkaç aşiretin bölgede eski usûl vergilendirme sistemini devam ettirmesini bahane ediyorlar. Hatta İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya Dersim halkı için son derece ılımlı, muti der. Ancak harekât başladığında sorunun kökünden sökülüp atılması lâzım der.
    Çocuklara dönecek olursak yaptığınız araştırmada bu kız çocuklarının nasıl bir anlayışla ailelerinden koparıldığını gördünüz?
    KG: Şükrü Kaya yazdığı bir yazıda “Ulus inşa etme sürecindeyiz. Bu yapının temelinde ailenin, aile içinde de kadının belirleyici önemi var. O yüzden kadının ve kız çocuklarının Türkleştirilmesi durumunda sonraki nesillerin öz Türk kültürüne kazandırılmasının temeli oluşacak” der. Dolayısıyla kızların ailelerinden alınmasında böyle bir mantık var ve bu iki yolla yapılıyor; 1937’de açılan kız enstitüsüne kızların zorla alınıp götürülmesi bir de ailelerinden zorla alınarak askerlere verilmesi…
    NG: Burada bir karakter öne çıkıyor ‘Sıdıka Avar’. Kendisinin ‘Dağ Çiçeklerim’ kitabını okursanız nasıl bir mantıkla hareket ettiğini görürsünüz. Kızların sisteme kazandırılması açısından büyük çabalar harcamış birisi.
    Nasıl bir yöntemle veriliyor kız çocukları
    askerlere?
    KG: Dersimli aileler Türkiye’nin birçok yerine sürgüne gönderilirken kız çocukları ailelerinden alınarak toplama kamplarına götürülüyorlar. Subaylar ise buradan güzel ve sağlıklı çocukları seçerek ailesinin yanına alır. Ancak güzel olmayan ve sağlıksız kız çocukları kara vagonlara doldurulup her istasyonda birkaç tane bırakılmak suretiyle tren yoluna devam eder. Ama bundan daha vahşi bir yan var…
    Kemalist cumhuriyetin bundan daha vahşi
    yapacağı ne olabilir ki!
    KG: Sistem Dersimlilere tarih boyunca unutamayacakları bir ders vermek ister ve savaş ganimeti olarak kızlarını götürürler ve namuslarını kirletirler.
    NG: Bu sadece Türkiye’de uygulanan bir politika değil. Ulus devlet oluşturma sürecinde olsun, sömürge ülkelerinde ve işgale uğramış ülkelerde olsun benzer mantıklar hakim. 30’larda Avustralya’da Aborjinlere de benzer bir uygulama yapılıyor. Kız çocukları beyaz askerlerle evlendiriliyor. Ve altı kuşak sonra bu kandan bir şey kalmayacak diye planlar yapılıyor. Bosna’da olduğu gibi bütün vahşi rejimlerde kadınlar ve kızlar tacize ve tecavüze uğramıştır. Dersim’deki kızlar da subaylara verilirken bunun soyu değiştirmesi açısından önemli olduğu düşünülüyor.
    Siz anlattıkça insan ürperti duyuyor…
    NG: Türkçülük üstünden kafa tası ölçülen bir cumhuriyette bunların yaşanması çok normal!
    Bir kadın olarak yapılan bu sistematik politika
    karşısında Sıdıka Avar’dan biraz bahseder misiniz?
    NG: Sıdıka Avar bölgede kız çocuklarının zorla askerler tarafından yatılı okula götürülmesi karşısında bir kadın olarak kendisinin bu işi daha iyi yapacağını söylüyor ve başarılı da oluyor. Köy köy dolaşıyor. Bu aynı zamanda bir inanç meselesidir de…Sıdıka Avar’ın askerî proje için Gazi Üniversitesi’nde özel eğitildiği ve M. Kemal tarafından yatılı okulun başına görevlendirildiği araştırmalardan çıkan sonuçlar.
    Siz haydi kızlar okula kampanyasını da bunun
    uzantısı olarak görüyorsunuz…
    NG: Bugüne daha uyarlanmış biçimi. Aslında bu kampanya Kürt kızlarına yönelik bir kampanya. Bu kızlar anadilleriyle değil de yabancısı olduğu bir dille eğitime başlatılıyor. Bu tür kampanyalar resmî ideolojiyi benimsetmek üzere yapılan kampanyalar. Her gün sonuçta andımız okutuluyor…
    Siz haydi kızlar okula, kardelen kampanyalarının sistematik bir amacı olduğunu söylüyorsunuz…
    KG: Kardelen bir toplumun kendi kültürü, tarihi ve dilinden koparılarak başka bir şeye ait hale getirilmesinin adıdır. Bu bir asimilasyon politikasının uzantısıdır.
    NG: Cumhuriyet döneminde bu politika daha kaba uygulanıyordu. Bugün ince bir şekilde devam ettiriliyor. Sıdıka Avar kendini bir misyoner olarak tanımlıyor ve “Vahşi ve ilkel bir topluma medeniyet götürmek”le vazifelendiriliyor. Yatılı okulda okuyan kız çocukları yazın köylerine dönerken “Sizler birer misyonersiniz köylerinize medeniyet götüreceksiniz” deniyor. Kürtçe konuşmak, Alevî olmak medeni olmayan bir durum…
    Buna destek olanlar bunun farkında mı?
    KG: Çoğu bunu ideolojik farkındalıkla yapıyor, ancak Sezen Aksu gibi isimler insanî kaygılarla destekliyor bu kampanyayı. Yoksul çocuklar Türkçe öğrenirse okuyabilirler, meslek sahibi olabilirler, dayak yemezler diye bakıyor. Sezen Aksu kendini o çocukların yerine koyabilse başka düşünebilir diye bakıyorum. Diyelim ki bir Türk çocuğu sistematik bir plan dahilinde alınarak kendi kültüründen uzaklaştırılsa ve eğitim kampanyası düzenlense Sezen Aksu gene aynı şarkıları söyleyebilir mi acaba? Maalesef birçok insan ırkçı ve ideolojik düşünmese bile oluşturulmuş ideolojik kurumların dişlileri haline geliyorlar.
    Dersim’den götürülen kız çocuklarının statüsü ne oluyor peki?
    KG: Öncelikle şunu bilmek lâzım bu çocuklar ailelerinin ve yakınlarının ölümlerine tanık oluyorlar. Ve bu şok içindeyken toplanıp götürülüyorlar. O dönemin medeniyet aracı olan tren, medeniyet götüreceğim diye katliâmı getiriyorlar ve geri dönüşte kız çocuklarını yükleyip götürüyor.
    NG: Toplama kamplarından kendilerini alan subaylar bu kızlara hukuksal bir hak tanımıyorlar, nüfuslarına geçirmiyorlar. Okula göndermiyorlar…
    Hem medeniyet götürüyorlar, hem de okula
    göndermiyorlar…
    NG: Bu kızlar için eğitim denilen şey Türkçe öğrenmek, onu da evde öğretiyorlar. Kızlar bu aileler yanında gördükleri gayri insanî tavır yüzünden 14-15 yaşlarında kaçıyorlar ya da biriyle evlenmek zorunda kalıyorlar. Bu kızların öykülerini dinledikçe aslında neyin amaçlandığı ortaya çıkıyor. Tek kelime Kürtçe konuşurlarsa öldürülebilecekleri yönünde tehdit alıyorlar. Bu çocuklar kaldıkları evlerde tacize uğruyorlar. Bu da başka bir dram. Savunmasız tek başına ve çocuk… Kıyafetlerini ve dilini değiştirerek onları medenileştirdiklerini düşünüyorlar.
    Her halde kızlara bunları yapan zihniyet ulvî bir zevk alıyor olmalı kendi anlayışına göre…
    NG: Avar yatılı okulda okuyan kızlar için “Türk ulusuna kazandırdık” övünmesi içine giriyor. Nasıl Amerika, Irak ve Afganistan’a savaş açarken demokrasi götüreceğiz diye kavramın içini boşaltıyor, Dersim’de de medenileştirmek adına insanlar katlediliyor.
    Peki, bu cinayetler sırasında beraber yaşayan farklı kimlikten insanlar ne yapıyorlar?
    KG: Önce Ermeniler katlediliyor. Bunun yanında diyelim ki bir köyde Aleviler ve Ermeniler var. Aleviler Müslüman olarak kabul edilip ‘Müslümanların kanına Ermeni kanı bulaşmasın’ diye ayrı yerlerde katlediliyorlar. O katliâma katılan askerlerin çocuklarının babalarından aktardıkları bölgede yaşayan Rafizilerden yedi kişi öldürmenin cennetin anahtarı olacağı yönünde propagandaya maruz kaldıkları yönünde.
    NG: 38’de Dersim’de askerlik yapmış Trabzonlu bir kişiyle konuştuk. Bu kişi devletin kendilerine anlattıklarıyla karşılaştıkları manzaranın birbirinden çok farklı olduğunu söyledi. Bir taraftan samanlıklarda insanlar yakılırken öbür taraftan bu katliâmı kabul etmeyen askerler Divan-ı Harp’de yargılanıyorlar. Bu da başka bir gerçek.
    Peki Dersim İsyanı denilen olay nasıl başlıyor?
    KG: Bölgeye devletin yaptığı karakol ve okulların inşaatında aşiretler de çalışıyorlar. Hatta köyle karakola arasındaki dereyi geçmek için köylüler tahtadan köprü yapıyorlar. Ne zaman ki askerler yerleşik düzeni bozmaya, kadınlara tacize ve tecavüze başlıyor, o zaman köylüler kendi yaptıkları tahta köprüyü yakıyorlar. Bu da askerin saldırısının bahanesi oluyor.
    NG: Niye köprünün yakıldığını sorduğumuzda insanlar ‘Askerler kadınlarımıza el uzatmaya başladığında’ diyorlar. Bence devlet kıvılcımı yakmak için böyle bir yolu tercih etmiş olabilir. Çünkü Dersim’e saldırmak için harekâtın planı ve cephane sevkiyatı yapılmış…
    Yani askerî müdahale için olgunlaşması
    beklenmiş…
    NG: Tabiî saldırmak için önceden kararları alınmış. Dersim’in isminin Tunceli yapılması için meclisten karar çıkarılmış. 34’te zorunlu İskân Kanunu çıkarılmış. 35’te sevkiyat yapılması için Elazığ tren yolunun bitmesi beklenmiş. Devlet koca orduyu bir gecede harekete geçirecek hali yok. Kürdistan kurmak için isyan başlatıldı denilen olay askerlerin kadınları taciziyle başlamıştır. Bunun provokasyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
    Kayıp kızları bulduğunuzda nasıl öyküler
    dinlediniz?
    NG: Üç yıldır bu öyküler içinde yaşıyoruz ve her bir hikâyeyi dinlediğimizde sarsılıyoruz. O dönemin kızları bugünün 80 civarındaki kadınları. O günleri anlatırken çocuklarına dönerek anlatıyorlar. Bir teyze; çocuk aklıyla intiharı düşündüğünü, ancak atlayıp sakat kalırım korkusuyla bunu yapmadığını söylüyor. Bir diğeri ise Alevilikte önemli bir yere sahip olan oruç ve Hızır inancından yola çıkarak günlerce oruç tuttuğunu ve Hızır’ın kendisine yardımı gelmesi için dua ettiğini söylüyor. Çocuk aklıyla geride ailelerinden kimsenin kalmadığını düşünüyorlar.
    Peki, bunca eziyet ve vahşete maruz kalmış
    kadınlarla konuşurken nasıl kişiliklerle karşılaştınız?
    NG: Bunlara rağmen güçlü kişilikler gördük. Bunlara rağmen nasıl ayakta durabiliyorsunuz diye sordum. Teyzenin biri ‘Ben topraktan yaratıldım, taştan olsam çatlardım’ dedi. Artık söylenecek bir söz yok…
    Daha sonra Dersim’le irtibat kurabilmişler mi?
    NG: Bizim konuştuğumuz teyze gerek ailenin araması gerek kendi çabası sonucu on yıl içinde yakınlarını buluyor ve dönüyor. Birçok kadın ise Dersim’li olduğunu kocasından ve çocuklarından saklayarak yaşıyor. Konuştuğumuz insanlar da çok büyük uğraşlar sonunda çekinerek konuştular.
    Anladığım kadarıyla sizin araştırmalarınızdan bir çok Dersimli kıza ulaşmışsınız. Peki isimlerini açıklamak istemeyen bu kadınlar nasıl konumdalar?
    NG: Konuşmak istemeyenler tamamen asimile olmuşlar. Asker çevresinde bir düzen kurdukları için içlerinde çocukları asker olanlar var. Bazılarının çocukları son derece milliyetçi, partilerde siyaset yapanlar var. Medyada çalışanlar var. Bir çoğu şu an askerin bakışına sahipler. Sonradan ailelerini bulanların bile yakınlarıyla aralarında ciddî mesafe var. Kültürel olarak ciddî çelişkileri var.
    Bu isimleri paylaşmıyorsunuz değil mi?
    NG: Yok, bizim amacımız sansasyonel bir şey yapmak değil. Önemli olan insanların kendileriyle yüzleşmek istiyorlarsa yüzleşmeleri. Yavuz Semerci durumunu açıklamadan önce biz kendisinin bu gerçeğini biliyorduk, ancak bunu kendisinin açıklaması daha anlamlı…
    Kenan Evren’in eşinin de Dersim’in kızlarından biri olduğu söyleniyor. Siz bu yönde nasıl bir bulguya ulaştınız?
    NG: Bu ancak durumu kendilerinin kabul etmesiyle olabilir veya DNA testi yapılır. Bu iddiayı ortaya atan bir aile vardı. Bizim araştırmalarımızda iddiayı güçlendirecek deliller ortaya çıkardı. Aslına bakarsanız bu kızlardan birinin Evren’in eşi olması gerçeği değiştirmiyor…
    Tartıştığımız konu bağlamında Sabiha Gökçen’i nasıl değerlendirmek gerekiyor?
    KG: Biliyorsunuz Hürriyet’ten Ersin Kalkan, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu belgeleriyle birlikte açıkladı. Farklı unsurdan birini alıp devşirerek sistemin temel unsuru yapmak ve bu insana başka halkları bombalatmak ironik bir durum. Bunu kişiler üzerinden değil, sistemin çocukları eğiterek nasıl şekillendirdiği üzerinde tartışmak gerekir. Yoksa garibim Sabiha Gökçen kim ki, ama sistemin ona yüklediği misyon başka bir şey…
    Onur Öymen’in Dersimle ilgili açıklaması halktaki bazı düşüncelerde değişim meydana getirdi mi? Meselâ M. Kemal’e ilgili…
    KG: Aleviler Batı illerine gönderilip asimile edilmeye çalışılıyor. Daha sonra topraklarına geri dönebileceklerine dair kanun çıkarıldığında bir daha böyle acılar yaşamamak için Kemalist görünmek için Hz. Ali’nin fotoğrafının yanına M. Kemal’in fotoğrafını asıyor. Dersim katliâmı açıklanırken CHP ve M. Kemal aklanır ve olay Celâl Bayar, Fevzi Çakmak üzerinden tartışılır. Dersim’e gidin insanlar M. Kemal’in olaylarla ilgisi olmadığı, hasta yattığını, olayı öğrendiğinde kalanları kurtardığını söyler. Bu esas mekanizmayı aklamaya yol açar. Halbuki 26’dan bu yana hazırlanan raporlar, 34-35’te alınan kararlar harekâtın alt yapısını oluşturmuştur. Tabiî ki bunları halkın yorumlaması zor, ancak kanı yavaş yavaş değişmeye başladı. Sizin söylediğiniz gibi Öymen’in ısrarla bunu savunması da çok iyi oldu.
    H. HÜSEYİN KEMAL
    hhkemal@yeniasya.com.tr http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/29/roportaj/default.htm

  104. Yazan:mustafa bahadır fidan Tarih: Kas 27, 2012 | Reply

    Mustafa Kemal VE HEYKELLER
    Bütün beşerin hakkıdır beka istemeli
    Yalnız bu hakkı ne TAŞDAN ne LEŞDEN istemeli
    Yalnızca HAKDAN istemeli
    Toprakda gezen gölgeme toprak karışınca
    Günler şu heyhül hayıda ergec silecektir
    Rahmetle anılmak EBEDİYET BUDUR AMMA
    Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir

    Mehmet Akif ERSOY
    Açıklama :
    LEŞ :firavunların yok olmayı gecikdirmek amacıyla yaptıkları mumyalattıkları cesetleridir Leşleri
    Put : ise CAHİLİYE DÖNEMİ GİBİ günümüzün latga ve huza gibi putlarıdır.
    Rahmetle anılmak : ALLAH kitap düşmanları rahmetle anılmaz arkalarından Fatiha okunmaz, zira İslam a göre en Büyük zarar dine gelen zarardır BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ KUANI KERİMDEN BÖYLE TEFSİR EDER.

  105. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Kas 27, 2012 | Reply

    @mustafa bahadır fidan

    ‘Atatürk’çüler diyor ki :

    Olmasaydın, olmazdık…

    Bu konuda ne diyeceksiniz?

  106. Yazan:Göngör Tarih: Nis 2, 2013 | Reply

    mustafa bahadır fidan hayırdır ne zorun var senin yok taş yok xxx sizin gibiler yüzünden böyle amerikada oturup oredan yönetecek birileri lazım galiba size ATATÜRK gibi herkesten daha TÜRK herkesten daha çok vatanını seven biri değil.Bugün ATATÜRK bu vatanı kurmasaydı birisinin bi sözü var araştır bulxxx xxxx xxxxx xxxxx xxxxxxx xxxxx diye.Ayrıca ATATÜRK’ün geçmişini araştırın annesini bababsını dedesini nerden göç etmişler nereye gitmişler sonra burda abuk subuk yazılar yazın

  107. Yazan:gultekn Tarih: May 10, 2013 | Reply

    Atatürk İngiltere tarafından satın alınmış birisidir.Türkleri islamdan uzaklaştırıp İngilizlere benzetmekle vazifeli Anadolu daki İngiliz valisidir.Türkler ise onu İlah olarak görmektedirler

  108. Yazan:gultekn Tarih: May 10, 2013 | Reply

    Atatürk İngilizlerin satın aldığı Anadolu daki gizli İngiliz valisidir.Türkler ise o adamı İLAH olarak görmektedirler

  109. Yazan:snoopyslops Tarih: May 19, 2013 | Reply

    hiçbiriniz atatürk ü tanımıyorsunuz o bir ingiliz ajanı menfaatleri ve sömürge ülkelerin istekleri için sattı bu ülkeyi osmanlıyı yıktırdı önünde titriyorlardı osmanlının seni kral yapıcaz dediler kafamıza şapka taktı türk olduğundan bile şüpheliyim onun yunan olabilir.

  110. Yazan:snoopyslops Tarih: May 19, 2013 | Reply

    bize her sabah putunun önünde ant içirdiler saygıyla eğildik anıtkabiri kabe gibi görüp önünde eğildiler nutuksa kuran gibiydi onlar için islamın şartları inkilaplardı atatürküde paygamber yaptılar bize önder onun yolundan gidicekmişiz yazıklar olsun bu yalanlara inananlara Allah katında tek din islamdır bu saçmalıklara inananlara acıyorum BİZİM tek ÖNDERİMİZ var ODA Hz.Muahammed Mustafa (SAV) EFENDİMİZ KAFİRLERİN YOLU DEĞİL

  111. Yazan:Atakan Tarih: May 24, 2013 | Reply

    @ MY,

    İfadenizi düzeltmek istiyorum. O bahsettiğin adama MK denmez, “Mustafa Kemal Atatürk” denir!

  112. Yazan:hayati Tarih: May 31, 2013 | Reply

    Hiç bu kadar ingilizi bir arada görmemiştim..

  113. Yazan:niyyazzi Tarih: Ağu 18, 2013 | Reply

    Atakan@
    ne sacmaliyorsun ?
    İfadenizi düzeltmek istiyorum. O bahsettiğin adama MK denmez, “Mustafa Kemal Atatürk” denir!
    sen daha Putunu bile tanimiyorsun !
    m. kemal MUSTAFA isminden nefret ettigi icin,
    onu önce “m.” ile kisaltip,
    sonrada tamamen kaldirdi!
    sonralari KEMAL´in de arapca oldugunu ögrendiginde,
    kAmal yapti adini, yani 2 A ile !
    öldügünde Nüfus Cüzdaninda
    KAMAL Atatürk yaziyor.. inanmiyorsan Google den bak !

  114. Yazan:Çok cahilsiniz Tarih: Ağu 20, 2013 | Reply

    Hem kürt hemde faşist olursan bu yazıyı yazarsın,yazdırırsın , savunursun tabi. xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx xxxx az oku kendini geliştir fransa sokaklarında sabah çöpçülük yap aksam olunca Atana namusuna şerefine söv aydın ol zaten faşist kürtlerdende bu beklenir.

  115. Yazan:M BAHADIR FİDAN Tarih: Eyl 3, 2013 | Reply

    Yazan:mustafa bahadır fidan Tarih: Nov 27, 2012 | Reply

    Mustafa Kemal VE HEYKELLER
    Bütün beşerin hakkıdır beka istemeli
    Yalnız bu hakkı ne TAŞDAN ne LEŞDEN istemeli
    Yalnızca HAKDAN istemeli
    Toprakda gezen gölgeme toprak karışınca
    Günler şu heyhül hayıda ergec silecektir
    Rahmetle anılmak EBEDİYET BUDUR AMMA
    Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir

    Mehmet Akif ERSOY
    Açıklama :
    LEŞ :firavunların yok olmayı gecikdirmek amacıyla yaptıkları mumyalattıkları cesetleridir Leşleri
    Put : ise CAHİLİYE DÖNEMİ GİBİ günümüzün latga ve huza gibi putlarıdır.
    Rahmetle anılmak : ALLAH kitap düşmanları rahmetle anılmaz arkalarından Fatiha okunmaz, zira İslam a göre en Büyük zarar dine gelen zarardır BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ KUANI KERİMDEN BÖYLE TEFSİR EDER.

  116. Yazan:M BAHADIR FİDAN Tarih: Eyl 3, 2013 | Reply

    CHP PARTİ TÜZÜĞÜNÜN , PARTİ PROGRAMININ ,ÇEKİRDEK FİHRİSTİNDEKİ YEGANE GAYESİ MAKSADI ŞUDUR ; FERDİN, CEMİYETİN ,DEVLETİN BÜNYESİNDEN İSLAMİYETİN DİNİN TECRİT EDİİLMESİSİDİR ,KURUCUSU AYNEN ŞÖYLEDER CHP NİN KURUCUSU BİZ GÖKDEN İNDİGİ SANILAN HAKİMİYETİ YERYÜZÜNE İNDİRDİK DİYEREK BÜTÜN DİNLERE YALNIZCA İSLAMİYETE DEGİL BÜTÜN KUTSALLARI İNKAR ETDİĞNİ ACIKLAR MALÜM HADİSİ ŞERFDE İSLAM DECCALİ HZ ADEMDEN KIYAMETE KADAR GELECEK İNSANLARIN EN ADİSİ OLARAK İFADE EDİLMİŞTİR İNANMAYAN CAN DÜNDARIN ONUN ENBÜYÜK ESERİ DİYE GOOLA YAZSIN KENDİ SESİNDEN BÜTÜN DİNLERİ İNKAR ETDİĞİNİ DİNLEYEBİLİR CEP TEL : 0505 240 49 48 Mustafa Bahadır FİDAN BULAMAZ İSENİZ BENİ ARAYIN GOOLDA Mustafa Kemalin Gökden indigi sanılan kitaplar DİYE GOOLA YAZIN CIKAR CEP TEL : 0505 240 49 48 Mustafa Bahadır FİDAN SELAMLAR

    1. Chp Bir Parti Değil. Türk’e Dinini, Dilini, ve Özünü Kaybettirmeye Memur, Bir Katliam Müessesesidir.. Necip Fazıl Kısakürek

    CHP PARTİ TÜZÜĞÜNÜN , PARTİ PROGRAMININ ,ÇEKİRDEK FİHRİSTİNDEKİ YEGANE GAYESİ MAKSADI ŞUDUR ; FERDİN, CEMİYETİN ,DEVLETİN BÜNYESİNDEN İSLAMİYETİN DİNİN TECRİT EDİİLMESİSİDİR ,KURUCUSU AYNEN ŞÖYLEDER CHP NİN KURUCUSU BİZ GÖKDEN İNDİGİ SANILAN HAKİMİYETİ YERYÜZÜNE İNDİRDİK DİYEREK BÜTÜN DİNLERE YALNIZCA İSLAMİYETE DEGİL BÜTÜN KUTSALLARI İNKAR ETDİĞNİ ACIKLAR MALÜM HADİSİ ŞERFDE İSLAM DECCALİ HZ ADEMDEN KIYAMETE KADAR GELECEK İNSANLARIN EN ADİSİ OLARAK İFADE EDİLMİŞTİR İNANMAYAN CAN DÜNDARIN ONUN ENBÜYÜK ESERİ DİYE GOOLA YAZSIN KENDİ SESİNDEN BÜTÜN DİNLERİ İNKAR ETDİĞİNİ DİNLEYEBİLİR CEP TEL : 0505 240 49 48 Mustafa Bahadır FİDAN BULAMAZ İSENİZ BENİ ARAYIN GOOLDA CEP TEL : 0505 240 49 48 Mustafa Bahadır FİDAN SELAMLAR
    ————————————————–

  117. Yazan:Çetin Tarih: Eki 1, 2013 | Reply

    ” Biz yahudiler ortadoğu’da yıkılmaz denen devleti ( OSMANLI’yı) yıkıp… 2 tane devlet kurduk . Onlara öyle güzel sistem inşa ettik ki , Türkler bize Filistin’i vermeyen 2. Abdulhamide en az 200 sene daha söverler” İsrail 1. CumhurBaşkanı . Chaim WEİZMAMN … Değerli paylaşımcılar herkes bir şeyler yazmış. Saygım sonsuz. Ama israil cumhurbaskanın bahsettiği 200 sene bitiyor az kaldı insanlar kurulu gerçekler üzerine yaşamayı bırakalı cok oldu arastırıyorlar ve gerceklerı kendılerı ogrenıyorlar. 2.Abdulhamid Han’dan sonra yüz ölçümü 9 milyon kilometre kare olan devlet nasıl olduda 770 bin km kareye düştü.

  118. Yazan:Yasin Tarih: Ara 13, 2013 | Reply

    Yine Tarihe Takla Attırmalar…
    1-Vahdettin’i “Hain” olmakla itham eden sadece M. Kemal değildir. Milli Mücadeleyi destekleyen ve içinde yer alan pek çok kişi de aynı sözleri sarfetmiştir. Teorik tartışmalardan çok Vahidettin’in neler yaptıklarını bilenler bu durumu gayet iyi değerlendirmişlerdir.
    2-Sorun İngilizlerle görüşme, Anlaşma, Görüşmeme meselesi değil Tambağımsızlık Mücadelesi vermek ve ona karşı durmak meselesidir.
    3-M. Kemal, 14 Kasım’da İngilizlerden bir valilik talebinde bulunduysa bu Mondros hükümlerini uygulamayı geciktirmek için bir paravan arayışından başka bir şey değildir. Kaldı ki Samsun’a giderken de 9. Ordu müfettiliğini bir paravan olarak kullanmıştır.
    4-Vahdettin’e gelince her yöne çekilebilecek politik laflardan başka şu uygulamalarını neden hatırlamıyor ve sorgulamıyorsunuz acaba? Halkın Kurtuluş Savaşına katılmaması için ferman, kararname ve fetvaları devreye doktu. İngizli mandası için ingilizlerden resmen talepte bulundu. Milli Mücadeleye karşı olanları kilit noktalara getirerek elinden geleni ardına koymadı. Daha ne yapsaydı.
    5-Aslında bu tartışmalar Vahdettin’i aklamak için falan yapılmıyor. Bence amaç “Hain” sözcüğünü sözlükten kaldırmak ve yapılan yeni “Hainlik”lere zemin hazırlamak…

  119. Yazan:emre Tarih: Oca 11, 2014 | Reply

    atatürkü vatan haini ilan ettiniz be , amma saçmalamışınız nedir bu attürk düşmanlığı sizde anlıyamıyoruz

  120. Yazan:kocaeliden Tarih: Haz 21, 2014 | Reply

    Atatürk’le taaa geçmişten beri alıp veremedikleri var bunların, kuyruklarına öyle bir basmış ki yıllardır acısı çıkmamış, siz o dehanın tırnağının ucu bile olamazsınız ve asıl ingiliz mandacısı sizlersiniz.. hatta dışarıdan desteklenmediğiniz ne malum…

  121. Yazan:Misafir Tarih: Kas 17, 2014 | Reply

    İlla bi şey bulucaksınız şimdi gidip eski defterleri karıştırıp o toz toprak içerisinde bir şey aramaktansa.İnsan olup biraz Türkiye nin düştüğü duruma bakın.Herkes bir heycanda Polisler olmuş tazikli su.Bizim türkler olmuş adrenalin bombası bu ikisi birleşince ortaya bu cıkıyor.

  122. Yazan:Misafir Tarih: Kas 17, 2014 | Reply

    Bu arada My (Adınızı bilmediğim için)Kürtlerin veya insanların birbirini öldürmesi sizi geriyor olabilir.Ama…Bağımsızlık Ve cumhuriyet olmasaydı siz hem Arapca Hemde Kölenin teki olacaktınız.Bir bu açıdan düşünün.Hep kusur bulmayın.Aslında bunu herkese söylüyorum.

  123. Yazan:mustafa Tarih: May 11, 2015 | Reply

    Mustafa kemal o kadar bencil biriki bu toprakları kendisinin kurtardığını düşünen kibiri içinde boğulmuş bir şahsiyettir. onun yüzünden topraklarımızın büyük bir çoğunluğunu kaybettik. tarih sayfalarında kahraman olmak için gerçek tarihte kahraman olan SULTAN VAHDETTİNİ hain kılmıştır. artık bunu görün

  124. Yazan:sukru kartal Tarih: Şub 20, 2016 | Reply

    oldu biti kamal i sevmedim sevemedim inanmadim inanamadim kafamda hep yabanci gordum

  125. Yazan:Tayfun C Tarih: Ağu 31, 2017 | Reply

    Yanlıştan yola çıkılıp… Doğruya varılmaz…
    Atatürk Büyük Nutuk’ta hangi görevle ve nasıl Samsun’a gönderildiğini anlatıyor. Padişahın ne dediğini de anlatıyor… Yıl 1950 filan da değil… F.R.Atay’a anlatması ne iş? Nutuk’ta söylüyor zaten…
    Ward Price 21 yıl sonra tekrar İstanbul’a geldi. Tarih 10 Aralık 1939’dur…
    Asıl bomba…
    1957’de Türkiye’ye ikinci kez gelen Sözü geçen gazeteci Ward Price ile Cumhuriyet gazetesi bir söyleşi yaptı.
    Gazeteci Price’ın söyledikleri şöyle:
    “İstanbul’a ilk kez 1918 yılında gelmiştim. Bir Türk generalin benimle görüşmek istediğini söylediler. Adını sordum, Mustafa Kemal dediler. O zamanlar Mustafa Kemal adını belirsiz bir şekilde işitmiştim. Daveti memnunlukla kabul ettim.
    Mustafa Kemal düşünceli ve karamsardı. Bana memleketin halinden söz etti ve her iki üç tümcede bir: Bu böyle olmaz. Vatanı baştan başa değiştirmek lazım, yenileştirmek lazım, diyordu.

    O zamanlar doğrusu bu laflara pek dikkat etmemiştim. Mesleğimin her zaman hatırlayacağım büyük hatası, bu emsalsiz dehayı o zaman keşfedememiş olmamdır.” (Cumhuriyet, 10 Aralık 1939)

    Sözü geçen gazeteci Ward Price, 1939’da bunları söylüyor, ama 1957’de yazdığı kitapta bir kılçık atmak istiyor. Nasıl inanacağız? (Ward Price bölümü Alev Coşkun’un kitabından alıntıdır)

  126. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Tarih: Eki 15, 2017 | Reply

    5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununun Kaldırılması.. ile ilgili .kanpanyaya aşağıdaki linki tıklayarak sende katıl lütfen ALLAH RIZASI İÇİN VATAN MİLLET KURAN, DEVLET ,ALLAH AŞKI İÇİN MİLLET AŞKI İÇİN LÜTFEN
    Mustafa Kemal Gerçekleri https://www.change.org/p/adalet-bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-5816-say%C4%B1l%C4%B1-atat%C3%BCrk-%C3%BC-koruma-kanununun-kald%C4%B1r%C4%B1lmas%C4%B1/w
    VATAN MİLLET KURAN, DEVLET ,ALLAH AŞKI İÇİN MİLLET AŞKI İÇİN LÜTFEN BU 5816 Sayılı KİŞİYE ÖZEL DÜNYADA YALNIZCA kuzey kore, türkiye ,ve iranda olan bu kişiye özel ZÜLL KANUNU , 5816 YASAYI SİZİN HİMMETİNİZLE KALDIRALIM LÜTFEN 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılmasını talep ediyorum şöyleki: Keyfi kullanılan, ota bite hakaret deyip işlem yapılan, uluslar arası hukuğa tamamen aykırı ve hiç bir anlam ifade etmeyen kanuna 5816 denir. madem Atatürk’ü koruma kanunu var. madem ülkeyi kurtardı (!!!!) o zaman Kazım KARABEKİR, ALİ FUAT CEBESOY’ u da koruma kanunu altına alalım. Hele Osmanlı’yı, hele Selçukluyu koruma kanunu na alalım.. Kişilere özel kanun olmamalı Ankara üniversitesinde dinimi kötüleyenler soruşturulmuyor fakat Mustafa Kemal Atatürk ü tartışan biri çok rahat bir şekilde soruşturuluyor neden Atatürk tartışılmasın neden tüm cihana hükmeden osmanlı paşaları tartışılıyorda Atatürk tartışılmıyor.Atatürk’ü koruma kanunu kaldırıldığında millet aslına dönecek, aslına dönmenin karşısında en büyük engel bu kanundur. Dünyada kanunla korunan başka kim var? Kendi milletine karşı korunan adam kahraman olur mu? CHP lillerle tarihçiler bu kanun kaldırılsın ki Adamlarına güveniyorlarsa kaldırılsınki 5816 bu kanunu, konuşalım!” zira ; “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var diyor yazar kadir mısıroglu; bu nedenle ; “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyettedir,bu nedenle LÜTFEN 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılmasını talep ediyorum…
    .” Sevgili kardeşler yaptığımız paylaşımlarda şunun üzerinde önemle duruyoruz. M.Kemal kimdir? Toz pembe sayfaların ardında neler yaşanmıştır? Kemalizmle ne hedeflenmektedir? Kemalizm bizi nereye getirmiştir? Bizden neler almıştır?

    Şimdi bu sorulara cevap aramak vatan hainliği midir? Arkadaşlar biz kahvede muhabbet yapmıyoruz. Akademik anlamda bilimsel belgeli kaynakları sizlerle paylaşıyoruz. Tarih bir zamandır. Tarih bir bilimdir ve bilimlerde dogma yoktur. Madem ki tarih bilimdir o zaman bilimin de tartışılabilir olması lazım gelir. Biz paylaşımlarımızda tarihi yüceltiyoruz, bilimi yüceltiyoruz. Yalnız, bu belgeli, kaynaklı paylaşımlara hala itiraz edenler hem bilimi yıkıyor hem de bu alandaki yobazlıklarını ifade ediyorlar..
    Neden M.Kemal? Neden olmasın ki ? 15sene Türkiye’yi demir yumrukla diktatör Yönetimle yönetti. Devrimler adı altında planlarını devreye soktu. 600 sene varlığını 3 kıtada sürdüren Osmanlı’ya, kendisi son verdi; işgalciler değil. Onun dönemi ile birlikte kuşak çatışması başladı. Siyasi ve askeri anlamdaki başarısızlıklarını anlıyorum da kültürel, dinsel, sosyolojik, ekonomik anlamda hangi olumlu gelişmeyi Türkiye’ye bırakmıştır acaba çok merak ediyorum. Bu sorunun cevabını veremeyenler konuyu, onun Türkiye’yi kurtardığına bağlıyorlar. Doğrusu hiçbir mantık anlayışına uymuyor bu.

    Şunu asla unutmayın bu konu hakkındaki çalışmalarımızı okuyanlar en ala profesörleri bile susturuyor Cevap veremiyorlar Amacımız da zaten insanları susturmak değil, gerçekleri haykırmak ve sorgulamaktır. Gerçek amacımız M.Kemal’in kim olduğu değil, olanı ortaya koymaktır. Amacımız M.Kemal in daha doğrusu Kemalizmin bize etkilerini tespit etmektir. Bu tespitler yapıldıktan sonra dünyaya ilmen, fiilen hakim olmaktır. Çünkü buna gücümüz de var imkanımız da. Üzülerek belirtiyorum her gün dünya dertleri ile boğuşan atalarımızdan bize çürük bir “eziklik” duygusu kaldı. Bu duygunun altında yatan düşünce Kemalizm’dir ve bizim de Kemalizm’i eleştirmeye hakkımız vardır. Biz bunun peşindeyiz. Tabiî ki düşüncelerimizi herkes kabullenmeyecek. Bu kaderin ilahi olan kısmıdır. Yalnız yetişen gençlikten biz eminiz ki zincirlerini kıracak devletlerini ve toplumlarını şerefli bir Müslüman yapacaktır. Biz öldükten sonra torunlarımıza “eziklik” değil iman, cesaret, doğruluk, ilim gibi güzel ve yararlı şeyleri bırakmak istiyoruz. Çünkü biz buna “değeriz”
    “5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılmasını talep ediyorum şöyleki:Atatürk’ü koruma kanunu kaldırıldığında millet aslına dönecek, aslına dönmenin karşısında en büyük engel bu kanundur. Dünyada kanunla korunan başka kim var? Kendi milletine karşı korunan adam kahraman olur mu? CHP lillerle tarihçiler bu kanun kaldırılsın ki Adamlarına güveniyorlarsa kaldırılsınki 5816 bu kanunu, konuşalım!” zira ; “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var. “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır.BU NEDENLE: “5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılmasını talep ediyorum

    5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılmasını talep ediyorum şöyleki:Atatürk’ü koruma kanunu kaldırıldığında millet aslına dönecek, aslına dönmenin karşısında en büyük engel bu kanundur. Dünyada kanunla korunan başka kim var? Kendi milletine karşı korunan adam kahraman olur mu? CHP lillerle tarihçiler bu kanun kaldırılsın ki Adamlarına güveniyorlarsa kaldırılsınki 5816 bu kanunu, konuşalım!” zira ; “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var. “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk

  127. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Tarih: Ara 13, 2017 | Reply

    KAYNAK : http://belgelerlegercektarih.com/2012/12/10/m-kemal-ataturkun-ingiliz-istihbarati-ile-gizli-iliskisi-desifre-oldu/
    M. Kemal Atatürk’ün Ingiliz Istihbaratı ile gizli ilişkisi deşifre oldu
    M. Kemal Atatürk’ün Ingiliz Istihbaratı ile gizli ilişkisi deşifre oldu
    Bilindiği gibi M. Kemal, Filistin Cephesi’nde Ingiliz Ordusu Kumandanı General Allenby’e karşı savaşmak yerine kaçmayı tercih etmiş ve ardında 75 bin Mehmetçik esir bırakmıştı. Gariptir, Filistin Cephesi’ndeki bu hezimetten takriben 4 yıl evvel yani 1913 yılının sonuna doğru General Allenby ile Pixton Park’ta bir öğle yemeği yemişti… Daha da garibi, M. Kemal’i yemeğe davet eden kişi, meşhur Tapınakçı Aubrey Herbert idi. M. Kemal bu Ingiliz ajanı Aubrey Herbert ile de, çok değil takriben 2 sene sonra, Çanakkale’de gizlice görüşecektir.[1] Hatırlatalım, Mondros Mütarekenamesi’ni, M. Kemal’in Filistin Cephesi’nden kaçması ve cephenin çökmesi üzerine imzalamak mecburiyetinde kalmıştık. Mütarekenameyi imzalayan Rauf Orbay ise M. Kemal’in dostuydu.

    Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bir ara Italya Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan Kont Sforça’nın Mondros Mütarekenamesi hakkında söylediklerine yer vermemiz gerekiyor. Az evvel de ifade ettiğimiz gibi, Mondors Mütarekenamesi’ni Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Orbay’dır. Rauf Orbay’ın daha sonra M. Kemal Atatürk tarafından Başbakan yapıldığını aklınızın bir köşesine yazınız, az sonra bu noktaya tekrar temas edeceğiz.

    Kont Sforça, Mondros Mütarekenamesi’nden bahsederken Ingilizlerin kara ordusuna karşı mutedil davrandıklarını söylüyor. Donanma’nın hemen teslimi istendiği halde kara ordusunun ilgasından veya hemen terk-i silah etmesinden bahsedilmiyormuş. Bilakis sadece seferberliğin ilgası talep olunurken, dahilde asayişin temini ve hududların muhafazası ve bunun için lazım gelen ordu miktarı terhisten istisna ediliyormuş!.. Kont Sforça, bunda bir gizli maksad görüyor ve diyor ki:

    “Ingiltere Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin mirascıları arasında şimdiden bir ihtilaf görüyor ve mutad olan ikiyüzlü siyasetiyle şunu istiyor:

    Eğer müttefiklerin talebleri Ingilizleri sıkacak bir şekil alırsa, henüz mukavemet kabiliyeti olan Türkler’i kendi menfaatleri için kullanabilir bir mevkiye koyabilsinler.”[2]

    Bu durumdan anlaşılıyor ki, daha mütarekenin (Ateşkesin) imzası günü yani Padişah’ın Anadolu’da bir kuvvet teşkilini hayalinden bile geçirmediği zamanda Ingilizler, (Kont Sforça’nın fikrine göre) bu kuvvetin teşkilini düşünmeye başlamışlar, hatta bunun için M. Kemal’i, Sultan Vahidüddin’den evvel bulmuşlardır. Sultan Vahidüddin ve Sadrazam Ferid Paşa, M. Kemal’i, “Memlekette büyük şöhreti vardır. Itimad edilecek namuslu bir adamdır!..” diye Ingilizlere karşı müdafaa edip Anadolu’ya göndermeye çalışırken M. Kemal de Istanbul’da Itilaf Hükümetleri ileri gelenleri ile münasebette bulunuyor ve onlardan talimat alıyordu.[3]

    Bundan başka, Ingilizlerin Istanbul’da hafiye teşkilatını yapan, “Ingiliz Muhibler Cemiyeti”ni kuran hülasa Şark’ta Ingilizlerin siyasi emellerini temine çalışan Rahip Frew, daha evvel M. Kemal ile temasa geçmişti. Hatta M. Kemal, Pera Palas Oteli’nin müdürü, Fransız fakat Ingiliz ajanı Mösyö Martin vasıtasıyla müteaddid defalar vaki olan mülakatlarında Rahip Frew’yu, “insaniyete hadim adalete hizmetkar bir zât-ı faziletkâr telakki etmiş olduğunu” bizzat ifade etmektedir.[4]

    M. Kemal’in entelijans servis elemanı olan Rahip Frew ile daha Anadolu’ya gitmeden önce görüştüğünü Rauf Orbay da ifade etmektedir:

    “M. Kemal Paşa’nın Istanbul’da asker arkadaşlarından başka sivillerden ve bilhassa yabancılardan pek tanıdığı yoktu. Yalnız Ismail Canbulat Bey’i vaktiyle hapishaneden kaçırmış olan Italyan uyruklu müteahhid Dinari vasıtasıyla Istanbul’daki Italyan fevkalade murahhası -sonraları Dışişleri Bakanı olan- Kont Sforça ile birkaç defa temas etti.

    Pera Palas Oteli’nde bulunurken de bu otelin müdürü Mösyö Martin delaletiyle Ingilizlerin sonradan yaman bir entelijans servis elemanı olduğu anlaşılan Papaz Frew ile iki-üç defa görüştü.”[5]

    Dahiliye Nazırı Ahmet Reşid (Rey) Bey diyor ki; “Türkiye’nin harbe girmekteki acelesi düşmanlığını kamçılamış olan (Ingiliz Başvekili) Lloyd George, harpten sonra Hind Müslümanlarının, hilafete sahip olan Türkiye saltanatı lehindeki ısrarlı teşebbüslerinden korkarak hilafetin Osmanlı soyundan alınmasını ve Osmanlı saltanatının imhasını iyice kurmuştu. Fakat müttefiklerinin bu amaca katılmamalarından endişe ediyordu. Bunun için gayrimeşru yollara müracaatta tereddüt etmiyordu. Bu yollardan biri Venizelos, diğeri de Frew isminde Hint hizmetinden Istanbul hizmetine aldığı casus bir papazdı. Böylece Yunanlıları Anadolu’ya saldırttı. Rahip Frew vasıtasıyla, birbirlerinden haberdar olmayarak hem Damad Ferid Paşa’yı kontrol altında tuttu, hem de M. Kemal’i yönlendirdi.

    M. Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi işini Damad Ferid’e yaptırttı. Sonra ikisini birbirine düşman ederek, saltanatı yıpratmaya çalıştı. Damad Ferid Paşa, bu oyundan habersiz olduğu için, zaman zaman işleri karıştırırdı. Lloyd George, Frew ile bu işin bitmeyeceğini anlayıp, Istanbul’u işgal ederek, Sevr’i tasdik etmeyeceği kat’i olan meclisi dağıtarak bunun Anadolu’da (M. Kemal’in emri altında) toplanmasını sağladı. Bir yandan da Istanbul hükumetinden, Anadolu hareketini kınamasını istedi. Kınasa, ‘öyleyse bastırın’ diyecek; kınamasa, mesul tutacak ve Yunanlıları içeri sürecekti. O sırada kuva-yı milliye, buna cevap verebilecek seviyede değildi. Bu sebeple Istanbul hükumeti Ingilizleri oyalamak maksadıyla, Kuva-yı Inzibatiye’yi kurarak göstermelik bir tavır aldıysa da, Lloyd George’u ikna edemedi. Zira Ingilizler, bir yandan Ankara ile de temas halindeydi.”[6]

    M. Kemal’i her fırsatta göklere çıkaran yaveri Cevat Abbas da hatıralarında şunları yazmaktadır:

    “Atatürk, Istanbul’da bulunduğu ayların sonlarına doğru Italya mümessili Kont Sforzia ve Papaz Mister Frew ile de ayrı ayrı ve fasılalı tarihlerde görüşmüştü.”[7]

    M. Kemal’in henüz Istanbul’dan ayrılmadan, Ingiliz istihbaratına mensup bazı kimselerle gizlice görüştüğünü Von Mikusch da doğrulamaktadır.[8]

    Nitekim Stanford Shaw’un Türk Tarih Kurumu tarafından Ingilizce basılan 6 ciltlik eserinin birinci cildinde, M. Kemal’in, Osmanlı Savaş Bakanlığı’nda Ingiliz Kontrol Subayı olarak görev yapan ve aynı zamanda Ingiliz Istihbaratının (M.İ.6) Istanbul’daki başı olan J. G. Bennett’e, -sıkı durun- şu çarpıcı planı önerdiği yazmaktadır:

    “Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak.”[9]

    Evet, yanlış okumadınız… M. Kemal Atatürk, “Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak” istiyor.

    Ingilizcesi aynen şöyle:

    “…to whom he suggested the idea to organize a Turkish army under British officers…”

    Bu hakikatleri yaklaşık bir asırdır Milletimizden gizlediler. Fakat hakikatin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğu unutulmamalıdır.

    Ingiliz kontrolünde bir Türk ordusu… Bildiğiniz gibi, Kurtuluş Savaşı’nın hedefi Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti[10], ancak bu hedefe ulaşılmadan M. Kemal’in orduya “dur” demesiyle duruldu. Peki ona orduyu “durdurma” emrini kim verdirtti? Lozan’a kim çağırdıysa onlar vermiş olsa gerek.[11]

    Bir bilgi daha…

    M. Kemal Atatürk 14 Kasım 1918 günü, Ingilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la da görüşmek istemişti.

    Price, M. Kemal’le Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor:

    “M. Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti.

    “Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”

    Anadolu’da Ingiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra M. Kemal, bu topraklar üzerindeki Ingiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir:

    “Eğer Ingilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…”[12]

    Dikkat ettiyseniz, G. Ward Price ile yaptığı görüşmede Vali olmak istediğini söylüyor, yani Ingilizlerden “siyasi/idari” makam istemektedir. J. G. Bennett’e yaptığı teklifte ise “askeri” makam talep ediyor.

    Şimdi, M. Kemal’in Ingilizlerden talep ettiği siyasi ve askeri makamları alıp alamadığına bakalım…

    *

    ***Ingilizlerin M. Kemal’e verdiği siyasi destek***
    1 – Ingilizlerin M. Kemal’in adamı için girişimde bulunmaları
    . Kemal Atatürk Samsun’a çıktığı sırada Sadrazam Ferid Paşa ve Erkan-ı Harbiye Reisi Cevad Paşa’ya yazarak Samsun Müfettişliği’ne Hamid Bey isminde birini tayin ettirmiştir.[13] Bu zatın daha sonra Dahiliye Nazırı ile arası bozulduğu için azline karar verildiği halde Ingilizler yerinde bırakılması için Istanbul Hükümeti’ne müracaat etmişlerdir.[14]
    KAYNAK : http://belgelerlegercektarih.com/2012/12/10/m-kemal-ataturkun-ingiliz-istihbarati-ile-gizli-iliskisi-desifre-oldu/

  128. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Tarih: Ara 13, 2017 | Reply

    ankara hareketi iittihat ve terakinin devmı degılmi selenikden gelen harket ordusu denen isyancıların içinde inkılap tarihinde gecen rauf orbay refet bele ali fuat cebesoy kazım karbekir mustafa gamal varmı yokmu araştırılsın ali şükrü beyi öldürten cankaya ejderi degilmi DARBE KONUŞULURKEN 1.MECLİSE DARBEDEN NİÇİN BAHSEDİLMEZ VE KORKU İMPARATORLUGU NUN KORUNMASINA NİCİN ÖZEN GÖSTERİLİYOR 5816 NİÇİN HALA VAR KAHRAMANLAR KANUNLA KORUNURMU……..!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!????????????????????????? yazık bu millete yalanlarla bizleri ve dahi milleti hep yıllarca uyutmuşlar, nesiller narkozlamış.. nesiller heba edilmiş…. insanlar kandırıldıklarını bilmeden bir ömür geçirmişler…. insanlar kandırıldıklarını öğrenemeden bu dünyadan göçüp gitmişler… millet yalanlara boğulmuş……gerçekler gerçekten çok acı ..ama artık mızrak çuvala sığmıyor…bizzat devlet bu yalanlara artık son vermeli kademeli ve aşamalı olarak
    YANITLA
    Mustafa Bahadır Fidan http://www.furkanhaber.com/ali-sukru-bey/
    http://osmanlldevleti.blogspot.com.tr/…/kazim-karabekir…
    YAZAN; MUSTAFA BAHADIR FİDAN
    TOPAL OSMAN FİGÜR DEGİLMİ ? ÇANKAYA KATİL DEGİLMİ ÇANKAYA EJDER DEĞİLMİ ? KATİLLERE KAC DOKSAN SENE DAHA KAHRAMAN PUT DİYE TAPLACAK ?
    ACZMETTİREN MUSTAFA GAMAL DEGİLMİ BEYİNLERDEKİ SORU NİÇİN GİZLENİYOR 90 YIL GECTİ GİĞ HALDE GERCEK NİÇİN ACIKLANMIYOR ? ; MUSTAFA KEMAL BİLE DEGİİL NÜFUS CÜZDANINDA MUSTAFA GAMAL YAZDIGI GERCEGİ GİZLENİYOR ? NİÇİN GERCEKLERDEN KACILIYOR NİCİN ?

    Trabzon’da yaptığı konuşmasında gençlerden ilk Meclis zabıtlarını okumasını, ilk Meclis’in yapısını incelemelerini isteyen Erdoğan, “Gençler sizlerden rica ediyorum, gidin Trabzonlu Ali Şükrü Bey’in hayatını okuyun. On yıllar boyunca bu millete dayatılan kelimelerin, kavramların, yaşam tarzlarının ne kadar suni, ne kadar yapay, ne kadar yeni, ne kadar anlamsız oluduğunu göreceksiniz. Korkulardan, ne kadar yersiz olduğunu bu işlerin göreceksiniz. Aslında ilk Meclis kardeş bir Meclis, bir ve beraber oldular” ifadelerini kullanmıştı. Peki kErdoğan’ın gençlere hayatını okumasını tavsiye ettiği Ali Şükrü Bey kimdi?.. İşte detaylar…
    Ali Şükrü Bey 1884’te Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinde dünyaya geldi. Siyasete atılan Ali Şükrü Bey Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ve 1. TBMM’de Trabzon milletvekili olarak yer aldı. 1. TBMM’de Mustafa Kemal Atatürk’e en sert muhalefet eden vekil olarak tanındı. 1923’te Ankara’da uğradığı suikast sonucu öldü. Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi Türkiye’nin ilk siyasi suikastlerinden biri olarak tarihe geçti.
    TÜRKİYE İÇİN LOBİ FAALİYETLERİ YÜRÜTTÜ
    Babası kıdemli bir yüzbaşı olan Hafız Ahmet Kaptandı. Kendisi de Heybeliada’da bulunan Bahriye Mektebi’ndeki eğitimini tamamlayarak 1904’te Bahriye Erkan-ı Harp subayı oldu. 1909’da kurulan Donama-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu ve ikinci başkanlık görevini üstlendi. Cemiyetin Osmanlı donanması için almak istediği nakliye gemilerini almak üzere Liverpool’e gönderildiğinde eğitimini tamamladı ve çok iyi düzeyde İngilizce öğrendi. İngiltere’de bulunduğu dönemde Türkiye aleyhine yapılan propagandalara karşı çalıştı; Liverpool Times gazetesinde çeşitli makaleleri yayımlandı.
    YÜZBAŞIYKEN İSTİFA ETTİ
    Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa edip siyasete atılmaya karar verdi. İttihat ve Terakki aleyhtarı görüşlere sahipti. 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Trabzon mebusu seçildi. İstanbul’un işgalinden sonra Meclis-i Mebusan’ın kendini feshetmesi üzerine Ankara’ya giderek ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Trabzon milletvekili olarak girdi.
    İÇKİ YASAĞI İÇİN YASA TEKLİFİ VERDİ
    Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın milli mücadeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni’ne katıldı ve bu encümenin bir üyesi olarak civar illeri gezdi. Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Birinci Grup’a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup’un liderlerinden biri oldu. 28 Nisan 1920’de içki yasağı konusunda meclise yasa teklifi verdi ve yasalaşması için büyük çaba sarf etti.
    ATATÜRK VE İNÖNÜ’YE MUHALEFET ETTİ
    İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal’in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı. 68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa’nın hariciyeci olmadığı için Lozan’da acemice işler yaptığını ve TBMM’nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdüğünü savundu. Lozan’da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM’ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi.
    HALİFELİĞİN KALDIRILMASINA KARŞI ÇIKTI
    1923’te, başta Halifeliğin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda ‘Halk Fırkası’ grubuna şiddetle muhalefet etti. 27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal’in özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından öldürüldü. Ali Şükrü Bey’in cenazesi Hacı Bayram Camii’nde cenaze namazının ardından Trabzon’a gönderilmiş ve Boztepe’de defnedilmiştir.
    NASIL ÖLDÜRÜLDÜ?
    Ali Şükrü Bey, 27 Mart’ta ortadan kayboldu. Kardeşi 3 gün sonra aranması için Bakanlar Kurulu’na başvurdu. Ankara’nın Mühye köyü civarında cesedi bulunan Ali Şükrü Bey’in boğularak öldürüldüğü anlaşıldı. Meclise katillerin meclis kapısı önünde asılarak teşhiri için yasa teklifi verildi. Cinayeti araştırmak üzere kurulan komisyon, Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’ın Ankara’da, Papazınbağı’ndaki evinde öldürdüğünü tespit etti. Teslim olmayı kabul etmeyen Topal Osman, 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece Muhafız Taburu jandarmaları ile kendi adamları arasında yaşanan çatışmada yaralı olarak ele geçirildi; hastaneye götürülürken yolda öldü. Başı kesilerek defnedildi. Ancak Ali Şükrü’nün katillerinin meclis önünde asılması teklifi yasalaştığı için Topal Osman’ın başsız cesedi daha sonradan mezardan çıkarılarak ayağından darağacına asıldı.
    POSTA ÖZEL
    ozan’da Atatürk’e Karşı Çıkan,Trabzon Mebusu Ali Şükrü Nasıl öldürüldü? VİDEO

    Lozan Barış Görüşmeleri’nde Türk heyetinin başındaki İsmet İnönü’nün hariciyeci olmamasını sert şekilde eleştirdiği gibi, Meclis çalışmalarını engelleyerek Mustafa Kemal’in tepesini iyice attırır. Hatta 6 Mart 1923 tarihli oturumda Mustafa Kemal’le birbirlerinin üzerine yürürler. Mustafa Kemal’in bir oldubittiyle bu ilk Meclis’i feshederek seçimlere gitmeye karar verdiği günlerde Ali Şükrü Bey birden ortadan
    Ali Şükrü Bey’i Kim, Neden ve Nasıl Öldürdü?

    İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold 3 Nisan 1923 tarihinde hükümetine gönderdiği raporda, “Barış için çok istekli bulunan Mustafa Kemal, kendi programını destekleyen bir Meclis oluşturabilirse, barış şansı artacak” diyordu (Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992-2005, cilt 5, sayfa 166-172).

    Bu çerçevede Birinci Meclis lâğvedilip İkinci Meclis oluşturulmuş, tüm muhalifler Meclis dışı bırakılmış, yine de Mustafa Kemal’ın arzuladığı “Kız gibi” bir meclis olmamıştı (dünkü yazımız).

    Meselâ Mersin Milletvekili Niyazi Bey’in (Ramazanoğlu) Lozan’da verilenlere şiddetle itirazı vardı. Uzun konuşmasında eleştirilerini özetledikten sonra, sözlerini şöyle tamamlıyordu:

    “Bu muahedename (Lozan) bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür (kabul edilmesi imkânsızdır). Hepinizin hissiyatı-na ve teessürlerine vâkıfım. Hepiniz de benim hissiyatıma iştirak edersiniz. Benimle hemhissiniz. Hemdertsiniz, ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum. Siz teessürünüzü ne şekilde iblâğ ederseniz edi-niz.”(TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 223 – 233).

    “Efendiler!.. Önümüzde bir muahe-dename vardır. Zannediliyor mu ki bu Muahedename amali milliyemizi (milli emellerimizi) tamamen tatmin ediyor? Zannedili-yor mu ki, bu Muahedename Millî hudutlarımız dâhilinde bu devlete bir istiklâli tam veriyor?”

    “Necib Bey (Mardin):Hayır, vermemiş-tir.”

    “Niyazi Bey (Devamla): Herhangi bir şe-yi, herhangi bir eseri bütün fevaidi ve bütün mehaziri ile beraber tetkik edelim. Zannederim ki, arkadaşlarımızın bir kısmı sırf Muahedenamenin heyeti umumiyesiyle meşgul oldukların-dan ve Sevr projesiyle mukayese ettiklerinden dolayı fazla alkışlıyorlar (Ne garip bir tecelli: Bugün de Sevr’le mukayese edenler zafer naraları atıyor)…

    “Esad Efendi (Menteşe): Antakya, Trakya kan ağlıyor…”

    “Necib Bey (Mardin): Cenub hudutları ke-za…”

    “Niyazi Bey (Devamla): Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve bütün kıta üzerindeki hukuku-muzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor. Siz ki, efendiler! Bunlar için çok defa çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs de-diniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne ka-dar uğraştı. Efendiler! Yalnız bu kadar da de-ğil; Muahedename dünkü bir imparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistin’den–Musul hariç olmak üzere–Irak’tan, Suriye’den ve bü-tün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor… Bizim de umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi defa tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âle-me ilân ettiğimiz Misak-ı Millî’nin başlıca noktası bu değil miydi?.. Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri-ki, Fransa Hükümeti tarafından ahi-ren neşredilmiş bulunan “Sarı kitap”taki zabıt-namelerde mündemiçti-Birinci Lozan Konferansı’nın 23 Kânunusani 1923 tarihli Celsesinde bu-yurmamışlar mı idi ki, “Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun herhangi bir kısmı üzerinde hiçbir devletin mandasını tanımıyoruz.” Halbuki efen-diler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni dü-şündürüyor: “Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üze-rinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerinde-ki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir- her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini be-yan eyler. Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve ka-tiyen kabul edemem. Bizden ayrılan memleket-ler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.

    Sonra efendiler; bu Muahedename bizden imparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksa-mının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; bilhassa kemali teessürle söylerim ki, aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor…

    “Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür… Ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum.”(TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 223 – 233).

    Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu söylemiyor mu?

    Yarın inşallah daha şaşırtıcı bir şey söyleyeceğim.

    Yavuz Bahadıroğlu/YeniAkit-5 Ekim-2016
    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi Lozan çıkışının yansımaları devam ederken Türkiye tarafından yapılması planlanan Musul operasyonu vesilesiyle Lozan bir kere daha gündeme geldi. Yani tarihi gerçekler, Türkiye’nin peşini bırakmıyor ve bizi arkasından sürüklüyor..
    Türkiye ile Irak arasındaki hudut problemleri Ankara Anlaşması ile 1926 yılında çözüme kavuşturuldu. Yani Misak-ı Milli toraklarının çok önemli bazı parçaları bu antlaşma ile elimizden çıkartıldı. Ankara Antlaşması’nın 5 Haziran 1926 tarihinde,“Türkiye ve Irak arasındaki siyasi sınırları belirlemek ve komşuluk münasebetlerini düzenlemek amacıyla”imzalandığı söylenir. Konuşulan, Türkiye-Irak sınırı. Ancak Antlaşma Türkiye ile İngiltere arasında imzalanıyor. Çünkü Irak’ın esas patronu İngiltere. Ankara’yı arkadan yönlendiren irada de Londra..
    Düzmece hikayeler, sahte önderler, karalanan kahramanlar üzerinden anlatılan 20. yüzyıl tarihini yenibaştan gerçek belgelere dayalı olarak yazmak ve o dönemdeki olayları gerçek tarihe göre değerlendirmek gerekiyor.
    Bu noktada ışık tutacağı umuduyla son günlerde yeniden alevlenen Lozan gerçeğini göstermesi bakımından bir belgeyi hatırlatmak istiyoruz. Sadece bu belgeye bakıldığında bile Lozan’ın ne büyük bir kayıp, ne vahim bir hezimet olduğu idrak edilecektir.
    24 Temmuz 1923’te İsmet Bey, Türkiye’yi Londra’ya bağlayan teslimiyet senedini imzalamış ancak millete, bu teslimiyet senedi, Türkiye’nin tapu senedi gibi pazarlanmaya çalışılıyordu. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için TBMM’nin onaylaması gerekiyordu. Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923’te II.TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
    Ancak ülkeyi işgalci ülkelere peşkeş çeken Lozan Antlaşması’nın TBMM’de tartışılması, genel itibariyle dolaylı“atamayla” oluşturulmuş II. Meclis’te bile çetin mücadelelere ve itirazlara yol açtı.
    Burada, sadece, daha sonra “Ramazanoğlu” soyadını alacak olan Mersin Milletvekili Niyazi Bey’in, Lozan Antlaşmasını TBMM’deki konuşmalarıyla paramparça eden ve reddeden o tarihi itirazına yer vereceğiz.
    Kaynak, TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cilt 1. Tarih Lozan Antlaşması’nın TBMM’de kabulünden 3 gün evveli, 21 Ağustos 1923. Bu veciz konuşmayı, doğallığını bozmadan, günümüz Türkçesi’ne sadeleştirmeden aktarıyoruz.
    Niyazi Bey itirazlarını sıralıyor ve devamla şöyle haykırıyor. İbretle ve hayretle dinleyelim:
    “Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve bütün kıta üzerindeki hukukumuzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor.”“Siz ki, efendiler! Bunlar için çok defa çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs dediniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne kadar uğraştı.”
    “Efendiler! Yalnız bu kadar da değil; Muahedename dünkü bir imparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistin’den–Musul hariç olmak üzere–Irak’tan, Suriye’den ve bütün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor… Bizim de umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi defa tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âleme ilân ettiğimiz Misakı Millî’nin başlıca noktası bu değil miydi?.. Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri ki, Fransa Hükümeti tarafından ahiren neşredilmiş bulunan “Sarı kitap”taki zabıtnamelerde mündemiçti.”“Birinci Lozan Konferansı’nın 23 Kânunusani 1923 tarihli Celsesinde buyurmamışlar mı idi ki, “ESKİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN HERHANGİ BİR KISMI ÜZERİNDE HİÇBİR DEVLETİN MANDASINI TANIMIYORUZ.”Halbuki efendiler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni düşündürüyor: “Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üzerinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerindeki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler.”“Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve katiyen kabul edemem. Bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.”
    “Sonra efendiler; bu Muahedename bizden imparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksamının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; bilhassa kemali teessürle söylerim ki, aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor…”
    “Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür… Ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum.”
    ‹› Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi Lozan çıkışının yansımaları devam ederken Türkiye tarafından yapılması planlanan Musul operasyonu vesilesiyle Lozan bir kere daha gündeme geldi. Yani tarihi gerçekler, Türkiye’nin peşini bırakmıyor ve bizi arkasından sürüklüyor..
    Türkiye ile Irak arasındaki hudut problemleri Ankara Anlaşması ile 1926 yılında çözüme kavuşturuldu. Yani Misak-ı Milli toraklarının çok önemli bazı parçaları bu antlaşma ile elimizden çıkartıldı. Ankara Antlaşması’nın 5 Haziran 1926 tarihinde,“Türkiye ve Irak arasındaki siyasi sınırları belirlemek ve komşuluk münasebetlerini düzenlemek amacıyla”imzalandığı söylenir. Konuşulan, Türkiye-Irak sınırı. Ancak Antlaşma Türkiye ile İngiltere arasında imzalanıyor. Çünkü Irak’ın esas patronu İngiltere. Ankara’yı arkadan yönlendiren irada de Londra..
    Düzmece hikayeler, sahte önderler, karalanan kahramanlar üzerinden anlatılan 20. yüzyıl tarihini yenibaştan gerçek belgelere dayalı olarak yazmak ve o dönemdeki olayları gerçek tarihe göre değerlendirmek gerekiyor.

    Bu noktada ışık tutacağı umuduyla son günlerde yeniden alevlenen Lozan gerçeğini göstermesi bakımından bir belgeyi hatırlatmak istiyoruz. Sadece bu belgeye bakıldığında bile Lozan’ın ne büyük bir kayıp, ne vahim bir hezimet olduğu idrak edilecektir.

    24 Temmuz 1923’te İsmet Bey, Türkiye’yi Londra’ya bağlayan teslimiyet senedini imzalamış ancak millete, bu teslimiyet senedi, Türkiye’nin tapu senedi gibi pazarlanmaya çalışılıyordu. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için TBMM’nin onaylaması gerekiyordu. Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923’te II.TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.

    Ancak ülkeyi işgalci ülkelere peşkeş çeken Lozan Antlaşması’nın TBMM’de tartışılması, genel itibariyle dolaylı“atamayla” oluşturulmuş II. Meclis’te bile çetin mücadelelere ve itirazlara yol açtı.

    Burada, sadece, daha sonra “Ramazanoğlu” soyadını alacak olan Mersin Milletvekili Niyazi Bey’in, Lozan Antlaşmasını TBMM’deki konuşmalarıyla paramparça eden ve reddeden o tarihi itirazına yer vereceğiz.

    Kaynak, TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cilt 1. Tarih Lozan Antlaşması’nın TBMM’de kabulünden 3 gün evveli, 21 Ağustos 1923. Bu veciz konuşmayı, doğallığını bozmadan, günümüz Türkçesi’ne sadeleştirmeden aktarıyoruz.

    Niyazi Bey itirazlarını sıralıyor ve devamla şöyle haykırıyor. İbretle ve hayretle dinleyelim:

    “Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve bütün kıta üzerindeki hukukumuzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor.”

    “Siz ki, efendiler! Bunlar için çok defa çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs dediniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne kadar uğraştı.”

    “Efendiler! Yalnız bu kadar da değil; Muahedename dünkü bir imparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistin’den–Musul hariç olmak üzere–Irak’tan, Suriye’den ve bütün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor… Bizim de umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi defa tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âleme ilân ettiğimiz Misakı Millî’nin başlıca noktası bu değil miydi?.. Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri ki, Fransa Hükümeti tarafından ahiren neşredilmiş bulunan “Sarı kitap”taki zabıtnamelerde mündemiçti.”

    “Birinci Lozan Konferansı’nın 23 Kânunusani 1923 tarihli Celsesinde buyurmamışlar mı idi ki, “ESKİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN HERHANGİ BİR KISMI ÜZERİNDE HİÇBİR DEVLETİN MANDASINI TANIMIYORUZ.”

    Halbuki efendiler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni düşündürüyor: “Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üzerinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerindeki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler.”
    “Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve katiyen kabul edemem. Bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.”
    “Sonra efendiler; bu Muahedename bizden imparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksamının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; bilhassa kemali teessürle söylerim ki, aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor…”
    “Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür… Ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum.”Alper TAN06.10.2016
    REDDİ MİRAS OLAN İNKILAPLARIN EN ZARARLILARI 1 Cİ ZARARLISI HİLAFETİN İLGASI 2 CİSİ HARF İNKILABI 3.CÜSÜ AİLENİN PARCALANMASI VE KADININ AR HAYA DAMARININ CATLATILMASI İÇİN BİRİNCİ VAZİFESİNİ TERK EDİLEREK DIŞARI CIKARILMASI UTANILACAK VAZİYETLE MERDİKIPTA EDİLMEZ AİLE MAHKMELERİNİN İCADI YÜKSELDİK SANIYORLAR ALCALDIKCA TAVANA HADİS DİR DİNİN YARISI SAYILAN EVLİLİĞİN ZITTI BOŞANMANIN COGALMASI DİNİ VE MİLLİ BÜNYEYE ZIT AİLENİN PARCALANMASININ ÖDÜLLENDİRİLMESİ KADINLARIN CIGRINDAN CIKARILMASI BALTANINI SAPININ DA BİZDEN OLMASI BATILI HAYAT TARZININ PERCİNLEŞTİRİLMESİNİ HESABINI MAHŞERDE NASIL VERECEKSİNİZ…???!!!!

  129. Yazan:Mustafa Bahadır FİDAN CEP 0505 240 49 48 Tarih: Ara 13, 2017 | Reply

    5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun Mecliste kabulü sırasında yapılan konuşmalardan aktarıyoruz:

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    Adana Milletvekili Sinan Tekelioğlu:

    “Bu kanun, hürriyet-i kelamı tamamıyla selbetmektedir (fikir açıklama hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaktadır). Mesela yarın, üniversitede inkılap tarihi okutan bir hoca Atatürk’ün nutkunun haricinde bir şeyler söylerse mes’ul tutulacak mıdır?”

    Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:

    “Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyettedir.”

    Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:

    “Fevkalbeşer ve layuhti (insanüstü ve hatasız) bir kimsenin olacağına inanmıyoruz. Binaenaleyh, M. Kemal Paşanın idari, içtimai, siyasi hataları bulunduğunu söylemek ve yazmak, demokratik rejimi benimsemiş olanlar arasında tabii bir hak olmak lazım gelir. Bu kanun, Atatürk’ün ef’al ve icraatı ve şahsı hakkında yazılan bazı şeyleri savcının hakk-ı takdirine bırakmak suretiyle tecavüzkar, hakaretamiz ve tezyifkar bularak cezalandırmayi kastediyor. Vatandaşı sarih ve doğru mütalaadan mahrum bırakmak suretiyle hakk-ı kelamının milletten kısmen de olsa nez’ini (alınmasını) istiyor. Teessürle söylüyorum ki, 27 senelik devirde riyakar birçok yazarlar, hatipler, şairler milletin gösterdiği feragat ve kahramanlığa hemen hiç kıymet vermeyerek tek şahıs için uluhiyete kadar yükselen kasideleriyle gençliğe birçok yanlış kanaatler, hakikate uymayan fikirler aksettirmişlerdir. Bu kanunla tek parti rejiminin ve bu zihniyetin antidemokratikliğinin ortaya çıkmasına mani olunacaktır. Birçok hakaik-i tarihiye (tarihi hakikatler) ketmedilmiş (gizlenmiş) veya tahrif edilmiştir. Bu kanun ensal-i atiyeyi (gelecek nesilleri), pek çok dersler verecek, inkılaplara ve tecdid (yenilik) devrine dair bitaraf (tarafsız) yazılardan mahrum bırakacaktır. Halbuki Atatürk’ün hizmetleriyle beraber hem hatalarının, hem de noksanlarının millete açıkça anlatılması bir hizmet-i vataniyedir.”
    https://tr.wordpress.com/
    Isparta Milletvekili Said Bilgiç:

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.
    “M. Kemal bir melek değildir. Onun da beşeri zaafları vardır. Halbuki böyle bir nokta üzerinde duracak bir tarihçi, bu kanuna istinaden cezalandırılabilecektir. “Kemalist rejim” deniyor. Türkiye devletinin idare şekli cumhuriyettir. Kemalist devlet tabirinden ne anlaşıldığı merak-ı mucibdir. Türkiye’nin idare şekli olan cumhuriyetin, tek parti, tek şef ve ısmarlama meclis devrinin cumhuriyetiyle bir alakası yoktur. Rejimlerin şahıslara izafesi ancak faşistlere yaraşır.”

    Izmir Milletvekili Halide Edip Adıvar:

    “Bu kanun, tarihten önce Asurilerin, Babillilerin insanları putlaştırdığı gibi, Atatürk’ü putlaştırmak istiyor. Atatürk’ü put haline koyan bu kanun, inkılapları adeta mütehase (fosil) haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.”

    Nokta dergisi soruyor:

    Halide Edip, Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal’i desteklemişken savaş sonrasında şiddetle karşı çıkıyor. Neden?

    Cevap:

    “Uzaktan Mustafa Kemal’e yakındı, yaklaşınca uzaklaştı. Çünkü, Mustafa Kemal başlangıçta yapay bir kahramandı. Mütareke zamanında böyle bir kahramana ihtiyaç vardı. Bazı eller Mustafa Kemal’i ön plana itti. O zamana kadar Mustafa Kemal fazla bilinmeyen bir kişi olduğu için herkes M. Kemal’de görmek istediğini gördü.[1]

    ***

    “Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.

  130. Yazan:Sefer Aytekin Tarih: Kas 6, 2018 | Reply

    Artık neye inanacağımızı bilemez olduk. Tek bildiğimiz götürünün getiriden milyarlarca kat çok olduğu.

  131. Yazan:Ahmet Senturk Tarih: Kas 1, 2019 | Reply

    Herkese Selam,
    Uzun uzadiya, kelimeleri secerek cok guzel cumlelerle yazmayacagim. Buna vaktim de hic yok, sabrim da.!Soru sorarak, saibelere dikkat cekmek istitorum.!
    Istanbul Ingilizlerler tarafindan isgal altindayken M. Kemal’in Anadolu’dan gelip direk olarak Palas oteline gitmesi bana gore bir ihanettir.!
    Hem Ankara’da hem Selanik’te veya baska yerlerde bircok Ingiliz ajanlariyla gorusmeleri nasil aciklanabilir.?! Bu da basli basina bir ihanettir.!
    Filistin’de 7. kolordu komutani iken savastan kacip orada diger ordularimizin sahadetine sebebiyet vermesi ayri bir ihanettir.
    Kisa geciyorum.!
    Gelelim diger konulara.!
    M.Kemal Selanik’te Semsi Efendi mektebine gitmis ve bu mektep sabataistlerin ve musevilerin okulu Simon Zwi mektebi ve bir Muslumanin bir yahudi mektebine gidebilmesi o zamanlar asla mumkun degilken bu nasil olabiliyordu?!
    M. Kemal’in hatirladigim 4 kardesi daha var ve biri gencken vefat etmis.! Diger kardeslerinin cocuklari mutlaka vardir. Bir sulelenin 60 yilda yok olamayacagini dusunursek M.Kemalin diger akrabalari nerededir.!?
    Belki sizlere biraz tuhaf gelecek ancak Hem Nuri Pasa, hem Halil Kut Pasa, hem de Enver Pasa degisik cephelerde Ingilizleri maglup etmis komutanlar. Tum bu komutanlar M.Kemal tarafindan ulkemize sokulmamis ve surgun edilmisler.Acep bu 3 komutanin da ingilizsever M. Kemal tarafindan surgun edilmeleri Ingilizleri bozguna ugrattiklarindan dolayi olabilir mi.!?
    Gelelim yalanlara.!
    Kurtulus savasinda yunani denize duktuk meselesi tamamen yalandir.! Sakrya’da ve diger cephelerde yunanla savastik ve maglup ettik dogrudur ancak Turk ordusu Izmir’e girmeden iki gun once yunan Izmir’i yakip terketmisti zaten.!
    Kirik dokuk denilen! Bandirma vapuru ile Samsun’a giden M.Kemal’in yaninda 20’den fazla komutan vardi bu neden yillarca saklandi.?! Ayrica Sultan Vahideddinle gorusup gittigi bugun gunyuzune cikarildi., Ayrica Ingilizlerin isgal komutani Bennett’ten de izin alip gittigi asikar. Tum bunlar neden halktan bir omur boyu saklandi.!?
    Devrimler zaten basli basina bir felaketti.! Vakit darligindan bu konuya deginmeyecegim.
    Soyadi kanunu ise tam anlamiyla bugunun bile cok kotu sonuclari olan bir konu. Tum gayrimuslimler hangi hakla Turk isimleri soyisimleri aldi.?! Dedigim gibi bugun ona hain buna hain dememizin bir nedeni de budur.! Cunku kim Turk kim degil bilinmiyor. Kamufle olmuslar. It izi at izine karismis.!
    Turk dil Kurumunun basina bir ermeni olan fakat soyadi “Dilacar”! olan sahis neden getirildi. Milli egitim bakanligi ve diger bircok kurum neden sabataistlere teslim edildi.?!
    Milli sairimiz M. Akif Ersoy nicin surgune gitmek zorunda birakildi.!?
    Okullarda bize ogretilen kanraman! ittihatcilar neden bugun hain olarak gorulmekte.! M. Kemal de bir ittihatci veya Genc Turkler mensubu iken neden sonradan inkar edildi. ( O 1906’da ayrildi diyorlar!!
    Inanin vaktim yok fazla uzatamayacagim.
    Uzun sozun kisasi; tum bunlar net bir sekilde acikliga kavusmadikca M. Kemal benim gozumde hain yaftasi yemekten kurtulamiyor.!
    Daha sayabilecegim sayisiz saibe ve ihanet var ancak vaktim dar. Kalin saglicakla.

  132. Yazan:muhsin Tarih: Mar 2, 2020 | Reply

    çok fazla hayal perestsin buyazdıklarına sen bile inanmıyorsunki başkalarının inanmasını saglayasın ayıptır dindar birsiysen eger yaptıgın sey kul hakkına girer devletçi biriysen eger sen bu ülke vatandaşı degilsin yazdıgın yazı devlet büyüklerine saygısızlıktır ihftira fitne adına ne dersen de ne islam dininde yeri var nede medini hayatta yeri var sizi şiddetle kınıyorum…

  133. Yazan:Ali Tarih: Tem 27, 2020 | Reply

    Aslında hazmedilemeyen, TÜRK milletini yücelten onurlandıran bir ulu onderi kalplerden cikaramamak, onun maglup ettigi ermeni rum ve tüm TÜRK dusmanlarinin intikam ateşi,yine kanla irfanla kurulan bir yurt toprağına goz dikmeleri, entrikalarla devleti ele gecirmeye çalışan bu zümre yine istiyorlar ki osmanlının son 250 senesinde ki gibi TÜRK aşağılansın hor görülsün TÜRK olduğunu bile soylemekten çekinsin,yaklaşık5 yil istambul da ingilizleein esaretinde yaşayan milletten soz eden yok,ramazanda camilerin mahyalarinda ingiliz kralicesine ovgu yazilarini dile hic getirmezler,mesala6. Mehmed vahdettinin ingilizlere apt yapilmasi icin sattigi camiden soz etmeleri soz konusu bile degildir,cunku bilir lerki o ingilizce yazan mahyaları indiren satilan camiyi satisini iptal eden onaran hizmete sokan kisi mustafa kemal dir,ne yaparlarsa yapsinlar bu ulusu ayaklar altindan kaldiran onurlandiran bu yuce kisilik kalbi tertemiz insanlarin icine islemis namus ozgurluk din iman vatan imkanlarini saglayan bu essiz sahsiyet ve onunla birlikte hayatlarini feda eden tum sevgililere aşk ile bağlanmıştır, günümüzde dunyada ki tüm TÜRK ulusunun tek yolbaşı kutlu onderi Gazi mareşal mustafa kemal i sevmeyenlerin sesleri ayrica gurur verir bizlere. Bir TÜRK atasözü derki… Arkasindan 40 kopek havlamayan kurt kurt degildir. Onun tum TÜRK leri onurlandiran düşmanlarını kahreden sözüyle noktayı koyalım. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…

  134. Yazan:Selim Tarih: Ağu 30, 2020 | Reply

    İngiliz dostluğu en güzel abdülhamit yaptı. Önce osmanlı donanmasını zayıflattı sonrada ruslara karşı sıkıştığında ingiliz dostundan yardım istedi ve ingiliz donanmasını boğazlara soktu. İşgal zamanı bu yüzden ingilizler yabancılık çekmedi. O dostluğa karşılıkta kıbrıs sözde emaneten ingizliz dostuna verildi. Ama hala ingiliz kıbrısta.

  135. Yazan:Selim Tarih: Ağu 30, 2020 | Reply

    Batılı hayat tarzını 2.mahmut başlattı.ilk genelevler ne zaman açılmış hangi padişahta ruhsat vermiş.hangi padişahlar içki fabrikası kurmuş. Halk bitten pireden yoksulluktan kırılırken hangi padişahlar fransadan giyiniyormuş.

  136. Yazan:Kerem Tarih: Kas 25, 2020 | Reply

    Mustafa Kemal’in, Ward Price ile yaptığı konuşmayı bir istihbarat faaliyeti olarak gören arkadaşlar var. Lütfen kendi kafanıza göre konuşmayın!!! Nablus meydan muharebesi dönüşünde halepten çektiği telgrafda “ingilizler ile anlaşmaktan başka çaremiz yoktur” diyen Mustafa Kemal, döner dönmez 1 gün sonra İngiliz işgal komutanlarının da kaldığı Pera Palas otelde gazeteci kılığında “İNGİLİZ İSTİHBARAT ELEMANI\MUHBİRİ” ile böyle bir görüşme yapıyor. Akıl var mantık var yıl 1918 mondros imzalanalı 15 gün olmuş, yenilgi kabul edilmiş, ortada bir direniş yok, kapıda gelmesi beklenilen bir muahedename var bu konjonkturde neyin istihbaratı? Neyin ajanlığı?? Bu iddiayı bulunan arkadaşlara kemalist tarihçi Yalçın Küçük masal anlatıyorsunuz diyor… Yalçın Küçük Gizli Tarih Kitabından alıntı; “”Eğer Gazeteci Price’a, Price’in ileri sürdüklerini söylemişse, bunu, işgalcileri kandırmak niyeti ile izah edemeyiz. 1918 yılında bir Türk Generali’nin, işgalcileri kandırmaya ihtiyacı olduğunu hükmetmek mantıka mugayyirdir. Kim bilebilir, en az bir yıl sonra, Erzurum’a bir komutan gönderilecek ve Kemal Paşa’ya nasip olacak; böyle bir tarih yazımı düşünemeyiz. Aynı şekilde, Ankara’da bir muvakkat hükümet başkanının, İstanbul’dan gelen bir eski şeyhülislama, Ankara’daki komutanların, bir silahtan çıkmış mermiler misali aynı olduklarını göstermek ihtiyacını duyduğunu da kabul edemeyiz. Çünkü böyle bir ihtiyaç yoktur. Üstelik, İsmet Paşa’nın bu ihtiyaçtan hiç haberi olmadığını da öğreniyoruz.”” Çarşı pazar boydan boya açın okuyun.

  137. Yazan:tarihçi Tarih: Oca 9, 2021 | Reply

    ingiliz valisi olmak isteseydi o kadar savaşa gerek kalmazdı herhalde bu ne saçma yazı

  138. Yazan:tester Tarih: Eki 31, 2024 | Reply

    oyleydi zaten kendisinin mi ilan etmesi lazim ozgurluk kisvesine giydirmedne uzun surmuyor cine de yapmaya calisti aptal milletler diger turlu cabuk uyaniyor hindi beyinli turkler mesela daha iki yuzyil ayni ozurlulugu surdurebilir

  1. 7 Trackback(s)

  2. Tem 26, 2010: Türk ordusu neden (artık) darbe yapamıyor? (Darbe Tekniği - Curzio Malaparte) : Derin Düşünce
  3. Ağu 10, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  4. Ağu 17, 2010: Son 30 günde en çok okunan ve yorumlananlar : Derin Düşünce
  5. Ağu 29, 2010: Son 90 günde en çok okunan ve yorumlananlar : Derin Düşünce
  6. Eki 15, 2010: Son 90 günde en çok okunan ve tartışılan yazılar : Derin Düşünce
  7. Nis 27, 2012: Her 27 Nisanın bir de 28 Nisanı vardır… : Derin Düşünce
  8. Ara 12, 2012: Son 12 ayda en çok okunan 40 sayfa

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin