Darbeciler neden (artık) darbe yapamıyor? (Darbe Tekniği – Curzio Malaparte)
By Mehmet Yılmaz on Tem 26, 2010 in darbe, Ergenekon Nedir?, Kitap Sohbeti, Özgürlükler
Hiç bir yeri işgâl edemeyecek kadar beceriksiz ordular kendi ülkelerini işgâl edip ganimet toplarlar. Budur darbe. Geniş çaplı bir silahlı soygundur. Bu kanlı soygunu başarabilmek için de ülke içinde ve dışında her güçle suç ortaklığı yapar darbeciler. Fakat darbe bile yapamayacak kadar beceriksiz ordular ne yaparlar? Sarıkız? Ayışığı?
Uzun zamandır bahsetmek istediğim kitaplardan biri Darbe tekniği (1) :
“Bu kitaptan nefret ediyorum. Bütün kalbimle nefret ediyorum. Bana şöhret getirdi. Adına şöhret dediğimiz o değersiz şeyin kaynağı olan bu kitap aynı zamanda bütün dertlerimin de kaynağı oldu. Aylarca hapiste kaldım. Polisten eziyet ve taciz gördüm. Arkadaşlarımın ihanetine uğradım….”
Böyle diyor Malaparte kendi kitabı hakkında. İyi ama neden bu kadar çok belayı üzerine çekti? Ne yazıyor bu kitapta? Kanaatimce yazarın suçu(!) fazla açık sözlü, fazla tarafsız ve fazla öğretici olması: “Modern bir devlet nasıl ele geçirilir ve muhtemel bir darbe girişimine karşı hükümet nasıl korunur?” Kitabın konusu bu. Ne bir ideoloji, ne sınıf kavgası, ne üstün ırk, ne kapitalizm, ne emperyalizm.
İşte tam da bu yüzden bu minnacık kitap bizi ilgilendiriyor. Türkiye’de olup bitenlere, başbakan asmalara, başarısız darbelere, andıçlara, Gülen Cemaatinin devlete, özellikle de polise “sızmasına” ışık tutuyor.
Kitabın yazarı Curzio Malaparte (ki gerçek adı Kurt Erich Suckert) İtalya’nın Toskana bölgesinde Alman bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Malaparte’nin hayatı (1898-1957) adeta düşmüş bir uçağın kara kutusu gibi. 1900’lerin Avrupa’sının ulus-devlet kavgasının tam göbeğinde yaşıyor yazar. Etnik farkların, ulusal sınırların, faşizmin kan gölüne çevirdiği bu yıllar Malaparte’yi ve düşüncelerini savuruyor ordan oraya: Toskanalılar arasında büyüyor, 16 yaşında Fransız ordusuna katılıyor, bir de madalya kazanıyor. 1918 baharında kimyasal silahlarla akciğeri sakatlanıyor. Diplomaside kısa bir durak, Versailles Barış konferansına katılıyor. 1921’de İtalya’ya dönerek Faşist Parti’ye (Partito Nazionale Fascista) katılıyor. Sosyalist fikirlerine ve askerî cesaretine aldandığı Mussolini ile “kapışması” gecikmiyor… Hikâye uzun. Ama Malaparte hep doğru yerde ve doğru zamanda bulunuyor. “Modern” devletlerdeki başarılı ve başarısız hükümet darbelerini gölge gibi izliyor yazarımız: Polonya, Fransa, İtalya, Almanya…
Tabi “modern devlet” derken 1930’lerdeki modernliği anlamak gerek. Demiryolları, telgraf ve fabrikalarla, işçisi, mühendisiyle endüstrileşmiş “modern” devletler söz konusu. Endüstrileşme çok büyük önem taşıyor zira dev bir makineye dönüşmüş olan bu ülkelerde halkın “karnının doyması” tarım toplumlarına kıyasla çok daha merkezî bir yapı sayesinde gerçekleşiyor. Bürokrasi, devletin demir yolları, devletin postası, devletin ordusu… 1930’lardaki “olgunlaşma” ile doruk noktasına varan Avrupa tarzı ulus-devlet modeli özünde dönemin teknolojisiyle de doğrudan ilişkili.
- Milyonlarca işçiyi bir günde askere çeviren makineli tüfek ve top,
- Büyük birlikleri eşgüdüm içinde hareket ettirmeyi sağlayan tren ve telgraf,
- “Ulus bilinci” denen propagandanın önünü açan matbaa ve ulusal gazeteler,
- Azınlık dilleri yasaklanırken ulusal dillerin zorunlu olması,
- Zorunlu askerlik,
- Grev yapan işçilerin öldürülmesi…
Bütün bunlar bir kaç asıra yayılan ve iki dünya savaşıyla neticelenen bir fikrî ve vicdanî dekorun parçaları. Ne yazık ki Türkiye’ye de bulaştı bu “Frenk” hastalığı ve 1915 Ermeni katliamı, 1938 Dersim katliamı gibi faciaları mümkün kıldı. (İlgilenen okurlarımız “ Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu” isimli kitabımızda hem Avrupa açısından hem de Türkiye açısından detaylı bilgi bulabilirler)
Darbe nasıl yapılır?
1917 Devrimi’nin önde gelen isimlerinden biri Lev Troçki (Лев Давидович Троцкий). Bu kitabın da belki en önemli kişisi, anahtarı. Troçki’nin darbe teorisi çok net bir biçimde anlatılıyor kitapta:
“Darbe politik değil teknik bir iştir. Sınırlı bir alanda, devletin hayatî organlarına dosdoğru ve sert bir şekilde vuracak teknisyenler gerekir. Dolayısıyla darbeyi mümkün kılmak sosyal ve politik çabalarla olmaz. Organizasyon, taktik ve teknik bilgi ister.”
Potemkin Zırhlısı gibi propaganda filmlerinin etkisindeki zihnimiz 1917 devrimini bir halk ayaklanması, geniş halk yığınlarının başarısı gibi görür ama Malaparte’nin gözünde hadise çok daha “teknik”. Troçki Moskova’yı küçük bölgelere ayırmış ve stratejik noktalar belirlemiştir. Tren garları, elektrik, gaz dağıtım merkezleri, telgraf büroları… Kısaca devletin işlemesini sağlayan her şey. Plan nispeten basittir. Bu stratejik noktaları ele geçirmek, devleti durdurmak, darbeyi yapan ekibin (kendini ispat etmek) istediği anda yeniden işletmek. Böylece “yeni hükümeti” halkın gözünde meşru, devrilen hükümeti ise beceriksiz ve hain göstermek. (Bilmiyorum Atatürk’ün İngilizler hesabına çalışmak istemesi ve Vahdettin’in “hainliği” ile ne derecede örtüşür?)
Moskova’da darbe hazırlıklarının kokusunu alan güvenlik güçleri elbette alarma geçmişler ama bürokrasi kendisinin vazgeçilmez olduğundan o kadar emin ki savunma hatları Troçki’nin stratejik noktalarında kurulmuyor. Bunun yerine meclisi, bakanlar kurulunu, önemli yöneticileri vs korumaya çalışıyorlar. Yani devlet makinesi değil de devlet memurları koruma altında.
Sonuç malum. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Stalin bu dönemde Troçki’nin metodunu çok iyi gözlemliyor ve kendi başa geçtiği zaman böylesi “teknik” darbeleri durduracak önlemler koyuyor uygulamaya.
Aslında önemli ayrıntılar saymakla bitecek gibi değil. Kitabı okurken önemli gördüğüm yerlerin altını çizmeye başlamıştım ama bir zaman sonra hemen her satırı çizdiğimi fark ettim! Hitler, Mussolini, Napolyon gibi liderlerin hataları, zayıflıkları, devletleri kırılgan yapan özellikler, Avrupa’da amacına ulaşmış ve yarım kalmış darbelerin otopsileri… 200 sayfa okuyorsunuz ama kitabın neredeyse her sayfasından bir makale, bir tartışma konusu çıkar.
TSK neden artık darbe yapamıyor?
2010 yılındayız. 10 yılda bir düşman askeri görmeden kendi ülkesini işgal etmenin rehavetiyle uyuşmuş bir ordumuz var. Ama bu ordu artık darbe yapamıyor. “Yapacaam” diyor, muhtıra veriyor, gizli planlar yapıyor ama… yok. Neden?
Birincisi Türk Ordusu içinde darbeye karşı olan subaylar “kritik” bir sayıya ulaştı. Bu subaylar ellerinde tuttukları silahları kimin parasıyla aldıklarını biliyorlar ve maceracı, ahlâkî frenleri tutmayan meslektaşlarını frenliyorlar.
İkincisi polis teşkilatı içinde yine TSK’da olduğu gibi darbe karşıtı bir ekip var. Yanlış anlaşılmasın, bütün polislerin birer demokrasi abidesi olduğunu savunmuyorum. Ama yeterince önemli sayıda olmak üzere bir çok polis “darbe kokusunu” alıyor ve gerekeni yapıyor.
Üçüncüsü Türk basını eskisi gibi %100 postal yalayıcılardan oluşmuyor. Darbeci subayların kulaklarını tırmalayan “çatlak sesler” en olmadık yerlerden yükselebiliyor. Ayrıca günlük okuyucusu bir kaç yüz ila bir kaç bin arasında değişen ama sayıları on binleri bulan internet siteleri, tartışma forumları, arkadaşlık ağları kontrol edilemeyen ve okuyanların aynı zamanda yazar olduğu “anarşik” bir medya oluşturdu. Eskisi gibi bir manşetle savaş çıkarmak kolay değil. “Büyük” gazete ve köşe kapmış yazarlarının vurucu gücü çok azaldı.
Dördüncüsü Türkiye Troçki’nin “modern” devletine benzemiyor. Tarım toplumu, endüstri toplumu ve hizmet toplumu aşamasını aynı anda yaşıyor ülkemiz. Ekmeğini kazanmanın bu derecede renkli olabildiği bir ülkede halkın devletiyle olan ilişkisi de son derecede karmaşık. Dolayısıyla darbe yapmak ciddi bir stratejik zekâ istiyor ki internet sitesi fişlemekle, cami bombalamakla uğraşanların bu zekâ seviyesinin çok gerisinde olduklarını müşahede ediyoruz. Ergenekoncular kalifiye eleman sıkıntısı içindeler.
Beşincisi ve EN ÖNEMLİSİ dünya değişti. Troçki’nin teknik darbesini yapmak artık mümkün değil. Aslında teori yine doğru. Ama stratejik yerler eskisi gibi garlar, limanlar değil. “Küreselleşme” demeye alıştığımız ama özünde entegrasyon bulunan bir olgu var. Yani trenler, gemiler yine önemli ama bilgi ve para internet üzerinden ışık hızında hareket ediyor. Bu sebeple Türkiye büyüklüğündeki bir ülkede darbe yapmak için bankaları, yabancı borsaları, internet hizmet sağlayıcıları, uzaydaki haberleşme uydularını da kontrol altına almak gerek. Teorik olarak mümkün olan bu tür bir “küresel darbe” ancak ABD’li bir ekip tarafından yapılabilir. Peki küresel hedefler için küresel imkânlar kullanılarak bir darbe yapmak gerçekten mümkün mü?
- Irak’ın işgali için bu ülkeye komşu bile olmayan Afganistan’da saklandığı iddia edilen bir teröristin(?) bahane edilmesi,
- Irak’a 160 bin askerin yollanması,
- ABD bütçesinden yüz milyarlarca dolar askerî harcama yapılması,
- Başlatılan korku kampanyasında Fox TV ve CNN‘nin aldığı rol,
- Irak işgalinden kazançlı çıkan firmaların siyasî bağlantıları…
Gibi faktörler dikkate alındığında Küresel darbeler dönemine girdiğimizi söylemek sanırım yanlış olmaz. Küresel darbelerin tıpkı ulusal darbeler gibi fikrî ve vicdanî bir zemine ihtiyacı vardır.Vicdanları uyutmak için “Biz iyiyiz ama ötekiler bizim kötülüğümüzü istiyor” demek ve dedirtmek gerek. Bugün için bu zeminin adresi Amerikan milliyetçiliğidir. Bu ülkenin saldırganlığının sebeplerini konu alan “Amerika Tedavi edilebilir mi?” adlı kitabımız ilgili okurlara Amerikan milliyetçiliği üzerine detaylı bilgi verecektir.
1° Bedir yayınevi 1969’da basmış. Varlık’tan yeni bir baskısının çıktığını duydum ama görmedim. Benim okuduğum Grasset’den çıkan fransızca baskısı. Kitabın orijinali italyancadır.
25 Yorum
Yazan:Burak Örkün Tarih: Tem 27, 2010 | Reply
Türkiye’de neden darbe yapılamayacağının sebepleri bir bir sıralanırken ve doğru analiz edilmişken şunu da eklemek gerekir; 12 Mart 1971 darbecileri ve aynı şekilde 12 Eylül 1980 darbecileri, anti-demokratik eylemlerini finanse etmek istediler. Evet belki bu darbeler ABD destekliydi diyebilirsiniz ama ABD’nin herhangi bir “sırt çevirme” durumu için darbeyi finanse edecek birilerini aradılar. O dönem, büyük holdinglerin sahipleriyle görüşülüp destek ve sadakat sözü alındığı biliniyor. Bu gün Türkiye’de darbe olmaz; çünkü Anadolu sermayesi likitideyi statükocu sermayenin elinden %70 oranında aldı. Bu yüzden olası bir darbede “postallı romantiklerin” maddi kaynak bulmakta zorluk çekeceği aşikardır.
Yazan:denis Tarih: Tem 27, 2010 | Reply
nefis.. yeni baskısı şart bu kitabın. özellikle türk solu bu kitabı tartışmalı.. Kitabın ingilizce çevirisi “Coup d’État, the Technique of Revolution”.. aslında hikaye bir bakıma marksist “devrim” fikrinin teknik olarak alalade bir hükümet darbesi olarak düşünülmesi gerektiği fikrini de içeriyor. ekim devrimi denen olay, troçki ve lenin yönlendirdiği bolşevik partisinin hükümet darbesidir…
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 29, 2010 | Reply
Bir ifadeye takıldım Sayın Abim 🙂
Laikçi cephenin önde gelen sözcüleri de bu “sızma” meselesini dillerinden düşürmüyor malesef.
Bu arguman, demokratikleşmenin önünü almak isteyen, hazımsız insanların, kaostan beslenen şer odaklarının argumanı olageldiği kanaatindeyim.
Çünkü, öyle dahi olsa bir cemaat liderinin ya da ülkenin herhangi bir insanının, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denmez. Zira, teşvik edilen insanlar da, o müesseseler de bu ülkeye ait.
Ayrıca, bu iddiaların bir Asimetrik Psikolojik Savaş’ın 🙂 parçası olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de.
Bir detayın altını çizmek istedim. Sanıyorum bana hak vereceksiniz. Maksat muhabbet olsun.
Muhabbetten Muhammed(S) hasıl olurmuş…
Sevgi ve dua ile…
Yazan:MY Tarih: Tem 31, 2010 | Reply
Sevgili Mehmet Bahadir Kardesim,
kanaatimce vicdan sahibi birileri emniyette bir yerlere “sizdilar”. çok da iyi ettiler 🙂
Ergenekon davasi bu “sizma” olmadan bu kadar ilerleyemezdi. Elbette yobaz laikler ve köpeklere tapanlar bu durumdan rahatsiz oldular.
Onlarin “sizma” dedikleri aslinda bir normallesme. Halkin içinden normal insanlarin polis ve komiser olmaya baslamasi bu kurumun yavas yavas da olsa halkin vicdanini yansitmasi demektir.
SIZMA aslinda bir propaganda kelimesidir. Tipki “eksen kaymasi” gibi. Türkiye ile Israil’in arasi iyi mi olmali kötü mü? Türk halki ne kadar istiyorsa o kadar iyi. Daha fazla degil.
Simdi Türkiye komsulariyla barisiyor, suriye, ermenistan, rusya… Israil adli psikopat devletten de uzaklasiyor. Bunlar TR’nin tedavi görmekte oldugunu gösteren emareler.
SIZMA lafini uyduranlar ile EKSEN KAYMASI lafini uyduran adi heriflerin ayni malûm gazetelerde çalismasi dikkat çekici degil mi?
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Tem 31, 2010 | Reply
Mehmet Yilmaz Bey,
Türkiye’de Anubis‘de tapan bir grup olduğunu bilmiyordum. Haklarında biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply
Ah Güzel Abim
Ne kadar güzel anlattınız. Aynı malum medya, Ergenekon avukatlığına soyundu. Hayır kampanyaları düzenledi. Ülkede ekonomik kriz çıkarmaya çalıştı. Çıkarları ve menfaatleri uğruna bir yumurta pişirebilmek için, koca evi yangına vermeyi dahi denedi. Şimdi de gözyaşına savaş açtı. Bülent Arınç ağlıyor dedi. Başbakan ağlıyor dedi . Hocaefendi ağlıyor dedi… Kısaca ağlayana kıl kaptı bu medya.(Oysa ağlayabilselerdi anlayabileceklerdi.)
Keşke, yapmacıkta olsa Kiliçdaroğlu, başörtüsü nedeniyle mağdur olmuş, bir kardeşimizin anılarını okuyup ağlayabilseydi. Keşke, yapmacıkta olsa, Devlet Bahçeli, Diyarbakır Ceza evinde işkence görmüş, zülüm görmüş kürt vatandaşlarımızın anılarını hatırlayıp ağlayabilseydi. BDP de en azından Ahmet Kaya’nın “Ağladıkça bozkırlar yeşerecek göreceksin” sözünü dikkate alsaydı…
Çünkü gözyaşından korkulmaz. Gözyaşından kaçınca ne iktidar olup, ülkeyi yönetmenin bir anlamı kalır ne de muhalefet olup siyaset yapmanın bir anlamı kalıyor kanaatimce.
Darbeler vasıtasıyla ömrü heder edilen kayıp nesillere, Ergenekoncu veya ittihatçı zihniyetlerle bu ülkeye ve millete kaybettirilen zamanlara ve zulümlere ağlamayacaksan niye siyaset yapıyorsun, niye gazetecilik yapıyorsun ki.
Siyaseti (daha geniş manasıyla hayatı) merhametten tecrit etmek, şefkatten koparmak, insan gerçeğinden uzaklaşmaktır diye düşünüyorum.
Gözyaşını kaybeden, insanlığını da kaybetmiştir benim gözümde…
Yine dertlendim abi. Sanırım bu kadar yeter.
Biraz daha devam edersem, Ak partili olmakla da yaftalanabilirim. Yaftalansam dahi vicdan sahibi insanların beni anlayacağını düşünüyorum.
Sevgilerimle…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply
Sn.Mehmet Bahadır,
AKP’li değilim,hiç olmadım.Vicdanlı bir insan olduğumu da iddia edemem.Ama sizi anlayabiliyorum ve güzel sözlerinizi ayakta alkışlıyorum.
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply
Sevgili Aziz Bey
Üzüntümden dolayı, haddimi aşan iddialı sözler söylemiş olabilirim. Ben de vicdan sahibi olduğumu iddia edemem ve nefsime garanti de veremem…Sadece “insan” olmaya çalıştığımı söyleyebilirm.
Sizin bu güzel yorumunuz dahi ne kadar şevkat sahibi ve vicdanlı bir insan olduğunuzu gösteriyor benim nazarımda…
İnancıma göre, “Kişi kendinde bir güzellik görürse, Allah’tan bilmeli” dusturunca diyorum ki:
“Sizi Yaradan Allah ne güzel yaratmış. Aziz Beyim…”
Sevgi ve saygılarımla
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply
@Atılım bey
Mısır mitolojisinden 3. sınıf kinayenize cevap vereyim.
ülkede mhp mitinglerinde uluyan insanlar var efendim. Nasıl bir ruh hali insanı ulumaya, kurttan türediğini düşünmeye iter bilemiyorum. Bu basbayağı tapınma olsa gerek.
Nispeten aklı başında milliyetçileri tenzih ederim.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 3, 2010 | Reply
@ Olcayto Tan Haskol
3. sınıf kinayem sırf size o son satırı yazdırabilmek içindi. Gerçi “nispeten” diyerek yine milliyetçi dediğimiz insanların akıllarının pek yerinde olmadığını düşündüğünüzü ima etmişsiniz bence.
Bir fikri savunan insanları kategorik olarak akıl hastası ilan etmek denenmiş bir taktiktir. Sovyetler de bu taktiği kullanmışlar.
İnsanlıktan afaroz edemezsek akıldan afaroz ederiz mi diyorsunuz?
En son milliyetçilik konusu tartışılırken Fatih Akbay şu gözlemde bulunmuş:
Bundan da bir adım öteye geçtiğinizi görüyorum, artık basbayağı akıl hastası muamelesi mi yapıyorsunuz milliyetçilere?
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 3, 2010 | Reply
İki şeyi birbirinden ayırmak gerekir.İnsanların aidiyet duygusuyla,geleneksel bağlarla ya da belirli bir inancın/ideolojinin/felsefenin peşinden giderek kendilerini gerçekleştirme özgürlüğüyle,bu tanımlamaların toplumu tehdit edecek boyuta gelerek “diğerinin”varolma ve yaşam hakkını kısıtlama noktasına gelmesi birbirinden oldukça farklıdır.
Şayet “bizden değildir”hissiyatıyla insanları ketegorize ederseniz bu evet ötekileştirmedir.Hele kendi iananç ve doğrusunu dayatarak bir mukayese yapılması son derece hatalı bir tutumdur.Zira yeryüzünde 7 milyara yakın olduğu düşünülen insan nüfusuna bakıldığında,farklı dinlere inanmış,farklı mezhep ve kültürleri benimsemiş;yaşam tarzları,ritülleri,inançaları(inançsızlıkları)ahlaki ve moral değerlerleriyle birbirinden farklı rengarenk bir kültür ve mediniyet çeşitliliği görülecektir.Burada bir sıkıntı yoktur,olmamlıdır da.Zira buraya kadar olan kısmı bireyin kendisini özgürce ifade etme/tanımlama alanına girer.Dolayısıyla milliyetçilik de bu varolma biçimlerinden bir form,bir renktir.Türkiye’deki milliyetçiliği baz alacak olursak Kurt Efsanesi,bozkurt işareti,hilal şeklindeki bıyık…bu anlamıyla varolma biçiminde birer sembol olarak düşünülebilir.Zira dünyanın çeşitli bölgelerinde bu tarz geleneklerin halen sürdürüldüğü biliniyor.Kadim gelenekler-Hindistan’daki kutsal inek fenomeni,Şengal’de varlıklarını sürdüren Yezidi ve Zerdüşi’lerin Güneşi kutsayarak tapınmaları,Afrika’da yer yer devam eden totemcilik,Aztek/Maya/İnka medeniyetlerinin günümüze kadar gelen ritüeller-bir yana,bugün her devletin gönderini süsleyen bayraklar da bu anlamda birer semboldür.Keza heykel,büst vb yapıtlar;kilise kuleleri,cami minareleri de bu anlamda arkaik inançların günümüze yansıyan birer versiyonudurlar.Dindar yorumcular beni bağışlasın,amacım dini inançları küçümsemek ve değersizleştirmek değildir.Kısacası dindar olabilmek nasıl vicdan ve inanç hürriyeti kapsamına giriyorsa milliyetçi/kavmiyetçi duygular da aynı tolerans içinde değerlendirilmelidr.
Ancak,bireyin-ve bunun yanı sıra toplumun/topluluğun-kendini ifade etme ve gerçekleştirme edimi kendi tercihlerine bırakılmaları evrensel bir gereklilik ise,bu tercihlerin diğer bir bireyi veya bir insan topluluğunu tehdit edecek boyutlara ulaşması da aynı ölçüde dikkate alınmalıdır.Gamalı haç bir semboldür.Geniş halk kitlelerini,büyük insan kalabalıklarını bir araya getirmiştir.Burada sorun yok.Ne var ki bu sembol 6 milyon yahudinin yeryüzünde silinmesi raddesine gelmişse artık masum bir sembol olmanın çok ötesine geçmiştir.Günümüzde islam adına ortalığı kana bulayan uluslar arası terör örgütleri türemiştir…ABD,yayılmacı devlet politikasıyla “modern kutsallar”icat ederek halkını suça ikna etmeyi seçiyor ve dünyaya dehşet saçıyor…İsrail devleti,”kutsal topraklar”diyerek Filistin halkına vatanlarını dar ediyor.Saymakla bitmez.
Bu açıdan gamalı haç,siyon yıldızı,kurtlu hilal…bunların hiçbiri insanlığı tehdit decek bir motivasyon amacına dönüşmediği sürece hiçbirinin bir sakıncası yoktur;ne de bayrakların,şekil verilen kutsal mekanların,ritüllerin…hiç biri ötekileştirmeye neden teşkil edemez ve etmemeli.
Peki Türkiye’de Kurt gibi uluyan sözde milliyetçiler acaba normal karşılanması gereken bir rütelle mi sınırlı kalıyorlar?Ben bu konuda iyimser değilim.Camiden çıkıp Allahüekber diye tekbir getirirek bozkurt işareti yapmak,şehit cenazeleri üzerinden provakasyonlar düzenlemek nasıl bir inanç şeklidir sormak gerekir.Ellerinde beyzbol sopalarıyla gövde gösterisi yapıp dehşet saçmak,her toplumsal linçin ön saflarında bu işaretlerini göstere göstere yer almak…Halkı galeyana getirmek,kışkırtmak,tahrik etmek;öfke ve şiddete teşvik etmek…Ve bunu tam da bu sembollerle bu işaretlerle gerçekleştirmek.Peki nedir bu?Ülkeyi kan gölüne çevirmek için her taşın altından çıkan bu holiganizme “ötekileştirmeyelim”diye eleştirmeyecek miyiz?
Yani anlayamıyorum,ırkçı ideolojiler pomplanarak gençler öfkeye teşvik ediliyor,olaylar çıkıyor,toplum birbirine giriyor,”aman ötekileştirme var”diye karşı çıkılıyor.O zaman Nazileri de konuşmayalım,İsrail devletinin terörist/faşist saldırılarını,PKK ve Ergenekon terör örgütlerinin bu ülkede gerçekleştirdikleri cinayetleri de konuşmayalım.Öyle ya,bu konuda fikir beyan edildiğinde,bu,insanları “afaroz etmek”anlamına geliyorsa o zaman herkes susmalıdır.
Peki bu anlayış isebetli midir?Kötü olana kötü diyemeyeceksek kötülükleri nasıl önleyeceğiz?
Atılım bey,sözlerime kızabilirsiniz ama amacım kişisel sataşma değil.Ötekileştirmeye dair hassasiyetinizi anlıyor ve saygı duyuyorum.Ancak mesele sandığınız kadar da basit değildir.Hafiye gibi elinizde mercek birilerinin açığını yakalayacağım diye enerjinizi harcayacağınıza şu her gün biraz daha alevlenen ateşe bakmanızı tavsiye ederim.Memleket bir iç savaşa sürükleniyor bilmem farkında mısınız?Kusura bakmayın ama son günlerdeki yorumlarınızla gerçekten şaşırtıyorsunuz beni.Bunları anlatınca da nedense “politik doğruculuk”taslamış oluyorum.Hayır sayın kardeşim doğruculuk taslamıyorum;şu ateşe biraz su serperek söndürelim diyorum.Milliyetçi diye savunduklarınız pek hayırlı işler yapmıyor çünkü.Kürt ırkçılarına da,Türk ırkçılarına dur diyeceğiz çünkü ortada sanıldığı gibi bir masumiyet yok.Ve evet ırkçılık bir hastalıktır,psikolojik bir vakadır.Bu hastalığın yaydığı kötülüklere işaret etmek “insanları insanlıktan çıkarmak”demek değildir.Lütfen üzerinde tekrar düşün bunun.
Saygılar.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 3, 2010 | Reply
@Atılım bey,
Olağanüstü zekanızla yaptığınız söz oyunlarınız beni benden aldı. Ancak kafama takılan husus bu ülkede;
-Hrant Dink’i bir milliyetçi öldürdü.
-7 tipli öğrenciyi milliyetçiler boğdu.
-Ergenekon denen başbelası örgüt yıllarca faili meçhul onlarca cinayeti örgütledi memleketin anasını ağlattı bu kimseler şüphesiz milliyetçi vatanseverdiler.
-Silahla bayrakla intikam yemini edenler yine milliyetçi idiler.
-Papaya milliyetçiler suikast düzenledi.
–ağustos l968 tarihli gazetelerde hemen her gün “komando kampları” ile ilgili haberler ve resimler yer alıyordu. birileri komando eğitimi alıyordu, ama ne için, ne yapacaklardı bu eğitilen komandolar?
o zaman cmkp’nin genel başkanı olan a. türkeş bu komando kamplarına ilişkin 19 ağustos 1968’de bir açıklama yaptı: “komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. memleketimizde onların anladığı dilden konuşacak milliyetçi çocuklar var. bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz.”(reis s.yalçın d. yurdakul, sy. 3l)
-Okul kampüslerinde oruç tutmayanı döven kız arkadaşıyla baş başa oturduğu için satırla çocukların kafasını gözünü yaranlar yine milliyetçilerdi.
– ilk “işleri” 31 aralık l968 de a.ü. siyasal bilgiler fakültesi öğrenci yurdunu basmak oldu. baskına giderken “işe ” çıkalım diyorlardı birbirlerine.
“kampta her çeşit silah vardı. bir kaleşnikofun yanısıra çeşitli otomatik ve yarı otomatik silahlar bulunuyordu..”(itiraflar, ali yurtaslan, sy. 3l)
– Vedat demircioğlu’nu vurdular. sonra kanlı pazar’da Duran erdoğan ve Ali turgut aytaç
bu isimler size bir şey ifade ediyor mu?
-19 eylül l969’da mehmet cantekin
-23 eylül l969’da taylan özgür
-14 aralık l969’da mehmet büyüksevinç
-14 aralık l969’da battal mehetoğlu
-16 mart 1978 eczacılık fakültesi 7 ceset(insan mı demeliyim)
–“….bakacaksınız, herhangi bir hareket, söz fikrimize, türklüğe uygunsa alacaksınız, zarar veriyorsa sileceksiniz…”(mhp iddiannamesi-türkeş’in yeni ufuklara doğru yazısınıdan)
-soygun için girdikleri evde hiçbir şey bulamayınca “boş çıkmamak için evin kızının ırzına geçerek başbuğlarının talimatını yerine getirdiler.”(ali yurtaslan- itraflar)
–piyangotepe katliamında 6 işçinin kafasına kurşunu sıkmadan önce gaspettikleri taksinin şoförüne tecavüz ederek görevlerini yerine getirdiler.
–itrafçı ömer tanlak bakın bu “görev anlayışını” nasıl dile getiriyor; “… halim adında bir ajanın daha önceden yattığı dernekte, selahattin gözlükaya tarafından iğfal durumuna getirilmesi ve ertesi günü bunun bütün ülkücü camiaya anlatılması”nı görmüştü tanlak. (ömer tanlak, itiraflar syf. 85)
-etlik’te kendilerine haraç vermeyen bir tüpçünün dükkanını havaya uçurmayı planlayarak, erzurum numune hastanesi’ndeki yaralıları, yaralıları ziyarete gelenleri kurşunlayıp öldürerek görevlerini yerine getirdiler.
aksu ipek fabrikasının kapatılmasını, üretimin durdurulmasını, işçilerin elebaşlarının işten atılmasını istiyorlardı. çünkü bu fabrikada ülkücülerin faaliyetine izin vermiyordu işçiler. “hemen silahı alarak ve üç dinamit lokumu ile hareket ettik. altımızdaki araba genel müdürlüğündü. çok hızlı bir şekilde genel müdürlüğü geçmiş, fabrika önüne gelmiştik. baki ceylan cebinden çıkardığı kırıkkale marka 7.65 çapında silahla ateş etmeye başladı. sıktığı üç el mermi ile iki kişiyi de vurmuş, bunlardan biri ise ölmüş olması gerekli…”(ömer tanlak, itiraflar, syf. l00)
kendisi de etko üyesi olarak yargılanan mhp itirafçısı ali yurdakul’un, “bu şahıs mhp’ye çok zarar verdi, birçok arkadaşımızı cezaevine attı, neredeyse adana’da mhp’yi çökertecekti.”dediği cevat yurdakul adana emniyet müdürü idi. adana’da kendisine tit adını veren mhp’nin cinayet çetelerinin peşine düşüp, faşist katillerin yakalanmasını sağladığı için 28 eylül 1978’de makam arabasının içinde katledildi.
-cevat yurdakul’u öldürenler, yurdakul’un yolunu kesmek için önce bir otomobili gasp ettiler. katilam orada başladı. otomobilin şoförünü öldürdüler, sonra yurdakul’un yolunu kestiler. makam otosu kalbura dönerken yurdakul delik deşik oldu. sivil faşistlere yurdakul’un istihbaratını emniyet müdürlüğü’ndeki faşist polisler verdiler.
-1980 sonrası tam 694 öldürme olayından dolayı dava açıldı mhp’ye. tam 694 insanın katledilmesi resmi kayıtlara geçti ama gerçek çok daha fazlaydı. bu rakama devlet tarafından “faili meçhul” diye açıklanan mhp cinayetleri dahil değildi.
-18 aralık 1978 akşamı maraş’taki çiçek sinemasında başrolünü cüneyt arkın’ın oynadığı “güneş ne zaman doğacak” filmini seyredenlerin üzerine bomba düştü. çığlıklar, panik, izdiham, kan…
-Bahçelievler katliamını hatırlıyor musunuz?
Atılım bey gerçekten bunları biliyor musunuz?
bildiğiniz halde hala neyin peşindesiniz problematik metin okuyup duruyorsunuz. Benim görüşüm ne olursa olsun insanlara bu iğrençlikleri yaptıran bir ideoloji akıl dışıdır.
Bunu yapanları bu zihniyette olanları ve bunu bildiği halde bu zihniyeti savunanları bırakın insanlıktan dışlamayı Allah bin çeşit cezalarını versin diyorum.
Hala ötekileştirme edebiyatı yapıyorsunuz. Milliyetçiler “öteki” sözünü kimden öğrendi acaba?
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply
@ Olcayto Tan Haskol,
Burada neyi eleştirdiğimi daha açık yazayım, tereddüte yer kalmasın istiyorum çünkü: Ben milliyetçiliğin ya da başka bir görüşün eleştirilmesine itiraz etmiyorum. Her görüş eleştirilir, eleştirilmelidir. Burada ben üslubu eleştiriyorum.
Açıkça yazıyorum: Sizin üslubunuzu eleştiriyorum. İlkokul sıralarından kalma alaycılık çabanızla pısıp susacak değilim efendim. Milliyetçiler ve marifetleri konusunda malumun ilanı olan yukarıdaki yazınız da üslubunuzu yadırgamama ve kınamama engel değil.
“Doğan”cılardan aldığınız ötekileştirme kavramının arkasına sığınmayın. Burada benim getirdiğim eleştiri ötekileştirme denilen kavrama değil. Fikirleri tamamen birbirine zıt, farklı adetlere sahip ve bakış açıları birbirine aykırı gelen gruplar birbirinin ötekisi olurlar. Bu gruplar içerisinden kendine güvenen akıl sahipleri diğer gruptan insanlarla fikir alışverişinde bulunur. Ama herkes herkesle illa bir şeyler paylaşacak diye bir şart yok.
Sorun, fikir dünyalarında hazım sıkıntısı çeken insanların kendisine yabancı bir gruba hakaret etme hevesinden kaynaklanıyor. Kendi sahip olduğu fikirlerin doğruluğuna olan inancını güçlendirmek için karşısında gördüğü bir gruba ya da kişiye hakaret etmeyi seçiyor bu insanlar. Bu hakaretleri kendi düşüncesine yakın insanların bulunduğu bir ortamda dillendirerek de konformizmin sıcak kucağına sığınıyor bu kişiler, alkışlar içlerini ısıtıyor.
Kısacası bence çoğumuzun ötekisi var, ama çoğumuz ötekimizi aşağılamak ya da ötekimize hakare etmek ihtiyacı içerisinde değiliz.
Ben de size bir zeka gösterisi yapmak ya da sizi sizden almak çabası içerisinde değilim. Maksadım yukarıda anlatmaya çalıştığım eğilimi açığa vurmak ve eleştirmekti, siz de üslubunuzla kendinizi teşhir ederek bana yardımcı oldunuz. Size çok teşekkür ederim.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply
Aziz Yılmaz Bey,
Olcayto Tan Kaskol’a cevabımda da belirttim, sorun bir fikri eleştirmek değil. Ben kullanılan alaycı üsluba ve konformizme dair eleştirilerimi belirttim, hepsi bu.
Sizin bana cevabınızla ilgili itirazım da benden aidiyet belirtmemi talep etmenizdi. Bu konuda çok tutarlı olduğumu sanıyorum, daha önce başka konulardaki yazışmalarda da aidiyet belirtmeye karşı olduğumu belirtmiştim.
Kötü olana tabii ki kötü diyeceğiz, ama kötü gördüğümüzü küçümsemeye ya da “mutlak kötü” ilan etmeye karşıyım. Benim meramım bu.
Şeytan ayrıntıda gizlidir diye bir söz var. Ayrıntılara takılıyor olmamı belki bendeki bir karakter zaafiyetine işaret olarak görüyorsunuz. Belki de öyledir, bilemiyorum. Ama içimden bir ses sizin de artık haklı çıkma çabasıyla hareket ettiğinizi söylüyor.
Bu atışmaya bir son versek, ne dersiniz?
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply
Açıkça yazıyorum: Sizin üslubunuzu eleştiriyorum. İlkokul sıralarından kalma alaycılık çabanızla pısıp susacak değilim efendim. Milliyetçiler ve marifetleri konusunda malumun ilanı olan yukarıdaki yazınız da üslubunuzu yadırgamama ve kınamama engel değil.
demişsiniz ya,
Mehmet Yilmaz Bey,
Türkiye’de Anubis‘de tapan bir grup olduğunu bilmiyordum. Haklarında biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Selamlar,
Atılım Ateş
3. sınıf kinayem sırf size o son satırı yazdırabilmek içindi. Gerçi “nispeten” diyerek yine milliyetçi dediğimiz insanların akıllarının pek yerinde olmadığını düşündüğünüzü ima etmişsiniz bence.
Bunu diyen aynı kişi mi? Entellektüel bir çabaya bir metodolojiye veyahutta bir üsluba eleştiri getirecekseniz böyle kötü bir üslup kullanmak ve/veya üst perdeden konuşmak yerine
daha farklı bir yol seçebilirsiniz.
Beni rahatsız eden nokta bu oldu.
Bir ikincisi meselenin özüne yoğunlaşıp onu makro tahlil etmemiz gerekliliğine dikkat çekmek istedim. Yani bakın ortada böyle çirkin bir geçmiş var burada yapacağımız tahlil sizin belirttiğiniz üzere;
Bir fikri savunan insanları kategorik olarak akıl hastası ilan etmek denenmiş bir taktiktir. Sovyetler de bu taktiği kullanmışlar.
İnsanlıktan afaroz edemezsek akıldan afaroz ederiz mi diyorsunuz?
En son milliyetçilik konusu tartışılırken Fatih Akbay şu gözlemde bulunmuş:
Bir önemli husus da sayın MY’nin yorumu. BU YORUM, ASLINDA NORMAL YURDUM AYDINI’nın ruh halini yansıtıyor. (Isdırap ve GAZA..) Çünkü yukarıdaki yazıda da, dolaylı da olsa temas edildiği gibi ülkemizdeki Liberaller, Hümanistler ve sol eğilimliler hep karşı tarafı ısdırap içinde görme eğilimindedir.
Bundan da bir adım öteye geçtiğinizi görüyorum, artık basbayağı akıl hastası muamelesi mi yapıyorsunuz milliyetçilere?
bu değil “BENCE” insanları öldüren, tecavüz eden zulm eden bir anlayışa hasta / insanlık dışı dememiz doğal “İNSANİ BİR REFLEKSTİR” yine bence insan olan herkes detay gözlemleyip bunun üzerinden akıl yürütmek yerine böyle bir zulm karşısında birleşmelidir. Hassasiyetim bundandır.
Sorun, fikir dünyalarında hazım sıkıntısı çeken insanların kendisine yabancı bir gruba hakaret etme hevesinden kaynaklanıyor. Kendi sahip olduğu fikirlerin doğruluğuna olan inancını güçlendirmek için karşısında gördüğü bir gruba ya da kişiye hakaret etmeyi seçiyor bu insanlar. Bu hakaretleri kendi düşüncesine yakın insanların bulunduğu bir ortamda dillendirerek de konformizmin sıcak kucağına sığınıyor bu kişiler, alkışlar içlerini ısıtıyor
Buna bir açıklık getireyim tamamen zıt düşündüğüm pek çok entellektüel camia var. Hatta derin düşünce içinde dahi oldukça hararetli tartışmalar fikir ayrılıkları olduğu oluyor. Bütün samimiyetimle Allah’ın hiçbir günü bu insanlardan daha fazla bir şey düşündüğümü düşünmedim. Ancak fikri zeminde entellektüel mücadele/paylaşım başka bir şey
bir değerinin yaşam hakkını gaspetmek, gasp edilmesine göz yummak, buna göz yummayanları, refleks ortaya koyanları biçimsel eleştirmek bence başka şey.
Kırıcı, yanlış bir laf ettiysem affedin, hakkınızı helal edin.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
Atılım Ateş Bey,
Her fikir eleştirilebilir.Dolayısıyla belirttiğiniz gibi eleştiri sorun olarak görülmemeli.
Bu anlamda doğru bulmadığımız veya katılmadığımız bir fikri eleştiririz.Fikrin bizatihi içeriğini eleştiririz ya da kullanılan üslubu veya yöntemi eleştiririz.Ayrıca eleştiri doğru olur yanlış olur.Bütün bunlar münazara dediğimiz karşılıklı iletişim ve paylaşımın olmazsa olmazlarıdır.Kısacası tartışmanın doğasında vardır bu.
Dolayısıyla bir üsluba ilkesel olarak karşı çıkmanızı anlayabiliyorum.Ve doğrusu alaycı,kinaye dozu yüksek eleştiriler benim de çok benimsediğim yöntemler değil.
Ancak konformizmin,üslup ve mizansenden farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.Konformizm,sizin de bildiğiniz üzre varolan/kabul görmüş değerlere uyum sağlamak,hakim görüşü(veya ideolojiyi)benimsemektir.Daha sade bir tanımla ezberlere takılarak sorgulama yetisinden uzak durmak demektir.Bu bağlamda biçimsel olarak katılmadığınız her fikir konformizme çıkmaz.Zira konformizmde karşı itiraz pek olmaz;itiraz edilmediği için de ne alaycı olur ne de üslup hatası barındırır.
Özetle,siz benim ya da bir başkasının fikri altyapısını konformist bulabilirsiniz;ben de sizin fikirlerinizi.Yani görecelidir bu,kişiden kişiye farklı algılar oluşması muhtemeldir.Ha,sizinle yazışırken ziyadesiyle bende böyle bir eğilim sezmiş olabilirsiniz.Ki anlatım hatamdan böyle bir intiba yaratmış olabileceğimden serzenişlerinizde haklı da olabilirsiniz.
Böyle bir talebim olmadı,siz öyle anlamışsınız.Haddimi aşarak bir tutarsızlığa işaret etmiş olabilirim,üslub konusunda da hatalı davranmış olabilirim.Ha,bu insani bir kusur mudur derseniz,evet,kusurdur.Dürüst olmak gerekirse katılmadığım görüşler konusunda zaman zaman duygusal reflekslerim olmuyor değil.Ancak asla aidiyetler üzerinden fikirleri doğrulamak/yanlışlamak gibi bir amaç gütmedim.Zira bu sitede yorum yazalı beri kendi dünya görüşümle paralel olmayan insanların-doğru olduğuna kanaat getirdiğim-fikirlerini desteklediğim de oldu,aynı görüş ve ideolojiyi paylaştığım-veya ortak aidiyetlere sahip olduğumu düşündüğüm-insanları da yanlış bulduğum görüşlerinden dolayı kıyasıya eleştirdiğim de.Benim için önemli olan fikirlerdir,aidiyetler değil.Bu bakımdan sizi aidiyetinizi belirtmeye zorlamak gibi bir talebim olduğunu düşünmüyorum.Gene de inanıp inanmamakta hürsünüz tabii.
Elbette,ayrıntılar önemlidir.Ancak bütünü/büyük resmi kaçırmadan yapıldığında anlamlı olur ayrıntılar.Tartışmanın ekseninde de bu vardı zaten.Gözlemlerime dayanarak bir zaafiyete düştüğünüze işaret ettim.Öyle düşündüm.Yanılmış olmam ihtimal dahilide midir?Evet.Görüşlerimi aktarırken size haksızlık etmiş olabir miyim?Yine evet.
Haklı olma çabasıyla hareket ettiğimi düşündüğünüz içinizdeki sese gelince;doğrudur.Kimbilir, bunca yazıyı da bu çaba amacıyla yazmış olabilirim.Ne yalan söyleyeyim haklı olmak,bu yönde bir ikna yaratmak insana çok tatlı geliyor.Kısacası “amacım bu değil” desem de dürtlerim pekâlâ beni böyle bir egoya itmiş olabilir.
Ancak tüm içtenliğimle söylüyorum;haksız olduğumu anladığım yerde “haksızım”demeye de tamamen kapalı değilim.Ve karşımdakini haklı bulduğumda da hakkını teslim etmeyi de prensip bilirim.
Özetle,yazılarınızı takip ediyorum.Ve katılmadıklarım kadar katıldığım pek çok görüşünüz de bulunuyor.Sadece siz değil bu sitede yazan herkese aynı mesafedeyim,bunu da belirtmiş olayım.
Gayet tabii,bir “atışma” algısı yaratmışsa elbette ki tartışmayı sürdürmekte ısrar etmek çok da anlamlı değildir.Bu yorumu ısrarımı sürdürmek gayesiyle yazdığımı düşünmeyin.Bilakis sizi yanıtsız bırakmamak gayesiyle nezeketen gerekli gördüm.Siz yanıt vermezseniz de alınmam.Hem haklısınız,bazen mola vermek daha selametli bir yol olabilir.
Saygılar.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
@ Olcayto Tan Haskol
Benim kullandığım 3. sınıf kinayede Mehmet Bey’in zekasına hakaret babında bir gönderme var mıydı? Kendisinin kişiliğine hakaret içeren bir yorumumu gördünüz mü? Görmediyseniz izin verin sizin üslubunuzu eleştireyim. Yorumlarımda hakaret gördüyseniz de lütfen beni uyarın, ben de üslubumu düzelteyim.
Bir küçük ayrıntı da benim tam olarak neyi eleştirdiğim. “İnsanlık dışı bir davranış” demek normal, ama “bunu yapan insan değildir” demek bence normal değil ve tehlikeli. İkisi arasında fark görmüyor olabilirsiniz. Ben fark görüyorum, bunun üzerine de eleştiriyorum. Aynı şekilde “Köpeğe tapan” demek de bence çok çirkin. Bu nitelemenin reva görüldüğü insanlara sorduğunuzda “Müslümanım” diyeceklerini düşündüğüm için onları bu nitelemeye karşı savunmak istedim. Yani burada amacım milliyetçi ideolojinin savunmasını yapmak değil. Ortada bir hakaret olduğunu düşünüyorum ve bunu yanlış buluyorum, hepsi bu…
Aradaki ince farkı anlatabildiğimi umuyorum.
Siz de hakkınızı helal edin.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 8, 2010 | Reply
Aziz Yılmaz Bey,
Nezaketiniz için çok teşekkür ederim. Benim için çok zevkli bir fikir alışverişi oldu aslında bu yazışmalar. Hem sizinle hem de Olcayto Bey ile yazışmanın bana çok katkısı olduğunu düşünüyorum.
Sizden aldığım tepkilerden üslubuma daha çok dikkat etmem gerektiğini anlıyorum. Bundan sonraki yazışmalarımızda bu yönde çaba harcayacağım.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 8, 2010 | Reply
Haklısınız Atılım bey,
o cümleyi geri alıyorum.
Yazan:Engin Hayal Tarih: Haz 24, 2013 | Reply
Herkese selamlar.
Cok enteresan bi sayfaya denk geldim, insanlarin karsit goruste bile olsa saygiyla ve nezaketle birbirlerine hitap ettigini gordum. Ben acikcasi adalet ve kalkinma partisi karsitiyim.
Sadece sunu sormak istiyorum: 2010 yilina ait bir postta, butun komsularimizla aramizin duzeldigi yazilmis. Bu, birseylerin iyilestiginin gostergesidir denmis. Bugun geldigimiz noktada, komsularimizla olan sorunlarimiz da birseylerin kotulestigini gosterir mi?
Saygilar.
Engin
Yazan:my Tarih: Haz 24, 2013 | Reply
Suriye’yi mi kasdediyorsunuz? Ispanya iç savasian benzeyen korkunç bir süreç, 100.000’den fazla insan öldü. Türkiye ile arasi eger bozul-MA-saydi endise etmek gerekirdi 🙂
cinayet isleyen, kiralik katil bir komsunuz olsa evine çaya gidebilir misiniz? çocuklarinizi oynamaya gönderebilir misiniz? tabi iliskiniz bozulur. Katil ile iliskisi bozulmayan komsularin bizzat kendilerinin bozuk olduguna hükmedilir 🙂
Yazan:mehmet Tarih: Tem 16, 2013 | Reply
solcular iyi yerlere gelsin sağcılar iyi yerlere gelsin çıkarları iyi olsunda ne olursa olsun 1940 ve 2013’e kadar başardınız ve hala başarıyorsunuzda solculara sorsan asker kötüdür sağcılara sorsan asker kötüdür polise sorsan asker kötüdür, esnafa sorsan kötüdür, sanatçıya sorsan asker kötüdür acaba birisi durupta sordumu neden bunlar oluyor diye ? herkes taraf toplayabilmek için ideolojiler üzerinden bu ülkede iyi beyin yıkadılar ve hala devam ediyorlar ama ordu milletin bekasını düşünüp eşitçi yaklaşımla ülke ideolojisine destekçi aradı kimse oralı olmadı şimdide burda kaypaklık yapıyorsunuz anlam veremiyorum siyasetçilere ve aynadan kendi kişiliksizliğinize bakmanızı istiyorum pislik komunist solcular ve sağcı emperyalistler onun bunun işbirlikçileri. bugünleri unutmayacağım ve herzaman ordunun yanında olacağım bir daha darbe olmayacağını bekleyecek kadar rüyaya girin girin ki bizler(ilke ve inkılapçılar) yeniden dirilip tepenize binelim unutmayın gözümüz üzerinizde.
anlam veremediğim politikalar oldu bu sıralar sağcı emperyalistler hemegogculuğa sığındılar hayret embesillerdende bu tür bir davranış beklenirdi.
Yazan:ayşe Tarih: Şub 25, 2015 | Reply
din ve devlet işlerini birbirinden ayırmayan başa takılan bir bezparçasını dinin tamamı sayan ülkeyi soyan içeride ve dışarıda hainlik peşinde olan çocuklarına gemicikler alan saraylar yaptırıp içine konan bir adam asılmayı hak etmiştir. Ben şu ülkenin başına gelipte allah adını kullanarak soygun yapmayan hiç kimseyi görmedim o yüzderndirki din ve devlet işleri çok sert ayrılmalıdır. iran ırak suriye olmamıza az kaldığı halde türk ordusunun ne beklediğini bilmiyorum.
Yazan:Musa Gürel Tarih: Ara 1, 2019 | Reply
Makaleyi 15 temmuzdan önce yazdığınızı zaten satır aralarında okudum. Anlattıklarınızla Türkiye’de yaşananların (fetö darbe teşebbüsü) birebir örtüştüğünü de görüyorum. Bu da 15 temmuzdan önce Ergenekon mu > Fetö mu < denkleminin sağlıklı kurulamamasını da izah ediyor. Asker ve polis içindeki memurlar elbette demokrasi abidesi değiller bence frene basan aslında VATANSEVERLERİN ölümü göze almalarını atlamaları, gözüne kestirdikleri kendilerine ileride sorun çıkaracak memurlar elbette maddi manevi satın alınabilir ama vatanseverleri satın alacak ne maddiyatı ne de maneviyatı daha icat edemediler.
Yazılarınızı okumak benim için büyük keyif Derin Düşünce Org. Tıwıtter üzerinden de takip ediyorum sizi, çoğu tiwit lerinizi rt. yaparak yazılarınızı da Derin Düşünce Org linkiyle sosyal medyada daha çok insana ulaşması için paylaşıyorum ama insanımız dört satırdan fazlasını okumayı sevmiyorlar bu sosyal bir araştırmayla da ispatlanmış. Sosyal medyada süslü beylik laflar, özlü sözler, meydan okumalar, hayırlı cumalar-hayırlı kandiller, çiçekli böcekli paylaşımlar magazin ve cinsellik daha çok prim yapıyor. Kayda değer birşeyler insanların istifadesine sunmak için önce müşteriyi çekme adına aynı şeyleri bende yapıyorum ekmek arası balık gibi bazen tutmuyor bazen tutuyor bakmışsınız 10 kişi 20 kişi paylaşmış paylaşanların sayfasından da takip ediyorum Oradan da paylaşılıyor sistem bu.. o kadar güzel şeyler öğreniyorum ki sizden insanın ufku açılıyor bazen aylarca yıllarca cevap bulamadığım soruların çözümü bakıyorum ki siz çok önceden değinmiş cevaplamışsınız. Kitaplarınızı da alacağım saygılar
Musa Gürel
Yazan:my Tarih: Ara 2, 2019 | Reply
Allah razı olsun, bunun gibi 9-10 sene önce yazılmış makalelerde bizim eksiklerimizi, hatalarımızı da görüyorsunuz haliyle. Ama 15 Temmuz’a rağmen bu yazıyı kaldırmadık. Geçmişte yapılan hatalar da gençler için öğretici olabilir diye düşündük.