Kürt meselesinde şiddet sarmalı
By Konuk Yazar on Tem 28, 2010 in Devlet Terörü, Özgürlükler, PKK, Terör, Ulus-Devlet
Şiddetin doğurduğu sosyal komplikasyonlar her şeyden önce şiddete başvurularak çözülmek istenen sorunların derinleşmesine ve çözümsüzlüğüne yardım eder. Ayrıca şiddet kullanmak, sorunların çözümünde, haklı nedenlere yaslansa bile, en sevimsiz yöntem olarak kabul edilir. İşte tam da bu yüzden Kürt politikalarının şiddet sarmalının dışına taşıtılması bir zorunluluktur. Bu noktada devletin geri adım atması ve siyasal alanın demokratik mücadelelere hazır hale getirilmesi dışındaki tüm seçenekler sadece dedikodudur.
Devletin Kürt meselesinin çözümünde her defasında başvurduğu şiddet kullanarak etkisizleştirme operasyonları binyıl geçse de sonuç vermeyecek bir yöntemdir. Temel insani/siyasal hak ve özgürlükler bağlamında ortaya çıkan Kürt sorununun, asker eksenli politika ve uygulamalarla çözülmesini beklemek Türk politik yeteneksizliğinin beyhude bir beklentisidir.
Devlet gururunu hukuktan üstün sayan, vatan kavramını insandan değerli gören, politik çıkar hesaplarını insanlığın kaybediş düzleminde arayan, merhametsizliği idareciliğin kriteri haline getiren bu zihniyet, politik fakirliği sayesinde yurttaşını mutlu edememektedir. Doğrusu bu zihniyetin kilitlendiği nokta politik fakirlikten öte Kürt meselesini de kilitlemiş bulunan politikasızlıktır. Kilitli tutulduğu sürece kapının ardından kan akacağını bile bile bu tutum inatla sürdürülmektedir.
Kürt meselesi her şiddet sarmalına girdiğinde özellikle “anti-siyasal Kürt” kamuoyu devletin güç kullanma meşruiyetinden söz etmektedir. Bu gerçekten böyle midir? Gücün meşru kullanıcısının devlet olduğu tezi “devlet meşruiyetini nereden alır?” sorusunun cevabı bulunmadan hukuki bir değer taşır mı? Devletin, değiştirilmesi teklif dahi edilemez anayasal niteliği ve kuruluş felsefesi, var olanı yok sayan bir mantaliteyle şekillenmişse durum nasıl değerlendirilecektir? Devlet gücünün; var ve hak olanı gayr-i meşru sayıp yok etmeye çalışması mı evrensel meşruiyete girer yoksa “Kürt Kürttür” demesi mi?
Hiçbir devlet hukukun üstünlüğünü ve karşılıklı toplumsal mutabakatla sağlanan eşitlik ve adalet düzlemini bozan unsurlara müsamahakar davranamaz. Ancak hukuku bizzat kendi eliyle ihlal eden ve adaletsiz-eşitliksiz bir siyasal dayatmayı ebedi kılmak peşinde olan şiddet-tapar bir devletin meşruiyeti de her zaman sorgulanır. Hukuku koruyan şiddet mekanizmaları, devletin eline meşru bir yetki olarak toplum tarafından tevdi edildiğinde sorun yoktur. Ancak hukuktan çok kendini koruyan ve topluma rağmen kendini güçle yetkilendiren bir organizasyonun adı devlet de olsa o meşruiyet tartışmalarını kendiyle birlikte taşımaya devam eder.
Bu açıdan bakıldığında özellikle Kürtlere ve İslamcılara göre devletin meşruiyeti var kabul edilebilir mi? Çünkü modern Türk cumhuriyeti kendi varlığını bu iki unsurun yokluğu üzerine kurmuştur. Kendisini hukuken ve siyaseten yok sayan bir yapının hükmen yok sayılanlar tarafından kabul edilmesini beklemek saf aklın ve salt adaletin neresine düşer?
Kürt meselesinde ortaya çıkan şiddet sorununun altında, şiddetsiz çözüm yollarının kapalı tutularak, şiddet üreten vasatı kalıcı kılıp; başarıya ulaşamamış Kemalist ulusal projeyi, dokunamadığı alanlara bulaştırma stratejisinin varlığı his edilmektedir. Aksi takdirde bu kadar mantıksız bir yöntemi mantıklı olması düşünülen devlet aklı tarafından neden tercih edilmektedir diye sormak gerekmez mi?
Karşı şiddet odaklarının şiddeti durdurma gerekçesi olarak ileri sürdüğü makul ve karşılanabilir talepler, görmezden gelinerek şiddet vasatını korumaya çalışmak, aynı zamanda Türk muhafazakar kitlesinin ulusal Kemalist projenin parçası haline getirilmesine yardımcı bir rol oynadığı gözlerden kaçmamaktadır. Modern ve seküler bir proje olan Kemalist uluslaşma hareketi hiçbir dönem bu derece yoğun biçimde manevi kavram setleriyle propaganda edilmemiştir.
Kürt sorunu güç kullanma sarmalından kurtarılmalıdır derken her ne kadar asıl sorumluluk ve suçlamayı devletin güvenlik politikalarına mal etsek de diğer tarafın da çatışmasızlığı esas alan stratejiler geliştirmesi esastır.