Ali Bulaç Hiç Melek Görmüş Müdür?
By Fatma Sancak on Ağu 7, 2010 in Kadın, Toplumsal Ahlâk, vicdan
Ali Bulaç ile ilk tanışmam babamın kitapları arasından ulaştığım bir kitabına dayanır; oldukça eski. Yüzümü parıldatan kitapların öznesi olarak benim için varlığı gerekli bir şey.
Ali Bulaç ile son buluşmam geçtiğimiz haftalara rastlar; oldukça yeni. Kadın tasnifi yazılarının öznesi olarak benim için yüzümü buruşturan her şey.
Referandum yorumlamasında bulunan Bulaç, Özgün Duruş gazetesinde yayınlanan yazısında tüm siyasi tarihimizin karasını kısmen teğet geçiyor ve ‘evet-hayır’ gündeminden konuyu ‘kadın’ başlığına çekiyor. Mesele kadın üzerinden yürüyor, Yeni Anayasa Paketinin ‘kadınlara pozitif ayrımcılık’ içeriğinden oldukça rahatsız. Ve sözlerini fıkıhçılara yönelttiği sorular ile noktalıyor.
Bulaç’ın somut bir de örneği var; ‘ iş istihdamı sorununda kadının çalışması gerçeğinin toplumsal bir sorun olacağını ve evi geçindirmekle(?) yükümlü erkeğin payının kapılacağı endişesini taşıyor, kadının yeri evidir gerçeğini(?) vurguluyor. ‘
Bence yaklaştığı noktada eksikler var, hatta birkaç sorum da var?
İmdi Bulaç’ın buradaki muhatabı erkekler mi, yoksa kadınlar mı? Ya da şöyle ifade edeyim acaba Bulaç kadınların kendi seçimi olan bir konuda onları muhatap almadan yol göstermeyi mi tercih ediyor?
Kadının çalışması gerçeğini kredi kartlarına indirgemekten çekinmeyen yazar hiç sosyal sorumluluk başlığında kadın konusuna eğilmiş midir?
Ali Bulaç’ın eksikleri…
Hocam, siz tüm Türk erkeklerinin veba yıllarından (28 Şubat) evvelindeki gibi lezzetli yemeklerin ve parıldayan evlerin arzusunu taşıdığını mı düşünüyorsunuz? Kadınların kadrolu olup olmadığının bile bir tercih sebebi olduğu, üstelik bunu mütedeyyin (?) kesimden beylerin yaptığı bir realite karşısında kullandığınız dil bu mudur?
Hocam, siz hiç 5 lira daha fazla para için eşine yalvaran bir kadını gördünüz mü? Ya da anlayışsız ve cimri bir erkeğin maddi olarak yıpratmasından sonra ‘para’ kelimesi duyduğu an kriz geçiren, paraya dokunamayan, evden çıkamayan, temel ihtiyaçlarını gideremeyen bir kadın tanıdınız mı?
Hocam, siz hiç hayatı boyu tecavüze ve şiddete maruz kalmış bir kadının sırf karnını doyurduğu için boşanamadığına şahit oldunuz mu?
Hocam, kadınlar sadece eş olmaktan ibaret değil, birilerinin kız kardeşi, birilerinin kızıyız.
Siz hiç başörtüsü yasağı sonrası okulu bırakmış bir kıza sakalları yüzünü okşayan bir babanın ‘ sen ne işe yararsın ‘ dediğini duydunuz mu, arkadaşınız omzunuzda ağladı mı?
Evleneceği erkeğin ailesine karşı üç beş eşya parçasını evladından esirgeyen bir babanın utandırdığı kız hiç uğradı mı kaleminize?
Ya, bir kitap alabilmek için yol parasını kitap lehine kullanan kızın yağmurda yürüdüğü yollar kadar uzun bir yol gittiniz mi hiç?
Tüm bu yaşananlara şahit olmadınız ya da davulun sesi oraya hoş geliyor. Kadın tasnifi yapmak, toplum tasnifi yapmaktan geçer. Toplum tasnifi yapmak ise pozitif ayrımcılık somut örneklerinin çok üstünde bir şeydir. Bazen bir yazarı, yer yer fıkhı, çoğu kez erkeği ıskalar ve geçer gider.
Uzun sözün kısası şimdilerde; Referandum’a evet, Ali Bulaç’a hayır. Toplumu kalemiyle gerekli şartlara, sorunları çözecek yöntemlere imza atana kadar; hayır.
Cihan Aktaş Yahut İnci Çiçeği
Bazen ismini bilmediğim çiçeklere dokunurum, isimlendirmek önemlidir bende. Tuhaf benzetmelerim vardır, yine öyle adını bilmediğim bir çiçeğe takmıştım bu adı; inci çiçeği.
Bazen yine bu maksadı yerini bulmuş isimleri kadınlar için tüketirim. Babaannem mesela sabır yapraktır, Cihan Aktaş inci çiçeği. Öyle naif, nazenin bulurum duruşunu, kalemini…
Hayat kadın yüreğinde böyle inci inci, çiçek çiçek iken günlerden bir gün Cihan hanım hayatının İran yollarından birinde, bir davet üzerine Erzurum’a uğrar, samimi takipçilerin bu davetine Cihan hanım kızı ile birlikte katılır, bir kitapçı da davet eden dostlar, Cihan hanım ve kızı bu söyleşiyi anlık bir karede dondurur. Sonra bu hoşluk bir internet sitesine haber olarak girer. Tüm kara bulutlar işte o gün yansır inci çiçeğinin toprağına…
Haber başlığının yorum kısmında kadın tasnifi görevini kendini meşru kılmak adına kadın parçalayarak hak etmeyi görev bilen, sözüm ona dini referans alan kişiler Cihan hanımın böyle bir söyleşi ortamında üç beş bey ile karşılıklı oturmasını kınamakla girip, evladının başının açıklığını kınamakla bitirirler görevlerini.
Toplum tasnifinden yoksun müzekker akılların kadın tasnifi ancak yüzeysel ve kusurlu fıkıh algılarıyla mümkün. Bir kadını işiyle vurmak, işine art niyet düşmek ancak acınılası hareketlerle mevcut. Bir kadını, evladını konuya çekerek kınamak; en çirkin tarif.
‘Evimde’ İnce İnce Düşünürken…
Sosyal bir gerçeklik karşısında gözün yumulup, dilin koşar adım yürümesi sorumluluk ihmalidir. İhmal kişiyi bağladığında anlaşılabilir ancak yeküne etki ettiğinde bu kadar masum durmayacaktır.
Bir anlayış olarak işin ‘bence’sinde kadının yeri tanımlaması kişiyi bağlayabilir, üstelik herkesin kendi doğrusunu ifade hakkını savunmamız gereken bu zamanlarda çok anlaşılabilir ancak yekün olarak bunun mutlak kabul edilmesi etkisi yaralayıcı olabilir. Mesela Ali Bulaç’ın bir hassasiyete dikkat çekmek amaçlı olarak kullandığı dilin eksiği Cihan hanıma yapılan çirkin davranışın ortaya çıkmasına ister istemez etkidir. Bir yazar olarak Bulaç’ın kapatıcı ve art bir niyet gütmediğini düşünüyorum ancak aynı Bulaç’ın bundan daha fazlasını düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplum yıkıldığı yerden yapılanır ve son tahlilde yıkılan yek başına kadın değildir.
Yazacaksa dahi kalem bunu böyle yazacak;
” 1.
Iris Murdoch’un romanı (Melekler Zamanı) o paradoksu hatırlatır: Din adamları bile tanrıtanımaz söylevler vermeye başladığında ve dünyevi zevklere gömüldüğüne göre, meleksilik bir tarafta umutsuzca yozlaşmakta, çürümekte olan bir şeydir ama işte bu nedenle sırf, meleksi duruşlara ihtiyaç duyuyor zamanımız. Dünya zevklerine daha fazla battıkça neşeleri değil de hüzünleri çoğaltan insanlığımız, görünmeyene, elle tutulmayana daha çok bağlıyor ümitlerini ve astrologların muştularından medet ummaya başlıyor.
Murdoch’un Melekler Zamanı’nda vermekte başarılı olduğu bir diğer paradoks, kadın özgürlüğünün anlaşılma ve yaşanma biçimiyle ilişkili olarak süregiden yozlaşmaların cinsler arasındaki dengeyi bozan yanıdır…
2.
Melek olmak, emaneti, kelimeleri, bilgiyi bunlarla ilgili her çaba ve durumu her açıdan üstlenme sorumluluğu olmaksızın, başka bir düzeyde, kötüyle iyi, doğruyla yanlış, güzelle çirkin arasında seçme yapma konumunda bulunmadan, trajediye sapma ihtimalinden uzak bir korunmuşluk, bir safiyet, ve şeffaflıkla var olmak… Melek olmaya çalışmak: Ben’ini, zaaf ve tutkularını yükseklerde bir yere bağlılığı adına eritmek, yok etmek. ” Cihan AKTAŞ – Bir Hayat Tarzı Eleştirisi: İslamcılık
yahut susacak!
Kalem, dilden olumlu niyet taşısa dahi döküldüğünde bir kadına zehir olacaksa ve bu kadınlardan biri yukarıdaki paragrafı bu zerafet ile yorumlayabiliyorsa ve dahası yaşıyorsa; bu zehri o kadından ve o kadınlardan, dahası o kadını zehirleyebilecek olanlardan men et.
Ali Bulaç’ın fıkhen ‘ kadının çalışmasının hükmünü sorduğu ‘ isimlere ben de; kadını bakmakla yükümlüğü erkeğe düşen görevleri ve hatta toplumun ve o toplumun sorumluluk sahibi kesiminin üzerine düşen yükümlülüğün hükmünü sormak isterim.
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
76 Yorum
Yazan:Hasan Rua Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
Tebrikler cemile harika bir yazı.
Yalnız ben şunu anlayamadım. Ali Bulaç, Zaman’daki yazılarında referanduma fanatik biçimde evet diyor. Ama Özgün Duruş’ta kadın meselesi yüzünden hayır diyor..
Bu nasıl bir kafadır?
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
Eline sağlık Cemile,
Ali Bulaç ben de hep muhafazakarlığın tatsız bir tonunu çağrıştırıyor. Kitabını okumadım ama zamandaki yazılarını genellikle sığ bulduğumu söyleyebilirim.
Yazan:Abdurrahman Mıhcıoğlu Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
Cemile Hanım, Ali Bulaç’ın, esasa, öze dair serdettiği fikirler arasında ifade ettiği kimi hususlaradan, üslubun yanlışlığından incinmiş gözükmekte, incinmekte de haklı. Ancak Bulaç’ın söyleminin ana temasına dikkat edildiği vakit, kadına, anne gibi ulvi bir varlığa bakışın, Kur’an ve sünnet merkezli olmasının gerekliliğidir vurgulanan…
Erkeğin vazifeleri neden vurgulanmıyor sorusu, olmalıydı, olmalıdır ama bu tespite cevap niteliğinde olmamalıydı; bu tespitte hakka muğayir bir taraf yoktur ve İslam toplumunun dönüştürülmesi sürecinde “kadın” başrolde oynatıldığı, onun üzerinden bir tahrif ve tebdil ameliyesi gerçekleştirildiği için vurgu bu minvalde olmuştur. Yoksa, maddi imkanı olmadığı için zulme maruz kalan, ihtiyaç sahibi vb. kadınların maişetlerini temin etmelerine zannımca Bulaç’da itiraz etmeyecektir ki İslam buna herhangi bir yasak koymuş da değildir.
[İctimai hayatta Müslüman kadının yeri tam olarak neresidir, ictimai hayatta Müslüman kadın ne kadar fonksiyonel olmalıdır sorusu ciddi bir msesele olarak önümüzde durmakta; bu çok ayrı ve geniş bir mevzu, ayrıca ele alınmaldır tabiatiyle].
Toplumun sacayaklarından ailenin yıkımı, koca bir toplumu yıkmaktadır ve maalesef modern dönemde kadına biçilen rol de tam olarak aileyi yıkmaya matuftur. Müslüman kadının bu rolü reddedip kimliğini müdafaası elzemdir. Müslüman erkeğe düşen de “kavvam” sıfatını hakkıyla taşıyıp adaletle ve muhabbetle muamele etmesidir. Selametle efendim…
[Ali Bulaç’ın evetçi mi hayırcı mı olduğunu belirttiği yazısı için: http://www.ozgundurus.com/Yazar/Ali-Bulac/Referandumla-ilgili-aciklama.php%5D
Yazan:BetuL Tarih: Ağu 7, 2010 | Reply
Cok guzel, cok dogru!
Yazan:kerem Tarih: Ağu 8, 2010 | Reply
Ben Ali Bulaç’ı çok iyi tanırım, düşüncelerini de çok iyi bilirim. Ali Bey’in kadına bakışı, benim düşüncelerimle tam örtüşmese de zamanımızın feminist zihniyetini çileden çıkarmasını da normal karşılıyorum. Cemile Hanım yazısında da belirttiği gibi yazarın sadece bir kitabını okuduğunu söylüyor ancak Ali Bey’in hiç de hak etmediği şekilde eleştirdiği hususu ajite ederek ağır ithamlarda bulunuyor. Ali Bulaç Türkiye’de Batı düşüncesini en az 30-35 yıldan beri tanıyan ve tanıtan, modernizmi de kıyasıya eleştiren bir yazar. Ancak Cemile Hanım’ın hoşuna gitmeyen bir husustan yola çıkarak Ali Bulaç’ı adeta ti ye alarak yüksek perdeden yazması da hiç şık durmamış.
Yazarın referandumda evet ya da hayır demesi neden bu kadar eleştiri konusu yapılıyor, bunu da anlamış değilim. Herkesin bir özgür iradesi vardır ve bu iradesi doğrultusunda bir seçim yapar. Herkesin de buna saygı duyması gerekir. Aksi takdirde sandığa gitmenin ne anlamı kalır. İnsanları eleştirirken insaf ve vicdan gibi değerlerin de göz önünde bulundurması, saygı ve sevginin çiğnenmemesi gerekir. Eleştirdiğimiz kişi mutlak yanlış düşünceler içerisinde de olsa, o düşüncelere katılmasanız bile saygı duymak en doğru davranış tarzıdır. Evet, eleştirelim ama saygı ve vicdan çerçevesinde… Aksi takdirde, ‘Ayarını bozduğunuz kantar, bir gün gelir sizi de tartar’.
Yazan:Batuhan Tarih: Ağu 8, 2010 | Reply
Muhterem hanımefendi,teşekkürler;
Aslında Ali Bulaça Hidayet hanımda bir ilahiyatçı olarak(şevkatli tuksal) Star gazetesinden cevap verdi,ancak Ali Bulaçın mizacı dır sürekli sorar cevap bekler ancak hiçbir cevaba cevap vermez,liberallere de sürekli saldırır,zaten liberallere saldırmanın dayanılmaz bir cazibesi vardır o da ayrı bir konu,ancak Ali Bulaç hür fikirler den kendine verilen hiç bir cevabı karşılıyamaz,
Kendisine yolladığımız bir mektup ta bize alınmıştı biz kendisinin yazarlık döneminiA.Ö(ameliyatından önce)ve A.S (amieliyatından sonra)diye ikiye ayırmıştık Ameliyatından sonra kullandığı uslup,sertlik,çelişkiler,dini taasupluk,aykırılıklar,izah edilmeliydi,şimdi bu makalesiyle gündeme geldi;ancak bir sorun var niçin zaman gazetesindeki köşesine bu düşüncesini taşımadı/taşıyamadı.Ali Bulaç Din denen sosyolojik olgunun geleneksel kanadını (doğru kabul edilen çoğunluk görüşünü)savunur.
bir sosyolog olarak elinde veri tabanı bulunmadığı halde ilginç suçlamalara ve toptancılığa baş vurur,belki türdeşi çok bilmiş özne olan Dücaneyi taklid ediyor,o da çok evlilik konusunda kur’anın muradını isteğine göre tefsir ederek çok evlilik için kesin emir der ve kadın evinde çocuk doğurmak zorundadadır der(daha çok şey der)ancak Dücane imtiyazlı ve bağlantısız gibi gözükür onunla lafazanlık yarışına kimse nedense girmek istemez,(bulaşmak istemezler)ancak Ali Bulaç bir çok toplantıya katılır (hidayet hanımın Abant toplantısındaki yorumunu burda muhakkak okuyun)ve vuruşa vuruşa öğrenerek çekilir ancak diyeceğinide der,ve desinde,
ancak sizin beklediğiniz sorular hep cevapsızdır,bu sebeble inanmıyan veya dinde hep çelişki arayan beyinler için çok güzel malzeme verir,siz istediğiniz kadar Kur’anın ve efendimizin kadına sağladığı özgürlükten bahsedin,istediğiniz kadar kadının köleliğnden islamla özgürlüğe geçtiğini anlatın,nisa suresindeki kadına özgü bir konudan bahsedin,
Hemen Ali Bulacı referans gösterirler,işte kardeşim biz iftira atmıyoruz sosyolog ilahiyatçınız böyle diyor.
Ali Bulac her nedense,değişen tüketim tercihlerinde evlenemiyen kadının ekeomik beklentisini nasıl karşılıyacağını anlatamaz,evlenip boşanmış bir kadının çektiği ekonomik sıkıntının nasıl karşılanaıcağını anlatamaz,imam nikahlı bir kadının kocasının ölümüyle,medeni hukuktan kaynaklanan sosyal güvenlik ve miras paylaşımındaki hak alamıyacağı gerçeğini açıklıyamaz,olsun ne gam(aslında açıklayamaz dediğimiz herşeyi açıklar saatlercede yazar ancak içinde aradığınız cevaba karşılık birtek kelime bulunmaz)
Aslında kadının tahsilini dolaylı olarak haramsallaştırır çünkü avukat çıkmış,mühendis çıkmış doktor çıkmış muhasebeci çıkmış bir kızımız bu işi yapmıyacaksa niçin bu kadar tahsil masrafı yapıp ailesini sıkıntıya sokar bu israf değilmidir israf da haram değilmidir,hem meslek sahibi olman mümkün olmıyacağına göre ünüversite imtihanlarına girerek erkeklerin hakkına niçin tecavüz ediyorsun her tarafta erkek olsun,mesele siz cemile hanım farkında olmadan bir erkeğin rızkına göz diktiniz. İşte böyle bir mantığı islam diye ve fıkh erbablarınıda yardıma çağırarak(Allaha şükür bu şahsı ciddiye alaıp yardıma koşan bir tek fıkıh uzmanı görmedim,ve duymadım aslında öyle isimlerden yardım istediki Hayrettin hocam hariç koşa koşa yardıma gelirler zannediyordum)
Sonuç olarak cemile hanım muhteşem bir yazı olmuş tekrar tebrik ediyorum.selam ve hürmetler….
Yazan:MY Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
Müslüman olmakla islâmci olmak arasindaki farki ortaya koymasi bakimindan bu tartismayi çok faydali buluyorum. Ayrica çok verimli islâmcilarin bile genç Müslümanlarca aşılmaya başladigi şu günlerde Ali Bulaç’in ibret alacagi tepkiler verilmesi özellikle sevindirici.
“Kadinlar çalismasa issizlik azalir”
tipi öngörüleri yillardir duyariz.
Fransa’da bu tür toplum mühendisliginin adresi le Pen(FN: Front National = irkçi pari) ve Philippe de Villiers’nin yobaz katolik MPF partisidir.
Kanaatimce Ali Bulaç bu tür adamlarla fikirdas olmaktan ALLAH’a siginabilir baslangiç olarak. Ama elbette Bulaç’in hatasini görmek için bu tür benzerlikleri isaret etmek yetmez.
Kadin… Evet, kadinlar çocuk dogurma kapasiteleri ve sosyal zekâlarinin üstünlügü sebebiyle geçmiste özel bir rol oynadilar. Benim çocuklugumda bile çok az çalisan kadin vardi, 1970’li yillar. Komsular birbirlerinin hastalik, dogum, ölüm, vb dertlerini bilirlerdi çünkü kadinlarin etrafinda böyle bir yardimlasma-dayanisma agi olusmustu.
issizlikten önce bunu konusmak gerekir zira kadinlarin çalismadigi yerlerde ve yillarda da issizlik vardi.
Evet, gelelim kadinlarin dogurma ve sosyal organizasyon “ödevine”.
Liberalizmin Kara Kitabı ve Bir pozitivizm eleştirisi isimli kitaplarimizi okumus olanlarin bildigi gibi eski güzel(!) günlerde kadinlar KADIN gibiydi ama adamlar da ADAM gibiydi. Bugün herşeyin, bu arada KADIN’in şeyleştigi bir sürecin son aşamasindayiz.
Para hirsi ile, tüketim çilginligi ile aile dokusunu tahrip eden milyonlarin karsisina çikip “kadinlar çalismasa issizlik azalir” demek kadar büyük bir kolaycilik düsünemiyorum. Sorunlarimiz özde çok daha derin ve karmasik.
Etik-Ahlâk demode oldu ve “deontoloji” deyince meslekî disiplin/racon geliyor akla. Aşk ile seks, vatan sevgisi ile şiddet arzusu birbirine karişmiş. Kelimelerini kaybetmiş bir insanlik var ortada.
irak’ta can veren yüzbinlerce insanin ve Meksika körfezinde petrole bogulan martilarin ne kredikartlari var ne de NASDAQ üzerinde bir kaç puan etkileri. Obama nezle olsa bunlardan daha “kiymetli”.
“Kiymet” (= value) kelimesinin bile kiymetini kaybettigi bir asirda, insanlarin, okyanuslarin ve martilarin borsada hisse senedi kadar bile VALUE sahibi olmadigi bir asirda yasiyoruz.
Bir Müslüman olan ali Bulaç’in islamci toplum mühendisligini bir kenara koyup öncelikle KADIN’in insan olmasindan yola çikmasi gerekirdi. Böylesi ontolojik bir temelden yola çikinca ideolojimizin veya nostaljimizin degil kalplerimizin teyid edecegi bir düzene varabiliriz. Ali’nin veya Veli’nin degil Kâinat’in Yaraticisi’nin hosuna gidecek, harbiden adîl bir yapilanma istiyorsak ZOR olan yola razi olmak icab eder. Islâmci ezberlere, yesil soslu kemalizme veya toplum mühendisligi ile olmaz bu is 🙂
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
Ali Bulaç’ın yazılarını pek okumuşluğum yok.Bu bakımdan doğrudan bir eleştiri yöneltmem doğru olmayacak.Ancak yazıda geçen-aşağıda alıntılanan kısmı- toplumsal işbölümü noktasında kadına biçtiği rol açısından oldukça sorunlu bir öngörü ve yaklaşım olarak buluyorum.
Oysa asıl “toplumsal sorun”,cinsiyet eşitliğini dengeleyeceği düşünülen pozitif ayrımcılığın yasalarca yeniden düzenlenmesiyle değil aksine sayın Bulaç’ın kadını sosyal alandan koparacak olan “sınırlayıcılık”ta başlar.
Ard arda sorulan sorularla Cemile kardeşimiz zaten kadın-erkek eşitsizliğindeki temel çelişkilere yeterince dikkat çekmiştir.Fazlası kendisini tekrar etmek olur.
Ancak varolan gerçeğin dışında ilave etmek istediğim bir iki husus olacak.
İslam adına ve sağlam fıkhi temellere dayandırılsa da bir görüş üzerinden topluma yön verme topluma belli doğrultularda sabit gömlekler giydirme oldukça sorunlu bir yaklaşımdır.Hele konumuzla alakalı olarak;kadına ait sorunların erkek egemen anlayışla kadın adına karar verildiğinde daha da içinden çıkılmaz bir hâl alır.Dolayısıyla,nasıl ki belirli ideolojik kalıplar içerisine sıkıştırılan modern ideolojiler(feminizm)tek başına eşitlik ve adalet bağlamında kadının eksikliğini hissettiği tüm alanları karşılayamıyorsa,dini inanç temelli “kurallı sınırlaycılık” da aynı şekilde kadının kendisini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu eksiklikleri karşılamaktan uzaktır.Zira makul olanı,türlü yönlendirmelerle değil kadının kendi adına karar verici olmasıdır.Seçimi kendsi yapacaktır,doğruları ve yanlışlarıyla seçiminin sorumluluğu kendisine aittir çünkü.Ne var ki bizdeki toplumsal algı,olması gereken bu doğallığın çok uzağındadır.Zira kadına kendi iradesi dışında bir kişilik/kimlik empoze edilmektedir.Cumhuriyet Kadını,İslami Kadın,Modern Kadın,Evinin Kadını…Bunlar,toplumun zihnine kazınmış ve böylece kabul görmüş bir kaç tanım sadece.Oysa kadın her şeyden önce insandır ve kendisidir.Ne var ki bu dayatmacı kimlik anlayışı kadını haklarından mahrum etmekle kalmıyor fakat aynı zamanda “ne olması”gerektiği de kendi dışında karar altına alıyor.Ve dahası bu kendinden menkul tasnifçi anlayış olası kadın dayanışmasını da bölücü bir şekilde sekteye uğratmaktadır.Bu brinci itirazım.
İkincisi itirazım ise,sayın Bulaç’ın toplumsal denge adına ortaya koyduğu öngürünün-kadın istihdamının işsizliği artırdığı tezini-pratikte gerçeği yansıtmadığı üzerine olacak.Burada ciddi bir mantık hatası var zira.Evet,kabaca ve oranlar üzerine yapılan bir zihin eksersizinde kendi içerisinde tutarlı bir argüman olarak düşünülebilir.Şöyle açıklık getireyim,bugün kadınları sosyal alandaki statülerine(işlerine)son verilip boşalan yerlere erkekler getirilirse elbette işsiz erkek oranında bir düşüş olacaktır.Peki böyle bir mantık doğru olablir mi?Bu nasıl bir denklemdir ki,kadının yok sayılmasıyla toplumsal denge sağlanması düşünülüyor.Peki ya sonrası ne olacak?Kadının erkeğin eline bakarak eve mahkum edilmesi nasıl bir çözümdür doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.Ayrıca köle konumuna getirilen böylesi bir toplumsal rolde kadının sorunları ne olacak?Yoksa her şeye göğüs germesi,sabırla katlanması falan mı bekleniyor kadından.Ya bu bağımlılığın yaratacağı adletsizlik ve işitsizlik;başgösterecek geçimsizlik,boşanmalara varacak huzursuzluklar?Hadi kadın haklarından vazgeçtim,peki bu ve benzer olasılıklar ne olacak?
Kısacası bu tip kolaycı çözümler toplumsal sorunları önlemek bir yana sosyal patlamaları daha da hızlandıracaktır.Zira çağımızın ilşkileri,toplumsal dokusu bu tür reçeteleri asla kaldırmıyor.Doğru adına savunulsa her öneri doğru sonuç vermeyebilir.Ve bana göre sayın Bulaç’ın önerisi iyi niyetle olsa bile gerçeklerden son derece uzaktır.
Elinize sağlık Cemile hanım,sorgulayıcı harika bir yazı olmuş,yürekten kutluyorum.
Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
Çok güzel bir yazı olmuş.
Ali Bulaç’ın dile getirdiği fikirler, benim muhatap olduğum dindar erkeklerin çoğunda hakim olan fikirler. Hatta Ali Bulaç, oldukça hafif kalıyor bile diyebilirim.
Kadınların çalışmasını dine ters gören insanlarda çözemediğim bir tutarsızlık var: Madem kadınların çalışmaları yanlış, neden öyleyse başörtülü kızların lise veya üniversitelere sokulmamasına karşı tepki duyuyorlar? Bu durumda, yasakçıları takdir etmeleri veya en azından, açık bir şekilde, kader noktasında iyi olmuş demeleri gerekmez mi? Ancak bunu yapmıyorlar. Bazıları özel sohbetlerinde bunu söylüyor, ancak kimse açıktan söylemiyor.
Bence müslümanlar olarak, en önemli iç hastalıklarımızdan birisi bu: Kadınlara karşı uygulanan baskıcı, maço tavrı, takva ölçüsü olarak görüyoruz. Kadınların hak ve hürriyetlerini savunmayı ise, sanki dine alternatif bir feminizm savunusu olarak yaftalıyoruz.
Çok sorunlu bir alan burası. Birçok erkek kendi takvasını, karısının davranışlarıyla ölçüyor. Kadınlar, birçok “dindar” erkek için, aslında bir araç: dindar olma aracı.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
Ali Bulaç’ın dile getirdiği ve aslında Türkiye’deki muhafazakar erkeklerin büyük oranda paylaştığı zihniyet bu ülkede “dindar” kadınların mesela neden basın yayın alanında bir Yasemin Çongar düşünsel alanda bir Gülay Göktürk gibi kadınlar olamadığının da en büyük izlerinden. Muhafazakar insanlar nedense ahlakın ve doğrunun tekelini dindar olmaları hasebiyle otomatikman kendilerinde gördüklerinden bir türlü belli sınırların dünyaların üzerine çıkamıyor gelişim ve değişim denen şeye müthiş direnç gösteriyorlar.
Varolan sistem başörtülü kadını iki kere vuruyor. Birincisi zaten bugün Cihan Aktaş’ın negatif ayırımcılık yazısında çok güzel anlattığı gibi yıllardır bu ülkede kendilerine konulan nefatif kotalardan dolayı güçsüz düştüler. Okul iş hayatı onlara kapalı. “Bir şey” olmakla aralarında kaf dağları var.
İkincisi dindar kesimin büyük oranda geldiği sınıf gelenekçi muhafazakar bir yapıya dayandığı için kadın bu kültürde bir şey olmaktan ziyade birilerinin bir şeyi. Mesela evinin kadını, çocuklarının anası, karım, kızım kısrağım vs. Türkan saylan gibi başarılı bir tıp kadını olmanın önündeki birinci engel kemalist faşizmi dibine kadar benimseyen kendi ayrıcalıklarını kaptırmak istemeyen gene Türkan Saylan gibi insanlar ise diğer büyük engel de malesef Ali Bulaç gibi insanların temsil ettiği zihniyet. İşine geldiği zaman modernizmin nimetlerinden köküne kadar yararlanan işine geldiği zaman gelenekçi işine geldiği zaman sivil toplumcu ve özgürlükçü olmanın fiyakasını kimseye kaptırmayan, ama kendi iktidar alanı içerisinde son derece baskıcı ve otoriter insan tipolojisi. Ne tuhaftır ki kadın arkadaşlar bile böyle bir tartışmaya bu ülkede muhtaç ne kadar kadın olduğunu anlatmak zorunda kalarak başlamak durumunda kalıyor. Yani sadece aç ve muhtaç isen çalışma isteğin topluma katılma özne olma arzun kabul edilebilir bir ahlaki durum serdediyormuş gibi. Öteki durumda zaten lüks, gayrı ahlaki ve doğal dışı. Kapitalist sistem çalışan kadın kadar çalışan erkeği de çürütüyor, vuruyor ev ile olan ilişkilerinde problemler doğurabiliyor. Ya da işsizlik söz konusuolduğu için eğer gayrı doğal eşitlikçi müdahaleleri tartışabilme durumundaysak acaba bir sürü işsiz varken iki işte çalışan insanları da konuşacak mıyız? Mesela ek işte çalışmak yasaklanmalı mı? Bu sorulrı soruyorum çünkü Ali Bulaç ın ima ettiği şey sadece bir pozitif ayırımcılık konusu değil genel olarak çalışan kadın fikrine duyduğu olumsuz bakış ile ilgilidir.
Ali Bulaç’ı eleştirmek için bütün kitaplarını ya da çoğunu okumak gerekmez. bir insanı hiç bir kitabını okumadan da eleştirebilirsiniz. önemli olan önünüzdeki metindir. Yazdığı metinde Ali bulaç pozitif ayırımcılık konusunu tartışmak ister gibi gözükürken kendi zihni kodlarını ortaya koymuş. Yoksa pozitif ayırıkmcılığa karşı olabilecek şartlı yaklaşabilecek de pek çok kadın insan var bu ülkede. Bir diğer garip olan husus ise anayasanın hiçbir maddesinin islamiliğini tartışma konusu yapmaz iken muhafazakar kesimin kanaat önderlerini bu anayasaya evet demek caiz midir türü bir tartışmaya çekmek istemesi. Ne konuda kadına pozitif ayırımcılık konusunda. Birincisi bu maddenin zaten Bulaç ın sunduğu şekilde olmadığını söylüyor konu ile ilgili olanlar. Ve Hayrettin Karaman hoca da meseleyi hiç kadın üzerine odaklamadan güzel bir cevap vermiş. Genel bir cevap.
Bulaç ın argümanları ile bu ülkede bir Yasemin Çongar, bir Gülay Göktürk, bir Türkan Saylan ya da şimdi ismen aklıma gelmiyor bir çok başarılı iş veren kadın olmamalı idi. Neden çünkü çalışmak isteyen orta sınıf kadınlar süsünü püsünü tatilini düşünürken(süsünü püsünü tatilini düşünmek günah ise sanırım erkekler de bayağı işliyor bunu) zavallı erkekler 4 çocukla işsiz kalıyorlar. Adalet her kesi cebren eşit kılmak değildir hakedenin, hak ettiği yeri bulmasının yollarını açmaktır. Belki bu yüzden kadınlara pozitif ayırımcılık konusuna da mutlak bir pozitif ayırımcılıktan ziyade bu yolları açabilecek düzenleme ve teşvikler ile yaklaşmayı tercih ederim ben. yoksa gerçekten başka türlü sorunlar oluşabilir.
Negatif ayırımcılıkları kaldırmak, teşvik etmek, bazı sosyal hakları vererek çalışma koşullarını kolaylaştırmak gibi vs.
Yazan:cb Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
değerli yorumlar için teşekkürler, bilahare döneceğim.
@kerem,
ben ali bulaç’ın bir kitabını okudum gibi bir cümle yazmadım, bilakis kitaplarıyla tanışmam çok eskiye dayanır dedim. okuduğunuzu anlamamanızdan dolayı yazıyı anlayamamış olmanıza da şaşırmadım, canınız sağ olsun.
Yazan:denis Tarih: Ağu 9, 2010 | Reply
bence, tersine gülay göktürk, düşünsel alanda n.b karaca ya da ayşe böhürler gibi isimlerin yanında biraz zayıf kalıyor. diğer tespitlere katılıyorum.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 10, 2010 | Reply
Gülay Göktürk’ü örnek vermme aslına bakarsanız bu seviyede dindar hanımlar yazamıyor düşüncesinden değil, kaelimin kullanırken hiçbir iktidar baskısı ve toplumsal baskı düşünmeden yazabilmesindeki rahatlıktan, özgüvenden. Yoksa saydığınız isimleri ve fazlasını ben de çok beğeniyorum. Zaten onlar da muhafazakar erkek kalıplarınan dışına çıkabildikleri için varlar.
Ali Bulaç’ın ikinci yazısını gönderen beye teşekkür ediyorum. Bu yazıyı ben de ilk yazıya göre çok makul ve tutarlı buldum. Yine de bu yazıda olmasa bile genel olarak Ali Bulaç’ın ihtiyacı olmadan çalışan kadın modeline duyduğu tepkiyi bildiğim için eleştirdiğim hususların geçerli olduğunu düşünüyorum.
Ali Bulaç’ın yazısının girişinde bahsettiği yazı benim okuduğum yazı ise onun zaten bir husumet yazısı olduğu, ahlaksız bir insan tarafından kaleme alındığı çok belli idi. Eleştirirken gerçek kaygılar taşıyan insanlar ile bunu ahlaksızca yapan insanlar hemen anlaşılıyor zaten.
Yazan:cb Tarih: Ağu 10, 2010 | Reply
yazı ile ilgili yorumlara çok teşekkür ederim. keşke yaşanmasaydı da yazılmasaydı diyeceğim türden bir yazıydı, dahası yaşayan kadınlar için acıydı.
vesile ile hayırlı bir ramazan dilerim, hakkını verebileceğimiz bir ramazan, dua ile
Yazan:denis Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply
bence dindar kadınlar dindar erkek yazarlara göre daha bireysel düşünür tavrına sahipler. nuray mert konusunda, nm’nin pozisyonunun yanlış olduğunu da bilmelerine rağmen, “elalem ne der” demeden aldıkları tavır türk basınında çok az görülen bir şeydi. hele ayşe böhürler’in yazısından sonra birilerinin suratında beş parmak izi duruyordur herhalde hala :)ben hiç gülay göktürk’ün böyle bir duruş gösterebileceğini sanmıyorum. türk basını kadınıyla erkeğiyle, iktidar odaklarına angaje olmaya çok teşne. dindar kadınların bu çarkı kırma potansiyeli yüksek. en azından ben bir umut taşıyorum.
Yazan:sedat erbap Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply
ali bulaç hiç melek görmüş müdür bilmem ama bugün zaman gazetesinde size ve sizin gibi düşünenlere sağlam cevap vermiş. demiş ki kısaca, sizi ciddiye almıyorum, çünkü din dolayımında bir tartışma yapan dindarların referansları kuran ve sünnet olmalı, değilse ciddiye alamam.. sağlam bir cevap olmuş:))
Yazan:sedat erbap Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply
bir de sorun şu bence. bulaçı sadece köşe yazılarından tanıyan veya hasbelkader bir kitabını okumuş yeniyetme küstah, saygısız gençler böyle haddini aşan yorumlar yapabiliyor. tuhaf olan ise bu kişilerin aslında dinden hareketle değil muhafazakarlık temelinde biraz batı soslu oryantalist bir çıkışla bunu yapmaları. üzücü tabi.. ayrıca bazı fakihlerin, hocalarımızın sırf iktidar örselenmesin diye bu konuda aslında bulaç gibi düşündükleri halde sessiz kalmalarını da tarihe not düşmek gerek. bu da oldukça sarsıcı.
Yazan:bir yorumcu Tarih: Ağu 11, 2010 | Reply
nihal bengisu bulaç’a kendince cevap verdiği yazıda “modern toplumda artık ev hayatın kıyısındadır” diyordu. sonra da bulaç neden sadece soru soruyor ama cevap vermiyor deniyor. eğer bulaç nihal bengisunun bu yazısına cevap verirse hata etmiş olur. ev haytın kıyısındadır diyen bir kişi ciddiye alınmaz. o artık zihni dönüşmüş, popüler modernist kültür çarkında erimiş bir beyindir ve kendi haline terkedilmelidir. başörtülü bayanlar, bulaç size seslenmiş ve demiş ki, dindarsa dinden kaynak ver ve öyle konuş, karşıma çıkıp batıdan apardığınız klişe feminist söylemlerinizle sizi ciddiye almam. iyi de etmiş. bulaç sahiden sizden fersah fersah ötede. ve bunca tepki alacağını bildiği halde evi ve aileyi korumaya yönelik yazdıkları kayda değer. ben önemsiyorum. kadın iş hayatında telef oluyor. yakınımdan biliyorum. kadın yıpranıyor. bugün artık batıda ev hanımı olmak uzak bir hayal, herkesin aradığı bu ama ulaşamadığı da bu. kusura bakmayın cemile hanım, ezbere konuşmuşsunuz. benim okuduklarım, islamdan ve kurandan, sünnetten anladığım overall olarak kadının ev rolüne layık görüldüğüdür. pozitif ayrımcılık taklittir, incelenmemiş ve buna rağmen apar topar önümüze konmuştur.bunu tartışmak zorundayız, bu tartışma neden nihal bengisunun dediği gibi bizi kadın düşmanı yapsın ki, buna itiraz etmek neden bizi problemli yapsın ki. rusyada kadınlar çok eziyet görür bugün, nedeni hep dışarda olmalarıdır. uzun mesele. devam edebiliriz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Ali Bulaç ve diğer bazılarının problemi şu ki, din’i hayattan ayırıyorlar ve hata ediyorlar. Din yaşanan bir olgudur ve hayatla çatışıyorsa ortada bir sorun var demektir. Bu açıdan argümanını Kur’an ayetleri ve hadis-i şeriflerle anlatan bir adam her ne kadar argümanının doğruluğunu kanıtlamak için daha avantajlı durumda görünse de hayat söz konusu olduğunda bu nass’a dayanma iştihası ancak nass’a zarar verir. Haşa nass’a hiçbir şey zarar veremez ama nass’a karşı edepsizlik edilmiş olur.
Din, insanların hayatta karşılaştıkları problemlere dair çözümler sunmak için vardır, hayatı zorlaştırmak için değil.
Din-i mübin-i İslam’ı bu hale getiren de onu hayattan koparan zihniyettir ne yazık ki.
Alim ona derler ki insanların müşkilini halleder, yeni sorunlar vaz’eden adama alim denmez.
Yazan:Ahmet Demir Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Kadınların iş hayatında ezilmelerinin, taciz görmelerinin çaresi büsbütün çekilmeleri değildir. Bilakis daha fazla girmeleri, gördükleri ayrımcılığa, tacize de korkmadan başkaldırmalarıdır. Sessiz kalmamalarıdır. Sadece kadınlar değil, aklı şeyinde olmayan erkek çalışma arkadaşları da onlara destek olmalıdır. Benim vicdanım böyle söylüyor.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Ali Bulaç kendi fikirlerini savunurken hangi dini argümanları kullanmış ki böyle bir kibir gösteriyor. Kusura bakmayın ama yazısında kullandığı süsünü püsünü düşünen orta sınıf kadına karşı dört çocuklu işsiz erkek meselesi yegane argümanı ve bunun da din bazlı hiçbir temeli yok. Sadece ajitasyon. Geçmiş yazılarını da bilirim bu konuda 20 yıl önceki konuşmalarını da Ali Bulaç fikirlerini geleneksel ailenin ne kadar iyi olduğu kavramına dayandırır. Nihal Bengisu onu ve fikirlerini sizlerden çok daha iyi tanıdığı için geleneksel aile modern lik kıyası içerisinden cevap vermiş. Tam onun dayandığı fikre karşı bir cevap.bu iki yazarı yıllardır takip etmeyenler için anlaması zor tabi.
Sonra bana din içerisinden konuşmayan ile konuşmam tartışmam demek ne kadar zayıf kibirli bir mantık:
1. Bu ülkenin anayasası tartışılırken insanların dini referans alan bir rejim üzerinden tartıştıklarını islami bir anayasa üzerinde dine referansla düşündüklerini zannetmiyorum.Sizin bir müslüman olarak bu toplumu doğru olduğuna inandıracak savları öne sürerken onları ikna etmek gibi bir çabanız yok mu? Anayasayı referanduma giden milyonlarca insan demek ki sizin muhatabınız değil. Ya onları muhatap görmüyorsunuz, ya aklen iki çift ikna edecek sözünüz yok. Ya da müthiş bir kibir sahibisiniz. Muhatabım değilsiniz demek sadece kendinizi tatmin eden bir cevap olur hiçbir inandırıcılığı yok. Ciddiye almam demekten daha gariban bir cevap olamaz. Eğer Ali Bulaç bu konuyu (pozitif ayırımcılık değil kadının çalışma hayatına girişi ile ilgili bakış açısını) din üzerinden tartışmaya başlasa gayet iyi biliyorum ki danıştığı Hayrettin Karaman hocayı yanında bulamazdı..
2.Nihal’in söylediği ev hayatın kıyısındadır argümanı bugün için çok doğru bir söylemdir. Hoş ben geleneksel yaşamdaki hayatın merkezinde olan evin de kadını ne kadar ezdiğini gayet iyi biliyorum bana göre hayatın merkezinde olsa ne olur olmasa ne olur ama yaşanan bir gerçeklik vay beyni dönüşmüş modernize olmuş, feminist feminist konuşuyoo vs. deyince yok olmaz değirini yitirmez tartışılamaz hale gelmez. Modern toplumlarda gerçekten ev hayatın kıyısındadır. Eve mahkum bir kadın güçsüz düşürülmüştür her açıdan. Madden manen tüm güvencesini yitirmiştir. Ali Bulaç da bunun farkındaki ikinci yazısında ilk yazısna bir parantez açmış eğer kadının ihtiyacı varsa çalışmak zorunda ise aksine ona yardımcı olmaktan işe alırken öncelik tanımaktan bahsetmiş. Peki arkadaşlar sorarım diyelim ki kadının manevi ihtiyacını bir tarafa bıraktık kadın 50 sine geldi buruştu kırıştı kocası kapının önüne koydu. O saatten ve yaştan sonra hiçbir tecrübesi olmayan yaşlı bir kadını kim işe alıp çalıştıracak. Sakın onların sonu hergün sokakta gördüğüm çarşı pazarlarda mendil, çorap satan gariban kamburu çıkmış kadıncağızlar olmasın. Bazı kadınları feminist modernist aman ne fena yapan o günlerni önceden görüp hala çalışma hayatına girebilecek bir şeyler yapabilecekken çalışmak istemesi midir?
Ne garip eve mahkum bir kadının çalışan kadından çok daha mutlu olduğu gibi düşünceleri var erkeklerin. Hiç acaba çevrenizdeki kadınlara sordunuz mu çok daha mutlu musunuz böyle diye. Yoksa işkembe çorbası kokusu geliyor burnuma. Evet çalışan kadınlar şikayet eder. Çok ezilir doğrudur. Anneliğin getirdiği bir tür vicdan azabı ekstra yorgunluk bir sürü zorluk vardır. Bazıları ihtiyacımm olmasa hiç çalışmazdım der durur. Ama emin olun çoğu gerçek manada bunu istemez. İsteyen de çalışmasın zaten kimse zorlamıyor ki. Zaten bunu kaldıramayanlar bırakıyor işi. Burada mesele çalışmak isteyen bunu arzulayan kendini böyle iyi hisseden bir kadının senin yerin evindir dini hayat sana bunu buyurur vs. gibi söylemlerle eve mahkum edilmesinin doğru olup olmadığı. Bunun o kadına eziyet getirip getirmediği. Böyle bir tavrın o aileye mutluluk getirip getirmeyeceği. ya da bu şekilde engellenmişy kadınlardan oluşan bir toplumun işsizlik gibi meselelirin çözüp çözemeyeceği vs. saptırmaya gerek yok.konu kadınları istemeden zorla çalıştırmalı mıyız değil.
Yazan:MY Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Böyle konusmus Ali Bey ama biraz kestirmece olmus. Kur’an ve Sünnet ne der bu konuda? Hizmet ekonomisi ve bilgi toplumlarindaki “issizlik orani ile kadin istihdami arasinda korelasyon katsayisi 0.9’u geçer” diyor mu bir hadis kitabi ve bir ayet? Bundan bahsediliyorsa referanslarini birinci yazisinda vermeliydi Ali Bey.
Müslümanlik ile Islamcilik arasinda bir çizgide duruyor Ali Bulaç. Ama biz Kur’anci, Muhammedist veya ALLAH’çi degiliz, Müslümaniz.
Müslüman “Kur’an ve Sünnet var, artik düsünmeme gerek yok” demez. Müslüman böylesi sosyal-ekonomik-teknolojik boyutlari haiz sorunlar karsisinda aklini kullanir. Batililarin RASYONALISATION’u degildir bu. Miskat-ül Envar’da Gazâlî Hazretleri’nin belirttigi gibi AKIL ilâhî bir nûrdur, HAK ile BATIL’i ayird etmeye yarar.
Yine Gazâlî Hazretleri’nin bir baska eserinde belirttigi gibi:
Yazan:özlem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Ali Bulaç kendi fikirlerini savunurken hangi dini argümanları kullanmış ki böyle bir kibir gösteriyor. Kusura bakmayın ama yazısında kullandığı süsünü püsünü düşünen orta sınıf kadına karşı dört çocuklu işsiz erkek meselesi yegane argümanı ve bunun da din bazlı hiçbir temeli yok. Sadece ajitasyon. Geçmiş yazılarını da bilirim bu konuda 20 yıl önceki konuşmalarını da Ali Bulaç fikirlerini geleneksel ailenin ne kadar iyi olduğu kavramına dayandırır. Nihal Bengisu onu ve fikirlerini sizlerden çok daha iyi tanıdığı için geleneksel aile modern lik kıyası içerisinden cevap vermiş. Tam onun dayandığı fikre karşı bir cevap.bu iki yazarı yıllardır takip etmeyenler için anlaması zor tabi.
Sonra bana din içerisinden konuşmayan ile konuşmam tartışmam demek ne kadar zayıf kibirli bir mantık:
1. Bu ülkenin anayasası tartışılırken insanların dini referans alan bir rejim üzerinden tartıştıklarını islami bir anayasa üzerinde dine referansla düşündüklerini zannetmiyorum.Sizin bir müslüman olarak bu toplumu doğru olduğuna inandıracak savları öne sürerken onları ikna etmek gibi bir çabanız yok mu? Anayasayı referanduma giden milyonlarca insan demek ki sizin muhatabınız değil. Ya onları muhatap görmüyorsunuz, ya aklen iki çift ikna edecek sözünüz yok. Ya da müthiş bir kibir sahibisiniz. Muhatabım değilsiniz demek sadece kendinizi tatmin eden bir cevap olur hiçbir inandırıcılığı yok. Ciddiye almam demekten daha gariban bir cevap olamaz. Eğer Ali Bulaç bu konuyu (pozitif ayırımcılık değil kadının çalışma hayatına girişi ile ilgili bakış açısını) din üzerinden tartışmaya başlasa gayet iyi biliyorum ki danıştığı Hayrettin Karaman hocayı yanında bulamazdı..
2.Nihal’in söylediği ev hayatın kıyısındadır argümanı bugün için çok doğru bir söylemdir. Hoş ben geleneksel yaşamdaki hayatın merkezinde olan evin de kadını ne kadar ezdiğini gayet iyi biliyorum bana göre hayatın merkezinde olsa ne olur olmasa ne olur ama yaşanan bir gerçeklik vay beyni dönüşmüş modernize olmuş, feminist feminist konuşuyoo vs. deyince yok olmaz değirini yitirmez tartışılamaz hale gelmez. Modern toplumlarda gerçekten ev hayatın kıyısındadır. Eve mahkum bir kadın güçsüz düşürülmüştür her açıdan. Madden manen tüm güvencesini yitirmiştir. Ali Bulaç da bunun farkındaki ikinci yazısında ilk yazısna bir parantez açmış eğer kadının ihtiyacı varsa çalışmak zorunda ise aksine ona yardımcı olmaktan işe alırken öncelik tanımaktan bahsetmiş. Peki arkadaşlar sorarım diyelim ki kadının manevi ihtiyacını bir tarafa bıraktık kadın 50 sine geldi buruştu kırıştı kocası kapının önüne koydu. O saatten ve yaştan sonra hiçbir tecrübesi olmayan yaşlı bir kadını kim işe alıp çalıştıracak. Sakın onların sonu hergün sokakta gördüğüm çarşı pazarlarda mendil, çorap satan gariban kamburu çıkmış kadıncağızlar olmasın. Bazı kadınları feminist modernist aman ne fena yapan o günlerni önceden görüp hala çalışma hayatına girebilecek bir şeyler yapabilecekken çalışmak istemesi midir?
Ne garip eve mahkum bir kadının çalışan kadından çok daha mutlu olduğu gibi düşünceleri var erkeklerin. Hiç acaba çevrenizdeki kadınlara sordunuz mu çok daha mutlu musunuz böyle diye. Yoksa işkembe çorbası kokusu geliyor burnuma. Evet çalışan kadınlar şikayet eder. Çok ezilir doğrudur. Anneliğin getirdiği bir tür vicdan azabı ekstra yorgunluk bir sürü zorluk vardır. Bazıları ihtiyacımm olmasa hiç çalışmazdım der durur. Ama emin olun çoğu gerçek manada bunu istemez. İsteyen de çalışmasın zaten kimse zorlamıyor ki. Zaten bunu kaldıramayanlar bırakıyor işi. Burada mesele çalışmak isteyen bunu arzulayan kendini böyle iyi hisseden bir kadının senin yerin evindir dini hayat sana bunu buyurur vs. gibi söylemlerle eve mahkum edilmesinin doğru olup olmadığı. Bunun o kadına eziyet getirip getirmediği. Böyle bir tavrın o aileye mutluluk getirip getirmeyeceği. ya da bu şekilde engellenmişy kadınlardan oluşan bir toplumun işsizlik gibi meselelirin çözüp çözemeyeceği vs. saptırmaya gerek yok.konu kadınları istemeden zorla çalıştırmalı mıyız değil.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
bir başka sıkıntımız da şudur; feminist dalganın etkisiyle savrularak konuşan başörtülü yazarlarımıza sırf bulaç’a olan gıcığı ve yanaşmacılığın başdöndürücü cazibesiyle muhazafakar erkeğin verdiği desteğin ortada buluşması. bakınız mehmet yılmaz. kendince bulaç’a ders veriyor, akıl veriyor. ben sizi de ciddiye almam mehmet yılmaz. öteden beri bulaç’a gıcığınız olduğu zamandaki yazılarınızdan bellidir. adı konulmamış bir sinir bozukluğunuz var. hizbullah konusunda, şii-sünni meselesinde, iran hususunda vs. bulaçın zamandaki yazısında sizin için de sanıyorum bir madde var. ona taktınız kafayı belli ki, ve bodozlama cepheden bulaça darbe:)
her neyse, fark şu, bulaç islamcı ve bundan vazgeçmiyor, geleneksel islamcı, siz ve savrulan bazı başörtülü yazarlarımız ise muhafazakar ya da din sosundan vazgeçemeyen ancak batıya ve dış etkiye karşı koyamayan kişilersiniz. körler sağırlar birbirlerini ağırlar. başörtüsü çarşafa ve burkaya meydan okumadır diyen nihal bengisu’yu neden ciddiye alalım.
çalışmak mı istiyorsunuz, dışarıya mı çıkmak istiyorsunuz, cihat mı edeceksiniz (hidayet şefkatin dediği gibi) yapın hanımlar. yapın. sonra bilin ki daha çok pişman olacaksınız ve erkeğin (size göre) zulmü daha da artacak. neyin peşindesiniz ki? denenmişi denemek mi istiyorsunuz? siz sahiden peygamberi ve evini, ashabını anladığınızı mı düşünüyorsunuz?
evi korumak zorundayız ve ev kadının himayesindedir. mesele de budur. ve ev hayatın merkezidir, kıyısı değil. pratikte olanı gerçek veya optimum kabul edemeyiz. biz ideali konuşmalıyız. entelektüel ideali konuşur, bulaçın yaptığı gibi…
son olarak şu da var, ali bulaç, abdurrahman arslanm vb kişiler aslında moderniteye temelden itiraz ediyorlar, onlar çok da gündelik konuşmuyorlar, o yüzden az okuyan sığ zihinli bazı insanları ciddiye almamaları ve bildikleri yolda yazmaları bence en doğrusu, çünkü gereksiz polemik olacaktır ve o polemikten birşey çıkmayacaktır. savrulan bazı başörtülü hanımları deli etti ya bulaç, bu da yeter.. iyi bir yerdeyiz demektir. kendinize gelene kadar devam.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Umarım Ali Bulaç bu yazının altındaki yorumları okur da gelenek, kadın, aile gibi konularda kendisine hak veren , bir duayen kabul eden insanların fikir ve edep haline bir bakar.İlk yazan bir iki beyefendi hariç. Ben kadın ve aile konusunda olmasa da Ali Bulaç ı diğer çalışmaları ile, kitapları ile zaman daki köşesi ile beğenen taktir eden bir insanım. Hala düzenli olarak okuduğum bir kaç yazar arasındadır. Dindar kesim denilince hala ilk aklıma gelen bir kaç aydından biridir 20 yıl içinde. Böyle bir destekçi kitlesi doğrusu üzücü. Hakaret itham ve kahvehane ağzı ile yazıyor bazıları. bence Ali Bulaç bunu da hak etmiyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Bir Yorumcu
Şu iki soruma cevabınız merak ediyorum:
1. Kızınızı (varsa/olursa) okula gönderecek misiniz? Neden?
2. Tüm evlilikler ideal olmuyor, tatsızlıklar ve boşanmalar olabiliyor bildiğiniz gibi. Kızınız kocası tarafından 3 çocuğuyla birlikte sokağa bırakıldığında/ bakacak kimsesi de kalmamışsa sizce hangi şıkkı seçmelidir?
a) Gündelikçi olmak
b) Hayat kadını olmak
c) Mesleğini icra etmek
Bu tip kaygıların cihad yapmak için sokağa çıkmakla arasında pek bir korelasyon yok tabi. Bunun bir ihtiyaç olduğunu derk etmek için “muhafazakar” temayüllerinizden sıyrılmanız lazım. Muhafazakarlık ile dindarlık paralel görünse de, bir çok yerde zıtlık da barındırıyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Ayrıca biri bana neden Resul-i Ekrem (S) efendimizin, Hz.Hatice (R)’yi işten el çektirmediğini bir anlatıversin. O Hz.Hatice ki şimdiki ölçülerde bir holding sahibi denilebilecek ölçüdeydi ve Efendimizin işvereniydi. Anlatın ki İslami olan nedir, olmayan nedir bir bilelim.
Yazan:sedaterbap Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
merhaba,
yanlış hatırlamıyorsam özlem hanım mealen yazısında yıpranmış, deforme olmuş kadını kulağından tutup kocası kapıdışarı ederse o kadın ne yapacak demiş. ben de diyorum ki sorunu temelde çözmek lazım, kadın yıpranmak istemiyorsa çalışmasın evinin işini yapsın.. mecburiyet varsa birşey diyemem. ama aslında mecburiyet de kadının dışarda olması ve erkeğe yer bırakmamasındandır. bu modern zamanların sorunudur. 200 sene önce başladı ve şimdilerde tavana vurdu. benim eleştirim bugüne dair değil ki, temeel dair. uygulamada bugün için yapılacak çok fazla birşey yok. ama en azından bugün için şunu diyebilirim, “ay şekerim onca sene okudum elbette çalışacağım” diyip evlenmeyen, kendisine bekar bir bay gösterildiğinde burun büken, büyüklenen, sonra yaşı geçtiğinde daha da somurtkanlaşan, kibrinden şişen ve sahiden de evde kalan, sonra kafayı taşa vuran, iş hayatının tabii etkisiyle dolayı yıpranan ve nihayetinde yapayalnız yaşlanan yada daha iyisi evli bir adamın 2. veya 3. karısı olup hayata kahreden tipleridir. bakın etrafınıza, bunlardan dolu. bunun neresini savunayım ben. kadın biyolojik olarak daha çabuk yıpranıyro zaten, bir de kadına dışarının sorumluluğunu yükleme yazık değil mi? allah aşkına pozitif ayrımcılık neyi içeriyor okuduk mu? sakat, bakım amuhtaç vb kadınlardan örnekler verenler meseleyi ajite ediyorlar. bunlar için elbette korumacı ve ayrımcı olmalı devlet. benim itirazım başka.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
özlem hanım, size müsaadenizle iki sorum var. lafebeliğine, ajitasyona gerek yok. sizce 1- ev hayatın merkezinde midir, yoksa kıyısında mıdır? ya da ideal nedir? 2- başörtüsü çarşafa ve burkaya meydan okumadır diyen bir bayan (başörtülü bir bayan) ciddiye alınmalı mıdır?
net cevaplar istirham ediyorum.dilersenz vermeyin tabii, saygı duyarım.
gelelim ekrem senai beyin sorularına. 1- elbette okula gönderecğim ve kızım var.
2- devlet 3 çocugyla yalnız kalmış bayana pozitif ayrımcılık yapmalıdır. bunda bir sorun yok.
bizim itirazımız düşmüş, yardıma muhtaç, aciz, fakir, boşanmış veya kimsesiz, sakat vb kadınlarla ilgili yapılan düzenlemeey değil. biz sağlamları konuşuyoruz.
bu arada ekrem bey, inanın bana ben hz hatice’nin ticaretle iştigal etmesi meselesini bir bayandan bekliyordum:)) geciktiği için de kaygılanmaya başlamıştım.. ama sizden geldi..
Yazan:sedaterbap Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
bu arada mehmet yılmazın ali bulaç’ı fransız le pen’le çaktırmadan aşitlemesi çok çok ayıp. ağzıma başka laflar geldi ama demek istemiyorum, orucum zedelenmesin. bir başka arkadaşın yazdığına katılıyorum, mehmet yılmazın kesinlikle bulaçla özel bir meselesi var veya ona uyuz oluyor. bu benzetme öyle bait bir benzetme değil. hayatını faşizmle mücadeleye adamış, 40 senelik bir yazardan bahsediyoruz biz. batıyla didişen aklı başında tek islamcı, münevver ve ümmetçi bir adamdan bahsediyoruz. çok ayıp çok. gençler süper tepkiler vermiş de bulaç ibret almalıymış da. yahu nerde bu tepkiler, bir tanesi incir çekirdeğini doldurmuyor. hidayet tuksal mı ciddiye alınacak, bayrak kaldıran, beni de görün diye deliren bir hanımdan bahsediyoruz, nihal mi? ekseni kaymış, evi aileyi çoktan çöpe atmış bir arkadaş..cemile hanımın yazısı yeni birşey söylemiyor ki, bildiğimiz etki altında kalmış kadın evelemeleri. kimse soruna temelden bakmıyor ki? hülasa mehmet yılmazın yazdıklarını direkt çöpe atıyorum, bundan sonra ne yazarsa yazsın rezervim olacaktır. bence mehmet yılmaz sırf le penle eşitlediği için (sakın yapmadın demesin, insanlar salak değil) gitsin bulaçı bulsun ve helallik alsın. bu ümmet mehmet yılmazdan öğrendiklerinin binlerce fazlasını bulaçtan öğrenmiştir. eleştiri ayrı, saygısızlık ayrı. biraz hürmet lütfen.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
bir yorumcu,
Sorularımı cevapladığınız için teşekkür ederim. Kızınızı okula göndereceksiniz. Niye sorusunu es geçmişsiniz. Büyük ihtimalle kızınızın bir güvencesi olsun istiyorsunuz öyle değil mi? Mesleği olsun ama gerekmedikçe çalışmasın. Yanlış mı anlıyorum?
Devlet sokakta kalmış üç çocuklu anneye neden yardım yapsın, böyle bir şey söz konusu değil. Devlet, engelli, çalışamayacak durumda olan adama bile çok cüzi yardımda bulunuyor. Sağlam kadına yardım filan yapmaz. Sizin kızınız da zorunlu olarak çalışır.
Biz de bundan bahsediyoruz. Böyle bir durum var ortada. Benim eşim çalışmıyor, çalışmayı çok istiyor. Bu yüzden uygun bir ortamda çalışmasını ben de istiyorum. Yarın bana bir şey olursa evi o geçindirecek çünkü. Uygun bir çalışma ortamında hangi gerekçeyle kadınların çalışmasına engel olabilirsiniz, yok böyle bir dindarlık !
Hz.Hatice (R)’yi bayandan bekliyordunuz demek. Ben de cevap bekliyordum. Yani hayal kırıklığım sizi geçiyor. Bu konuda muhafazakarların nasıl kıvırttığını merak ediyorum doğrusu. Ortada çok bariz bir örnek var çünkü. Gerçi ne cevap vereceğinizi biliyorum, ” o nesh edilmiştir ” diyeceksiniz değil mi? Bakın muhafazakar kodları çözmeye başlamışım değil mi?:)
Yazan:Abdurrahman Mıhcıoğlu Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Yorumcuların, özellikle dini referansları öncelediği izlenimi veren ve Müslüman kadının çalışma hayatında bilfiil yer almasını müdafaa eden yorumcuların hareket noktasının maslahat ve ihtiyaçlar olduğu gözükmektedir. Dinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında, Allah Resulü’nün söz, fiil ve takrirleri başta olmak üzere her daim ilkeler ön planda olmuştur ve hükümler ilkeler üzerinden verilmiştir. Dinin esas umdeleri üzerinde yükselmeyen, maslahat ve zaruret söylemi ile modern dünyanın çarkları arasında bir dişli olmaya namzet telakkiler ve hayat tarzları, maalesef bizi asrı dine uyduran değil de dini asra uyduran bir konumla karşı karşıya bırakmaktadır.
Evet, din hayattan koparılmamalı ancak o hayatın rotasını belirleyen din değilse, hayatın bütün dengeleri din aleyhine teşekkül etmiş ise, bu durumda dini mi hayata hayatı mı dine uyarlayacağız? Günümüzde yaşanan en mühim problem zannımca, dönüşmüş ve değişmiş hayat şartlarına dinden bir kılıf arama, olmazsa dini indî yorumlarla, asırlarca oluşagelen köklü telakkiye ve dahi asla, öze, esasa muhalif bir yapıya büründürmektir.
Nihal Bengisu Karaca, Hidayet Tuksal ve benzeri düşüncedeki hanım yazarların geleneğin Müslüman kadına bakışına ve İslam’ın Müslüman kadına biçtiği konuma savaş açmaları, işte tam da dini günümüz hayata, modern yaşama uyarlama çabasının ürünüdür…
Bu süreçte ilkeler asla gözönüne alınmamakta, Müslüman erkek-kadın münasebeti, İslam aile yapısı vs. hakkında Kur’an’da ve Sünnette yer alan hükümler, özellikle Allah Resulü’nün ve ashabın uygulamaları “tarihsellik” bağlamında yok edilmeye çalışılmaktadır.
Hz. Hatice’nin ticaret erbabı olması, dikkat edilirse onun işlere bilfiil el atması şeklinde değil, kölesi vasıtasıyla işlerini yürütmesi suretiyle cereyan etmiştir. Bunu mesned ittihaz ederek Müslüman hanımı her halükarda iş hayatının ortasına sürüklemek, hem Müslüman kadına, hem aile kurumuna hem de İslam toplumuna yapılacak bir kötülüktür.
İçine doğduğumuz ve büyüdüğümüz, fikirlerimizin şekillenmesine etkili olan modern çevre, Kur’an ve sünnet merkezli olmayan bakış açıları, maalesef zihin dünyamızı da allak bullak etmiş, değerlendirmelerimizi, telakkilerimizi istikametten ayırmıştır. Bu sebeple ilke ve umdelere yapışmak, evvela hakkıyla anlayıp selefin ne dediğine kulak kesilmek, zannımca en makul olan yoldur. Selametle efendim…
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
ekrem bey, kızım cahil kalmasın diye okula göndereceğim, kızımın güvencesi okuması, okul, iş hayatı vs değildir, allah’tır. kalkıp ev hanımlarının aslında birer cahil olduğunu söylemeyeceksinizdir herhalde.
biz kadın çalışmasın demiyoruz, dolayısıyla hz. hatice örneği bizim canımızı sıkmıyor. biz kadınların fazlaca dışarıya çıkması, iş hayatında çokça aktif olarak bulnmasıyla beraber gelen sorunların ne deneli büyük olduğundan bahsediyoruz. dolu. bir dolu sorun. hepimiz biliyoruz bunu. yani kadınların kendisinden bazen istenmediği halde, gerek olamdığı halde deli gibi çalışmayı istemesi ve sonrasında pişman olmaları veya nice sonra yanlış yaptığını farketmesinden dolayı zuhur eden sıkıntılar var.
kodlarımı çözmek sizin haddinize değil, kaldı ki bence ben değil siz muhafazkarsınız veya burda yorum yapan bazılarımız. müslümanca düşünebilmek muhafazakarlıkla araya mesafe koymaktır. zararlıdır muhafazakarlık. islamdan anladığım budur benim, kadının rolü evdedir. evin korunması, çocuğun terbiyesi vb görevler ve elbette annelik gibi sahiden de yüce bir rol.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
ben meseleyi tartışırken zaten kadının muhtaç olması ile sınırlamadım. Hak ettiği, yeteneklerini kullanmak istediği halde bir kadının gelenekçi argümanlar ile engellenmesinin bir zulüm olduğunu kadının çalışmak için illaki muhtaç olmak gibi bir mecburiyeti olmadığını savundum.
Yıpranmış yorulmuş yaşlanmış sonra gitmiş birine ikinci üçüncü eş olmuş gibi senaryolar gene fena halde mevzuyu tartışmaktan ziyade ajite ediyor. Merak etmeyin kadınlar evlenemeyip yıpranıp yaşlanınca kimse onları ikinci üçüncü eş almıyor. İkinci üçüncü eşler genelde genç eli yüzü düzgün hanımlardan oluşuyor.
Ben gerçekten sizlerin yaşlarını, evlilik tecrübeniz olup olmadığını ve nasıl bir ortamda yaşadığınızı merak ediyorum. Benim çevrem hayatı boyunca çalışmak istemiş ancak geleneksellik kıskançlık gibi sebeplerle engellenmiş, depresif ve eşine karşı kahreden hanımlarla dolu. Bazıları çok da kabiliyetli kadınlar. Sizler bu kadınların karşısına geçip ağır ol feminist feminist konuşma deyince mutlu ve sağlıklı aileler oluşacaklarını eşlerine sevgi ve saygılarının artacağını mı düşünüyorsunuz. Özellikle de mesleğini işini severek yapıyorsa bu şekilde çalışan kadınlara bir de bu engellenme duygusu ile yaşayan kadınlara bakın. Yüzlerindeki gözzlerindeki canlılık ve ifade farkına. Çalışmak istemeyen yıprandığını düşünen çalışmaz zaten. Ama bir insan bunu istiyor ve seviyorsa otur yerine diye konuşmak zulümdür. Bir zamanlar belki de hala bir çok baba bunları okuma hususunda kızına yapardı. Zaman içerisinde kızlarının mutsuzluğunu , kocalarından yedikleri tokatı,dayağı, psikolojik hastalıklarla mücadelesini görünce çok da pişman oldular ama
nafile. Kadınlar adına konuşuyorsunuz ama kadını dinlemeden anlamadan hatta merhamet duymadan konuşuyorsunuz. Bugün kedimi köpeğimi bile bahçeye çıkarıp gezdirsem bunu isteyip istemediğine bakarım. Ama mevzu kadınlar olunca ne gariptir ki onların istekleri iç dünyaları hayalleri bir kaç cümle ile bu budur bu budur ötesinde de sizinle muhatap olmam gibi bir tarzla halledilmeye çalışılıyor.
Bir kadın yıpranıyorsa zorluklarına katlanıyorsa çalışma hayatında üzücüdür ama kendi tercihidir. Kimse buna onu zorlamadığı sürece ayakta kalır baş eder. vs. Ama bir kadına otur evinde yıpranırsın yaşlanırsın demek onun değil karşısındaki erkeğin tercihidir. Sonu için için kabaran bir öfke ve isyan duygusudur. Sevgiyi saygıyı götürür. Belki kadın itaat eder buna ama bunu ona yapanı affetmez.
Hayatın kıyısı merkezi benzetmesini yanlış anlıyorsunuz. Hayatın kıyısında olmak önemsiz olmak ihmal edilebilir olmak öbürü ise birinci öncelikli olmak anlamında değildir. Hayatın merkezi üretim tüketim sosyal ilişktilerin döndüğü yer olmaktır orda. Geleneksel toplumlarda ev bağ bahçe işleri üretimin olduğu insanların sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı yerdir. Hala bu tür ailelere gidin kadınlar beraberce pestil bulgur yapar konu komşu o arada sohbet eder yardımlaşır paylaşır çalışır üretir para kazanırlar. tarla bahçe işleri de böyledir. Ama modern toplumdaki ev kadınlığı modeli bu değildir. Toplumdan üretimden, maddi güçten koparır insanları.
Nihal in öbür sözünü ne bağlamda söylediğini değerlendirmem için yazının bütünün görmem lazım. Ama diyelim ki yanlış buldum benr gene onu çok ciddiye alırım. çünkü zeki üretken entelektüel bir insandır. Ali Bulaç ın kadın konusundaki tavrını yanlış buluyorum ama ciddiye alıyorum. Demek ki bir insanın bir konudaki düşünce ve tavrını yanlış bulmak ciddiye almama sebebi değildir.
Hz. Hatice güzel bir örnekti başkaları da var. Hatırlatma için teşekkürler.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Abdurrahman bey,
Cevabınız için teşekkür ederim. Maslahat ve ihtiyaçlar söz konusu olduğunda ilkeler ön planda tutulmalıdır demişsiniz. Çok doğru söylemişsiniz. Şu sorularıma cevap verebilir misiniz?
– Dinde kadınların çalışmaması gerektiğine dair bir hüküm var mıdır? Bir kadın, mahremiyetini koruduğu ve sınırları aşmadığı sürece çalışmasına engel olan nedir?
– İslam’ın aile yapısı ataerkil midir? Yani eleştirildiği şekilde kadını dört duvar arasına kapatan ve sosyal hayattan soyutlayan bir yer midir aile? Ben, mesela Hz.Ayşe’nin (R) yaşamında hiç böyle bir şey görmüyorum. Veya Hz.Fatıma’nın (R)… Acaba, haşa, annelerimiz yanlış mı anlamışlar, yoksa bizim anlayışımızda tashih etmemiz gereken hususlar mı var?
– Dini mi hayata, hayata mı dine uyarlayacağız siyah/beyaz ayırımı insanların müşküllerini halletmiyor. Ortada bir sorun var. Kadınlar için bir çözüm bulunması lazım. “Ne pahasına olursa olsun ilkeler” demek ucuz bir yaklaşım. Aracına sigorta yaptırıp kızlarını Allah’a havale eden arkadaşlarımızı ben ciddiye almıyorum. Tevekkül anlayışlarında ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum.
– Hayatın sorunlarını çözmekten uzak, matematiksel bir din değil benim dinim aynı dinden bahsediyorsak. Dinden teklif-i malayutak yoktur. Anlamsız, yapılamayacak bir şey istenmez. Ve bir şey haram değilse mübahtır. Bana bir kadının, mesela neden “hemşire veya doktor veya öğretmen” olamayacağını delille ispat edemediğiniz sürece bütün söylediklerinizin bir kıymet-i harbiyesi yok. Muhafazakarlığınızdan konuşuyorsunuz demektir, dinden değil.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Abdurrahman bey,
siz bir kadının koca bir ticaret kervanını ve böyle bir zenginliği hiç kimse ile muhatap olmadan evinde oturup kölesi aracılığıyla idare edebileceğine hiçbir iş bağlantısı, çalışanları üzerinde denetim vs. gerçekleşmeden başarı ile götürebileceğine gerçekten inanıyor musunuz? Koca bir kervanı değil ufacık bir nalbur dükkanını bir iki gün bir işçinize emanet edemezsiniz. Mesele de bu zaten hadi bunu din temeli üzerinden konuşalım diyenlerle bu noktadan konuşmaya başladığında teviller gelir. Tevillerin ise ispatı yoktur. Gidip hz. Hatice’yi 1400 sene öncesinde tekrar izleme şansına sahip değiliz. Her şey bir tarafa nüfusu bir kaç bin olan o devirdeki bir toplumun gelenek, ahlak ve sosyal yapısını böyle bir topluma uyarladığımızda ne yapmalıyız dendiği zaman karşımıza çıkan cevap islam tarihsel bir din değildir. Güzel değildir peki şimdi şu sorun karşısında ne yapacağız dediğimizde ses yok.
Modern ideolojiler insanlara hap gibi çözümler sunar islam ise size bir meşale verir, ışığı gösterir.sunduğu çözümler stabil kalıplar değildir. Eğer gerçekten bu ilkeyi canımızı sıkan konularda da gözetmezsek Mehmet beyin dediği toplum mühendisliği konumuna düşeriz. Bir elbise biçersiniz ama giydirmeye çalıştığınız adam içinde daralır, boğulur. Sonuç bizler islam tarihsel değildir bu elbiseyi giy dediğimiz yerde insanların yaşadıkları hayatın gerçekliği ile kendisine sunulmaya çalışan elbiseye bakıp fersah fersah sizden kaçmasıdır.
Benim bakıp gördüğüm şudur. 1400 sene önce islam kendi toplumunda ezilen aşağılanan toplum dışına itilen kadın olduğu için öldürülen, 4 değil sınırsız sayıda kadına sahip erkeklerin dünyasına fırtına gibi girmiş ve kadının lehine, onun insan oluşunu gözeterek, ona arzularına insan olarak bakarak konmunu adeta fersah fersah ötelemiştir. Tabi sekülerler bunun aksini iddia eder. İslam o toplumda kadın açısından bir devrimdir. Benim için meşale budur. Yoksa o toplumda şu kadar saat çalışırmış bu toplumda böyleymiş. vs. işin daraş kalıplarıdır.
Yazan:Abdurrahman Mıhcıoğlu Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
Dinde kadınların çalışmamasına dair mutlak bir hüküm tabiatiyle yoktur. “Mahremiyetin korunduğu ve sınırların aşılmadığı” kaydını çok güzel belirttiniz. Peki göz zinası denen bir hadise neden hiç mevzu bahis edilmez. Günümüzde Müslüman kadının, kendisini muhafazakar olarak tanımlayan kurum vs. de dahi erkeklerle her dem aynı ortamı bir şekilde paylaştığı göz önüne alındığında, hangi mahremiyetten, hangi sınırlardan bahsediyoruz ki mesele sadece göz zinası ile sınırlı da kalmamaktadır? Ayrıca Allah Resulü’nün Hz. Ali’ye hitaben ifade ettiği evin geçiminden sorumlu olduğuna ve Hz. Fatıma’ya evinin düzeninden sorumlu olduğuna dair hüküm neden göz ardı edilmektedir. Allah Resulü’nün hanımlara sizin için hayırlı olan namazlarınızı evinizde kılmanızıdır hükmü ortada iken sadece namaz için değil her daim evin dışında, bilfiil çalışma hayatında olan Müslüman kadın için ne buyrulur? (Zaruretler istisna)…
İslam’ın erkeği “kavvam” olarak nitelendirmesi bu manada “ataerkillik” olarak addedilebilir mi bilinmez ancak Müslüman kadının toplumsal hayatta zaruret haricinde, mahremiyet ve sınırları muhafaza edemeyeceği halde (ki günümüzde istisnalar hariç tutulmak kaydıyla neredeyse edilemez hale gelmiştir) çalışmasına karşı çıkmak, onun toplumsal hayattan soyutlanmasını müdafaa ettiğimizi göstermez sanırım. Toplumsal hayatta yer almanın kuralı bilfiil çalışma hayatına dahil olmaktan da geçmemektedir…
Dini mi hayata, hayata mı dine uyarlayacağız sorusu esasında bütün problemlerin çözümünde anahtar konumundadır. Çünkü hareket noktanızı belirler. Bİr yola çıkarken hangi umdeleri esas ittihaz edeceğinizi, yolda karşılaşacağınız problemeleri hangi argümanlarla çözeceğinizi belirler…
Dinde teklîf-i mâ lâ yutlak elbette yoktur ancak daha önce ifade ettiğim üzere yaşadığımız çağda ortaya çıkan ifsad edici düşüncelerden etkilenen veya onlardan azade kalamayan bir telakki, bu toplumda yetişen bizleri de etkisi altına almaktadır. Çağımızdaki sorunlara cevap arayacaksak, bunu koca bir geçmişi gözönüne almadan, aslı, esası özü göz ardı ederek, meselelerin çözümünde kullanılacak usûlu, asırlık birikimle gelen hüküm çıkarma usûlunu bir kenara atarak yapamayız…
Sahip olduğumuz devas ilmi birikimden hakkıyla haberdar olamayışımız gibi geliyor günümüz sorunlarına sahih bir cevap bulamayışımız… Çünkü dine müstenid bir hüküm verebilmek, o dini gelenekten, birikimden, yorumlardan ve de yaklaşımlardan hakkıyla haberdar olmakla mümkündür… Bunu söylemem, hakkıyla haberdar olduğumdan değil ancak usûl meselesinde hassasiyetlerimizi kaybettiğimizden haberdarım… Ve Yusuf Kaplan’ın da ifade ettiği üzere; “Vusûlsüzlüğümüz, usûlsüzlüğümüzdendir.”
Selametle efendim…
Yazan:cb Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply
selamlar,
sanırım önemli bir detayı not olarak düşsem iyi olurmuş; bu yazıyı yazan kadın, başörtüsü yasağı nedeniyle ‘cahil kalmayı'(!) göze alarak eğitimini bırakmış, gönüllü stk’lar ve kadın çalışmaları dışında ve sosyal projeler dışında ‘bilinçli olarak çalışMAmayı tercih etmiş, şu an ki çalışmalarını evinden sürdüren bir kadındır.
dolayısı ile zaten yazının içeriği ‘yaşamayan birinin tavsiyesi değil de,ahkam kesmesi’ eleştirisini kapsar. ne yeni yetmedir, ne de feministtir, son yılların kadın kalemiyle en ağır feminizm eleştirisini yapmış biridir.
dahası bu yazı bulaç’a ulaştı mı bilmiyorum ancak ulaşmış olsa dahi bulaç’ın cevap vermek yerine sınıfta kalarak hakarete varan bir cevaplama yaptığı yazısı bence bu yazıyı muhatap almamaktadır zira yazı zerre saldırı içermiyor.
her yazının eleştirilmesi durumu normal ancak bir yazıyı anlamamak, anlamak istememek ve haksızlık etmek anormaldir ve çirkindir, önünüzdeki 10-20 basit cümleyi ve yazının niyetini anlamaktan yoksun akıllar olarak islam adına kadına fıkıh yazmak ne haddinize? demek istiyorum ama yine de demeyeyim.
özetle hakkaniyet adına gerekli bir üslup dahi edinememiş birkaç kişinin insanlığa din dersi vermeye soyunmasından daha abes ne olabilir? ya bu adamlar dini bilmiyor, ya Rasulullah hedefleri arasına hiç girmemiş, ya da holiganlık ile müslümanlık arasındaki 7 farktan bihaberler, acaba hangisi?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Abdurrahman bey,
Göz zinası konusunda erkekler sabıkalı. Bu durumda erkeklerin hiç çalışmaması gerekiyor. Aslında sadece kadınların çalıştığı ve erkeklerin ev işlerini yaptığı ve çocuklara baktığı bir model de ilginç olurdu.
Bediüzzaman, mesela, serkeş bir kocanın himayesine girmektense kadınlara bekar kalıp kendi nafakalarını kendilerini temin etmelerini öğütler. Bu itibar ettiğim önemli bir fetva. Kocanın geliri yerindeyse, eşine her istediğini alıyor, eşiyle ilgileniyor, kendisi göçtüğünde çocuklarının nafakasını sağlayacak bir güvence temin ediyorsa kadın zaten neden çalışmak istesin? Ama işler böyle yürümüyor. Ailede harçlığını erkeğin elinden almak bile kadına dokunabiliyor. Duyguları anlamak lazım. İnsana yakınlaşmak lazım. Kusurumuz insana buudumuzdur.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
yavaş olunuz lütfen cemile hanım, o kadar fda değil yani. başörtüsü yasağından dolayı okuldan ayrılmış olmanız omuzlarınızda ömür billah sökülmeyecek bir apolet taşıyor olacağınız anlamına gelmez. sizin dengeniz bozulmuşa benziyor, sakin olunuz lütfen. bulaç bu sitedeki yazıyı okumuş mudur elbette bilmiyoruz ama sanki okumuş ve cevap vermemiş ve dolayısıyla hakaret etmiş havası yaymanız ne kadar da nahoş. bulaçın sınıfta kalıp kalmayacağına siz değil biz karar veririz, yani sizi de onu da okuyanlar. yok eğer kim daha çok cefa çekti, zulüm gördü noktasından meseleye anlam kazandıracaksak o halde ben geçen gün bulaçın zamanda yazdığı bir yazısında 12 eylülden sonra cezaevinde yaşamış olduğu işkenceleri okuyunca müsaadenizle bu rozeti yine ona takmak isterim, size değil. herkes yerini bilsin, haddini bilsin ve herşeye rağmen saygıyı muhafaza etsin lütfen. sizin sınıfta kaldı dediğiniz insan islamcıların solcularla ve batıyla bugüne kadar yüzleşebildiği, tartışabildiği nadir insanlardandır. yeni dönem ittirme muhafazakar yazarlarla karıştırmayın kendisini. eserleri ortadadır, meali, kitapları, araştırmaları, tespitleri piyasadadır. bir kaşık suda kızgınlığınız ve nefsinizin yönlendirmesiyle boğabileceğiniz birisinden bahsetmiyoruz burada. lütfen sakin olunuz. ve sayın yönetici, lütfen bu yorumumu yayınlamamazlık yapma, aksi takdirde daha da burada yorum yapmam ve sizin hakkaniyete riayet etmediğinizi düşünürüm. hayırlı cumalar.
Yazan:sedaterbap Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
yukarıdaki yorumlardan birisinde mehmet yılmaz’ın ali bulaç’ı eleştirirken fransız le pen’den bahsediyor olduğuna şahit oldum. siz ne derseniz diyin, ben bu eleştiriden sonra kesinlikle mehmet yılmaz’ın ali bulaça karşı şahsi bir meselesi ve gıcığı olduğunu düşünüyorum artık. öyle olmasa ümmetçi bir müminden bahsederken ve onu eleştirirken faşist bir adamdan çirkince ve müstehzi bir şekilde örnek verilemezdi. çok üzüldüm, sahiden çok üzüldüm.
Yazan:MY Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Bu kisima gerek yoktu 🙁
Siz DD’siz, DD de sizsiz yasayabilmis bugüne kadar. Demek ki mümkün. Giderseniz selametle gidin.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Ne çok hayranı varmış Ali Bulaç’ın, vay be!
Yazan:sedaterbap Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
vardır elbet hayranı bulaçın. siz onu tanımıyor ve okumuyorsunuz, bu yüzden hayretler içerisindesiniz. hatta “ne çok hayranı varmış ali bulaçın, vay be” türü bir ifade bile aslında sizin tanımadığınız ve okumadığınız halde yerdiğinizi gösterir. beyefendi, yerden yere vurduğunuz insanın neler yaptığına, ne eserler kazandırdığına bir bakın. bugün hala yazmış olduğu çağdaş kavramlar ve düzenler kitabı bilmem kaçıncı baskısını yapmış, birçok gencin başucu kitabıdır. meali en çok satanlar arasındadır. insafsız eleştiriler, belaltı darbeler yakışmıyor. hele hele had bildirmeler, sınıfta bırakmalar.. ayıp.
Yazan:MY Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Bir yorumcu,
Apolet vb seklindeki elestirinizde yanildiginizi düsünüyorum, CB veya bir baska insanin çalismasi, okumasi engellendiyse bu hafife alinacak bir konu degil. “Ben tesettürlüyüm, istedigime çatarim” kokusu da yok ortada. Bu bakimdan AB (Ali Bulaç) sevginiz okudugunuzu anlamanizi engellemis olabilir.
Mesele zaten CB veya AB meselesi degil. Kadinlar istedikleri gibi okuma ve çalisma hakkina sahip mi? Ana eksen bu. “issizlik kadinlarin çalismasi yüzünden artiyor” mealinde yazmak, konusmak için ciddi etüdler yapmis olmak gerekir. Ali Bulaç sert girdi bu viraja ve savruldu. Sonra da kendini “Kur’an ve Sünnet” kalkaniyla savunmaya kalkti. elestirenleri çaktirmadan ötekilestirdi. Ayip etti. Bu herkesin basina gelebilir. Baska konularda iyi seyler yazmis olabilir. Burada hata yapti. Savunmasi da hatali oldu.
Yazan:sevim Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
bir yazarın eleştirilen bir yazısına duyulan bu tepki nedir?üç tane yorumcu var,sanki kutsallarına saldırılmış gibi ortalığı kırıp döküyorlar.bu arkadaşlar kendilerini futbol tibününde falan sanıyor galiba.hele Bir Yorumcu müstearıyla yazan kişi bence bilinçli olarak kışkırtıcı bir dil kullanıyor.üstelik oldukça da hasmene bir dozda.
kısacası eleştiri ve tartışmanın muhatabı olmadığım halde tepkime yol açtı.peki ne hakla cemile hanım’a böyle küstahça saldırılabiliyor.editör ben olsam,böyle içindeki kini kaba saba boşaltmaya gelen holiganlara geçit vermezdim.bu ne terbiyesizik ya!siz kimsiniz ve kendinizi ne zannediyorsunuz.kemalistlerden çektiğimiz yetmedi bir de böyleleri türedi.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Ali Bulaç’ı “Din ve Bilim” konulu bir panelde izleme fırsatı bulmuştum ve doğrusu hazırlıksız mıydı bilmiyorum tam bir hayal kırıklığıydı.
Zaman’daki yazılarına da bazen bakıyorum, pek derinlik bulamıyorum. Bu yüzden hiçbir kitabını okumadım. Ama bu kadar hayranı olduğuna göre belki ben yanılıyorumdur, ilk işim bir Ali Bulaç kitabı okumak olacak, söz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Bu arada ben Ali Bulaç’ı yermedim, yukarıdaki hiçbir yorumum Ali Bulaç’a yönelik değil. Ortaya sürdüğü argümanları tartıştım sadece.
Yazan:sedaterbap Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
ekrem bey, siz sanırım fehmi koru, şamil tayyar, tamer korkmaz falan okuyunca derinlik bulanlardansınız. bundan dolayıdır ki fikir yazısı yazanlar değil gündelik, çarçabuk tüketilen şeyler yazanları okuyunca daha rahat hissediyorsunuz kendinizi. neyse mesela din ve modernizm kitabını okuyun bulaçın. biraz ağırdır ama eminim öğretici olacaktır.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
mehmet bey,
size sorum şu. referansımız ve kalkış noktamız nedir? menbaımız ne olmalıdır? ya da dini mi hayata ve moderniteye yoksa hayatı mı dine uyarlayacağız. herşeye rağmen biz ikincisini yapmaya çabalamalıyız diye düşünüyorum, birincisi olduğunda maalesef din hayat ve moderniteye kurban ediliyor ve evet ev hayatın kıyısındadır, kadın da artık dışarıdadır ve olmalıdır sonuçları çıkabiliyor. benim bakışaçım budur. pratikte bu gerçekleşir mi gerçekleşmez mi emin değilim, ama böyle düşünen çocuklar yetiştirmek derdindeyim ve ulaşabildiğim herkese bunu anlatırım.
fazla matematiğe gerek yok bana göre. kadınlar evlerine geri dönüp evi korusalar ve boşalttıkları yeri erkekler doldursalar iş hayatında, evet işsizlik erkekler açısından çözülmüş olur. tabiidir ki aslında kadın hayatından ve kocasından memnunsa zaten çalışmak istemez. ve kocalar da ideal olarak karılarının beğendiği ve saygı duyduğu erkekler olmaya çaba sarfetmelidirler. bence benim düşündüğümün aksini düşünenler de ikiye ayrılıyor, birisi mecburiyetten çalıştığını diğeri ise herşeye rağmen eşitlik ve özgürlük adına ve de eve kapanmayız biz de dışarı çıkacağız neyimiz eksik diyerek çalıştığını söylüyor. ikinci sınıfa nihal ve hidayeti koyabiliriz mesela.
mevzu moderniteyle direkt ilintilidir ve siz kabul etmeseniz bile batı bugün sert bir şekilde tartışmaktadır. hele hele rusyaya bakınız. aile neredeyse yoktur artık. gidin viyanaya görün. çocuk yok sokakta çocuk. devlet yalvarıyor doğurun diye ama nerede.. çalışıyor hanımefendiler ve doğurmuyor. iş hayatına çıkmış kadın artık ne kadar kadındır.hayatı ve duyguları işiyle evi arasına sıkışmış otomatiğe bağlanmış bir insandır. karı-kocalık sadece yatmak mıdır, iş hayatındaki kadın kocasından daha çok ofisteki adamı görüyor ve cinsellik haricinde neredeyse karısı oluyor. sakın kalkıp bana kimse ahlak dersi vermesin. 9 kişinin çalıştığı ve 4’nün bayan olduğu bir servisin müdürüyüm ben. neyin ne olduğunu biliyorum.
sözün özü bana göre, kadının eve daha çok yakıştığıdır. anneliğin ona verilmiş en büyük hediye olduğu ve bunun bilincinde olup salih evlatlar yetiştirmesi gereğidir. erkeğin ise maişet derdiyle bezenip dışarda olmasının fıtrata daha yakın olduğunu sanıyorum.
tuhaf olan şudur ki, pozitif ayrımcılık eşitlik isteyen ve eşiyt olduğunu iddia eden kadının ayıbıdır bana göre. kötürüm olmuş, düşmüş, muhtaç olan kadına ayırım tamam da eşit ve özgür kadına ayırım şık mıdır ve neden yapılmalıdır?
son olarak mehmet bey, benim gözümden kaçmış, bir başka yorumcu yazmış. şimdi gördüm. gerçekten le pen örneği ayıp olmuş. bence bulaçı bulun ve helalleşin. yakışmıyor böyle benzetmeler.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
sevim hanım, size iki şey söylemek istiyorum. 1- ben gerçeğim, müstear isim kullanmıyorum ama siz gherçek misiniz? soyadınız nedir mesela?
2- bizim müslüman kadınların imanlarının aslında çok kırılgan olduğunu düşünüyoruım bazen. işlerine gelmediği zaman örneğin ayetleri kendi nefislerine daha yatkın uyarlayan müfessirlerden ve fakihlerden yana saf tuttuklarını bilirim ki bu da haklarıdır, yermiyorum sadece durumun tesbitidir bu.
o yüzden çok kızmış olduğunuzu görüp, geri çekiliyorum.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
1.Hayatın kıyısı meselesi için hala ısrarla aynı yanlış yorumların yapıldığını görüyorum. Yukarıya yazdığım cümleleri biraz açarak tekrar edeceğim.
….
Hayatın kıyısı merkezi benzetmesini yanlış anlıyorsunuz. Hayatın kıyısında olmak önemsiz olmak ihmal edilebilir olmak öbürü ise birinci öncelikli olmak anlamında değildir. Yani modern toplumda aile hayatın kıyısıdır derken aile ihmal edilebilir önemsiz bir şeydir ya da olmalıdır hadi biz de ailenin kıyısı yapalım onu anlamı çıkmaz bundan.
Hayatın merkezi üretim tüketim sosyal ilişkilerin döndüğü yer olmaktır orda anlamı. Geleneksel toplumlarda ev bağ bahçe işleri üretimin olduğu insanların sosyal paylaşımlarının ve ihtiyaçlarının karşılandığı yerdir. Hala bu tür ailelere gidin kadınlar beraberce bahçede, damda pestil bulgur yapar konu komşu o arada sohbet eder, yardımlaşır paylaşır, çalışır, üretir ve evet para kazanırlar. tarla bahçe işleri de böyledir.
Geleneksel toplumda sabah uyanan kadının ağır hayat koşulları da olsa hayata başlamak için bir amacı, yükümlülükleri üretkenliği ve doğal toplumsal ilişkileri vardır. Buradaki sosyalleşme süreci komşu ile yapılan günler olarak yaşanmaz mesela. Ama modern toplumdaki ev kadınlığı modeli bu değildir. Toplumdan üretimden,kendini bir özne olarak kıymetli hissetmekten, maddi güçten koparır insanları.
bu manada hayatın kıyısıdır. ve evet böyle yaşamak ancak bir tercih olmalıdır dayatma değil.
2. Ali Bulaç ın kitaplarını, çalışmalarını okuyan ve taktir eden bir insanım. Ama eleştirisinde Mehmet beye aynen katılıyorum. Dahası yıllardır müslüman kadınlar ile son derece sağlıksız hasmane bir dil geliştirdiğini düşünüyorum. Bence onun gibi bir aydına yakışmıyor. kibirli davranmadan ve insanları kategorize etmeden bu tepkileri düşünse iyi olur. Kendisine tepki gösterenler ultra modernist kadınlar değil.b O kesim zaten ne yazmış ne etmiş umursamaz bile. Ben mesela bir zekeriya beyaz ı hiç umursamam. Kadınları göğe de çıkarsa yerin dibine de batırsa oturup iki cümle yazmam. Kendisine tepki gösteren insanlar onu ciddiye alan insanlar. Bazen durup düşünmek iyidir. Bence bu tartışma üzerinden bu kadar kızgın kırıcı üsluplara da hiç gerek yok.
Bence kimi yorumcular Ali Bulaç ı koruduğunu zannederken bu ötekileştirici dilleri ile zarar veriyorlar aslında.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
@Sedat Erbap
vardır elbet hayranı bulaçın. siz onu tanımıyor ve okumuyorsunuz, bu yüzden hayretler içerisindesiniz. hatta “ne çok hayranı varmış ali bulaçın, vay be” türü bir ifade bile aslında sizin tanımadığınız ve okumadığınız halde yerdiğinizi gösterir. beyefendi, yerden yere vurduğunuz insanın neler yaptığına, ne eserler kazandırdığına bir bakın. bugün hala yazmış olduğu çağdaş kavramlar ve düzenler kitabı bilmem kaçıncı baskısını yapmış, birçok gencin başucu kitabıdır. meali en çok satanlar arasındadır. insafsız eleştiriler, belaltı darbeler yakışmıyor. hele hele had bildirmeler, sınıfta bırakmalar.. ayıp.
Sedat bey kimsenin had bildirdiği falan yok üstteki yorumlarda oldukça seviyeli biçimde bir argüman tartışılıyor.
Had bildirmeye ben bir örnek göstereyim size;
ekrem bey, siz sanırım fehmi koru, şamil tayyar, tamer korkmaz falan okuyunca derinlik bulanlardansınız. bundan dolayıdır ki fikir yazısı yazanlar değil gündelik, çarçabuk tüketilen şeyler yazanları okuyunca daha rahat hissediyorsunuz kendinizi. neyse mesela din ve modernizm kitabını okuyun bulaçın. biraz ağırdır ama eminim öğretici olacaktır.
Ayıp bu sizin yaptığınız.
Ben bahsettiğiniz kitapları okudum. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım konular bunlar. Ali Bulaç’ın bu kitapları hatta çağdaş kavramlar ve düzenler gibi bir grup muhafazakar entellektüelin çoğu zaman referans kaynağı olarak gördüğü kitaplar, entellektüel derinlikten son derece yoksun vasat yapımlar.
Ana fikir olarak, islam dairesinden çıkma korkusu, “zorunlu” modern seçimlerden kaçınmasını beraberinde getirmiş Ali Bulaç’ın.
Bu da Ali beyi post-modern dünyanın gerçek problemlerine gerçek çözümler üretebilecek bir entellektüel olmaktan alıkoyuyor ve vasat olarak sınıflandırmama neden oluyor.
Hepimiz aynı şeyden şikayet ediyoruz. Çok azımız çözüm arıyoruz. Bir çoğumuzda çözüm arayanlara hücum ediyoruz. Ali bey ne yazık ki bu birinciyle, üçüncü arasında gidip geliyor.
Herkesin bildiği mağdur olduğu konularda boş eleştiriler getirmek yerine müslümanlar akılcı bir mücadele yoluna girerler ve modern sistemlerde gri seçimler yapmayı öğrenebilirlerse bu coğrafya kurtuluşunu bulacaktır diye ümit ediyorum.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Yanlış anlaşılma olmasın. Modern toplumlarda aile kurumu hak ettiği önemi taşıyor demek istemiyorum. Elbetteki modernizm tüm insani ilişkileri çözüp parçaladığı gibi aile ilişkilerini de çözüyor dağıtıyor. Ancak bunun yegane sebebi kadının çalışması değildir. Burada hayatın kıyısı benzetmesi ile ilgili olarak kullanıyorum yukarıdaki ilk cümlemi. Yoksa Ali Bulaç ı eleştiren yazarların da bu konuda çalışmaları var mesela.
http://www.kidap.com.tr/modernizmin-evsizligi-ve-ailenin-gerekliligi-cihan-aktas-k3367.kitap
Yazan:Batuhan Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Muhterem cemile bayraktar hanım efendinin,Ali Bulacın (o malum geleneksel erkek egemen kuyuya)attığı taşı çıkartmak için yazdığı makalenin,aslında o taşın çıkartılmaması gerektiğine inanan çoğunluğun varlığınıda teyid etmek açısından ibretliktir.
Kur’anın bizzat erkeğe getirdiği özellikle bir yasağın, sınırlarını genişleterek faturanın tamamını kadına kesen fıkhi yorumları “usul”olarak vehmeden ve kavrama aşkın bir anlam yükliyerek “kur’ana ve Sünnete göre diyerekte,bu otoriter dili devam ettirmek,Allahın Hanif dininin bütün arınmışlığı ile ve sadeliği ile ortaya çıkmasını önlemenin yolunun ahlaki olmadığını inanıyorum.
Öncelikle iffetin korunması “ana prensibini”hep kadından beklemenin,kadın gözden ırak olursa erkeği tahrik etmez,fitneye sebeb olmaz,çalışma hayatı şehvetinde habercisidir vs vs. türü saptırılmış,ve başka bir alana yansıtılmış ve gayri islami olan gelenkesel hezyanın(bu arada hadis olarak külliyatımıza giren ve ara ara şarkiyatçıların islam aleyhine kullandıkları “zaten islamda kadın 2.sınıf bir mahluktur”iftiralarına mesnet teşkil eden
,e “SÜNNET”inancıyla delil olararak gösterilen saçmalıklar da başkadır)
Kur’ana ve sünnete göre tartışılmasının önünü tarihselciler veya modernnistler diye kesmek son derece ilkel veindirgemeci bir tavırdır.
Örneğin iffetin korunulması prensibini hernedense kadından başlatan erkek egemen müslüman toplumlar.Nur suresi30.ayetteki iffetin korunulması için ilk şartın erkeğin bakılması haram olan bölgeye bakmamasıyla başladığını görmezden gelirler.Ancak onlar 31 .ci ayet le şuçu ve tartışmayı hep kadından başlatırlar.Halbuki her iki ayette bir birini tamamlar ve aynı oranda önemlidir.
Hiç bir aklı başında olan bir kadın,ev işlerinin yanı sıra dışarıdada ücretle iş yapmak istemez.Bu erkek içinde böyledir,insan vucudunu bir tahammül çizgisi vardır,trafik sıkıntısı,iş hayatının sıkıntısı,emekliliğinin uzaması,hep psikolojik
travmayı arttıran faktörlerdir.Bunların kabulü ve haklılık payının ortaya konuşu bambaşka bir konudur.
Cemile Hanımın sorduğu somut hayata tekabül eden soruların hiç birinin mufazakarlar tarafından cevaplandırılmayışları zaten olayı açıklamaktadır.
Yazan:cb Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
Bir Yorumcu,
okuduğunuzu anlamıyorsunuz, kimin ayarı bozulmuş? ne kadar düzeysiz ve kapasitesiz tartıştığınızın fakında mısınız? hadi siz farkında değilsiniz de editör dostumda farkında değil mi? ne kadar çirkin ve basit, şu ana kadar yazı da dahil tek bir sakin olmadığım yorum mevcut mu? mevcut ise paylaşınız.
Allah akıl,fikir versin. ben çalışma konusunda kendi tercihimi ortaya koyarken, bunu belirtirken kimseden bir paye beklemiyorum, sorun zaten o paye değil. anlatmak istediğim ali beyin bahsettiği şeyi anladığımdır ve zaten bu bahsi onayladığım ve kendi hayatımda tercih ettiğimdir ancak ali bulaç’ın bahsettiklerini tepeden,genellemeci ve yanlış bir üslup ile yaptığıdır.
sevmeyi bilmiyorsunuz efendim, öfkeyi de bilmiyorsunuz. bu müslümanlık değil, bu ali bulaç’a sahip çıkmak hiç değil, bu kadın düşmanlığı ve bu düşmanlık güdülürken dine ve müslüman kadınlara yapılan zulüm, Allah sizi iyi etsin.
Yazan:sinem mertol Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
cemile hanım, özlem hanım ve beyefendiler. ben çalışan bir bayanım, bir katılım bankasında çalışıyorum. işim çok ağır. 6yaşında bir kızım ve 8 aylık bir oğlum var. açıkçası çalışmayı ben çok istedim, başlangıçta çok da iyiydi. son 4 senedir hamdolsun eşimin işleri ve kazancı benimkinden daha iyi ve aslında ben çalışmasam da olur. hergün evden çıkıp bebeğimi bakıcıya bırakınca içim sızlıyor ve gerektiği kadar ona ihtimam gösteremediğimi düşünüp üzülüyorum. diyeceğim şudur, eve dönmeyi planlıyorum, eşim de beni teşvik ediyor. iş hayatı zor, kadın için daha zor, aynı olaylarda bay çalışan arkadaşlarımın daha sağlam ve dayanıklı ve belki umursamaz olduğunu düşünüyorum. olan kadınlara oluyor iş hayatında. müdürüm aynı tonda hepimize kızdığında bayların pek aldırmadığını, aldırıyorsa da benim kadar dert etmediğini görüyorum, ben bazen dağılıyorum, ağladığım da oluyor.
ali bulaçın çıkışı bize biraz sert geliyor, haklıyız belki de. ama özünde doğru söylüyor kanaatime göre. ben evde daha verimli olacağımı ve bebeğime, evime ve kocama daha iyi bakacağımı düşünüyorum.
sevgilerimle.
Yazan:cb Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
sinem hanım,
ne kadar güzel. birkaç soru sorarsam;
eşiniz çalışmıyor olsaydı yahut kazancı yeterli olmasaydı ya da terk edilmiş bir kadın olsaydınız mecbur çalışacaktınız değil mi? anlatmak istediğim sadece buydu.
Yazan:sinem mertol Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
ama ali bey’in zaruretlerden bahsettiğini düşünmüyorum ben cemile hanım. ve anladığım kadarıyla o daha üst perdeden özele değil, genele hitap ediyor sanki.
Yazan:cb Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply
peki genelin durumu daha çok ezilmiş kadınlardan mı oluşur yoksa ezilmiş erkeklerden mi?
ps: elbette kimsenin ezilmiş olmasını tasvip etmem, öyle anlaşılmasın
Yazan:sq Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
Sevim hanım, müdürünün kızdığı zaman erkek çalışanların tepki vermediğini, kendisinin ağlayabildiğini yazmış. İyi de umarsız olmak, daha çalışkan daha disiplinli daha iyi iş yapan anlamına gelmiyor ki. Bahsettiğiniz tipik bir şovenist erkek zihni argümanı: Kadınlar hemen ağlar, dağılır. Be de sürekli erkeklerle birlikte çalıştım, dağılan, sorumluluk alamayan bir sürü erkek var. İş yetiştirmek için mesaiye kalırken yanımda esneyip uyukluyorlardı.
Evde daha verimli olacağınızı düşünebilirsiniz elbette, ama yeteneklerini körelten, bir yerden dışa vuramayan kadınların eninde sonunda ruhları açlık içinde kıvranıyor. Bu demek değil ki çalışma hayatında yeteneklerimizi dışa vurup üretiyoruz, kimi zaman daha çok köreliyoruz ama çoğumuza hayat gümüş tepsiyle gelmiyor, ödenmesi gereken faturalar geliyor anca. Hayatında “sırtını yaslayacak erkek” olmayan kadınlar düşkünler evini mi boylayacak ya da evlilik bir tür iş sigortası mıdır?
Bir şeyler üretmek derken, bir ofiste çalışmaktan farklı olarak, yazı yazmak, resim yapmak vb. de kadının yeteneklerini ortaya koyuyor. Oysa aslında bu alanlar da ataerkil, şovenist erkek zihni mayınlarıyla dolu. Başta “kendine ait bir oda” gerekiyor çünkü.
Bir de şunu eklemek istiyorum, Müslüman erkeklerin “müslüman kadınlardan” öğreneceği çok şey var, Müslüman kadınlar daha hakkaniyetli ve adil bir denge gözetmeye çalışıyorlar. Nihal Bengisu Karaca’nın duruşunu, donanımını çok beğeniyorum mesela.
Birşeyler değişecekse bunu Müslüman kadınlar yapacaklar gibi geliyor, zira gerçekten sevmeyi bilmeyen nesillerden anca ayrımcılık, eşitsizlik, emir-komuta zincirleri, hoşgörüsüzlük çıkıyor.
Kadının evde oturması “salih evlat” yetiştirmek değildir, her evde oturan kadının evladı “salih” olmuyor, olsa sokakta bir tane tecavüzcü, katil, hırsız kalmazdı. Hadi o uç örnekleri geçtim, dışarısı arızalı adam dolu, totale vursanız ezici çoğunluğunun annesi ev hanımıdır. İş hayatı, evde yeteri kadar zaman geçirme, kadının yerinin aslında neresi olduğu vb. bunlar değil esas mevzu, biz kadınlar önce kendimiz gerçekten sevmeyi öğreneceğiz ki “sevmeyi bilen salih erkekler” yetiştireceğiz.
Yazan:sevim Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
bir şeyi anlayamıyorum.ali bulaç’ı savunacağım diye neden bu kadar alakasız yerlerden giriliyor.efendim kızıyormuşuz ama haklıymış kendisi.bir kere kendisi neden benim adıma fetva versin.iş ağır mı geldi?hem ev işleri hem çalışma hayatı bir arada zor mu geliyor?kolayı var,birinden birini tercih ederim,olur biter.
sonra bir şey daha var,sürekli “muhtaç,yoksul,düşkün vs. kadına çalışma ve iş alanı açık olmalı”gibi bir anlayış oturdu tartışmanın merkezine.bunu da çok yanlış buluyorum.burada bulaç’ın kadına dair görüşlerine katılmayanların da böylesi bir savunmaya geçtiğini görüyorum.hayır;hayatımıza karar verecek olan biziz.kadın da olsak,erkek de olsak;muhtaçlık,eziklik vs gibi gerekçeleri beyan etme zorunluluğu yoktur ve olmamalıdır.
iyi o zaman evde kendi geçiminden sorumlu olan birileri oldukça kadın hayatttan tamamen kopsun.yani bütün mesele bir topan ekmek mi?kadına gelince sınır bu mu?e ne diye şikayet ediliyor başörtüsünden,evlerine geri yollanarak zaten bu zihniyeti savunanların dediğine çıkıyor olay.yani okumasınlar,hele lisanstı,yüksek öğrenimdi hiç gerek yok,yönetici falan da olmasınlar;gazeteci,sanatçı,yazar…bundan da uzak dursun kadınlar.öyle ya “muhtaç değillerse”çalışmamaları gerektiğine göre saydığım mesleklerden birine hiç kalkışmasınlar.bu nasıl bir mantıktır ya?
Yazan:sevim Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
@sq,
ben böyle bir şey yazmadım.isimleri karıştırmış olmalısınız.
ancak en beğendiğim yorum sizinki olmuş gene de.
Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
Yorumları toplu bir şekilde okudum. Farklı noktalara ait fikirlerimi yazacağım:
Okula gitsin ama çalışmasın çelişkisi
Kadınların çalışmalarını yasak gören bir yorumcu, kızını cahil kalmaması için okula göndereceğini söylüyor.
Sorun şu ki, kadının çalışmasıyla ilgili öne sürülen argümanların tümü, lise ve üstü eğitimi alması için de geçerlidir. Yani, kadınlar yine erkeklerin arasına çıkmaktadır. Hayatı sürdürmek için zaruri olmayan bir iş yapmaktadırlar. Öğretmenlerinden veya arkadaşlarından baskı görebilmektedirler.
Dolayısıyla, kadınların eğer çalışmasını yasak görüyorsanız, lise ve üstü eğitim almalarını da yasak görmeniz gerekir.
Hayatı dine uyarlamak veya dini hayata uydurmak
Bu iki kavram birbirinden ayrılabilecek şeyler değil bence. Hayatı dikkate almadan, dini kuralları yorumlamak, çok bağnaz bir din anlayışı üretir. Tersine, dini değerleri dikkate almadan, hayatı düzenlemek de, çok dünyevi bir hayat üretir.
Ben özünde, dinin ne akılla ne de hayatla çelişmeyeceği inancındayım. Fakat bazen çelişkilerle karşılaşıyoruz. Ben bu çelişkilerin, aslında dinin özünden değil, yorum ve anlayış hatalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Dini kaynaklara dayanmadan konuşma
Ali Bulaç ve diğer bazı yorumcular, kadının çalışmasını savunanları, modernist ve seküler anlayışın diliyle konuşmakla eleştiriyorlar. Bu eleştiri çok hatalı.
Mehmet Yılmaz’ın Gazali’den yukarıda verdiği alıntı çok net:
Dini akılla biliriz.
Bu çok anlamlı bir söz. Akla dayalı argümanları, modernist veya seküler diye sınıflandırıp dışlamak yanlıştır. Yanlıştır çünkü, aklın kendisi dinin en temel kaynaklarından biridir. Akıl olmadan din olmaz.
Sui misal, emsal oluşturmaz
Tartışmalarda çok yapılan bir hata şu:
Karşı fikrin en uç veya suistimal edilmiş haline dair bir örnek sunarak, karşı fikri çürütmeye çalışmak.
Biz, burada kadınların çalışmasının dine aykırı olmadığına dair argümanlar getiriyoruz. Fakat bu demek değil ki, Fransa’daki veya Rusya’daki çalışma ve hayat koşullarını istiyoruz. Batı ülkelerinde kadınların bir kısmının modernizm adına çok perişan bir hayat yaşadıklarını biz de biliyoruz. Fakat bunlar, sui misallerdir.
Bu toplumlar, kadınların çalışmasını destekledikleri için bu hale gelmiştir, demek, dayanaksız bir iddia. Hiçbir yönteme dayanmayan bir fikir yürütme şekli.
Sosyal olayların nedenlerini tek bir faktöre indirgeyemezsiniz. Kötü örnekler, genellikle suistimale dayanır. Bu yüzden, emsal oluşturmazlar.
Çalışma hayatındaki zorlukların kadınlara ağır gelmesi
Yasakçıların temel argümanlarından biri şu:
İş hayatı zordur. Kadınların fıtratına ağır gelir. Kadınlar hem işi hem evi bir arada yürütemeyeceklerinden, bunalım yaşarlar.
Bu argümandaki temel hata ise şu:
Çalışan kadınların bir kısmının bunalım yaşamasının nedeni, çalışmalarından kaynaklanmıyor; iş yerlerindeki kötü yönetim anlayışından kaynaklanıyor. Patronun kötü yönetiminin cezasını, kadınlara yüklemek, hak değil.
Yapmamız gereken şey, iş hayatını insancıl, ahlaki değerlere uygun ortamlar haline getirmek. Yoksa kadınları iş hayatından dışlamakla, esas sorunu çözemeyiz, sadece sorunlardan bir tanesini hasır altına süpürmüş oluruz.
İş hayatı nasıl insani değerlere uygun hale gelir? Bunun üzerine çalışmamız lazım.
Kadınlar dayanıksız, erkekler dayanıklı mı?
Çalışma hayatında, ceberrutluk, hırs, taciz gibi çirkinlikler oluyor. Fakat bundan sadece kadınlar mı zarar görüyor? Biz erkekler zarar görmüyor muyuz?
Kadınlar çok çabuk ağlarmış. Erkeklerse güçlüymüş. Ben buna hiç inanmıyorum. Tam tersine, erkeklerin birçoğunun, birçok kadından daha dayanıksız ve korkak olduğunu gözlemliyorum.
Cesaret, olduğun gibi görünebilmektir. Bu ise, özgüven ister. Bizim kültürümüzdeyse, erkeklik, büyük oranda güçlülük imajı oluşturma üzerine kuruludur. Ağlamayan, ama karısına ve çocuğuna öfke gösteren veya ilgisiz davranan bir erkek, bence esas zayıflık bu. Erkekler de, kadınlar gibi, iş hayatındaki zorbalıklardan, hırstan veya stresten aynı ölçüde zarar görür.
İş yerleri, hepimiz için insani bir yer haline gelmeli. Kadınların çalışma hürriyetlerini ellerinden almakla, hiçbir problemi çözemeyiz.
Tam tersine, hırs, kibir, zorbalık gibi problemler, hürriyetin olmadığı yerlerde çok daha yaygın hale gelir.
Yazan:sevim Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
sayın ümit erdal bey,
söylemek isteyip de yazamadığım düşüncelerime tercüman olmuşsunuz.bu kadar toparlayıcı olabilirdi,elinize sağlık.
Yazan:Bir Yorumcu Tarih: Ağu 14, 2010 | Reply
yorumlarımdan hareketle neler yazılmış neler, herkes kendince birşeyler karalamış. ama çoğu aslında dediğimi anlamamış. mesela bir yorumcu arkadaşım benim kadınların çalışmasının yasak olması gerektiğini savunduğumu falan bile yazmış. neyse, dediğim gibi geri çekildim, çünkü bu tartışmadan sanıyorum bir yere varamayacağız, boşuna kalplerimiz kırılacak. bu arada yine de ben sizleri üzdüysem, canınızı sıktıysam, kırdıysam özür dilemek isterim ve helallik istirham ederim. niyetim asla bu değildi. ama aklı başında yazmak afili cümleler kurmak veya yıldızlı kelimeler sarfetmek olmamalıdır. ben yazar değilim, stilim bazılarınıza tuhaf veya itici geldiyse kusuruma bakmayın. meramımı en iyi nasıl dile getirebiliyorsam o şekilde yazmaya çabaladım.
yeni bir bulaç yazısı buldum,linki aşağıda. özgün duruşta yazılmış. aileyle ilgili. sakin kafayla okumanızı öneririm. hayırlı ramazanlar dilerim hepinize.
http://www.ozgundurus.com/Yazar/Ali-Bulac/Aile-nedir.php
Yazan:sq Tarih: Ağu 15, 2010 | Reply
@sevim hanım,
sinem ile sevim’i karıştırmışım, haklısınız, teşekkürler.
Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 16, 2010 | Reply
@bir yorumcu:
Ali Bulaç yazısında, kadınların çalışmasına sadece arızi durumlarda (yoksulluk gibi) izin verilmesi gerektiğini dile getiriyor. Dolayısıyla, genel olarak kadınların çalışmasının, kendi din ve ahlak anlayışına göre yasak olduğunu ifade ediyor.
Yazan:özlem Tarih: Ağu 16, 2010 | Reply
Cihan Aktaş’tan çalışan kadın.
http://www.dunyabulteni.net/author_article_detail.php?id=14301
Yazan:Ahmet Demir Tarih: Ağu 19, 2010 | Reply
Realite olarak baktığınızda, kadının evde kalıp da yaptığı çok istisnai bir işi yoksa, örneğin küçük yaştaki çocuklarına bakmak, hasta birine bakmak vs gibi en hayırlısı çalışması. Kadınlar işsizliği artırıyor diyen zavallıya da hiç saygı duymuyorum: Kardeşim seni çapsız olduğundan almadılar o işe, işini bir kadına verecekleri için değil.
Yazan:Selman Ahmedoğlu Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Sayın Cemile Bayraktar;
Ali Bulaç Bey’in bir yazısından dolayı dile getirmiş olduğunuz serzenişler,eleştiriler onu hiç tanımadığınızı açıkca göstermekte.Bir kaç defa gördüm onu tanıyorum ona göre bunları yazıyorum türünden ima ederek Ali Bulaç Bey hakkında yapmış olduğunuz yorumu bizden kabul etmemizi haliyle bekleyemezsiniz.Ben kitaplarını okuduğum Ali Bulaç ile onun hakkında ileri geri konuşan kişilerin anlayış,kavrayış,idrak,yorumlama,muhakeme gibi özellikler cihetinden çok derin farklar olduğunu düşünüyorum.Şahsen beni onun hakkında ikna edebilmek için “Din ve Modernizm” çapında bir kitap kaleme alabilmelisiniz.Yoksa “kıyl-u kal” den kurtulamazsınız.
Yazan:cb Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
selman bey,
işte sorun burada, nasıl anlatsam; maalesef din ve modernizm gibi çok büyük bir cümle kuruyorsunuz, sonra modernizmin kucağına düşmüş bir zihinle kendinize parametreler yaratıp hayata sadece o ölçüler ve kıstaslar üzerinden bakabiliyorsunuz, yani gırtlağına kadar modernize olmuş biri olarak -ki bunun ıspatıdır benim bir yarışta belirli bir aşamayı katetmiş olma zorunluluğunda olduğumu zorlamanız- gelip modernizm ve din kitabını anladığınızı ve hatta kutsadığınızı söylüyorsunuz, nasıl kurtulacağız sizin bu modernize olmuş yanlarınızın farkında olmadığınız hallerinizden? ölmüşsünüz ama farkında değilsiniz, lütfen kişisel almayın kendimce sosyal bir tesipiti, karıncadan sessiz gelmiş bir zihin yıkılışı tespitini paylaşıyorum ve bu eleştiriden kendimi de nasiplendiriyorum. daha nazik olabildiğinizde din ve modernizm üzerine konuşmak isterim
Yazan:cb Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
kaldı ki, ben ali beyi acımasızca eleştirmedim, hiçe saymadım, bir konuda gayet gerekli ve ölçülü eleştirdim yazılarım her türlü eleştiriye açıktır ancak haksızlığa uğradığında failleri olarak onları kutsamakta ayrıca görevimdir, selam ile
Yazan:Fatih Öksüz Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
Herkes yanılabilir veya yanlış anlaşılabilir.
Ali Bulaç Bey’e mevzu bahis konuda çok eleştiri gelmiş ki,Ali Bey ya kıvırmış(doğruyu görmeye çalışmış) yada gerçekten yanlış anlaşıldığını ve anlatmak istediklerinin bu şekilde olacağını bir sonraki yazısında kaleme dökmüş.
http://www.ozgundurus.com/Yazar/Ali-Bulac/Referandumla-ilgili-aciklama.php
Yazan:ayşenur narin Tarih: Haz 15, 2011 | Reply
merhaba arkadaşlar;
Bir bayan olarak bu konuda benim de bir takım sorularım, kararsızlıklarım vardı.Üzerinde bir hayli düşündüm ve çeşitli kaynaklar taradım sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle şu soruya cevap vermek isterim ki;
Amacım dini hükümler vermek değil tefsirci de değilim ama Kuran’da kadın için koyulmuş eğitim yada çalışma yasağı yoktur.Hz. Peygamber, kadınların okuma ve yazma öğrenmelerini daima teşvik ve emretmiştir. İslâm tarihinde nice kadın hadisçilerin, edebiyatçıların ve en önemlisi de büyük kadın hukukçuların yetiştiğini bilmekteyiz.
ancak şu bir gerçek ki günümüz itibariye çalışan kadın pek çok günah ile karşı karşıyadır.Anladığım kadarıyla ALİ BULAÇ konuya bu noktada ağırlık veriyor ve kadının çalışmasına hoş bakmıyor.Hak veriyorum ; nitekim iSLAM dininde de kadın en güzel terbiyeci kabul edilmiştir ve çocuklarını eğitmek evin huzurunu sağlamak gibi vazifeleri vardır.
Peki ama boşanan ya da terkedilen kadın ne olacaktır? evet bu konuda da İSLAM HUKUKUnun Kadını, onu rahat bir hayat sürdürecek şekilde koruduğunu görüyoruz.
ANCAK;ne İSLAM DEVLETİnde yaşıyoruz ne de İSLAM HUKUKUna tabi tutuluyoruz. bu durumda Cemile Hanıma hak vermemek büyük adaletsizlik olur evet günümüz itibariyle çalışmayan bir kadın boşandığında ya da terkedildiğinde ne olacaktır???
İslam Hukukunda erkek kadının ve çocuklarının iaşesini temin etmekle yükümlüdür, oysa bugün Medeni Kanunumuz kadın ve erkeği mutlak eşit tutmaktadır ve hem erkek hem kadın evin geçimi ile sorumludur…
Öyleyse denklemin bir tarafı değişirken diğer tarafının sabit kalamadığı bir gerçek.Ve değişen hukuk sistemi ve toplumsal yapıya karşılık kadının aynı yerde kalmasını bekleyemeyiz..
Çünkü halen binlerce kadın şiddete cinsel taarruzlara ve onur kırıcı davranışlara maruz kalmaktadır. üstelik kadınları artık kadınlar da ezmektedir..
Şahsi kanaatimce; bir bayan için evinde oturmak ev işleriyle meşgul olmak çocuğunu eğitmek elbette çok güzeldir ve sağlam toplum yapısı için gereklidir.Ve bence bu kolay yoldur, rahattır. peki bu kadınların derdi ne diye sorarsanız tıpkı İslam dininde olduğu gibi saygınlıklarını kazanmak değer görmek. karınları nasılsa doyar ama kişiliklerini doyurmak daha büyük dertleri..
Son olarak şunu belirteyim:
bence burada dini gerçekten bilen erkeklere büyük vazife düşüyor, İSLAM’IN kadına verdiği değerin ne kadar farkındasınız ya da ne kadar uyguluyorsunuz? KADIN ÇALIŞMAMALI DEMEK KOLAY, ama kadın için hem dinini icra edebileceği hem kendini geliştirebileceği ortam sağlamak ve kadını aktif hayata kazandırmak bizi çözüme biraz daha yaklaştırır diye düşünüyorum.
Yazan:fehmi tutulmaz Tarih: Ağu 15, 2011 | Reply
kim oldugunu bilmedigim bir meczup, burada ve baska sitelerde benim ismimi kendine musteare etmis yazilar yaziyor. Burada ve baska sitelerde oldugu gibi sozkonusu yorumlarin kaldirilmasi icin editorlere yazilar yazdim.
Yukarda benim adim altinda yapilan yorumlar tarafima ait olmadigi gibi boyle bir saygisizligi yapan sahsiyeti de kiniyorum.
Onemle duyrulur.
Saygilarimla,
Fehmi Tutulmaz