Bir gün ölecek olanların yürüyor görünmesi
By Kubra Nur Ayar on Ağu 20, 2010 in hakikat, Hikmet, Sanat, Sinema
‘’Bir kız ile karşılaştım
Göz aldatan bir sinema
Gözlerine baktım, geçtim
Ben de oldum bir sinema.
Göçler gider, katar katar
Kimi alır, kimi satar
Okun doğrulamış atar
Batan oklar, hep sinema.
Bir an evvel geçen halım
Gözünden kaçtı maralım
Felek, çeviriyor film
İşte büyük bir sinema.
Şaşar Veysel bu ne haldır
Hakikat da hep hayaldır
Hayat filime misaldır
İşler güçler hep sinema.”
Sinema, rüya ve hayat üzerine ortak bir yazı yazılması gerektiğinde, önceleri olduğu gibi yapılacak ilk alıntı Aşık Veysel’in bu şiiri olmalıdır. Aşık Veysel, şiirin ilk üç dörtlüğünde aşktan, olağan hayatından, felekten bahsediyor ve son satırlarda, işte bu üç satırlık hayat bir sinema diyor, noktayı koyuyor. Satırları tek tek inceleyecek olursak, hayatı temaşa ettikten sonra, ilk olarak şaşkınlığını belirtiyor-şaşar Veysel bu ne haldir- daha sonra çıkardığı sonucu söylüyor-hakikat de hep hayaldir- .
Bu ‘hayal’i anlamak için ikinci satırda çıkardığı sonuç üzerinde biraz durmak gerekiyor sanırım. Nasıl oluyor da insanlar hakikati bulmaya çalışırken hatta herkese göre hakikat de farklı farklı olurken, peşinde koştuğumuz bu hakikat hayal oluyor? Oysa, herkesin kalbi hakikat için çarpar. Hayat temaşa edilip tam hakikat bulunmuşken nasıl oluyor da hakikat bir ozanın dilinde hayal olduğunu haykırabiliyor?
İlkçağ filozoflarından Platon bu konudaki fikirlerini idealar alemi başlığında açıklamıştır. Ona göre, içinde bulunduğumuz dünya gerçek bir dünya değildir, göreceli bir hayaller alemidir. Aynı sinemayı izleyen kişiler nasıl farklı yorumlar çıkarıyorsa, dünya üzerinde görünen ve yaşanan her şeyden de insanlar farklı yorumlar çıkarırlar. Kişilerce görünenler farklı farklı olduğu için, sabit ve gerçek bir dünya vardır diyemeyiz, dünyayı ‘idealar alemi’ diye ifade edebiliriz ancak.
Aynı düşünceyi öngören Mevlana, görünen her şey hayaldir, demiş ve günümüze kadar gelen fikirlerini ‘dünyanın hayal olması’ neticesi ile ‘dünya hayal ise gerçek nedir’ sorusu üzerine kurmuştur.
Gün gibi açık gördüğümüz, hakikat bildiklerimiz, bir başkasınca farklı yorumlanır; aynı sözlerle ifade etsek bile zihnimizdeki yansımaları muhakkak çeşitlidir. Bizce hakikat olan da hayallerimiz gibi özel ve kişiseldir. Kısa ifadesiyle, hakikat de hep hayaldir.
Hakikatin de hayal olması mevzusunda bize ışık tutan hem de bu fikrin eskiden beri düşünülegeldiğini anlatan bir de kısa hikaye var: Çinli bir bilge rüyasında kelebek olduğunu görür ve uyanınca kendi kendine şöyle sorar: rüyasında kelebek olduğunu gören bir adam mıyım yoksa kendini adam olarak düşleyen bir kelebek mi?
‘Düş’ kelimesi geçtiği için artık devreye rüya da girmiş oluyor ve hayat belki de bir rüya olduğu için hayal oluyor. Günlük, uyanık hayatımızdaki sözler uyurkenki düşlerimize benzetiliyor ve deniliyor ki ‘doğru sözle yalanın farkı ne ise, gerçek rüyayla yalancı düşlerin farkı da odur’. Bazen geceleyin rüyamızda gördüğümüz biriyle, o gecenin sabahında karşılaşabiliyoruz yahut rüyada gördüğümüz aynıyla veya tabiriyle gündüz gerçekleşebiliyor. Bazen rüyanın tabiri yine rüyanın içinde olabiliyor ya da iyi bir davranışımızın hediyesi bize güzel bir rüyayla sunuluyor. İkram sunulduğu bir rüyadan uyanmak istemiyoruz ve ciddi olarak düşünüyoruz ki belki rüyalar uyanıkken yapıp ettiklerimizden daha sahicidir.
Rüya ve sinemayla hayatın bağlantısını ‘Rüya Sineması’ kitabında uzun uzun açıklayan Sadık Yalsızuçanlar, konunun daha iyi anlaşılması için belirttiği ifadelerden birinde de, bir rüya yaşadığımızı ve bunu gerçek sandığımızı, bu rüyanın da tanrının rüyası olduğunu belirtiyor. Bizim gördüğümüz rüyalar ise büyük rüya içindeki küçük rüyalar kalıyor.
Büyük düş içindeki küçük düşler bazen sahici bazen de vesveseci düş olarak görünüyor. Rüya-ı sadıka denilen gerçekçi rüyalar hakikat damlalarından oluşuyor. İslam tarihinden bilindiğine göre ise peygamberlere nübüvvetleri ilk olarak sadık rüya ile müjdelenmiştir. Yani rüya, hayal olan hakikati bize düşlerimizde göstermekte bir vasıta oluyor ve ‘hakikat de hep hayaldir’ sözüyle Aşık Veysel’i anlamamıza yardımcı oluyor.
Bir düşten uyandığımızda çevremize alışmaya zorlanırız, başka bir dünyadan kopup gelmiş gibi zihnimiz tam olarak etrafı algılayamaz, hemen alışamayız. Bu halin gerçekle hayal arasında sendeleme olduğunun bir kanıtı da, insana farklı bir bakış açısı sunan yakaza halinin uykunun hemen ertesinde yaşanmasıdır. Diğer yandan, rüya görmeyi sinema izlemeye benzetirsek, bir sinemadan çıktığımız andaki izlenen olayların geçip gitmiş olma, başka bir dünyaya dönme hallerini rüyadan uyandığında da yaşandığını fark ederiz. Hem rüyada hem sinemada aktif olarak etki edemediğimiz olaylar olmakta, biz izleyici konumunda onları izlemekteyizdir.
Sinemanın oluşum aşamalarına baktığımızda ise, görüntünün göz yanılmasından ibaret olduğu görürüz. Aslında el ile tutulup hissedilir olan sadece film karelerinin döndüğü küçük bir makine ve beyaz perdedir, izlediğimiz sahneler sonradan ortaya çıkar. Aynı kareyi saniyede yirmi dört kez yansıtırsak bir süreklilik oluşur ve görüntü elde edilir. Görüntünün saniye içinde defalarca gidip gelmesini göz algılayamaz, yansımaları zihninde birleştirir ve oluşan hareketliliği izler. Bu bilgiler ışığında Platon’un idealar alemine döner ve maddenin var olmadığını varsayarsak, dünyanın her an hem ‘var’ hem ‘yok’ olduğunu; insan gözünün ise yanılması ile hep ‘var’ gibi gördüğünü ve görünen her ne ise ekranda izlediklerimiz gibi yansıma olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün ise, biz güncel olaylarla darılmış zihnimizde, siyasi görüşümüz var sanıp da tek yönlü savunmalarımızla, tuttuğumuz takımla, bulunduğumuz mahalle ile, komşumuz ile, ülkemize komşu ülkeler ile, ülkenin lideriyle, idarecisi, bürokratı, belediye başkanı, çalışanı, işçisi ile, hatta üstümüz başımızla, modayla; kısacası bizdeki hayatla o kadar meşgulüz ki, olan bitene uzaktan ilahi bir gözle bakıp yaşamı anlamaya çalışmıyoruz bile. Biz takip etsek de etmesek de sürekli siyasi, ekonomik olaylar oluyor, paranın akışı değişmiyor, fakir daha da fakirleşiyor, zengin daha zenginleşiyor, dünya kupasını biz takip etmesek de bir ülke alıyor, biz bilmesek de kartel medya ünlü yaptığı kişilerin peşinde koşturuyor, yazarlar yine yazıyor, çizerler yine çiziyor, herkes bir yol tutturmuş gidiyor. Bu konumda bir tek şahıs olarak insanın görevi hiç olmaktan öteye gitmiyor. Mahalleyi, şehri, ülkeyi, dünyayı ve sonra tüm evreni düşünen insan, kendisinin iradesi dışında her şeyin bir sinema misali döndüğünü fark ediyor. Durum bu iken ‘işler güçler hep sinema’ sözü tam da yerinde oluyor.
Sonuç olarak hayat bir hayal ve yaşadığımız hayat aynı düşler gibi kulağımıza bazı gerçekleri fısıldıyor, daha önemlisi düşler gibi kısa sürüyor. Hayat bir düşlemedir, tabir yerindeyse bir rüyadır ve daha derinden düşünüldüğünde sinema da rüya-hayat ikilisine dahildir.
Geçtiğimiz zamanın müceddidi, İstanbul’da mezarlığa nazar bir yerde oturmuş iken hayalinde, ‘insanları ayakta gezen cenazeler suretinde’ görüyor ve kendi kendine diyor ki: ‘madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı sinemada gezer gibi görülüyor, ileride katiyen bu kabristana girecekleri de girmiş gibi gör, onlar da cenazedir, geziyorlar.’ Zamane bilgesinin ifadesine göre hayat, sinema-ı Rabbaniye adlı büyük bir sinema, yani Allah’ın sineması. Bir gün ölecek olanların yürüyor görünmesinden ibaret olan bir sinema, bir rüyadan ibarettir, diyor dünya.
Sinema yoluyla gerçeğe ulaşmanın yolunu yine en güzel şekliyle sinemalar anlatabilir. Türk ve dünya sinemasında gerçeküstü bu fikirleri işleyen filmler yapılmıştır. Bu yoldaki filmlere örnek olarak Semih Kaplanoğlu’nun ‘Yusuf üçlemesi ‘ dediği Süt, Yumurta ve Bal filmleri ile Mesut Uçakan’ın ‘hepimiz sonsuz karelerden oluşan bir filmin içindeyiz’ düsturuyla yönettiği filmler verilebilir. Dünya sinemasından en güzel örneklerini ise Rus sinemasından Andrei Tarkovsky’nin ‘Kurban’ ve ‘İz Sürücü’ filmlerinde bulabiliriz.
Nihayetinde dünya hayatına rüya, hayal, sinema benzetmesi yapsak yahut kutsal kitapta geçtiği üzere ‘bir oyun ve oyalanmadan ibarettir’ desek de bu fikirler salt benzetme yapmak, bilgeleri anlamak için değildir elbet. Yaşadıklarımızın, izlediklerimizin, hissettiklerimizin ışığında, gerçeküstüne ait kulağımıza fısıldananların izinden giderek sorulara cevap bulmak bir amaç olmalıdır. Gerçeğin gerçek olmadığını bilmek bizi büyük gerçeğe götürmelidir; ancak o zaman rüyalarımızı, sinemaları, hayatımızı farklı yorumlamanın bir anlamı olabilir.
8 Yorum
Yazan:MY Tarih: Ağu 20, 2010 | Reply
Kübra Nûr Hanim Selamlar,
DD’de yayinlanan bu ilk yaziniz için tesekkür ederek baslamak istiyorum. Kisa bir süre önce Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat basligi altinda tartistigimiz konulara da isik tutan bir çalisma olmus. Pozitivism öldü ama ne yazik ki onun tahrip ettigi, kisirlastirdigi fikir dünyamizi tamir edemedik insanlik olarak. Sinema Sanati da bundan nasibini aldi. Gerek bizde gerekse batida bir eglence/hobby oldu sinema (ing. entertainment, fr. loisir)
Ayıp sanat olur mu? isimli yazida anlattigimiz Boya-Sanat gibi Sanat olmaktan çikti, Mânâ’si bosaltilan sanat, NE? diye soramayan sanat NASIL? sorusuna takilip kaliyor. Hatta NASIL? fetisizmi çikiyor ortaya, stiller, boya teknikleri ile yapilan yenilikler “yaraticilik” diye adlandiriliyor. “Madde, illâ ki madde” diyen bagiran boyaci haliyle Mânâ’dan uzaklasiyor, Sanatçi olamiyor…
Yaziniz çok güzel ancak önemli bir elestiri yapmak isterim:
Bu yazida Kübra Nûr’u daha çok bulmak isterdim. Yani maksadini takliden sekil ve öz birlesseydi gerçekten bir basyapit çikabilirdi ortaya. Ya da lisan-i hâl ile mi demek lâzim? Sizin düsünceleriniz ve bilgileriniz daha çok objektif olarak yansimis. Yani herkesçe AYNI BiçiMDE ve MiKTARDA bilinebilir, bilgisi paylasilabilir bir yazi olmus. Kanaatimce daha ileri gidebilecek bir yeteneginiz var. Sanattan bahsederken, hele ki böyle bir yazida Sinema sanati’ni anlatirken çok daha kendinizi KOYABiLiRSiNiZ.
“Kendini koymak” derken yanlis anlasilmak istemem. Sadece Mürekkeb-ül kalb ile yazin demek istiyorum :)) sizi okurken insanlar bir sey okumakta olduklarini unutsunlar demek istiyorum.
sitemiz yazarlarindan Suzannur Basarslan, Cemile Bayraktar, Özlem Yagiz gibi yetenekli isimler bunu çok iyi basariyorlar. Nedense hepsi hanim 🙂 Yorumcularimizdan Cuvaldiz Hanim ve Aziz Yilmaz da böyle kalp mürekkebiyle yazabilirler. Bir bey daha? Garabet Özünöz.
Bu elbette 3-4 misli uzun bir yazida olabilir. Her bir paragrafin size göre, sizin hislerinize göre açilimini sunmaniz çok ilginç olabilir. Umulur ki bu yazinin ikinci versiyonunu ileride yazarsiniz ve beni hakli çikarirsiniz 🙂
ALLAH yardimciniz olsun, Selam ve dua ile
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply
Hakikatın zihniminizdeki yansımaları kuşkusuz ki çeşitlidir.Ancak gerçek “gerçek” olarak hakikate iz sürdüğümüzde-ya da hakikate ulaşmaya çalıştığımızda-bilinç meşguliyetiyle “yokladığımız kapılar”dır gerçek ile hayal arasındaki kuşkuyu yaratan…Kısacası bizi çevreleyen dış dünyanın kesintisiz bir “hayalden ibaret oluşu” algısı,-içsel dünyamızın bizi sürüklemesi sonucu oluşan-hayatla kurduğumuz bağın bir neticesidir.Ve evet bu algı göreceledir.Zira,hayatla kurduğumuz bağın derinlerine indikçe hakikat,algılarımız ile ulaşmaya gayret ettiğimiz yol(lar)arasında bizleri pazarlıklara sürükler.Ulaşmaya arzu duymakla beraber hakikat meşakkatli bir yoldur zira.Bir vazgeçişi,teslimiyeti,sadeliği…hülasa elimizin tersiyle itmeye hazır olmadığımız “çekici” bir dünyayı barındırır.
İşte insan olmaklı bu ikilemli yanımız bizleri gerçek ile hayal arasında gidip gelen algılara itiyor.Ancak,yazarın da değindiği gibi yine de kişiden kişiye değişken ve izafidir algıların zihinlerde yararttığı yansımalar.Ahlak adına,iyilik ve doğruluk adına yola çıkılmış olsa bile,bu gayretler,asla nefs’den bağımsız gelişmez.Zira farkında olunmasa da bir beklenti ya da bir tatmin duygusu vardır.Bilemiyorum,insan olmamızdan kaynaklı bu sınırlı donanımımız aynı zamanda insan fıtratının doğal bir sonucu da olabilir.
Bertrand Russel’ın bir kitabında,kendisiyle kilise papazı arasında geçen bir diyalogla bağlayayım yorumu.Papaz,kilise avlusunda Russel’ın bir dilenciye sadaka verdiğinine tanık olur.İlgisini çeker bu durum papazın.Zira yaradılış,kainat vb teolojik konularda muhatabı kendisine muhaliftir.Dolayısıyla inançları farklı bu iki dost arasındaki tatlı rekabette,papaza, manevi boyutlu bu erdemli eylemin şaşırtıcı gelmesi bir yana papaz için muhatabını ağzını arayacak önemli bir ayrıntı saklıdır olayda.
Ve sorar:”İnançlı biri değilsin,Tanrı’nın varlığına dair kuşkuların var…Peki neden dilenciye sadaka verme ihtiyacı duydun?Madem inançsızsın iyilik yapma isteği nereden hasıl oldu öğrenmek istiyorum”der papaz.
Russell’ın cevabı şu olur.”İyilik yapma isteğiyle yaptığımı nerereden biliyorsun?Belki de kendime iyilik yaptım…Çünkü dilenci mutlu olacaktı ve ben de onun mutlu olmasından mutluluk duyacağım”.
Mantıkla matematiği bağlantılayarak metafiziği keşfetmek isteyen bir matemetik dahası filozufun bu kıssası elbette hakikat için biricik rehber değil.Ancak ahlakın göreceliğine,gerçek ile hayal arasında gidip gelen hakikat algısına dair yine de önemli ip uçları veriyor.
——–
Kıymetli yazar dostumuza gelince,öncelikle DD de daha nice güzel yazılar yazmasını temmeni ediyorum.Ayrıca kendini okutan bir yazı olmuş,bir çırpıda okudum ve sanırım bir kaç kez daha okuyacağım.Mehmet beyin işaret ettiği nokta ise,kendisine katılmakla beraber sanırım yazar kardeşimizin tevazuya verdiği önemden kaynaklı olabilir.Oysa kendisinden bir şeyler katacak birikim ve donanıma sahip olduğu zaten satırlarına fazlasıyla yansımış.
Tüm dostlara selam ve sevgilerimle.
Yazan:suzannur Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply
“Yaşadıklarımızın, izlediklerimizin, hissettiklerimizin ışığında, gerçeküstüne ait kulağımıza fısıldananların izinden giderek sorulara cevap bulmak bir amaç olmalıdır.”
Ve her eser, bu cevaplara ulaşacak bir fısıltıya sahipse kişi için değerlidir. Sanatı değerli kılan kim tarafından yapıldığı değil, ne anlattığıdır. Okur/izleyici/dinleyici… anlatılandan yola çıktığında eser varolma nedenine ulaşır ki bu gerçek anlamda bizi sanat yolculuğuna çıkarır. Ve gördüğün/dinlediğin sana karışıyorsa, senin bir parçan oluyorsa… seni bütünlüyor aynı zamanda ayırıyorsa…
“Hakikat da hep hayaldır
Hayat filime misaldır.” üstüne söylenecek çok sözün olduğu sehli mümteni örneği. Bu konudaki -ve elbette farklı konularda da- yazılarınızı bekliyorum. Ellerinize sağlık. Sizi okurken farklı coğrafyalarda yaşayan Shakespeare ve Fuzili’yi düşündüm, onların hayal-hakikat ve dünya üzerine söylediği cümleler geldi aklıma. Hayalse hakikat, hakikat de hayaldir değil mi 🙂 asıl soru acaba hangisi hakikat?
Yazan:MY Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply
Aziz Bey Selam,
Yorumunuzun son kisminda degindiginiz “tevazu” konusunda haklisiniz ancak ilk paragraflarinizda baska kavramlar için kullandiginiz “insanin ikili yapisi” konusunda da haklisiniz 🙂
Fikrimi açayim, tevazu mükemmel olmadigi müddetçe biraz “özgüven eksikligi” içerebilir. Tipki özgüven denen kalite kâmil degilse biraz kibir içerebilecegi gibi.
Tabi kibirli yazar adaylariyla çalismak çok zor, genellikle uzun sürmüyor iliskimiz. Elestiri ve uyarilarimiza sinirleniyorlar 🙁
Tevazu sahibi, kendini yetistirme konusunda basarili ve potansiyeli olan genç yazarlarda bazen bu TEVAZU da bir sorun olabiliyor ki halledilmesi aslinda çok kolay.
Anadolu terbiyesi kibirden kaçarken bazen ters yöne fazla gidiyor ama dogrusu tam ortada durmak elbette. Kendi kiymetini tam olarak bilmek ve ilerlemek…
Diger genç yazarlara faydali olmak açisindan bir örnek vereyim, bir baska yazar adayimiz 1 yil kadar önce çok önemli bir konuda FAZLASIYLA “sanirim, korkarim, galiba bence…” gibi ifadeler kullaniyordu. Uyardik, o da bunlari kaldirdi, mükemmel yazilar yazmaya basladi. Zira kesin yazmak için daha çok çalismak gerek 🙂
Aslinda okuyucuya tercih birakma açisindan yer yer “bence” vs denebilir ama kesin bilgi gereken yerlerde bu olmaz. Veya iskence, Kürtçe yasagi gibi grileri kabul etmeyen konularda bunu yapamazsiniz. YAPMAMALISINIZ!
Ahlâkî durusu her zaman belli etmek gerekir ve tabi kesin bilgi gereken tarih, isim vs konuda yazar önceden arastirmalidir. (arastirsin bir zahmet, isi ne? :))
Haa hata etmisse özür diler. Onu da NET bir biçimde diler 🙂
Neyse, güzel yorumunuz böyle bir açilima da vesile olmus oldu,
Sevgilerimle
Yazan:Kübra Nur Ayar Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply
Yorumlarınız için teşekkür ederim. Öncelikle Mehmet Yılmaz bey, bahsettiğiniz yazıları okudum. Aynı konuları ele almışız.
“Bach’ın müziği Tanrı’nın Dünya’yı yarattığı anda orada bulunduğumuz hissini veriyor insana” sözünden ben de ziyadelendim bu konuda.
Orhan Veli, Garip dergisinin önsözünde der ki:”usta sanatlar, taklitçi değilmiş gibi görünür. çünkü taklit ettiği şey orjinaldır.” Taklidin ‘asl’ına sanat ile varmak Hakk’a giden sayısız yollardan biri. Yola giden bir pencere açmak istedim bu yazıyla bende, nacizane.
Sinema, rüya, hakikat konularında yapılacak çok alıntı olduğu için kendi fikrime pek yer vermedim. Bazı yerlerde yorumlamakla yetindim. Ama tevazu ile TEVAZU arasındaki dengeyi daha iyi kurmaya çalışırım.
İnsanlar bir sey okumakta olduklarini unutsunlar sözü ve sizlerin verdiği örnekler bana yol gösterici olacak.
Önerileriniz, eleştirileriniz ve ‘hoşgeldin’ mesajlarınız için teşekkürler:)
Yazan:handan güler Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
merhaba kübra hanım
sizi bu akşam sadık yalsızuçanlarla istanbuldaki kitap furarında fotograflayan kişiyim:)) ben de ankaradan geldim:))avukatım… konuşmanızdan hareketle bu yazınızı okudum, çok hoştu
bizim bir kaç arkadaşla kurduğumuz bir sitemiz var buraya da katkılarınız bekleriz haftalık yazılar yazarak sitemize katılabilirisniz size sitemiz için sadık beyle yaptığım söyleşiyi linkliyorum
ayrıca blog adreslerimden sadık beyin romanlarına dair yazılmış yazıları da okuyabilirsiniz
http://kalemsah.blogspot.com/2010/08/sadk-yalszucanlar-ile.html
görüşmek umuduyla
mail adresim avhandan@gmail.com
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Felsefe bilgiçliği gibi olmasın ama;
Platon’un “idealar alemi” dediği şey, “sabit ve gerçek dünya”ya karşılık gelir.
Bu dünyaya aklımızla muhatapızdır.
Duyularımızla muhatap olduğumuz dünya ise değişken ve göreceli.
Dolayısıyla Platon Felsefesi realist/gerçekçi bir felsefe.
Şu anlamda ki; gerçek olan düşüncedir (idea) ve akıl ile ulaşılan düşünceler, ‘sabit ve değişmez’ hakikatı ifade ederler.
Yazan:Kübra Nur Ayar Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
“idealar alemi” başlığında platon’un düşüncelerinden yararlanabiliriz demek istemiştim.
filozofu daha derinden araştırmalıyım tabii.
uyarı için sağolun.