RSS Feed for This Post

Yasa ne emreder, ne emretmez?

Anonim

Hukukçu değilim. Ama çoğu zaman otoriter devletin bol miktar yasaya sahip olan devlet olduğunu düşünürüm. Ve yasaların modernizmin insan zihnini, hayallerini, yaratıcılığını kısıtlayan yanına hizmet ettiğine. En çarpıcı örneğini imar alanında görülebilir mesela bu vahşetin. Eğer İmar ve İskan izni almak istiyorsanız imar kanunları ve belediye arsanızın yüzde kaçını ne şekilde kullanacağınızdan, evinizin yola göre konumuna, yatak odasının kapısının nereye açıldığından, tuvaleti nereye yerleştirdiğinize, odaların genişliğinden, sokağa bakan pencerenizin yüksekliğine kadar her şeye karışır.

 İmar kanunları ve belediye mevzuatı bir nevi ilgili birimdeki yetkili, mimar ve mühendisin ego tatmin aracı gibidir. Kanun böyle der karşınızdaki insan çıkar işin içinden. Kanun da öyle demektedir gerçekten. Yahu kanun benim tuvaletime yatak odama niye karışmaktadır diyemezsiniz. Kanuna uygun olduktan sonra çirkinmiş, berbatmış her türlü garabet olağan hale gelir. Kimi zaman çürümüşlük sıkça gözlediğimiz kadar yayılmışsa kanun uygulayıcı adamına göre o binada demir yerine eser miktarda tel, beton yerine kabuklu deniz hayvanlarından mürekkep bir tür malzememsi olsa bile durumu görmeye de bilir. Hiç abartısız Haliç kıyısındaki tarihi surlar üzerine apartman bile dikmeniz mümkündür. Haliç kıyısındaki surların üzerine apartman dikebilirsiniz, on binlerce hiçbir statik hesabı olmayan, sessiz sedasız depremde kaderini bekleyen kaçak yapıyı imar ruhsatı ile idare edebilirsiniz ama bugün  İstanbul’daki sayısız ahşap tarihi binayı restore ve yeniden inşa etmek deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Her sene üç beş ahşap köşk, ya bakımsızlıktan çöker ya bir gece vakti bir yangında yok olup gider.

 Öte yandan kanunlar bir şekilde güçlüden yana uydurulabilir de. Yeter ki devletin makbul vatandaşı olun.. Yaklaşık 15 yıldır ne zaman Kabataş tarafına gitsem  Gümüşsuyu ve Taşkışla gibi tarihi binaların önüne dikilmiş Dolmabahçe’nin yanı başına bıçak gibi saplanmış  o iğrenç Gökkafesi görür sessizce ağzımı bozarım. İstanbul’un en büyük en modern gecekondusudur Gökkafes. Oraya dikilmesi için ne kanunlar ne ali cengiz oyunları icat edilmemiştir ki. Belediye’de çalıştığım dönemlerde Kemerburgaz’daki, Sarıyer’deki güzelim orman arazilerinin zenginlere peşkeş çekilmesi için yetkinin  Büyükşehir belediyesinden bir çırpıda alınıp bir tane mimarın, mühendisin bile olmadığı belde belediyelerine verildiğini bugün gördüğümüz o zengin villaların yapıldığı arazilerin yasal bir şekilde yağmalanışını gördüm.

 Geçen sene uzun yıllardan sonra gittiğim Altınkum, Fethiye sahillerinin tanınmaz hale geldiğini beton mezarlıklara döndüğünü hayretle izledim. Hepsi yasal bir çirkinliğin meyvesi binlerce apartman. Çocukluğumda gittiğim Didim sahillerini hayatımda gördüğüm en ucube beş yıldızlı otel binaları kaplamıştı. Capris Otel de buna dahil.

 Bu ülkede birkaç yıldır bir şey daha gördüm. Deli dolu, meydan okuyan, resmi ideolojiye,  yasalara, teamüllere, geleneklere pervasızca başkaldıran bir insan. Kasabamızın kuşku verici “yabancısıydı” o benim gibi itidalli yaşayan insanlar için. Diğerlerinin tedirginlikle izlediği, hayatını bildiği gibi sürdüren bir insan. Ama yıkıcı değil yapıcı bir şekilde:

  Sevan Nişanyan, onbeş yıl önce yolunun düştüğü eski bir Rum köyüne hayran kalmış, o köyde terk edilmiş köy evlerini aslına uygun bir şekilde restore etmiş ve bazılarını da diğerlerini model alarak  inşa etmeye başlamış. Yetmemiş bir de köyün yakınına Ali Nesin için bir matematik köyü kurmuş. O da yetmemiş bir de dağlarına orijinal halinin tıpkısı bir İyon tapınağı inşa etmekte. Derdi gücü nedir bilinmez bir adam. Amerika’daki hayatını bırakıp geliyor burada bir köye yerleşiyor ve böyle şeyler yapıyor. Tabi mevzuat hazretleri her aşamada karşısına çıkmış. Olmaz hemşerim yassah demişler. Dinlememiş, inat etmiş. Kavga kıyamet Matematik Köyü’nü bitirmiş, evleri tamamlamış tapınak da sanırım bitmek üzere. Devlet ise bir türlü durduramadığı bu zata şimdi güzelce ders vermeye karar vermiş görünüyor. 16 davadan 50 yıl hapis cezası istemi ile yargılanırken elleriyle bu şekilde yaptığı 16 bağ evine yıkım kararı çıkartmış. Belki matematik köyü de sırada. Tapınak inşaatı buna henüz dahil değil.  

 Maddi getirisi nedir bilmem ama kendisi manen yaptığı işten o kadar mutlu ki binlerce kişilik bir mail grubuna dahi köyünün ayrıntılı adresini verip gelin misafirim olun diye davet edebiliyor. Eh “çocuklarını” gösterecek. Çünkü o yaptığı evlere böyle diyor. Onlar benim çocuklarım onları öldürmeye kalkarlarsa bir baba ne yaparsa ben de onu yapacağım.

 Yeni Asır gazetesi Nişanyan uslanmıyor başlığı ile haberi muştulamış. Alt başlık yazar Nişanyan devleti ve kanunları hiçe sayıyor. Haberde yıkım kararını alan il encümeni üyesi bilmem kim bey şöyle buyurmuş; Şirinceliler evlerini onarmaya bile imtina ederken (ne büyük başarı, övünülecek şey doğrusu) Nişanyan kanunları (özellikle de encümen beyimizi) hiçe sayıyor devlete meydan okuyormuş. Kaymakamlık derhal yıkımları gerçekleştirip görevini yapmalıymış.  İl encümen üyemiz  devletin 87 yıllık mantığını çok da güzel anlamış aslında. Yok ederek daim kalacaksın!

  Ben çıkamadım işin içinden. Şirincelilerin kümes inşasına kadar karışan mevzuat ve bürokratlar mı sorumludur bu saçmalıktan, 15 yıl boyunca kendince orada bir küçük cennet yaratmaya çalıştığı için şimdilik 10 senesi karara bağlanmış 50 sene F tipi istenen isyankar yazar mı, yoksa Didim’den, Fethiye’ye, Erdek’ten, Marmaris’e aklımıza neresi gelirse devasa çirkin beton mezarlıklara çevirmeyi başarmış ortak yasal aklımız mı?  

 Yıkın beyler, hatta Türkçe’ye bir etimoloji sözlüğü dahil bir çok kitap kazandırmış bu adamı bir de 50 sene hapse atın. Türkiye’nin şeref hanesine bir yıldız daha çakın böylece.

 Benim zaten aklım ermiyor yasaların emriyle bunca çirkin bir dünya kurmayı nasıl başardığımıza. Anlayan da beri gelsin.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Para Yenir mi?

İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:rümeysa hacer Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    otel yapmak istersiniz,çeşitli dalavereyle bir çırpıda,katları bir çırpıda sayılamayacak kadar yüksek bir ucubeyi dikersiniz,plaza inşaatları birbiriyle yarışır.ama iş hayırlı bir yapı inşa etmeye gelince,otel,plaza dikerken işlemeyen kanunlar devreye giriverir.çünkü oradan rant elde edemeyeceklerinin farkındadır birileri.o yüzden de kanunla engellemeye çalışır.bu ülkenin köhnemiş bürokrasisinden,riyakar kanunculuğundan utanıyorum,utanıyorum,utanıyorum..

  3. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    Sevan Nişanyan’ı tanımyorum.

    Yazıda kendisine temsil ettirilen ‘misyon’u herkes kendi çapında üstlenebilir.

    Yani hapis dahil her zorluk göze alınıp iyi bir şeyler yapılabilir.

    Çünkü birçok insan ‘alçak menfaatler’ için pek çok şeyi göze alıyor.

    ‘Yüksek menfaatler’i gözeten ahlak sahibi insanlar en az diğerleri kadar gözüpek olmadıkça sosyal terazinin iyilikten yana ağır basmasını bekleyemeyiz.

  4. Yazan:Umit Erdal Tarih: Ağu 21, 2010 | Reply

    Şu cümlelere bayıldım:

    İmar kanunları ve belediye mevzuatı bir nevi ilgili birimdeki yetkili, mimar ve mühendisin ego tatmin aracı gibidir. Kanun böyle der karşınızdaki insan çıkar işin içinden.

    Ben de geçenlerde benzer bir meseleyi din ve ahlak konusundaki tartışmalar için düşünüyordum.

    Bir meseleyi müzakere ederken bazen insanlar, ortak bir kaynak olarak benimsenen bir kitapta geçen tehditkar bir cümleyi, kendilerinden farklı düşünen insanlara karşı bir silah gibi kullanıyor. Halbuki, o cümlenin farklı yorumları da mümkün. Ama sanki o cümleden maksat, muhatabı susturmakmış gibi üzerine basa basa okuyorlar. Öyle oluyor ki, artık okunan her cümle size söyleniyormuş gibi hissediyorsunuz.

    Kişisel bir izlenimim. Çok soyut yazdığımın farkındayım, ama yukarıdaki duruma çok benzettim. Temel sorun, bir metni yorumlama usulünde otoriter tavır kullanmayla ilgili. Kanun olsun, dini ilimler olsun, her türlü metin çok farklı şekillerde yorumlanabilir. İnsanların sadece kendi yorumlarını doğru kabul edip herkese bunu dikte etmeye çalışması, bir tür tahakkümdür.

  5. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 22, 2010 | Reply

    İnsanların sadece kendi yorumlarını doğru kabul edip herkese bunu dikte etmeye çalışması, bir tür tahakkümdür.

    Tahakküm etmekten zevk alan ‘zavallı’ yaratıklar o kadar çok ki.

    “Tahakküm yapma” demek bunlar için “karakterini değiştir” demek gibi bir şey.

    Biliyoruz aslında hepimiz, sorun ahlak sorunu.

    Ahlakı düşük olanları “etkisiz” hale getirmek, yeni nesilleri de güzel ahlak ile donatmak.

    İkisi de yapılabilecek şeyler.

    Kafaya koymak yeterli.

  6. Yazan:Garabet Tarih: Ağu 22, 2010 | Reply

    Şimdi; buraya çok farklı birşeyler yazmak isteğindeydim, ama yazmayacağım. sebep; Öncelikle Yurda bir güzellik kazandırmaya çalışan kişi Sevan Nişanyan Ermenidir, bende Ermeniyim. Dayanışma diyenler çıkacağı için.
    Anadolu’da güzellikler adına; TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KOYANLARIN ÇOĞUNLUĞU ERMENİ DEĞİL Mİ? Cumhuriyetten sonra da bu ülkeye gelip de O güzellikleri yıkanları MERAK EDİYORUM!!!!
    ERMENİLERMİYDİ ACABA?
    Sevgili Devletlilerim, Cemil ve Vehbi eyler, Anadoludan söküp atamadığınız biri daha kalıcı ESER bırakma gayretkeşliği içindedir. Bunu da 50 sene içeri tıkın da, rahatlayın. Bu ülkeye HAİNLİK edenleri biliyorum ve kınıyorum….

  7. Yazan:ibrahim becer Tarih: Ağu 22, 2010 | Reply

    Ben Şirinceliyim;
    Yazar arkadaşım savunduğu tezinde sonuna kadar haklıdır. Ben bunun üzerine sadece katkı koyabilirim o kadar. Şirice’deki mesele sadece mevzuatla açıklanamaz. Köylüyü, medyayı, kamuoyunu da dahil etmelisiniz. Şirince’yi eğer Dido Sotoriyo’nun “benden selam söyleyin Anadolu’ya” adlı kitabından okursanız karşınıza, akşam vakti zeytin toplamaktan gelen eşlerini, sevgililerini, ağabeylerini mandolin çalarak karşılayan Rum kızlarını görürsünüz. Şirince’yi ikibinli yılların perspektifinden görürseniz hasbelkader bir cennete bağdaş kurmuş, herşeyi paraya tevil etmiş, ne köylü kalabilmiş ne de şehre inebilmiş insanlarla karşılaşırsınız. Nişanyan’ın sevilmemesinin tek sebebi köye iki numara büyük gelmesidir, yoksa yaptıkları değildir. Köylümüz Nişanyan’dan çok şey öğrenebilirdi ama inat etti. İnat etmesinin de tek sebebi, köyü daha yaşanabilir kılmak konusunda derin fikirlere sahip olması değildi. 1925 yılında mübadeleyle gelen Atalarımız ve buradan giden eski Rumlar arasındaki “estetik farkı” bugünü anlamada çok önemliydi.
    Benim Dedem Selanik’in Kavala kazasının Müştiyan köyünde dağdan odun çeken bir adamdı. Hayatını çok zor idame ettiren bu adamın en büyük hüneri fedakarlığıdır. Estetik, O ve diğer mübadiller için hiçbir zaman çok büyük bir ihtiyaç olmadı. Bugüne gelirsek; “ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olurmuş” atasözünü doğrular niteliktedir.
    bizim de köyde evimiz vardı ve bakımsızlıktan iki sene önce yıkıldı. Çünkü, böyle buyurdu mevzuat hazretleri, üzerine bizlerin de estetik özürlü olmamızı ekleyin…

  8. Yazan:özlem Tarih: Ağu 22, 2010 | Reply

    İbrahim Bacer bey,
    nasıl yaparsınız ne yapılabilir bilmiyorum ama bence madem durum böyle Nişanyan’a bir şekilde destek olmalısınız derim. Bazen varolan sessizliği görünce kendimden şüphe ettiğimi itiraf etmeliyim. Acaba dediğim bütün bu insanların gördüğü ve benim göremediğim bir şeyler mi var bu kadar tepkisiz insanlar bu konuda. Nihayetinde ben Şirinceyi görmedim. Durumu medyadan ve google taramalarından gördüğüm kadar takip edebiliyorum. Ama siz bizzat oradan bir insan olarak şimdi aynı şeyleri söylüyorsunuz. Şirince’ye yerleşenler mübadele ile mi geldiler bilmiyorum. Bir çok deütayı şimdi öğreniyorum. Yalnız ne olursa ama ne olursa olsun bu meselede 2 şeyden adım gibi eminim.
    1. Bu evlerden 4 ü tarihi imiş. tarihi bir evi restoroasyon geçirdi diye yıkmak zırdeliliktir.
    2. Bu ülkede kimse imar mevzuatını çiğnedi diye yaptığı inşaat birilerinin kafasına geçmeden 50 yıl hapisle yargılanmaz.

  9. Yazan:zerrin atçakan Tarih: Eki 12, 2010 | Reply

    benim ulaşıcağım büyük mercihler yok ama kemerburgaz betonlaştıkça içim eriyo bukadar güzelliklere sahip biyeri neden yok ediyolar kimler bunlara dur diyebilir kimler seslerini duyurabilir bişeler yapılabilir daha geç olmadan köy olarak kalmayada razıyım az yerler kaldıysa bile çifçilikle kalsın allah aşkına imar çıkarmasınlar artık yeter .

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin