CHP’ye oy vermek?
By Konuk Yazar on Ağu 26, 2010 in CHP, Türk faşizmi, Türk Solu, Yobaz Laikler
HEM ANTİ-DEMOKRAT
HEM MİLİTARİST
HEM ÇELİŞKİLERİN PARTİSİ
Okan KEMAL
CHP’li olmak ya da CHP’ye oy vermek, oldum olası bu memlekette çağdaşlık ve ilericilik olarak tanımlanır. Hele iktidarda milli görüş kökenli AKP gibi bir parti varsa ve Merkez-Sağ tabir edilen siyasal hareket marjinalleşmişse, o vakit CHP’ye oy vermek, çağdaş bir hayat sürmek isteyen her birey için “farzdır”. Burada çağdaş olmak, aslında 21.yüzyılın ve küreselleşmenin getirdiği ve talep ettiği bir hayat sürmek ya da zamanı anlamaya çalışmak değildir; çağdaşlıkla anlaşılan, 1930’lu yılların kafasıyla Cumhuriyet’in getirdiği ilkeleri ve tekil kimliği özümsemiş; başını örtmeyen; içki içen; dinle imanla pek alakası olmayan- olsa bile mutlaka dindarlığının yanına Atatürkçü ya da çağdaş ya da laik olduğunu ekleme mecburiyeti duyan- kişinin yaşadığı hayat biçimidir. Bu çağdaş kişiliğin antitezi, cemaatçi ve dinci kişiliktir ya da bunların türevleridir (Liboşlar, Dönekler vs.). CHP’ye oy veren ve CHP’li gibi yaşayan bu çağdaş kişi, doğru yolda ilerleyen ve hakikati keşfetmiş tek şahıstır. Kendisi dışındakiler, doğru yoldan sapmış, zavallı kişilerdir; CHP’li çağdaş kişi, eğitimiyle; aydınlık (?) görüşleriyle, CHP’li olmayan, muhtemelen gerici, cemaatçi, liboş, memleketi satan, Sorosçu, Fethullahçı kişilerden farklıdır; üstündür. Çağdaş kişi, antitezlerinden farklı olarak; vatanseverdir; eğitimli, kaliteli, örnek ve iyi insandır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız çağdaş insanın partisi CHP ise 90 seneye yaklaşan tarihiyle, ülkeyi ve rejimi kurmuşluğun getirdiği korumacı (hatta tutucu) rolünü, zaman zaman demokrasiye doğru sapmalar yapmakla beraber, istikrarlı bir şekilde sürdürmektedir. CHP, genel itibariyle otoriteryen bir parti şeklinde tecessüm etmiştir. Modernitenin getirdiği monolitik yapıyı Türkiye’de tesis etmek amacıyla İmparatorluktan gelen heterojen yapıyı homojenleştirerek; demokrasi ve farklılığı kendi homojenize ettiği topluluk içinde aramış; bunun dışındaki farklılaşmalara müsaade etmemiştir. Bir başka ifadeyle, CHP’nin çoğulculuk anlayışı, ancak CHP içinde, temel ilkeler üzerinde mutabık kalmış çağdaş kişilerin farklı düşünmesi ya da yaşaması şeklinde olmuştur. Gün gelip, uluslararası koşullar değiştiğindeyse, çok partili hayata geçilmesinde dahi bu temel ilkelere sadakat ve ancak CHP’nin kurduğu rejimin getirdiği sınırlar içerisinde farklılaşabilme şeklinde otokrat ve güdümlü bir demokrasi anlayışını benimsemiştir CHP. Bu mantığın dışına olan savrulmalar, gün gelip askeri darbe ve muhtıralarla cezalandırıldığında da CHP’nin duruşu demokrasiyle seçilen siyasilerden yana değil; tepeden inmeci militer güçlerden yana olmuştur. CHP tarihi boyunca bu anlayışa tek istisna olarak 1970’li yıllarda Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” yaklaşımı gösterilebilir. Bu yaklaşımla Ecevit, normalde sağa kayabilecek birçok oyu almış ve yukarıda çizilen çağdaş insan profilinin dışına da – en azından bir dönem- hitap edebilmiştir. Gün gelip bu ülkede Ortanın Solu yerine daha enternasyonel bir kavram olan Sosyal Demokrasi ortaya atıldığında, CHP geçmişten getirdiği Kemalist-Otoriteryen kimliğini enternasyonalize etme gayreti içine girdi. Bu çaba, esas itibariyle birbiriyle taban tabana zıt iki siyasi anlayışın uzlaştırılmasının ne denli zor ve sakil olduğunu net bir şekilde gösterdi. Nitekim, AKP gibi siyasal İslam kökenli bir siyasal hareketin yükselişi karşısında, CHP, kurduğu rejimi tehdit altında gördüğünden, çok geçmeden geleneksel otoriteryen kimliğine rücu etti. Ancak, CHP, geleneksel çizgisiyle politikalar üretirken, İslami kesimin yaşamış olduğu demokratik değişimleri algılayamadı ya da samimi bulmadı ve Sosyal Demokrat ilkeleri rafa kaldırarak; yarattığı çağdaş insanlardan oluşan toplum yapısını korumak için anti demokratik söylemler geliştirmeye başladı. Bu sayede, giderek asker ve hukuk bürokrasisinin vesayetine sığındı; toplumun sorunlarıyla uğraşmak yerine katı bir rejim tutuculuğuna yöneldi. Sonuçta da ilerleme kat edemedi. Ancak, bu ataleti ve tıkanmışlığı ilginç bir şekilde liderine bağladı. Baykal’ı akıllara durgunluk veren bir komployla alaşağı etti ve Kılıçdaroğlu ile sadece yüzünü değiştirdi. Ancak, beyin ve gövde aynı kaldı. Referandum sürecine girildiği şu günlerde de aynı beyin ve gövdeyle, ancak eskisine göre daha yalpalamalı bir yol izliyor CHP. Öncelikle kendi içerisinde, şimdilik ertelenen, lakin tez zamanda su yüzüne çıkacak düşmanlıklar ve çatışmalara gebe. Referanduma evet diyeceğini söyleyen kişilerin partiden dışlanması; 40 yıllık CHP’li Eşref Erdem’in istifa etmek zorunda kalması ve en son Baykal ve sempatizanlarının Referandum çalışmalarından men edilmesi, CHP’de yaklaşan bir hesaplaşma dönemine işaret ediyor. Bu hesaplaşma, büyük ihtimalle Baykal ve Önder Sav arasında olacaktır. CHP, bu iç karışıklıklar ve parti içi demokrasi (?) arayışları içinde, toplumun sorunlarına somut öneriler getirmeme alışkanlığını sürdürürken; bir yandan da manasız bir muhalefet yapmaya devam ediyor. Bu manasızlığın ayyuka çıkmış halini, halka son zamanlarda dağıtılan “12 Eylül Referandumuna Hayır demek için 12 Sebep” başlıklı broşürlerde görmek mümkün. CHP, broşürde bir yandan Anayasa Pakedti’nde yer almayan bazı hususlara değinirken; bir yandan da “Bu Anayasa Paketi yolsuzluğu çözüyor mu?” gibi konuyla alakasız şeyler söylüyor. Aynı anlamsız söylem Kılıçdaroğlu’nun “Hayır’da Hayır Vardır” gezilerinde de var. Kılıçdaroğlu bir konuşmasında “Bu Anayasa Paketi, fındık üreticilerinin sorunlarını çözüyor mu?” diye halka soruyor. Düşünebiliyor musunuz; fındık üreticilerinin sorunlarına işaret eden; yoksulluğa çözüm bulan bir Anayasa? Güzel olurdu aslında. Velhasıl kelam, CHP, yine halka halkın dışında ve anlamsız bir lisanla hitap etmeyi sürdürüyor; Genel Başkanı da, artık durum neyi gerektirirse; bir gün Gandi oluyor; bir gün Ecevit kasketi takıyor; öbür gün Yiğit Oğlan oluyor; bir gün halktan biriyim deyip, bilip bilmeden, 400 milyon TL’ye gömlek giyiyor; bir gün villalarda oturmayı eleştirip kendisi villa sahibi çıkıyor; öbür gün üniversitelerde türbanı serbest bırakmaktan bahsediyor; sonra da muhtemelen hangi partinin başkanı olduğunu hatırlayıp (ya da kendisine hatırlatılıp) ben böyle bir şey demedim diyor. Yalpama siyaseti izliyor yani. Bir o yana; bir bu yana.
Bütün bu garabetin içinde CHP, fırtına öncesi sessizlikte ilerleyen yaşlı ve harap bir gemiyi andırıyor. Bugüne kadar aldığı yol bakımından; zaman zaman fırtınaya karşı durmuş, ama çoğu zaman güçlü rüzgârlar almış arkasına: Vesayet rüzgârları. Tabii bu rüzgârlar dinsin istemiyor. Nereye gittiği de belli değil. Ona sorsan doğru yolda ilerlediğini söylüyor; pusulasının kırıldığını görmüyor ya da görmek istemiyor. Demode olduğunu kabul etmiyor; her daim genç zannediyor kendini; her daim taze. Ve bu geminin hemen ucunda kollarını iki yana açmış “Çağdaş” bir CHP’li duruyor; mutlu, umutlu. CHP gemisi böyle işte; hemen ayağının dibinde bir liman. Limanda bir kalabalık bakıyor; yıllardır demirlemiş, bir yere hareket etmeyen bu gemi nereye ilerliyor diye düşünüyor ve bir de gemideki çağdaş insanlar kendi kendilerine neler yapıyorlar diye…..
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
10 Yorum
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply
CHP’nin anayasa değişikliğini reddetmek için ileri sürdüğü argümanlar CHP’nin icadı değil belki de. Dost sitelerden birinde de bu hususa değinen bir makale var, yazarının ve makalede anlatılan kişinin CHP’li olduğunu sanmıyorum. En azından yukarıdaki yazıda hayal edilen CHP’li modeline uymuyor.
Hayal edilen dedim, zira edebi açıdan hoş göründüğü için yazılmış bir betimleme bence bu yazıdaki.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:MY Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply
Walla Atılım Bey CEMAAT.COM’daki yaziyi sonuna kadar okudum ama … düs kirikligi 🙁 ne diyeyim.
Bir insanin bir dertten muzdarib olmasi ile o derdin arkasindaki sebep-sonuç zincirlerine hakim olmasi farkli seylerdir. Yazar bu hususu unutmus gibi görünüyor.
Zavalli akrabasi dert yanmak istemis, dinleyecek bir kulak aramis. “Vah vahh! yazik sana” deseydi olurdu her halde.
Akrabalarla yapilan bir geyikten yazi çikarmak için bu derecede zorlamasi bos yere vakit kaybi olmus 🙁
Keske zor (ama faydali) olani seçse idi. Keske okurlarina (akrabasina degil) katilimci demokrasiden, merkez otoritenin yerel yönetimlere dagitilmasindan, STK’lardan bahsetseydi. E-Devlet’in, arabulucu yapilarin Türkiye’ye uyarlanmasi için ne yapilabilecegini sorsaydi. Halktan uzaklasan, MAKRO-lasan ve LOBi-lesen bati demokrasilerinden, avrupalilarin demokrasiye duyduklari ilgiyi kaybedisinden, oy kullanma oranlarinin düsüklügünden bahsetseydi.
Yazar kendince bir paradoks(!) ihdas etmis, siyaset felsefesinden anlamayan, makro ekonomi bilmeyen birisi açlik çekiyorsa ne yapsin diye soruyor kendine ve okura. “Asgari ücretli Referandum’da ne oy verirse maasi artar?” seklindeki tutarsiz bir soruyla okuruna vakit kaybettiriyor.
Sahi siz biliyor musunuz 3 yasinda iken 5 kurus yutan ve 8 gün kabiz olan bir inek günde kaç kilo süt verirse kedi süt mü içer yoksa civciv yumurta sarisi mi yer? Yazar CHP’li degilse bile Türk Milli Egitim sistemince formatlanmis (hepimiz gibi) ve henüz o formattan kurtulamamis olabilir.
Bu soru ne yazik ki Kiliçdaroglu’nun Malatya Kayisisi Paradoksunu hatirlatan ama ondan da daha beter bir tutarsizlik ürünü 🙂
Düsünme kabiliyetini kaybetmis tipik Türk Köse yazari tarzi olmus, kisaca çakir keyif olduktan sonra yapilan “n’olcek bu memleketin hali siyaseti” diyecegim. Bir ufak raki bir de meze eksik 🙂 Umulur ki ileride bu yetenekli yazar üzerindeki rehaveti atar ve daha faydali yazilar yazar.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply
Valla neyleyeyim anayasa değişikliğini, bana maaştan haber ver diyen bir adamı ben zaten seçmen olarak kabul etmiyorum. “Devlet neden memura, emekliye zam yapmıyor” diyen adamı, “neden dünyanın en fazla yakıt vergisini biz ödüyoruz?” diyen adamla aynı odaya koyacaksın birbirlerinin sorularına cevap arayacaklar…
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply
Ben Cemaat.com’daki yazıyı daha farklı bir gözle görmüştüm. Dar gelirli ve az tahsilli insanların bu referandum tartışmalarına bakış açılarının genellemelere sığdıramayacağı tarzı bir sonuç çıkardım ben.
Hani halk özgürlük istiyor ya, hani halk vesayet istemiyor ya, hani artık militarist elitlere gönlerini göstereceğiz ya; peki ya halk vesayet pahasına işleri yürüsün, karnı doysun, hayattan ne bekleyeceğini bilsin isterse?
Dağdaki çobandan değil ama öncelikle maaşını düşünen adamdan esirgeyecek miyiz seçme hakkını? (Ki söz konusu adam yüksek tahsil görmüş ve elindeki bilgi ve becerileri en çok para verene kiralayan biri değil, geçim derdindeki biri.)
Aslında yukarıdaki parantezi biraz daha açmak istiyorum. Belki de şu an içinde bulunduğumuz durum, dar gelirli olduğu için maaşını düşünen adamla hırsı yüzünden maaşını düşünen adamın çekişmesidir. Özellikle liberal düşünceyi savunma iddiasındaki insanlar arasında bir grup ortaya çıktı, gözlerini Orta Doğu’ya ve hala pek cüret edemeseler de Avrupa’ya dikmiş büyüklük hülyaları kuruyorlar.
“Sen büyüksün, büyük düşün Türkiye!” Ne kadar da tatlı geliyor kulağa. Ama ne açıdan büyük Türkiye? Orta Doğu’da eski şarkıyı söyleyecek yeni bir ses mi sadece? İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalizmi yerine Türk emperyalizmi mi gelecek?
Şunu iddia ediyorum: Büyük hayaller kuran ve Dünya gücü olma hülyası içerisinde olan kalemlerin hiçbiri moral anlamda içinde yaşadığımız düzeni değiştirecek bir fikir teşebbüsünde bulunmadılar. Batı’nın bestelediği şarkıyı batıdan daha iyi okumak iddiasındalar sadece.
Yazıyla alakasız görünen bu yorumu şundan dolayı yaptım: Benim gözlemime göre, genelde Ak Parti ve CHP konusunda ortaya konan argümanlar CHP’nin halktan kopuk olduğunu ve Ak Parti’nin halkın içinden geldiğini dayanak alırlar. Bence şu içinde bulunduğumuz noktada Ak Parti de halktan kopuyor, yeni sermayenin ve hırsları ülke sınırlarını aşan bir grubun kontrolüne girmeye başladılar.
Halka yakın olmak kömür yardımı yapmak ya da milletle muhabbet ederken ceplerinden sigara paketini almak değildir sadece. Adalet duygusundan dem vuruyorsunuz ya, halka yakın olmak esas halkın adalet duygusuna hitap edebilmektir bence.
İşte Cemaat.com’daki yazı, adalet duygusu incinmiş bir insanın (çünkü kendisine haksızlık yapılmıştır, öyle hissetmektedir) demokrasi, STK, vesayet gibi şeyleri önemsemeyip küskünler grubuna katılmasını anlatıyor benim gözümde.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:DENİZ Tarih: Ağu 28, 2010 | Reply
referanduma hayır
Yazan:Fatih Öksüz Tarih: Ağu 29, 2010 | Reply
CHP bu kadar güzel tarif edilir işte.Allah hidayet versin diyecem,camiye başlayan CHP liler bu sefer imama ve cemaate nuhalefet oluyor.Napcaz abi bu CHP li kardeşlerimizi.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 29, 2010 | Reply
Fatih Bey,
İmamlık ilmin son noktası mı? İmam dediğiniz de nihayetinde devlet memuru.
İnsanların bir kısmında dini yorumlama şekillerine sonsuz güven var. Yüzlerce cemaat var, her birinin farklı bir İslam yorumu var, ama her kafadan farklı ses çıkmasına rağmen her kafa da kendi yorumuna sonsuz güven duyuyor.
Belki de cemaatlere ait olmayanların da camilere gitmesinde böyle bir hayır vardır. Belki de her cemaatin kendine özgü gözden kaçırdığı bir şeyler vardır, ve sonradan gelenler belki de yeni bir nefes olurlar. O yüzden bir kere de CHP’li kardeşlerinize müzmin muhalefet damgası vurmak yerine kulak verseniz Fatih Bey? Hem onlara öğretin, hem onlardan öğrenin bence.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Fatih Öksüz Tarih: Ağu 29, 2010 | Reply
İmamlık ilmin kesinlikle son noktası değil.Anlatmak istediğimde o değildi.İnşallah Atılım Ateş bey,CHP’li kardeşlerimiz hep dualarımda,hani diyorum ibadethanelerimizi bari biraz siyasetten uzak tutsak.Hani hep derler ya (genelde chp’li kardeşlerim)din Allahla kul arasındadır)Yap ibadetini hoşgör imamı ve cemaati.Örnek olmak lazım ki öpelim o güzel elleri.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Aslında anayasa değişikliğine dair öne sürülen argümanların tamamında bir tuhaflık var.Belki de “sakatlık” demek daha doğru.
İster “evet”,ister “hayır”dan yana geliştirilen argümanlarda olsun;ister ileri sürülen argümanlar iktirdan ya da muhalefetten gelsin…Halkın bu anlamda bilgilendirilmesi,bilgilendirme üzerine değil yanıltma üzerine kurulu.Daha doğrusu yeni değişikliklerin ne getirip ne götürdüğünden ziyade meydanlarda hakim olan hava tamamen siyasi çıkarları gözeten bir propagandaya dönük.
Haliyle,siyasi çekişmelerin merkeze alındığı böylesi bir karmaşada “neden hayır?”,”niye evet?” pek de sorgulanamıyor.Aksine her bir taraf,”vatandaşın kafasını nasıl karıştırırım?”ın derdinde olduğu için ister istemez mevcut siyasi kutuplaşmalara sadece bir yenisini eklemekle kalıyoruz.
Oysa,her ne kadar siyasi malzeme haline getirilmesinin önüne geçilmese de,anayasada öngürülen değişiklikler bu denli sığ bir propagandaya başvurulmadan halkın bilgisine sunulabilirdi.Ki bu sorumluluk hukukçular,toplumun kanaat önderleri kadar siyasetçilerimizin de görev ve sorumluğu olmalıydı.Tabi iyiden iyiye sokak ağzına dönüşmeden,küfürleşmeden olması kaydıyla.
Ne var ki Türkiye’deki siyasi gelenek bu uygar tavrın çok uzağında görünüyor.
Kısacası,vatandaşın çok da hayrına olmayan bir kısır çekişmeye evrildi halkoylaması.Tabii ilgili ilgisiz her şeyin “evet”le güllik gülistanlık olacağı şeklinde yaratılan beklenti ve umutlar aynı şekilde “hayır”da somutlaşan memleketin bir uçuruma sürükleneceği bir felaket telllığında karşılık buldu ya da tersi oldu.Yani iş kısır çekişmelere gelip dayandıkça her iki görüş bir şekilde karşı görüşü besleyip güçlendirdi.Misal,Kılıçdaroğlu Rize’de anayasa değişkliğini fındık üretimiyle ilişkilendirebiliyor…Bay Bahçeli ise ayrı bir garabet;muhterem işi vatan hainliğine bağlayacak en sığ söylemlerle güya iktidara oynuyor.E tabi Erdoğan boş durur mu?-belki de haklı olarak-bu sefil duruşa karşı benzer bir dile sarılıyor.
Velhasıl,gözlerimizin içine bakarak herkes biz vatandaşı kandırmayı misyon edinmiş vaziyette.Bence tek kelimeyle vatandaşla alay ediliyor,tabir caizse enayi yerine konuyoruz.
Ve son olarak bu garabet anlayıştan görünür gelecekte ne bir hukuk devleti çıkar ne de demokrasi…Son derece üzücü bir durum ama gerçek bu maalesef.
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
@ DENİZ
AKP’nin elini güçlendireceği için mi?