RSS Feed for This Post

Bir simge, bir kitap, bir ekmek

Sevgi Engin

İstasyonlarda, yol kavşaklarında, çarşıların işlek yerlerindeki büyük reklam panolarında  kiliselerin  üçüncü dünya ülkelerine yaptığı yardımlara destek ilanları da yer alıyor.

Sonuçta kiliseler, yalnızca toplumun dini ihtiyaçlarını değil,  zorunlu temel ihtiyaçlarını da karşılamak sorumluluğunu üstleniyorlar. Bu yüzden bir kitabın yanında bir ekmek götürmeyi de olmazsa olmaz görevleri addediyorlar.

 Bu  yardım çağrılarında insanın yüreğini burkan, hep masum kadın yüzleri oluyor, kucağında bazen kundakta bebekleri olan, bazen zayıf, güçsüz düşmüş çocuğunu kollarının arasına saran. İlanlar işte bu görende acıma duygusu uyandıran, masum, güçsüz ve acı çekmiş kadın yüzleri için. Kadın yüzlerini genelde bir örtü gölgeliyor. Ya arkaya atılmış burkasının altında, ince tebessümle bir çağrı, ya beyaz bir tülbentin altında küçük bir kadın, ya da kardeşinin ablası. Ortak nokta, yardım toplanan kadınların başlarındaki örtü, öyleyse  savaş coğrafyasındaki kadınlar için bu çabalar. Savaş coğrafyasının adı, çoktandır Afganistan, nicedir Irak. Başörtü zayıf ve güçsüz bırakılmış bu kadınlara çok yakışıyor. Baş örtü tam da böyle, üçüncü dünya ülkelerinin, büyük ihtimalle okul yüzü görmemiş, geleneğin ve dinin baskısı altında ezilmiş, bombalanan kentleri ile olmayan geleceğini de kaybetmiş kadınlarına  yakışıyor. O yüzden olmalı, kamusal alanda başörtülülere getirilen kısıtlamalar, bu temiz ve masum yüzlü, başörtülü doğulu kadınlara hiç uğramıyor. Şehrin işlek meydanlarından, istasyonlarda hoş geldin levhalarının ardından hep gözlerimizin içine en masum ışıklar göndererek yardım isteğini kamçılıyorlar. Onlar üçüncü dünyanın savaş coğrafyasının ezilen başörtülü kadınları.

 Öte yanda başörtü yasağı aslında yasalardan bile önce yaygınlaşıyor. Başörtülü   toplumsal hayata katılmak, başörtülü çalışmak, belki giderek başörtülü okumak bile zorlaşıyor. Başörtünün üzerinde demoklesin kılıcı hep “simge-simge” diye sallanıyor çünkü. Ülkesine göre, ya siyasal simge, ya dini simge. Başka bir nedenle değil, sadece simge oluşundan karşı çıkılıyor, hep kadınların, gencecik kızların taşıdığı bu örtüye. Simgeler çağı geçti çünkü. İnsanların kendi siyasal düşüncelerini kılık kıyafetleriyle sergiledikleri çağlar kapandı çoktan. Bir marjinaller kaldı, saçlarını kazıtan, siyahlara bürünen.

 Simgeler insanların ait olduğu, dini, siyasi ya da etnik grubu temsil ediyor. Hitler Almanyasında, temizlenmesi gerekenlerin daha derli toplu bir şekilde ortadan kaldırılmasına hizmet ediyor. Yakasına, koluna, sarı yıldız takılan kişi, ta uzaktan seçiliyor, sarı yıldızı olan ona göre muamele görüyor. Her işte çalışamıyor örneğin, her mahallede oturamıyor, her restorana giremiyor. Duvarların ardında, gettolarda bir yaşam düşüyor payına, toplama kamplarından önce. O yüzden simgeler, hem sarı yıldızı kuşanmışlarda, hem de zorla insanları taşıdıkları simgelere göre duvarların ardına atanlarda derin bir utanç duygusu uyandırıyor.

 Simgelerle birlikte duvarlarda değişiyor. Sarı yıldızın yerini bir süredir başörtüsü aldı. Hayatın sanala kaydığı bir ortamda duvarlarda  soyutlaştı: Giderek genişleyen bir kamusal alan yasağı hep aynı yere itiyor, başörtüsünü ille de takmak isteyip de, simgesini kuşanan kadınları: Evlerine. İleriye uzatılmış işaret parmaklarıyla bağırıp başöğretmen edasıyla ne yapılmasını söyleyenler yok henüz: ama geriye evlerden başka ne kalıyor ki. Dönün evlerinize diyor, o görünmeyen elin sahibi. Dönün evlerinize ve biz sizi  günü gelince oradan alıp da, ilan  panolarına yerleştirene kadar bekleyin orada.

 Başörtü bir beyaz tülbentlerinin altında mazlum ve mahçup tebessüm eden, burkalarının altında belki de yaşama şansını hiç bulamadıkları kadınlıklarıyla bakanın içini  yaralayan kadınlara  yakışıyor. Yardım severler ilan panolarından kamusal hayata taşırdıkları bu kadınlara  bir ekmek götürüyorlar, bir kitap.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:çuvaldız Tarih: Ağu 28, 2010 | Reply

    Muhtemelen şu an bulunduğum yere ait anılar nedeniyle olsa gerek bu yazının yaptığı çağrışım;radyo istasyon ayarı..
    Rahmetli anneannemin bir dağa yaslanmış elektiriği yolu olmayan köy evinde dünyadan haberdar olabilmek için kullanabileceği tek şey o zamanlar neredeyse bir kiloluk bataryası olan eski bir radyoydu. Çocukken o radyoyu karıştırmamıza kesinlikle izin vermezdi çünkü dinlediği tek bir radyo istasyonunun ayarının değişmesini ve o nadide değerdeki radyosunun da çoluk çocuk elinde bozulmasını hiç istemezdi. Şimdilerde net erişimsiz ya da cep telefonsuz bir hayat düşünememek gibi bir duygu olsa gerek 🙂

    Bir de kesinlikle el değdirmemizi istemediği alaturka zamanı gösteren kurmalı masa üstü saati vardı..çocukken hani zamanı gösterdiğini hiç anlamazdım.. köyde zaman alaturkaydı o kadar :))…o eski saat de sadece anneannemin anladığı bir zamana göre ayarlıydı..öyle de kalmalıydı…çünkü anneannem alafranga zamanı bilemiyordu..alaturka zamana göre ayarlı saate göre güneş yanlış vakitte doğuyor, öğlen ve akşam yanlış vakitte oluyordu..eski maarif takvimlerinde namaz vakitleri hem alaturka hem de alafranga olarak yazıldığından anneannemin saatinin dilini anlamak kolaydı aslında..çocukken o saatin ayarını bir kez değiştirmeyi denedikten hem annemden hem de rahmetliden duyduklarımızdan sonra bir daha hiç dokunmadık..fakat radyoyu o evde olmadığında kucağımıza alıp karıştırırdık…istasyonlar arası cızırtı azalır gibi olduğunda duyacağımızın ne olduğunu merak ederdik..duyabildiğimiz yayınların çoğu Rusça’ydı…bazı yayınları hiç anlamasak da çok net dinleyebiliyorduk ama bazısında dinlenebilecek nitelikte olan sesler cızırtının gerisinde kaldığından duymak için pür dikkat kesilmemiz gerekiyordu ve çoğu zaman da dikkat kesilerek dinlemeye çalıştığımız o ses bir süre sonra cızırtının içinde kaybolup gidiyordu.. biz de diğer istasyonu bulmak için sabırla milim milim istasyon ayar düğmesini çevirmeye devam ediyorduk..

    Bunca tafsilatla bu anıyı paylaşma sebebim ise insan olarak bizlerin duygudan duyguya oldukça hızlı ve sessizce geçiyor olduğumuzu düşünüyor olmamdan…uzun bir süreden beridir de radyoda bir istasyondan diğer istasyona geçmek için sadece bir tuşa basıyor olmak yeterli.. çok kısa bir sessizlikten sonra “otomatik olarak bulunan” en net radyo istasyonu çalmaya başlıyor..bu işlemi istenilen sıklıkta sessizce tekrarlamak mümkün..ve hatta beğendiğiniz, dinlemek istediğiniz radyo istasyonlarını sıra numarası ile hafızaya aldığınız takdirde aynı istasyonu arayıp, bulmak için zaman kaybetmek zorunda kalmıyorsunuz…

    Artık bir tıkla hafızaya alınmış farklı farklı insani duygulara oldukça hızlı ve sessiz bir şekilde geçiş yapabiliyoruz…bir tv kanalında Pakistan’daki sel felaketini yaşayanlara üzülürken bir tıkla geçiverdiğimiz diğer tv kanalında Sibel’le gayet canlı ve heyecanlı eğlenebiliyoruz…bu bir duygudan diğerine geçişte içimizde bir yerlerde aranılan insani duygulara ulaştıracak cızırtı yapan sesler yok …çünkü o seslere ihtiyaç da yok..birileri bizim yerimize yüksek frekanslı dinlenebilir istasyonları hafızaya almış gibi..muhakeme, sorumluluk,sorgulama, gibi cızırtılı sesler çıkaran insani arayışlara gerek yok.. teknolojik olmak yeterli ve oldukça da konforlu..

    Başı açık kadın yardım eden aydın kadın..başı örtülü kadın, yardıma muhtaç olan kadın!

    Acıyan ve acınan kadınlar…

    İlanlar işte bu görende acıma duygusu uyandıran, masum, güçsüz ve acı çekmiş kadın yüzleri için. Kadın yüzlerini genelde bir örtü gölgeliyor……

    Başörtü zayıf ve güçsüz bırakılmış bu kadınlara çok yakışıyor. Baş örtü tam da böyle, üçüncü dünya ülkelerinin, büyük ihtimalle okul yüzü görmemiş, geleneğin ve dinin baskısı altında ezilmiş, bombalanan kentleri ile olmayan geleceğini de kaybetmiş kadınlarına yakışıyor….

    Giderek genişleyen bir kamusal alan yasağı hep aynı yere itiyor, başörtüsünü ille de takmak isteyip de, simgesini kuşanan kadınları: Evlerine. İleriye uzatılmış işaret parmaklarıyla bağırıp başöğretmen edasıyla ne yapılmasını söyleyenler yok henüz: ama geriye evlerden başka ne kalıyor ki. Dönün evlerinize diyor, o görünmeyen elin sahibi. Dönün evlerinize ve biz sizi günü gelince oradan alıp da, ilan panolarına yerleştirene kadar bekleyin orada.(Sevgi Engin)

    Detay hatırlatma; “O sorunu bir tek biz çözeriz”..bunu slogan olarak seçim panolarında da konu mankeni eşliğinde görürüz her halde!

    Evet, çoğumuz kendimizi mükemmel bularak, beğendiğimiz asil duygu dağlarında ikamet etmeyi tercih ettiğimizden, ihtiyaç duyulup da acıma/merhamet duygularımızın tuşuna basılana kadar cızırtı eden akıl/vicdan muhasebesinden itina ile uzak duruyoruz.

    Elinize ve zihninize sağlık Sevgi hanım..özlediğim cızırtıyı tekrar duyabildiğim güzel bir yazı kaleme almışsınız. Teşekkürler..

  3. Yazan:özlem Tarih: Ağu 28, 2010 | Reply

    Merhaba Sevgi,
    uzun zaman oldu. Güzel yazılarını özledim. Ce deyip kaçma lütfen. Daha sık yaz. Bol bol yaz derin düşünceye.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin