Yetmez ama “EVET!”
By Ayla Chignardet on Ağu 29, 2010 in 12 Eylül, Anayasa Değişikliği, Sivil Toplum
By Ayla Chignardet on Ağu 29, 2010 in 12 Eylül, Anayasa Değişikliği, Sivil Toplum
© Copyright Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene! 2007. All rights reserved. Powered by WordPress. Blog Design. XHTML.
76 Yorum
Yazan:Emir .. Tarih: Ağu 29, 2010 | Reply
Dün pazar girişinde yurtsever cephe öğrencileri “hayır” standı açmışlar, yanlarından geçerken kulak misafiri oldum.Biri diyor, “polis geliyormuş ne yapsak”.
Faşizm bu sayın arkadaşlar, faşizm. İşin kötü tarafı, demokrasi kılıfı içinde geliyor.
Evet propogandası her tarafta, hayır afişi asan, hayır el ilanı dağıtan karşısında polisi buluyor.
Biri de bana açıklasın nasıl bir demokrasinin gelmekte olduğunu.
Bunun, eleştirdiğiniz Kemalizm’den en ufak bir farkı yok sayın arkadaşlar.
Sanıyorum bir kısmınız bunun böyle olduğunun farkına varacak seviyede bilgi birikimine sahip, fakat onlar da içlerinden geçiriyor : “şimdi sıra bizde”.
Benim üzülüğüm ise, gerçekten olan bitene hümanist yaklaşmaya çalışan iyi niyetli, bu işten bir çıkarı olmayan, ideoloji sahibi olmayan insanlar.
Laik faşist düzenden, dinci faşit düzene. Zaten şu an gücü eline geçirmekte olan kesim, diyalektik bakış açısı ile bakarsak, laik faşizmin anti-tezi olarak ortaya çıkmıştır. Bu kesimden demokrasi insan haklarını içselleştirmiş olmasını beklemek saflık olur.
Umuyorum, olan bitenin farkına en kısa zamanda varacaksınız. Yoksa herkesin hepbir ağızdan konuşmak, aynı şeyleri düşünmek zorunda kalacağı, bir başka döneme giriyor olacağız.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 29, 2010 | Reply
Emir bey Yurtsever cephe izinsiz eylem yapıyor. O sebeple polis tarafından kovalanıyor. Bir mayıstan diğer bütün faaliyetlere izin alan gruplar taksimde sürekli iktidar karşıtı gösteri yapıyor, yapabiliyorlar.
Bir Mayıs’ı hatırlarsanız ilk kez kavgasız dövüşsüz adam akıllı bir bir Mayıs kutlandı bu ülkede. Bu elbette sadece hükümetin başarısı değil sol gruplarda çok ciddi sağduyu gösterdiler.
Bu sebeplerden şu söyledğiniz;
Evet propogandası her tarafta, hayır afişi asan, hayır el ilanı dağıtan karşısında polisi buluyor.
Doğru bir bilgi değil
Laik faşist düzenden, dinci faşit düzene. Zaten şu an gücü eline geçirmekte olan kesim, diyalektik bakış açısı ile bakarsak, laik faşizmin anti-tezi olarak ortaya çıkmıştır. Bu kesimden demokrasi insan haklarını içselleştirmiş olmasını beklemek saflık olur.
Bu da var ama tek sonuç değil bu ülkede demokratik değerleri en fazla içselleştirmiş kesim şu anda bir kısım kürtler, liberaller, sol gruplar ve muhafazakarlardır çünkü bunlar aynı zamanda merkez siyasetinin mağdurlarıdır.
Sizin dediğiniz denklem pek mühendislik indirgemeci bir şey bir birim faşizm uygulandıysa karşı tarafta bir birim faşizm uygulayacak. Sosyal denklemler böyle değil maalesef. Abd’de zencilere bakın bir dönem anasını bellediler adamların şimdi siyah başkan var zenci lobileri var bunlar faşizm mi uyguluyor? Aksine kimlik haklarını kazanıp normalleştiler.
Bunlar anlamsız paranoyalar. Bir söz vereyim eğer muhaliflerin yasal yollardan eylemlerinin engellendiğini kanıtlarsanız ben seve seve bu kimselerin ifade hürriyeti için destek vereceğim.
Yazan:ali duman Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
“polis geliyormuş ne yapsak” kemalizmin kurduğu korku imparatorluğunun yarattığı bir paranoyadır.
işin garip tarafı ise bu paranoyadan beslenenlerin bu paranoyanın bitmesini değil, sürmesinden yana tavır takınmalarıdır.
topluma söyleyebilecek sözü olmayanlar ancak bu tarz korku paranoyasından beslenebildiklerini ülkemin garabetli durumundan dolayı öğrenmiş olduk.
sürekli partilerinin kapatılmasından yakınan kürt milletvekillerinin parti kapatılmasını çok zorlaştıracağı aşikar olan anayasa maddesine EVET oyu vermemeleri gibi bir duruma benzemektedir, “polis geliyormuş ne yapsak” paranoyası.
zira bu paranoya olmasa, yani “polis geliyormuş ne yapsak” ortak paydası olmasa, hangi ortak payda onları bir araya getirebilecek?
gazetelerde EVET ilanlarını görüyoruz, HAYIRcılar gazete ilanı dahi veremiyorlar, verebilmiş olsalar ilanlarına ne yazacaklarını gerçekten merak etmekteyim.
örgütlenmek için bir nedenin yoksa, hiç olmazsa “polis geliyormuş, ne yapsak” ta bir şeydir, bir araya gelebilme, örgütlenebilme adına, bir’in sıfırdan büyük olması gibi.
ancak ne varki, söz konusu anayasa değişikliği gerçekleştiğinde, 85 yıllık korku imparatorluğu çok büyük bir oranda geriletilmiş olacak ve bu yersiz ve haksız paranoyalarda ortadan kalkacak, o zaman ne yapacak çok merak ediyorum, celatına aşık, korku imparatorluğunun yarattığı korkulardan beslenen, ideolojisiz, felsefesiz kalmış bir siyasetin kuyruk takımları, gerçekten meraka değer bir konu. sizce de öyel değil mi?
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Faşizmin bir anda demokrasiye dönüşmesini beklemek safdillik olur.
Geçiş dönemlerinde elbette ki her ikisi bir şekilde yaşanıyor olacak.
Ama ‘eski dikta’yı katlanılır bulan kimseler, dönüşüme ihtimal vermek yerine ‘yeni dikta’ korkusuna kapılıyor.
Bu korku aslında ‘yeni dikta’ korkusu değil, ‘eski dikta’yı kaybetme korkusu.
İkisini eşdeğer gören kimse bile bu korkuyu yaşamaz.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
doğru el ilanı dağıtmak için izin almak gerek, unutmuşum. kusura bakmayın. ben de evet diyeyim madem öyle artık, devlet faşizmi yokmuş neyse ki,rahatlattınız beni olcayto tan bey iftar vakti allah sizden razı olsun.
Yazan:MY Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Emir Bey iskembeden atiyor, ucuz CHP propagandasi bu.
Agustos ayi boyunca TR’deydim, akaraba ziyareti vs, karadeniz, akdeniz, istanbul’da gitmedigim semt kalmadi.
Her yerde EVET diyen¨, HAYIR diyen miting, el ilani, seminer vs ne varsa.
Peki Emir Bey neden yalan söylüyor? çünkü referandumdan EVET çikacak diye ödü kopuyor ve kendisine simdiden mazeret ariyor.
benim akrabalarin da bir kismi yobaz kemalisttir. abuk subuk salliyorlar. Komplo teorileri, yok obama sunu demis, yok soros böyle yapmis.
Sanki Obama’nin baska derdi kalmadi bizim referandumu düsünüyor gariban :))
Kemalistlerin düstükleri bu zavalli durumu gördükçe TR’ye aciyorum, 80 senedir anamizi aglatan fasistler bunlar miydi diye. iyiki bir savasa filan girmemisiz. Bu kadar serefsizlik, bu kadar dirayetsizlik, bu kadar yalancilik, bu kadar KORKAKLIK görmedim.
Hristiyandan korkar, Kürtten korkar, tesettürden korkar, namaz kilandan korkar, ABD’den korkar, avrupadan korkar, liberalizmden korkar, aynada kendini görse ondan bile korkar.
Yikilin gidin kardesim, ayagimiza bag olmayin artik. Nedir bu memleketin sizden ve korkularinizdan çektigi yahu?
Yazan:ali duman Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
anlamamakta ısrarın hakikata faydası yok.
zira “polis geliyormuş, ne yapsak”ın cevabı çok basit ve yalın.
asıl siz, ufukta görünmekte olan polisin gelmeme durumuna bir cevap verebiliyor musunuz?, polisin gelmeme durumuna karşı ne gibi bir hazırlığınız var. polis size gelmeyecek, gelemeyecek, peki siz halka gelebilecek misiniz? asıl sorun polisin size gelmesinde değil, sizin halka gelebilmenizde. halkı aptal yerine koyup, bundan sıyrılmak yok öyle, işin kolayına kaçmak, tıpkı nazımın “sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin, işin kolayına kaçmadan” dediği gibi. yok öyle kolayına kaçmak, hadi cevap bekliyorum, polis size gelmeyecek, siz halka gelebilecek misiniz?
devletçiliği savunup, zorba devletin zorba gücüyle sahte kavga içindekilerin açmazı tamda burada gizli.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
olcayto bey bakın kürtlerin ne kadar demokrasiyi içselleştirdiğine.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15667282.asp?yazarid=174&gid=61&hid=15667590
Yazan:sq Tarih: Ağu 30, 2010 | Reply
Aslında gönül isterdi ki, evet ya da hayırın arasında bir “hiçbiri” seçeneği olsun. Ne de olsa, Emma Goldman’ın dediği gibi, oy vermek birşeyi değiştirseydi sandığa gitmeyi yasaklardı:)
Anayasa değişikliği yapmak, toplumda anlaşma sağlanarak olur, böyle ciddiyetsiz ve hükümetin devamlı aba altından sopa göstererek, -kimileri kabul etmek istemese de-başka türlü bir “dikta” oluşturma tavrı ile CHP’nin incir çekirdeğini dolduramayan açıklamalarından oluşan bir ortamda,”evet” ya da “hayır” seçeneğine zorlanmak daha baştan talihsizlik. Böyle bir ortamda toplumsal bir “mutabakat” sağlanacağını dolayısıyla daha “demokratik” bir yere geleceğimizi pek sanmıyorum. Referandumu boykot etme fikrimden cayarsam, cevabım hayır olacak.
Yazan:Barış Alpertan Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
“Yetmez ama evet” cümlesindeki çelişkiyi bir kenara bırakacak olur isek, benim anlamadığım esas nokta varolan polis şiddetinden olan çekinceyi “CHP paranoyası” olarak yorumlamak. Evet, gerçekten bu ülkede hiçbir masum insan polis şiddetinden mağdur olmadı ya da hayatını kaybetmedi; o yüzden bunlar bir “paranoyadan” ibaret sizler için.
Esas ilginç olan sırf statüko düşmanı olmak adına devletin ideolojik uzantısı olan bir kurumu kötüleyip (asker), bir başka kurumunu (polis) sırf kendi zihniyetinde olduğu için savunabilmek. Öyle ki bu arkadaşlar insanın eylem yapma hakkını bile polisten izin almak koşulu ile varolabileceğini düşünüyorlar. Kemalist ideoloji yağmurundan kaçarken başka bir ideolojinin dolusuna tutuluyorsunuz haberiniz yok.
“CHP paranoyası”ndan bahsedip “darbe paranoyasına” değinmemek ise bu konuda ne kadar tarafsız olduğunuzun en büyük göstergesi bence. Sahi Arınç’a suikast olayı ne oldu? Unutuldu değil mi kuzucuklarım benim, ne güzel sallıyordunuz halbuki öyleyse.
Evet, Kemalist statüko paranoyalar yaratıyor. Kürdün düşman olduğunu, Yunanın düşman olduğunu, herkesin Türkiye’ye karşı olduğunu, ideolojik kimliğinin insan kimliğinden daha önemli olduğunu öğretir ve sırf bu sebepler altında karşı çıkılmalıdır. Ancak İttihat ve Terakkinin yarattığı korku ve paranoya bugün başka formlar altında da olsa devam etmektedir. Senin paranoyan kötü, benimki ise haklı demekle de bir yere varılamayacaktır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
Sağa sola yerleştirilen bez afişlere bakıyorum. AKP’nin hazırladığı afişlerde anayasa maddeleri var. CHP’nin afişlerinde ise şöyle ifadeler var: “Kaşıkla verip kepçeyle alanlara HAYIR!”, veya “Yetim malı çalanlara HAYIR!” gibi şeyler. Bu referandumda oylanacak olan anayasa. Bunu bildiği halde AKP’den memnun olup olmama konusu oylanıyor gibi pankart asmak ahlaksızlıktır, insanları kandırmaktır. Biz gelince başörtüsü sorununu, Kürt sorununu çözeceğiz, genel af ilan edeceğiz gibi çıkışlar da halkı salak yerine koyuyor. Bu bir genel seçim değil. Başörtüsüyle referandumun ne ilgisi var?
Referandum sonucu Kılıçdaroğlu için önemli. Çünkü başarısız olursa derin yapılanma kendisini ekarte edecek. Şimdiden Süheyl Batum’un yedek kulübesinde ısınma antremanları devam ediyor. Kılıçdaroğlu da aklına gelen her taktiği deniyor. Her kesime sevimli görünmek için bir il takıp oynamadığı kaldı, o da yakındır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
Bu Kemalistler ne zaman korkutma taktiğinden vazgeçecek merak ediyorum. Eğer korkulacak bir şey varsa, bu darbe için cinayet işlemeyi, cami bombalamayı, Yunanistan’la savaşı göze alan gözü dönmüş insanlardır. Korkacak bir şey varsa bu, orduda PKK ile işbirliği belgelenmiş üst düzey subayların terfi ettirilmesi vehametidir. Korkulacak bir şey varsa, şehitleri canlı yayında izleyen paşaların kılını kıpırdatmamasıdır. Faili meşhul cinayetlerdir, işkencelerdir, yargı sultasıdır…
Ama öyle ya, bu pislikler “kendi” adamlarınız tarafından yapıldığı için tek kelime etmemeniz normal. Ne de olsa Kemalist cumhuriyetin koruyucusu onlar, her haltı işlemek hakları.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
@Ersin
Birincisi kürtler dediğiniz bir adam değil bunun demokratı var demokrat olmayanı var. Faşist mecmuadan böyle atıp tutmak hayli kolay. Fatih bey hürriyet ve onun gibi düşünenler kürtlerin mücadelelerini demokratik bir zeminde vermesi için bu güne kadar ne yaptılar?
Hala asil kan şanlı millet yüce millet diye köşe yazıları çıkan faşist argümanlarla dolu kürtleri ve merkez siyasetinin dışında kalan bütün diğer herkesi ötekileştirmiş bir köşe yazarı kürtlerin demokratlığı ile ilgili olumsuzlama yapıyor.
Şimdi bu köşe yazısından iki şey çıkartıyorum ben birincisi pkk böyle bir bildiri dağıttığına göre kürtlerin bir çoğunun evet oyu vermesinden endişeli öyle olmasa bir baskı olmaz herhalde? Bu bile kürtlerin adım adım demokratikleştiğinin göstergesidir.
İkinci gördüğüm daha vahim faşizme meşru kılıf arıyorlar. Kürtleri Ankara’nın cesareti kurtaracakmış. Ankara maşallah cumhuriyet kurulduğundan beri rejime korumaya hayli kararlı ve cesaretli. Sistemin değişeceğini hissettiği anda ne sağcı ne solcu ne türk ne kürt kendi evlatlarının anasını bir güzel belliyor. Peki sonuç sıfır. Elde yine çürümüş bir rejim, yine vesayet yine bir takım kesimlerin demokrat olamadıklarından şikayet.
Demek ki bir şey çözecek olan Ankara’nın cesareti değil onunla beraber sivil toplumun sağduyusu. Eğer sizin vatandaşlarınızın oy hakkı tehdit altındaysa onları ötekileştirerek suçlayarak çözüm bulamazsınız.
Onlara sahip çıkarsınız bu hakların kazanılması içinde onlarla beraber mücadele ederseniz.
Fatih bey hem bu süreci felç edip hem de sorunu vurgulamak yerine lütfen bir şey yapsın çözüm üretsin.
Ersin bey siyasi görüşünüzü bilmiyorum ama ne olursa olsun lütfen bu adamlar gibi olmayın. Yapıcı olun. Bakın bizim yakın arkadaşlarımız hatta ekibimizden insanlar doğuya gidip bunun değişmesi için mücadele ediyorlar konferanslar veriyorlar. Kendi siyasi görüşünüz çerçevesinde sizde böyle şeyler icra edin. Fatih bey gibi hiç bir şey yapmadan köşeden öten binlerce adam var bu ülkede.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
Anayasa referandumunda oyumu kullandım: Hayır…
Öncelikle şunun altını çizmem gerekiyor: Ben “Hayır” oyumu neyi feda ettiğimi bilerek kullandım. Çocuklara ve engellilere pozitif ayrımcılığı, yurt dışına “vatandaşlık ödevi” gibi keyfi bir sebepten çıkma yasağının kaldırılmasını, parti kapatmanın zorlaştırılmasını, askere sivil yargı yolunun açılmasını, kişisel verilerimin devlet tarafından ne şekilde kullanıldığını öğrenme hakkımı feda etmek zorunda kaldım, daha doğrusu zorunda bırakıldım.
Bu özgürlükçü maddeleri ne için feda ettiğimin de farkındayım:
YÖK’ü kaldırmak yerine ağırlığını arttırdıkları için Hayır dedim. Artık Anayasa Mahkemesi’ne bir değil, iki değil, ÜÇ üye YÖK’ten seçilecek. 12 Eylül ile hesaplaşma olarak tanıttıkları bir değişiklik paketi 12 Eylül’ün başyapıtlarından birini baştacı ediyor diye Hayır dedim.
Zaten siyasileşmekten malül Anayasa Mahkemesi’ni daha da siyasileştirdikleri için Hayır dedim. Sayıştay üyesi tanıdığınız oldu mu hiç? Benim oldu… O kurum boğazına kadar siyasete ve siyasi lobi faaliyetine gömülmüş durumda. Daire başkanı olabilmek için bakanların peşinde koşmalar, avanta ayarlamalar, avanta almalar gırla gidiyor. Bürokratın en kötüsü siyasete bu derece batmış olanıdır. Hem her fırsatta bürokratlara çakıp hem de siyasete bulaşan bürokratları Anayasa Mahkemesi’ne soktukları için Hayır dedim.
Hem yargıyı bağımsızlaştırdıklarını söyleyip hem de halen Adalet Bakanı’nı ve Müsteşar’ı HSYK’da tuttukları için Hayır dedim.
Özgürlükçü talepler dipten gelen bir dalga halini aldı. Bu referandumda Hayır çıkarsa bir sonraki hükümet döneminde (AKP olur ya da olmaz) nasılsa bu eğilim devam eder. Bu nedenle er ya da geç feda ettiklerime kavuşacağıma güvenerek referandumda Hayır dedim.
Siz de neden Evet ya da Hayır dediğinizi iyi düşünün lütfen. Hem iktidar hem de muhalefet kelimenin tam anlamıyla saçmalamaya başladı, meydanlarda söylenilenlere kulak asmayın bence. Artık referandum mitingleri raydan çıktı, gelecek genel seçime yatırım yapılıyor. Yani ne iktidar, ne de muhalefet anayasayı da özgürlükleri de takmıyor şu an. Bunları kafaya takıp da ülkenin geleceğini dert edinebilecek bir tek siz kaldınız.
Bir dip not olarak belirtmek isterim, benim nezdimde bu referandumun diğer bir etkisi, Başbakan’a duyduğum sempatiyi kaybetmem oldu. Bugün karşımda popülist söylemlere sarılan, “Yetmez ama Evet” söylemiyle kendi basiretsizliğini erdem haline getirmeye çalışan (yetenini yap kardeşim, daha da genişlet özgürlükleri. Nasıl olsa halka gidiyorsun, halk yetmezine bile Evet diyorsa yetenine neden Evet demesin?), kendi bürokratlarından kendine düşman yaratan, yani koltuğa sarılmaya çalışan bir hükümet görüyorum. Ne diyeyim, yazık oldu…
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
AKP ve Özgürlükler – 1
AK Parti İzmir İl Başkanlığı’nda biri başkan ve ziyaretçilerine diğeri personele hizmet veren iki çay ocağı Ramazan nedeniyle kapatılırken, personele verilen öğle yemeği de kesildi. AK Parti İzmir İl Başkanı Ömür Kabak bu durumu, “Oruç tutanlarla saygı göstermek lazım” sözleriyle açıkladı.
http://haber.gazetevatan.com/akpde-su-saskinligi/326164/1/Manset
ne düşünür acaba derin düşünce camiası bu haber hakkında. oruç tutanlara saygılı olmak için yemek yemecekmişiz.
Yazan:Blogcular Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
AKP’de birileri aşağılık işler yapıyor diye iyi bir şeyden vaz mı geçelim?
Sizinki o AKP’liden daha hastalıklı bir mantık değildir de nedir!
Yazan:MY Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
“Referandumda HAYIR diyecem çünkü Tayyip Erdogan’in ayaklari kokuyor” gibi açiklamalara ne diyecegimi bilmiyorum. Bu bir güzellik yarismasi veya papatya fali degil ki.
12 Eylül 1980’de darbe olmus, iskenceler olmus, binlerce insan gözaltinda “kaybedilmis”. Darbeci eskiya subaylar kendilerini garantiye almak için bronz kalkan gibi bir “anayasa” yapmislar. Haklarimizin devlet eliyle YASAL olarak çignenmesini saglamislar.
simdi bunu düzeltme imkani çikmis. Zaten AKP’ye muhalefet eden CHP ve MHP “yetmez” demiyor ki. HAYIRci ekipten özgürlük ve hukuk isteyen yok ki. Kan-soy-irk kavgasina devam etmek istiyorlar. Komsu ülkelerle kavgali olmak istiyorlar. Militarizm sürsün, asker darbelerle halki ezmeye devam etsin istiyorlar. KORKU SiYASETi iLE BASTIRMAK isTiYORLAR ÖZGÜRLÜK TALEPLERiNI.
ufacik da olsa iyi bir sey yapilacak bu memlekette. Sirf AKP yapiyor diye karsi çikmak yazik degil mi? Günah degil mi? Kendinize acimiyorsaniz gelecek kusaklara aciyin yahu 🙁
Madem muhalefet yapacaksiniz yapilacak reformu destekleyin ama 10 katini isteyin. AB’de veya ABD’de olup da isimize yarayacak ne var? diye tetkik edin.
Özbudun idi galiba, ilk anayasa teklifini hazirlayan, adam CHP kökenli ama AKP ile kavga etMIyor diye ona da karsi çiktiniz. Wallahi yazik ediyorsunuz memlekete.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
Bay MY, bu hükümet vermiştir Yaşar Büyükanıt’a devlet şeref madalyası. ne darbeyle yüzleşmesi, dürüst olun biraz. kavga başka şeyin kavgası.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
@blogcular,
ben anlamıyorum nedir bu iyi olan tam olarak.
neden sizin için bu kadar önemli bu yargı mensuplarının bir kısmının TBMM tarafından atanması anlayamıyorum.
darbe konusundaki maddelerin orda olması, yaşar büyükanıta verilen devlet şeref madalyasından sonra çok komik duruyor.
özgürlük ve haklarla ilgili olan diğer maddeleri destekliyorum.
hayır verecek olmamın sebebi, yargı mensuplarının bir kısmın TBMM tarafından atanacak olması.
zaten hükümetin derdi bu, diğerlerini propoganda yapıp afiş asayım diye oraya koymuş.
tayyip bey insanları gerizekalı yerine koymaya devam ediyor propoganda şekli ile.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Ağu 31, 2010 | Reply
ekliyorum, tayyip beyin niyeti yukarıda bahsettiğim gibi olmasaydı, bu anayasa değişikliği paket olarak önümüze sürülmezdi.Bir insan da çıkıp paket anayasa değişikliğinin referandumu olur mu diye sormadı. Zaten Tayyip beyin ordaki özgürlük bilmemne maddeleri ile ilgilendiği falan yok. öyle olsa koyardı madde madde önümüze ben de evet derdim bir madde hariç hepsine. Böyle abuk sabuk tartışmalar da yapmaz olurduk. En azında kimse kimseye anayasa değişikliğine ne diyeceksin diye soramazdı. İnsanlar maddeleri ve ne olduklarını konuşurdu.
Yazan:şathiyat :) Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
Hayırcıların ve referandum boykotçularının “Anayasa” algılamaları Aziz Nesin’in Sivas konuşmasında sevmediğini ifade ettiği siyah poşetle taşınan saz’la ilgili söylediklerini anımsatıyor.
Hayırcıların açıklamalarının özüne bakıldığında, 100 yıllık eski bir türkünün tek nota dahi değiştirilmeden ısrarlı bir şekilde tekrar söylenmek istendiği dışında gözle görünür elle tutulur bir itiraz nedeni ileri süremedikleri anlaşılıyor. Saza bir iki tel eklemek isteniyor ona da hayır diyorlar. Sebep? Yapılmak istenene değil de yapana üstten bakan tavırdan;“Sen daha bizim türküyü söylemesini bile (anayasa mahkemesi tescilli odak faili!)bilmezken bizim sazımıza tel eklemek senin ne haddine, sen de kim oluyorsun AKP? Değişikliğe biz karar verir ve ancak biz istersek değiştiririz!”
Roma cumhuriyetinin ayrıcalıklı patriciileri oldukları zannıyla oy vermeyerek referandumu “boykot” edeceklerini ifade edenler için de sorun anayasa maddelerindeki değişiklikler değil, muhatap sorunu; “AKP, sen beni muhatap alarak soru soramazsın! Ben arzu edersem fikrimi beyan ederim!”
Malezya, İran.. olmaktan korkan, Avrupa demokrasisi hayali kuranlar sazlarını siyah torba içinde tutmakta ısrarlılar. Saz da bizim söz de bizim diyerek, korkarak, değişime direnerek poşet üzerinden saz mı çalınır?
Siyah poşetin içine hapsedilmiş olan sazdan ses çıkar mı? Çıkar tabii, darbuka gibi halkın kafasına kafasına vurulduğu farzedilerek çalınırsa eğer 🙂
Hayırcıların ve boykotçuların (referandumu, hükümete güven oyu vermek olarak yorumlayanlar için; bu bir plebisit değil ve burası da eski Roma cumhuriyeti değil! ) tek notaya basan yobaz cevaplarını gördükçe elimde olmadan Fazıl Say gibi tepki vermekten çok “korhirem”. 😛
Basmayı bildikleri tek nota ile yalan yanlış beyanlarla insanları korkutarak, aşağılayarak evet demelerine engel olmaya çalışanların izlediği yol eski Roma’da rakip senatörlerin kontrolündeki şehirli işsizlerden oluşan çeteler aracılığıyla şiddet üreterek seçmenlere gözdağı vermelerine benziyor. Çok banel..orada bile taklitden öteye geçebilen bir yaracılık yok!
Bağlama dışında sazlar da var..Çal 27 perdeli kanunum çal…:))
Yazan:Furkan Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
CHP’nin anayasa taslağı hakkındaki tutumu nedense gözden kaçıyor. CHP’nin itirazı bilindiği gibi taslağın anayasa mahkemesi ve HSYK maddeleri ile ilgili. O halde bir soru aklıma geliyor. Neden CHP’liler diğer maddeler oylanırken salona girmediler ? Eğer bu maddelere bir itirazları yoktuysa keşke oylamaya katılıp evet oyu verselerdi de referanduma sadece tartışmalı maddeler gitseydi. Burada siyasi manevraları var CHP’nin kanımca. Birincisi eğer referanduma sadece tartışmalı maddeler götürülseydi en çok kullandıkları argüman olan “böyle referandum olmaz içerisindeki sakıncalı maddeler yüzünden yararlı maddelere hayır demek zorunda kalıyoruz” ifadesine sarılamayacaklardı. Bildiğiniz gibi çok konuşuldu bu konu CHP’liler tarafından. Her maddenin ayrı ayrı oylanması gerektiğinden bahsettiler uzun süre. Aslında paketin bir bütün halinde referanduma gitmesi yine kendileri yüzünden. Açık bir şekilde halkın yararına olacak maddeleri kendi iktidar hırsları yüzünden heba ettiler. Bu durumda hala CHP’ye inanıyorsanız sizin için yapabileceğim tek şey dua etmek, çünkü gafletiniz çok derin. Diğer siyasi manevrası da paketin tamamını engellemeye çalışmaktı. Çünkü paketteki yararlı maddeler referanduma gerek kalmadan anayasaya girmiş olsaydı bu siyasi başarının sahibi AKP olacaktı. Bunu da göze alamadılar kanımca. Kendi iktidar hırsları için memleketin menfaatlerini çöpe atan CHP ve onun taraftarlarına iyi günler dilerim.
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
akp faşizmi-2
http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1283334177&year=2010&month=09&day=01
Yazan:ersin koçoğlu Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
ama tabi Bay MY’ye göre her tarafta insanlar özgürce hayır propogandası yapabiliyor.
Yazan:Blogcular Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
siz kim atasın isterdiniz ? Kemalist rejim ? Asker ?
Bu ülkede yargı hiç bir zaman sivillerin elinde olmadı. Kimin elinde olduğu ise belli. Bkz. Meslekten atılan Şemdinli savcısı.
Sonunda Kemalist rejim yargıyı kaybediyor. İnşallah!
Yazan:şathiyat :) Tarih: Eyl 1, 2010 | Reply
Haberin haberi nasıl yapılır?
Birgün’ün yaptığı gazetecilik mi doğrusu karasız kaldım! Metin sendika.org.’a ait. Kameraların açık olduğu gözaltı öncesi fotolarının çekilebildiği broşür dağıtmanın haber olmasına sebep olan darplı, tehditli engelleme olayının delili/belgesi sayılabilecek gözaltı sırasında(darp anı) ve sonrasında çekilmiş fotolar neden yayınlanmamış acaba? Haber başlığı ve konusu “evetçi işkencesi”yken üstelik!
Sendika.org, gerçek olmayan ithamlarla hayır propagandası yapıyor olabilir mi acaba?
Eskişehir’den hayır sesi
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32456
Ankara’d kadınlar hayır dedi…31 Ağustos, saat 18.00’de Sakarya Meydan’ında toplanan EMEP, ÖDP, TKP, TMMOB, DİSK, KESK, Halkevci ve Öğrenci Kolektifleri’nden kadınlar; AKP anayasasına hayır dediler.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32467
Halkın hayır’ı meydana çıktı…Halkevleri, EMEP, ÖDP ve TKP’nin bugün İstanbul Kadıköy Meydanı’nda düzenlediği “Hayır” mitingine katılan binlerce kişi 12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da hayır dedi
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32408
Adana’da ortak hayır eylemi…EMEP, TKP, ÖDP ve Halkevleri’nin çağrısıyla İnönü Parkı’nda buluşan kitle adına basın açıklamasını Mehmet Beyaztaş okudu. Beyaztaş, yaptığı konuşmada tüm halkı ‘hayır’ demeye çağırdı.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32400
Aynı sitenin Kadıköy’deki miting fotolarına göz atın.. siz etrafta evetçilerin iskence ettiği hayırcı görebiliyor musunuz? Üşenmedim ve sendika org.un konu ile ilgili tüm haberlerini taradım.İşkence fotoğrafına denk gelemedim maalesef…!
Buyurun muhabir sıkıntısı çektiği anlaşılan Birgün gibi yapmayın, vakit ayırıp haberin doğruluğunu siz araştırın!
http://www.sendika.org/index.php
Bu haberlerden anlaşıldığı kadarıyla işkenceci evetçiler için büyük çaplı hayır mitingleri sorun değil ama sessiz sedasız pazarlarda el broşürü dağıtan küçük hayırcı gruplar büyük sorun!
Küçük grup haberleriniz gazetemiz aracılığı ile hormonlanıp vaktinden önce itina ile semizletilir.. :))
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 2, 2010 | Reply
@sahiyat
“sendika.org, gerçek olmayan ithamlarla hayır propagandası yapıyor olabilir” tabi efendim.
Yazan:filiz özdemir Tarih: Eyl 2, 2010 | Reply
Yazan:MY Tarih: Eyl 2, 2010 | Reply
Filiz Hanim Selam,
Sordugunuz sorularin yaniti TESEV’in hazirladigi belgede çok net biçimde veriliyor:
12 Eylül’de Halkoyuna Sunulacak Olan Anayasa Değişikliği Ne Tür Yenilikler İçermektedir?
Derin Düsünce iyi aksamlar diler 🙂
Yazan:filiz özdemir Tarih: Eyl 2, 2010 | Reply
bana referans gösterdiğiniz kaynakta geçici 15. maddeyle ilgili yeni anayasa paketiyle getirilecek hukuki normlar ve pratiğe dönüştürülebilecek yargısal süreçlerle ilgili hiçbir somut hukuki dayanağa bağlı bir açıklama olmamakla beraber, sizin de aslında eminim ki farkında olarak yaptığınız gibi toplumsal bir zayıf noktann altı çizilerek bir taraftar kitlesi oluşturulmaya çalışılıyor.
ben henüz sizden hukuksal temellere dayalı yasalar çerçevesinde uygulanabilecekler hakkında bir cevap alabilmiş değiliğim.
ben de size istanbuldan iyi geceler diler
cevabınızı merakla beklerim
saygılarımla
Yazan:MY Tarih: Eyl 2, 2010 | Reply
Filiz Hanim sahsen düsüncem söyle:
12 Anayasasi öyle ucundan kiyisindan 3-5 reformla düzeltilebilecek bir anayasa degil. Sil bastan yapmak lazim. Ergun Özbudun olacak ismi, CHP kökenli bir kamu hukuku uzmani vardi, yanlis bilmiyorsam bir taslak hazirlamisti. Ama bu isin basini yani yeni anayasa isini AKP çekiyor diye MHP ve CHP aktif biçimde katilmadilar. Süreç tam olarak hatiramda degil.
Lafi uzatmayalim, AKP bir demokrasi abidesi degildir. Ama muhalefet o kadar fasist ki, o kadar devletçi, o kadar militarist ki… AKP kötünün iyisi.
Bu referandum da düzeltilmesi gerekn herseiy düzeltmez. Ama çogunluk EVET çikarsa ister istemez yüzünü Demokrasiden, özgürlüklerden yana dönmüs bir Türkiye’de uyanacagiz.
Keske adam gibi sol bir parti olsa da demokrasi yönünde her gün AKP’ye baski yapsa. Ama su an için durum tam tersi.
Siz de bunu teslim ederseniz memnun olurum. En azindan birbirimizin samimiyetinden emin olalim degil mi?
Saygilarimla :))
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
“Yetmez ama evet”cümlesinde acaba ne tür bir çelişki var?Neyse ben de şimdilik bu belirlemenin direkt neden “çelişki”olarak algılandığını-ki bu daha da tuhaf bir çelişkidir-bir kenara bırakıyorum.
Gelelim paragrafta iddia edilen “polis şiddetine karşı kayıtsızlık”a.Ya da polis şiddetine karşı duyulan çekincenin “CHP paranoyası”olarak yorumlanmasına.
Sanırım burada iki noktayı birbirinden ayırmak gerekir.Evet,CHP ve onun zihniyetindekiler şayet her türlü polisiye ve militarist yöntemleri,antidemokratik uygulamaları,devlet eliyle uygulanan şiddeti,askeri darbeleri vs normal ve meşru devlet politikası olarak sesiz kalıp “hayırcılara baskı ve şiddet uygulanıyor”diye ortalığı ayağa kaldırıyorsa,kusura bakılmasın bu paranoyadır başka bir şey değil.Sadece paranoya değil aynı zamanda ikiyüzlülük ve sahteliktir de.Zira cümle alem biliyor ki hayır kampanyalarını sürdüren hiçbir gruba,fraksiyona baskı yapılmıyor.Baskı bir yana körü körüne hayır korosuna katılanların nasıl şirret bir şekilde her türlü kara propagandaya baş vurdukları,olur olmaz yerde bunu bir ideolojik hesaplaşmaya alet ettikleri ayrıca bir sır değil.Bakın iftar sofralarını basarak çirkefçe kendilerinden geçip provokasyon yaratanlar,yalan dolanla insanların kafalarını karıştıranlar da hep bu cepheden çıkıyor.Yani Türk Solu Dergisi zihniyetindeki nasyonal faşistlerin,Perinçekçi İP’lerin,CHP kuyrukçusu ergenekoncuların…mevcut statukonun dimdik ayakta kalması adına ne dümenler çevirdiklerini,ne taklalar attıklarını artık çok iyi biliyoruz.Daha geçen gün İzmir Fuarının açılışında kemalist ve ulusalcı takımının sanayi bakanına karşı yaptıkları ideolojik duruşa,hiç alakası yokken ortamın nasıl proveke edilip hayır kampanyasına dönüştürüldüğüne şahit olduk.Peki burası-İzmir-başka bir Türkiye mi?Bakana karşı duyulan hazımsızlık çok çirkin bir şova dönüştü-ki basına yansıdı ve açılış töreninde ben de vardım-ne bir polis müdahalesi oldu,ne baskı ne de yasak.
Peki hal ve vaziyet böyle iken nedir bu feveran?Üstelik bu koroyu tutturanla ne hikmetse bir gün olsun çıkıp devlet şiddetine,abartılı polis müdahalesine çıt çıkarmış değiller.
Kısacası bu kadar da çarpıtma,çifte standart,riyakarlık ve yalanla acaba nereye kadar?
Tıpkı bugüne kadar her türlü hak ihlallerine,devlet terörüne sesiz kalınırrken “ergenekonculara kötü muamele ediliyor”diye insan haklarını hatırlayan zihniyet şimdi de aynı tavrı hayırcılılara polis şiddeti uygulanıyor diye feryat figan ediyor.Ne var ki artık mızrak çuvala sığmıyor…Bu sahte insan hakları savunuculuğu fazlasıyla sırıtır oldu da bu zihniyette ısrar edenlerin pek umurunda görünmüyor.Ayıptır ya bari insan hakları ağza alınırken insan bir düşünür.Bu mudur demokratlık?Yazıklar olsun!Hadi yazmayayım dedim ama oksimoronluğun bu kadarı da fazla.Merek ediyorum insanların yüzüne nasıl bu denli pişkince sırıtılabiliyor gerçekten anlamak güç.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Aziz Bey,
Kendi yorumumdan alıntı yapıyorum:
Bu size “Yetmez ama Evet!” cümlesinde benim gördüğüm problemi açıklar umarım.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:filiz özdemir Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
sayın MY
Ben bir yorumumda zaten sol kesimin pasifliğinden, etliye sütlüye karışmayan statükoya aşık hallerinden dem vurmuştum. Bundan memnun olmak ne mümkün. Herkes herkese demokrasi adına, daha çok özgürlük adına baskı yapsa hep beraber daha demokratik bir ortamda yaşamak nasıl oluyormuş bir tadabilsek. 12 eylül anayasası’nın ülkenin başına ne çoraplar ördüğü konusunda hem fikir olmamak içten bile değil.
Gelelim kötünün iyisine yani AKP’ye. Ben samimiyet testlerinden pek anlamam, sıkça kullanılan deyim yerindeyse moda olan ‘niyet okuma’ amacı da gütmüyorum. Fakat açıkça söylemem gerekirse’şahsen’ ben hangi kesimden olursa olsun tutarsızlıklara tahammül edemiyorum.
Demokrasi naraları atan bir partinin iç demokrasiden yoksun olması, tek başına paketi hazırladıktan sonra 3 gün ‘mühlet’ verip diğer partilerden katılım beklemesi, halka gitmekten halka güvenmekten dem vurup paketin birbiriyle alakasız ve hukuken de ayrı oylanması makul olan maddelerini ayrı oylama teklifini bile oldukça fevri ve dayanaksız açıklamalarla kişiselleştirilmiş ve demagojiye meyilli söylemlerle geri çevirmesi, (samimi olarak söylüyorum AKP’nin bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyorum, her fırsatta diğer partileri halka gitmekten korkmakla suçlayan bir parti halkın gözünün önünde bundan korkup geri durduğunu nasıl söyler aklım almıyor, bu ne yaman çelişkidir böyle) referandum sürecinde, halkın makul düşünebilen büyük bir kesiminin demokrasi açlığını göz önünde bulundurarak, demokrasi söylemlerinin dibine vuran bir partinin hazırladığı pakette en çok reklamı yapılan ve oy toplama amacı güdülerek konulan geçici 15. maddeyle ilgili bile ne kadar iki yüzlü bir tavır sergilediği ortada. Size dün de sormuştum bir cevap alamamıştım, üniversite okuyan insanlar bile bu maddenin kalkmasının hukuki bir sonuç doğurmayacağından bir haberler ( tarafsız olabilen ve işi hukuken ele alabilen hukukçuları ayrı tutuyorum) sırf bu madde için evet diyecek milyonlarca insan var bu ülkede peki kandırılmayı hak ediyorlar mı sizce? Ben yine tekrar ediyorum, bu maddenin kaldırılmasının hukuken hiç bir bağlayıcılığı yaptırımı ve olmayacaktır. Bu hukuken açıktır nettir katidir. Vaktinde kendilerini güvenceye almak için yaptıkları bu düzenleme ne yazık ki onları yargının önüne çıkmaktan kurtarmıştır. Bu düzenleme bir affın da üzerinde bir normdur. Demem o ki 13 eylülde gidip mahkemeye başvurduğunuzda size cevap olarak zaman aşımından yasanın geri yürümezliğinden düzenlemenin hukukİ niteliğinden bahseden bir yazı gelecektir.
Şimdi ben bu ortamda şunu söylemek istiyorum.
Ben tutarsızlıktan haz etmiyorum. Demokrasi insan hakkı deyip toplumsal zayıf noktaların üstüne oynanmasından hiç haz etmiyorum. Ben açık net tavır istiyorum, demokratik bir ortam istiyorum, herkesin insan haklarından yana davranabileceği bir ortam istiyorum. Kendine müslüman insanlar istemiyorum bu süreçte yanımda. Ben başbakan dediğimiz insanın çıkıp köşe yazarlarına gazete patronlarına parmak salladığı sivil toplum kuruluşlarına göz dağı verdiği, anti entellektüel lider profilinin yanına iliştirmeye çalıştığı demokratik söylemlerle insanları zaaflarından yakalamaya çalıştığı bir ortamda bir siyaset bilimcinin bile susup oturduğu bir ülke istemiyorum. Bunu anlatmadan geçemeyeceğim. Akademisyen olmaya çalışan biri olarak beni en çok da bu yaraladı. Trt’de yayınlanan ve Derya Sazak’ın sunduğu politik açılım programında Derya Sazak bir soru sordu, Fehmi Koru ve Fuat Keyman’a başbakan
tüsaid’a göz dağı veren açıklamalar yaptı sizce başbakan’ın bu sert tavrı ve söylemleri doğru mu? diye, hadi Fehmi koru sussun ona bir dediğim yok, peki Fuat Keyman neden susar? Bir siyaset bilimci neden susar bu soru karşısında, gerçekten vericek en azından siyaset bilimiyle ilgili bu tavrı değerlendirecek birikimden mi yoksun? Hiç sanmıyorum işte bunu görmek beni çok üzdü. İki çift laf et ya, demokrasi yolunda ilerlememizin önünde tek yolmuş gibi sunulan bir partinin başkanının, bir başbakanın sivil toplum kuruluşlarına göz dağı verip alenen tehdit etmesinin yaman bir çelişki olduğunu söyle en azından. Siyaset terminolojisinde adı neyse onu söyle bari!
Ben böyle bir korku ortamında yaşamak istemiyorum. Agresif ve anti-entelektüel lider imajıyla demokrasi nutku atan, paketin içeriğiyle ilgili tek içi dolu laf etmeyip sürekli yüksek tondan oy toplama siyaseti yapan bir partinin tutarsızlıklarını da istemiyorum.
Çok uzattım, bir daha ki yazımda yargıyla ilgili noktalardan bahsedeceğim, hani çok demokratik bir yargıya kavuşacakmışız ya! Biraz da o ne demekmiş onu anlatmaya çalışacağım kendimce
Saygılarımla
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Bu başlık altından devam edelim Filiz hanım hepsine toptan cevap vereyim.
Öncelikle bu anayasa mahkemesinin kararlarıyla ilgili genel olarak yapılan bir yanlışa dikkat çekeyim. Anayasalar teknik hukuki boyutu olan ancak siyasi metinlerdir.
Anayasa mahkemeleri de aynı şekilde siyasi kurumlardır.
Bu bakımdan hukukçuların teknik detaylardaki tahlillerinden ziyade konuyu siyasi anlamda makro tahlil etmek gerekiyor.
Bu bakımdan 367 kararı ve anayasa mahkemesinin rejimi korumak amacıyla aldığı diğer kararları birbirinden bağımsız ele alamayız.
Tartışmanın en can alıcı noktası şu, 367 kararı da dahil olmak üzere anayasa mahkemesinin bu güne kadar aldığı neredeyse tüm kararlar hukuğa uygun.
Ama bu kararlar hakka uygun değil ve ciddi anlamda bir siyasi bağlayıcılığı içeriyor. Örneğin 367 kararı anayasadaki bir boşluk değerlendirilerek aldırıldı. Kararın neticeside kendi siyasetini çoğunluğun hakim görüşün yaptığı her manevrayı bir şekilde durdurmak üzerine kurmuş olan statükocu zihniyetin lehine oldu.
Şimdi 367 kararından önceki ve sonraki durumu bir düşünelim ( sadece bu iktidar için konuşmuyorum). Bir meclis var bu mecliste bir iktidar var 2/3 çoğunlukla halkın hemen hemen 2/3’ünü temsil ediyorlar diyelim. Ancak muhalifler seçim sisteminden dolayı böyle bir temsilin gerçekleşmediğini söylüyorlar. Bunuda doğru kabul ediyoruz. O zaman izlenecek yol nedir? Konuyla ilgili bu temsil iddiasının doğru olup olmadığını halkın oylamasına bırakarak bunu test etmek.
Hatırlarsanız 367 kararı üzerine iktidar partisinin iddiası da bu yöndeydi. Cumhurbaşkanını halk seçsin dendi. Bu da reddedildi.
Şimdi elimizdeki yapıya bakalım bir mecliste 550 kişilik bir mecliste 180 tane adam eğer bir kararın çıkmasını istemiyorlarsa yeter sayısına ulaşılmasını engelleyerek bu kararın çıkarılmasını engelleyebiliyorlar. Ancak bunun karşılığında 367 kişilik çoğunluk bir kararın çıkmasını istiyorsa. 367 kararından ötürü bu insiyatifi elinde bulunduramıyor. Bence demokrasi açısından rezil bir durum.
Elbette anayasa mahkemesinin tek kararıda bu değil hatırlarsanız.
Dtp’nin kapatılması, türban kararı, hatta en ilginci iktidar partisine kapatma davası açılması ve anayasa mahkemesinin bunu ciddiye alarak süreç başlatması.
Bütün bunlar bürokratik elitin bir parçası ve büyük resmin bir detayı anayasa mahkemesininde burada yaptığı icraatlar haksız bir rejimi müdafaa edilmesine yönelik.
Anayasayı bildiğiniz gibi kurucu iktidar yapar. Bu gün bu kurucu iktidarın yaptığı anayasa bizim yaşam tarzımızı, bireysel hak ve özgürlüklerimizi daha fazla desteklemiyor. Ben kendi adıma Atatürk ilke ve inkilaplarına inanmıyorum ve bu değerlere daha fazla saygı duymuyorum. Saygı duyan insanlara elbette saygı duyuyorum. Ancak rejim ve anayasa mahkemesi gibi bunu destekleyen kurumlarda benim bireysel hak ve özgürlüklerime saygı duymuyorlar. Milli eğitimde, hatta hala üniversitede inanmadığım değerleri bana empoze ediyorlar. İnanmadığımı deklere edince ceza veriyorlar. Ben kendi fikrimin ya da fikri önderlerimin sembollerinin de bütün bir resmi ideolojinin içine gömülmesine ve burada insanlara empoze edilerek yaşatılmaya çalışmasından da irrite oluyorum.
Anayasayı kurucu iktidar yapar demiştik. Şimdi bunun değişmesi için bir ihtilal mi yapmamız kan dökmemiz mi gerekiyor? Zira hak ihlallerini bu teknik detaylara boğarak sürekli erteleyerek adım adım yakarak geri çekilerek sürmesini sağlıyorlar.
367 kararı da dahil olmak üzere anayasa mahkemesinin ve bütün bürokratik elitin rejim lehine yaptığı her tip icraatı bu sebeple desteklemiyorum.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Atılım bey,
“Yetmez ama Evet” söylemiyle kendi basiretsizliğini erdem haline getirmeye çalışan (yetenini yap kardeşim, daha da genişlet özgürlükleri. Nasıl olsa halka gidiyorsun, halk yetmezine bile Evet diyorsa yetenine neden Evet demesin?)
Ben buna katılmıyorum. Bir ideal var bir de reel politika var. Öyle istendiği anda istendiği gibi bir anayasa yapılamıyor. Sizin dediğiniz gibi bir anayasayı yapmak için bırakın muhalifleri ikna etmeyi. Akp’nin kendi içindeki milliyetçi aşırı muhafazakar tonları dahi ikna etmek mümkün değil.
O yüzden bu basiretsizliği Akp’nin içindeki ilerici kanatta aramak yerine bu ilerlemeye karşı cephe oluşturmuş ve ülke için olumlu siyasi neticeler almayı her atılan adımı baltalayarak güncel politika malzemesi yapmaya tercih edenlerde aramak lazım.
Eğer daha fazlasını istiyorsanız bizim gibi daha fazlasını isteyen ve bunun için sivil toplum , politika vb gibi hemen her mecrada bunun için mücadele edenlere sahip çıkmalısınız.
İstiyoruz ama almak için ne yapıyoruz?
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Filiz hanım,
Demokrasi naraları atan bir partinin iç demokrasiden yoksun olması, tek başına paketi hazırladıktan sonra 3 gün ‘mühlet’ verip diğer partilerden katılım beklemesi, halka gitmekten halka güvenmekten dem vurup paketin birbiriyle alakasız ve hukuken de ayrı oylanması makul olan maddelerini ayrı oylama teklifini bile oldukça fevri ve dayanaksız açıklamalarla kişiselleştirilmiş ve demagojiye meyilli söylemlerle geri çevirmesi, (samimi olarak söylüyorum AKP’nin bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyorum, her fırsatta diğer partileri halka gitmekten korkmakla suçlayan bir parti halkın gözünün önünde bundan korkup geri durduğunu nasıl söyler aklım almıyor, bu ne yaman çelişkidir böyle) referandum sürecinde, halkın makul düşünebilen büyük bir kesiminin demokrasi açlığını göz önünde bulundurarak, demokrasi söylemlerinin dibine vuran bir partinin hazırladığı pakette en çok reklamı yapılan ve oy toplama amacı güdülerek konulan geçici 15. maddeyle ilgili bile ne kadar iki yüzlü bir tavır sergilediği ortada. Size dün de sormuştum bir cevap alamamıştım, üniversite okuyan insanlar bile bu maddenin kalkmasının hukuki bir sonuç doğurmayacağından bir haberler ( tarafsız olabilen ve işi hukuken ele alabilen hukukçuları ayrı tutuyorum) sırf bu madde için evet diyecek milyonlarca insan var bu ülkede peki kandırılmayı hak ediyorlar mı sizce? Ben yine tekrar ediyorum, bu maddenin kaldırılmasının hukuken hiç bir bağlayıcılığı yaptırımı ve olmayacaktır. Bu hukuken açıktır nettir katidir. Vaktinde kendilerini güvenceye almak için yaptıkları bu düzenleme ne yazık ki onları yargının önüne çıkmaktan kurtarmıştır. Bu düzenleme bir affın da üzerinde bir normdur. Demem o ki 13 eylülde gidip mahkemeye başvurduğunuzda size cevap olarak zaman aşımından yasanın geri yürümezliğinden düzenlemenin hukukİ niteliğinden bahseden bir yazı gelecektir.
Bunlar aşırı iddialar. Ben Ak partinin iç demokrasisiyle ilgili bilgi sahibi olduğunuzu düşünmüyorum. Nereden tutsanız elinizde kalacak reaktif iddialar bunlar. Mesela iç demokrasiyi neyle kıyasladınız? Mhp ile mi Chp ile mi?
Yoksa kendi kafanızdaki ideal bir demokratlık ölçüsüyle mi? Var olan reel ölçülerden yola çıkarsak Ak partide ne Mhp’deki aşırı baskıcı hiyerarşiyi bulursunuz ne de Chp’deki lider suntasını. Başarısının sırrı budur zaten esnek-demokrat yapısı sayesinde yetenekli adamların doğru kademelere oturması kolaylaşmıştır.
Şimdi ben bu ortamda şunu söylemek istiyorum.
Ben tutarsızlıktan haz etmiyorum. Demokrasi insan hakkı deyip toplumsal zayıf noktaların üstüne oynanmasından hiç haz etmiyorum. Ben açık net tavır istiyorum, demokratik bir ortam istiyorum, herkesin insan haklarından yana davranabileceği bir ortam istiyorum. Kendine müslüman insanlar istemiyorum bu süreçte yanımda. Ben başbakan dediğimiz insanın çıkıp köşe yazarlarına gazete patronlarına parmak salladığı sivil toplum kuruluşlarına göz dağı verdiği, anti entellektüel lider profilinin yanına iliştirmeye çalıştığı demokratik söylemlerle insanları zaaflarından yakalamaya çalıştığı bir ortamda bir siyaset bilimcinin bile susup oturduğu bir ülke istemiyorum. Bunu anlatmadan geçemeyeceğim. Akademisyen olmaya çalışan biri olarak beni en çok da bu yaraladı. Trt’de yayınlanan ve Derya Sazak’ın sunduğu politik açılım programında Derya Sazak bir soru sordu, Fehmi Koru ve Fuat Keyman’a başbakan
Buradaki bir kaç detaya katılıyorum özellikle anti-entellektüel liderlik tarzıyla ilgili olana. Ancak sizin tutarlılık ölçütlerinizi tatmin edecek bir reel politika insanlık tarihinde yaşanmadı zannediyorum.
Bu bakımdan detayda boğulmak yerine karne olarak değerlendirmek lazım yanlışı var mı elbette var ancak hakkını da teslim edelim. Akp iktidarı öncesiyle bir kıyaslayalım ülkeyi. Ergenekon deşifre edildi. Vesayet rejiminin gücü kırıldı ne modern ne post-modern darbe yaşıyoruz. Türkiye artık Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve dünyada da 17. sırada. Çevre ülkelerle detonant projeleri büyük ölçüde başarıya ulaştı. Solcuların pek sevdiği bir argüman “imf’den kurtulduk”.ve en önemlisi artık kendi bölgesel entegrasyonumuz için küresel bir vizyonumuz var. Siyah-beyaz bir şablonla düşünmek yerine böyle tahlil edersek daha hakkaniyetli olur diye düşünüyorum
Yazan:filiz özdemir Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Sayın Olcayto
şimdi olcayto bey, karne olarak değerlendirmeye ergenekondan ve özellikle dava sürecinde yaşanan hukuksuzluklardan başlarsak olumlu sonuçlar elde edebileceğimizi sanmıyorum. zira eminim siz de açıkça gözlemliyorsunuzdur, yaşanan insan hakları ihlalleri artık o kadar vahim boyutlara ulaştı ki artık yaşananları kanıksamaya başlıyoruz. cümleyi tekrar etmek istiyorum
‘yaşanan insan hakları ihlalleri artık o kadar vahim boyutlara ulaştı ki artık yaşananları kanıksamaya başlıyoruz’
550 günden fazladır tutuklu olarak yargılanan insanlar var bu ülkede, usül yanlışsa varılacak sonucun bir önemi yoktur olcayto bey.
her konuda usül fazlasıyla elzemdir. bunun en önemli örneği işkencedir! ne demek istediğimi eminim anlatabildim.
ergenekon diye bir örgüt olup olmadığını çökertilip çökertilmediğini, ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını ya da bulunmadıklarını böyle giderse bir kaç sene sonra anca öğrenebileceğiz. sizin iddianameyi okuduğunuzu, dosyayı incelediğinizi, dinlenen tanıkları, toplanan delilleri değerlendirdiğinizi sanmıyorum, fakar nedense peşin hükümlü davranıp ergekonu önkabulle duruma yaklaşıp çökertilmesini de hayırlı bir olay olarak nitelendiriyorsunuz.
bakın olcayto bey sizinle insan hakları, bireysel haklar ve özgürlükler konusunda hemfikir olduğumuz kabulüyle konuşacağım (yazılarınızdan bu sonucu varıyorum yanlışsam düzeltiniz) yeni anayasa paketiyle değişeceğini umduğumuz (ki incelendiğince mevcut yasa ve yeni düzenleme arasında fark olmadığını göreceksiniz) kişisel bilgilerin korunması, özel hayatın korunması noktalarında sizin sözünü ettiğiniz ve iktidarın başarılı olarak değerlendirilmesi gerektiğinden bahsederken altını çizdiğiniz ergenekon davasında, cumhuriyet savcıları davanın tarafı olmayan kişilerin telefon kayıtlarını bırakınız yok etmeyi deşifre etmekten bile geri durmamışlardır. bu görevi açıkça kötüye kullanmaktır. size TCK’nun 9. bölümünün 133. 134. 135. 136. ve 137. maddelerini okursanız bırakın kamuya sunmayı belgeleri yok etmek zorundadırlar. fakat biz bunlardan bir haber izliyoruz olanı biteni. bugün kayıtsızca izlediğimiz ve özel hayatlarında yaptıkları konuşmalar hukuksuz bir şekilde basına sunulan insanların yerinde biz de olabiliriz, yani en azından ben bu duyarlılıkla hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum.
vesayet sisteminin gücünün kırıldığı sonucuna nerden varıyorsunuz?
şimdi vesayet demişken ben yargı vesayetinden bahsetmek istiyorum. çok da kullanıldığı için bu kelimenin de anlamını yitirdiğini düşünüyorum aslında. açıkça söyleyebilirim yargı sisteminin şuanki halinden hiç hoşnut değilim. bir sürü düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin hsyk’da bakan’ın müşteşarın bulunmaması gerektiğini düşünüyorum.
Hatta hakimler ve savcılar kurulunun ikiye bölünmesi gerektiğini 61 anayasasından sonra düzenlendiği gibi hakimler kurulu ve savcılar kurulunun ayrılması gerektiğini düşünüyorum.
Bakan’ın yetkilerinin daraltılması gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi gelelim yapılacak olan değişikliklerden birini somut olarak ele almaya. Mevcut durumda sizin yani Olcayto Tan Haskol’un bireysel olarak bir mahkeme hakimi hakkında görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle yargıtaya başvurma hakkınız vardır.
Peki 13 eylül’den sonra? Bu hakkınız artık yok, 13 eylül’den sonra hakimin görevine kötüye kullanması durumunda yargıya başvurma hakkınız elinizden alınıyor. Bir diğer önemli ve üstünde durulması gereken maddeye gelirsek, sizin de eminim demokrasi yolunda atılacak önemli adımlardan biri olarak değerledirdiğiniz HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılmasına.
HSYK’nun kararlarına karşı, sadece disiplin cezası niteliğindeki ihraç kararlarıyla sınırlı olarak yargı yolu açılmakta, diğer kararları yönünden yargı yoluna başvurma kısıtlaması devam etmektedir.
Yargı yolu açılan ihraç kararları ise, 12 Eylül 2010 tarihinden önceki değil, sonraki ihraç kararları olacaktır. Çünkü maddenin yürürlüğünden önceki ihraç kararları ile ilgili olarak da yargı yolunun açık olduğuna ilişkin bir geçici madde getirilmemiştir.
İhraç kararlarına karşı yargı yolunun açıldığı söylemi öne çekilmesine rağmen, bir çok noktada bugün yargı yolu açık olan işlemlere karşı ise yargı yolu kapatılmaktadır. O nedenle getirilen bu düzenleme göstermeliktir.
Anayasa’da HSYK’nun görevleri içerisinde, “meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme” konusu da önceki düzenlemede olduğu gibi yer almıştır. Bununla amaçlananın ne olduğu belirsizdir. Ancak bu düzenleme, disiplin cezası niteliğindeki ihraçları kapsamadığı ve yasa ile de bu ifadenin içinin hangi kapsamda doldurulacağı bilinmediği için, bu çerçevede verilecek kararlar da, yargı yoluna açık olmayan kararlardandır.
Bugün için yargıç ve savcılar hakkında, soruşturma açma izni Adalet Bakanı tarafından verilmekte ve izin verilmemesi işlemi söz konusu olduğunda, idari yargı mercilerine başvurulabilmektedir..
Bu değişiklikle, inceleme ve soruşturma izni yetkisinin Adalet Bakanı’ndan alınması yerinde olmakla beraber, yetki “ilgili dairenin teklifi üzerine Başkan tarafından” kullanılacaktır. Kurul Başkanı Adalet Bakanı olduğu için, sonuçta bu yetki, HSYK Başkanı sıfatıyla da olsa yine sonuçta aynı kişi yani Bakan tarafından kullanılmış olmaktadır. Ancak artık bu değişiklik uyarınca yetki “HSYK Başkanı sıfatıyla” kullanılacağı için, bu işleme ve bu çerçevede yapılacak işlemlere karşı yargı yolu açık tutulmamakta, yargı yolu sadece ihraç kararları için öngörülmektedir.
daha bir çok madde bırakın demokratik bir ortamın önünü açmayı gücün bir kaç elde toplanmasına hizmet etmektedir. yukarıda bahsetmiş olduğum durumlarla ilgili fikirlerinizi de almak isterim.
ben açıkça fikrimi söylemek istiyorum. daha bağımlı (şuan içinde bağımlı olduğunu düşündüğüm için daha sıfatını kullanıyorum) bir yargı yolunu açan ‘yargı açılımı’ istemiyorum.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
@Olcayto Tan Haskol
“Konuyla ilgili bu temsil iddiasının doğru olup olmadığını halkın oylamasına bırakarak bunu test etmek.”
Halk iddiaların doğru ile yanlışlığına karar veren merci midir olcayto bey?
halka 2 kere 2 nin kaç ettiği sorulabilir mi?
halk %10 barajı kalmalı derse baraj kalmalı mıdır?
insanı kul, toplumu cemaat sanan lümpen özgürlükçülüğün hükümranlığına hoş geldik
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
Atılım bey,
Size göre çelişkili görünebilir ama bana göre oldukça tutarlı geliyor “yetmez ama evet”demek.
Nedeni de çok basit.Evet dememek uğruna cunta anayasının olduğu gibi kalmasına razı olmak içimden gelmiyor doğrusu.Kendi düşüncemi bir tarafa bırakıyorum;eskisne göre daha iyi olabilecekleri sırf AKP evet’ten yanadır diye elinin tersiyle itilmesinde ben ne mantık görüyorum ne de tutarlılık.Bu nenenle “yetmez ama evet”demekte bir çelişki bulunmuyor.
Ancak diğer yandan “daha fazlasını istemeliyiz”şeklindeki talebeniz oldukça yerinde.Gönül isterdi ki demokrasiyle donanmış dört dörtlük bir anayasa oylamaya sunulsaydı.
Ayrıca hükümetin basiretsizliği,eksiklikleri ayrı değerlendirilmelidir.Bana göre de hükümetin eleştirilecek bir sürü yanlış icraatı var.Ancak bunun hesabı genel seçimlerde verilmeli,anayasa oylamasında mevcut anayasayı olduğu şekliyle kabul edip onaylayarak olmamalı.
Misal bir başka yorumunuzda artı olarak değerlendirdiğiniz bazı maddeleri kendinize göre bazı gerekçelerden ötürü hayır diyeceğnizi belirtmişsiniz.Tercihinize sonuna kadar saygılıyım.Ne var ki,tepkisel davranarak olumlu gelişmeleri de haba etmemek gerekir diye düşünüyorum.
Son bir nokta daha.Türkiye’de köklü reformlar sadece hükümetin iradesine bağlı değil.Bunu daha önce bizzat AM’den dönen yasal düzenlemelrede yaşadık.Dolayısıyla,varolan eksiklikleri,basiretsizliği salt hükümete yıkmak da çok doğru değil.Velhasıl zorlu bir süreçten geçiyoruz ve karşılaştığımız kimi engelleri sadece hükümete bağlamamak gerekir.Zira hükümetin dışında mevcut düzeni savunan başka farklı dinamikleri de dikkate almak gerekir.
Selam ve saygılar.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
“Konuyla ilgili bu temsil iddiasının doğru olup olmadığını halkın oylamasına bırakarak bunu test etmek.”
Halk iddiaların doğru ile yanlışlığına karar veren merci midir olcayto bey?
Ersin bey,
Bunların ikisi arasındaki fark nedir sizce?
halka 2 kere 2 nin kaç ettiği sorulabilir mi?
halk %10 barajı kalmalı derse baraj kalmalı mıdır?
Hayır kalmamalı hepsi kılıçtan geçirilmeli muhalifler susturulmalı bu baraj ne pahasına olursa olsun halk için halka rağmen indirilmeli.
Halk kendisiyle ilgili iddiaların doğruluğuna yanlışlığına karar verecek mercidir.
Benim yazdığım iddia şu;
Seçim barajından dolayı meclisin 2/3’ünü oluşturan bir partinin cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda halkın 2/3’ünü temsil edip-etmemesi.
Şimdi sizce halkın temsil durumu ya da arzusuyla ilgili bir konunun hakemi kimdir? Bu konunun mesela. Biz halkın talebiyle ilgili bir ön görümleme de bulunamıyoruz. Bunu kimse soracağız?
insanı kul, toplumu cemaat sanan lümpen özgürlükçülüğün hükümranlığına hoş geldik
Ne alaka Ersin bey. Bir ezber öğrenmişsiniz saçmalıyorsunuz.
Ancak rica edeceğim bu kez bu saçmalığın devamını getirin sorularıma cevap verin diğer yorumlardaki gibi boş iddialar atıp çekilmeyin.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 3, 2010 | Reply
şimdi olcayto bey, karne olarak değerlendirmeye ergenekondan ve özellikle dava sürecinde yaşanan hukuksuzluklardan başlarsak olumlu sonuçlar elde edebileceğimizi sanmıyorum. zira eminim siz de açıkça gözlemliyorsunuzdur, yaşanan insan hakları ihlalleri artık o kadar vahim boyutlara ulaştı ki artık yaşananları kanıksamaya başlıyoruz. cümleyi tekrar etmek istiyorum
‘yaşanan insan hakları ihlalleri artık o kadar vahim boyutlara ulaştı ki artık yaşananları kanıksamaya başlıyoruz’
Karne olarak değerlendirme oradan başlarsak karne olarak değerlendirmiş olmayız zaten Filiz hanım. Kötü bir nota bakıp karne kötü demiş oluruz.
İnsan hakları ihlalleriyle ilgili bir çok konuda sizinle hemfikirim. Sonuç meselesinde bende sizin gibi düşünüyorum. hak ihlal ederek böyle bir sonuç aldığınız zaman savaştığınız şeye dönüşüyorsunuz. Ancak bunu eleştirirken vesayet rejiminin ve bunun yer altı örgütü olan ergenekonun bu ülkeye yaptıklarını es geçmeyelim yani süreç yanlış değil ancak usulde hatalar var masumiyet karinesi ihlali vb. pek çok hata. Ama Veli küçük ve onun gibi yüzlerce kansızda içerde yani 550 gündür tutuklu yargılanan adamların pek çoğu bu memleketin yıllardır anasını ağlatmış adamlar. Siyasi suçlu ya da fikir mağduru değil.
ergenekon diye bir örgüt olup olmadığını çökertilip çökertilmediğini, ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını ya da bulunmadıklarını böyle giderse bir kaç sene sonra anca öğrenebileceğiz. sizin iddianameyi okuduğunuzu, dosyayı incelediğinizi, dinlenen tanıkları, toplanan delilleri değerlendirdiğinizi sanmıyorum, fakar nedense peşin hükümlü davranıp ergekonu önkabulle duruma yaklaşıp çökertilmesini de hayırlı bir olay olarak nitelendiriyorsunuz.
Böyle bir örgütün faaliyetini gücündeki değişimi algılamak için iddianame okuyup dosya incelemek gerekmiyor. Bu tahlil sosyal ve siyasi sonuçlardan yapılır. Hukuki bir netice alınır mesela. Siz bu hukuki neticeye bakarak da süreci yanlış tahlil edebilirsiniz. Bu hukuki neticeye bağlı olarak dersiniz ki bu örgüt çökertildi. Halbuki sisteme hiç dahil olmadan hatta çoğu zaman onun üzerinde bir yeraltı örgütü faaliyetini sürdürüyordur. Ya da tam tersi.
Hangi siyasi/sosyal sonuçlara bağlı olarak bunu tahlil ediyorsunuz derseniz bir kaç argüman vereyim.
Birincisi merkez medyanın gücünü kıran bir çevre medya gelişti. Daha çoğulcu yapıdaki bu yeni medyalar 90’lar Türkiyesinde taraflı/tarafsız duruşlarını aynı şekilde ortaya koysalardı, varlıklarını sürdüremezdi.
Yine kürtçe konuşulmasının dahi yasak olduğu bir dönemden direk devlet eliyle kürtçe yayın yapan bir medya açıldı. Sadece bu yine aynı dönem için örgütün harekete geçmesi. Modern post-modern darbe olması demek.
Mustafa Kemal Atatürk, kemalizm, laiklik, modern yaşam tarzı, modernizm artık eleştirilebilir bir şey. Bunun için fazla uzağa gitmeye gerek yok bizzat ben yaşadım sadece üzerimde “yasak” bir kitap bulundurduğum için(o da neyse artık büyü kitabı gibi) fişlendim. Yıllarca dönem dönem bununla uğraştım.
Bu gün kemalizm karşıtı farklı görüşlerden gruplar örgütlenebiliyor, eylem yapabiliyor, fikirlerini tebliğ edebiliyor. Çok önceden olması gereken bu toplumsal dinamizmi geri kazanıyoruz. Yine vesayetin yer-altı örgütü eski gücünde olsaydı çorak topraktan bu yeni yeşillenen filizleri bir güzel çiğneyip geçerdi.
Demek ki bir şey değişti. Yukarıda bir kaç örnekle sınırladığım çevre siyasetini kuvvetlendiren demokratik bir zeminde yapılabilmesini sağlayan yeni bir durum var ortada.
Daha doğrusu eski bir durum yok. Bir defa bu bahsi geçen eylemlere saldıran “ortak merkezi bir akıl” görüyoruz süreçten önce. Kollektif bir resmi irade görüyoruz. Bu gün bu kollektif irade kaybedildiğine göre ya bu adamların fikri değişmiş. Ya da birileri bunları bir güzel tepelemiş.İlkine pek ihtimal vermiyorum.
Örneğin hsyk’da bakan’ın müşteşarın bulunmaması gerektiğini düşünüyorum.
Hatta hakimler ve savcılar kurulunun ikiye bölünmesi gerektiğini 61 anayasasından sonra düzenlendiği gibi hakimler kurulu ve savcılar kurulunun ayrılması gerektiğini düşünüyorum.
Bakan’ın yetkilerinin daraltılması gerektiğini düşünüyorum.
Kesinlikle hemfikirim. Yapılacak çok iş var.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Temsil iddialarının doğruluğunu nasıl halk test ediyor anlayamıyorum. Partinin biri %50 oyla %75 temsil gücü elde etmiş. Şimdi halka burada ne soruyoruz tam olarak? Partinin birinin %50 oyla %75 temsil gücü elde edip etmediğini mi soruyoruz?
İddia nedir burada tam olarak. Yani yukarıda yazdığım gerçek, bir iddia mıdır? Halk temsil durumu ile ilgili neyi oylayacak anlayamıyorum.
başka şekilde söylemek gerekirse, %50ye yakın oy almış parti, nasıl olur da 2/3 temsil kabiliyetine sahip olabilir. Yani nasıl olur bu parti “cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda halkın 2/3′ünü temsil” eder. Temsil gücü, konudan konuya değişen bir şey midir?
Halkın arzusu ile ilgili konunun muattabı halktır ama 1/2nin 2/3ü temsil edip etmediğini soramazsınız çünkü bu sorunun bir diğer soruluş şekli şudur: “ben %50 oy aldım, oyumu %75e çıkarıyor musunuz?”.
ağızlarda bir “halk halk halk”, ne soruyorsunuz bu halka allah aşkına. sorun bakalım neoliberal ekonomi politikaları istiyorlar mıymış, ama altına da yazın bu politikalar yüzünden modern köle haline geldiklerini, borçtan başka bir şeylerinin olmadığını, katma değerin artık finans tarafından gasp edildiğini, onlar fakirleşirken para sahiplerinin oturdukları yerden zenginleşebildiklerini, “serbest piyasa” diye yutturulan şeyin aslında kapitalin yeni kar yolları türetmek için ortaya atılmış bir palavradan ibaret olduğunu da yazın.(şimdi hemen buna itirazlar gelecektir çok muhterem liberal düşünürlerden, itirazlarını buraya yazmadan önce, neoliberal ekonomi politikalarının ekonomik recession dönemlerinde, USA gibi kapitalist ülkeler tarafından ne ölçüde ve nasıl uygulandığına bir baksınlar, korumacılık önlemlerine baksınlar).
Şuradaki tartışmalara bakıyorum, aklım almıyor insanların nasıl bu kadar algıdan yoksun olduğunu. Bu ülkenin insanları için hiç bir anlam ifade etmeyen bir anayasa değişikliğini, TC’nin dönüşümü olarak yutturmak için sarf edilen bunca çabaya gülüyorum.
İnsanların yiyecek yemekleri yok, insanlar açlıktan intihar ediyor, kendini asıyor, gençler gelecekten yoksun bu ülkede. Burada insanlar, siyasi dönüşümde kendilerine bir yer edinmek, rant sağlamak için kraldan çok kralcılık yapıyorlar.
Yazan:MY Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
“Temsil iddialarının doğruluğunu nasıl halk test ediyor anlayamıyorum. Partinin biri %50 oyla %75 temsil gücü elde etmiş. Şimdi halka burada ne soruyoruz tam olarak? Partinin birinin %50 oyla %75 temsil gücü elde edip etmediğini mi soruyoruz?”
Ersin Bey herkesi temsil etmek isterseniz 70 milyon milletvekili lazim, nispi temsil denen bir yöntem var, büyük partiler küçüklere oranla avantajli olur ama sürekli koalisyon olmasini engellemenin tek yolu bu, avrupa demokrasilerini inceleyin
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Avrupa demokrasilerini inceleyin, ama buraya yazmadan önce bir siz inceleseydiniz:
“Günümüzde AB ülkelerinde seçim barajı %1 ila %5 arasında değişirken bu oran Türkiye’de %10’dur.” wikipedia.
Anlıyorum sizi, AKP %75 temsil gücüne sahipmiş, çünkü herkesi temsil etmek istersek 70 milyon parlementer gerekiyormuş.(parlementer demokrasinin ne olduğunu bilmiyorsunuz bence, bahsettiğiniz şey doğrudan demokrasi).
Barajı %1 yaparsınız, olur biter. Tayyip erdoğan %50 oyla anayasa değiştirmeye kalkışamaz.
Ne alakası varsa.
Koalisyonu ben de sevmem(!), bu kadar rahat soyamıyorlar ülkeyi.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Halkın arzusu ile ilgili konunun muattabı halktır ama 1/2nin 2/3ü temsil edip etmediğini soramazsınız çünkü bu sorunun bir diğer soruluş şekli şudur: “ben %50 oy aldım, oyumu %75e çıkarıyor musunuz?”.
Gene demogoji gene çarpıtma
Ben böyle bir şey söylemedim. Neyle alakalıydı mesele? Cumhurbaşkanlığı seçimi. Dediler ki halk istemiyor. İsteyip istemediğini halka soralım dediler. O zamanda muhalifler hayır dedi. Nasıl iş bu?
Ayrıca böyle bir çoğunluk hemen hemen batı demokrasilerinin tümünde benzer bir gücü elde eder.
Sizin kafanızda olanaksız bir ütopya var, yönetim biçimini alternatifleriyle kıyaslamadan atıp tutuyorsunuz.
ağızlarda bir “halk halk halk”, ne soruyorsunuz bu halka allah aşkına. sorun bakalım neoliberal ekonomi politikaları istiyorlar mıymış, ama altına da yazın bu politikalar yüzünden modern köle haline geldiklerini, borçtan başka bir şeylerinin olmadığını, katma değerin artık finans tarafından gasp edildiğini, onlar fakirleşirken para sahiplerinin oturdukları yerden zenginleşebildiklerini, “serbest piyasa” diye yutturulan şeyin aslında kapitalin yeni kar yolları türetmek için ortaya atılmış bir palavradan ibaret olduğunu da yazın.(şimdi hemen buna itirazlar gelecektir çok muhterem liberal düşünürlerden, itirazlarını buraya yazmadan önce, neoliberal ekonomi politikalarının ekonomik recession dönemlerinde, USA gibi kapitalist ülkeler tarafından ne ölçüde ve nasıl uygulandığına bir baksınlar, korumacılık önlemlerine baksınlar).
Neo-liberal ekonomi doktrininin pek çok okulu avusturya iktisadi, klasikler neo-klasiklerin bir kısmı hatta post-keynesyen okul dahil. Devletin “kapitalist sistemin konjonktürel market döngülerini para arzıyla oynayarak kontrol etmemesi gerektiğini söylediler.”
Ancak krizden evvel müdahaleciler bu neo-liberal politikaları büyük ölçüde uygulamadı. Krizin nedeni budur. neo-liberal politika=kapitalizm değil. bin çeşit versiyonu var kapitalizmin. Para arzının geniş anlamda tek elden merkezi kontrolünü liberaller red eder.
http://www.derindusunce.org/2009/05/16/piyasa-fetisizmine-ovgu/
16 mayıs 2009’da yazmışım bunu merkez bankalarının senyoraj yetkiside eleştiriliyor burada.
Bu yüzden sizin kafanızdaki muğlak kavramlar post-modern iktisadi açıklamaktan hayli uzak.
Yazdığınızın her biri ayrı saçma bir iddia tek tek ele alınması lazım.
Mesela Borçtan başka bir şey olmaması;
Teorik olarak bu söylediğiniz mümkün değildir.
Keynes’in mal piyasası dengesine göre tasarruflar yatırımlara eşittir. Tasarruflar ise borçlar + likide eşittir. Yani borç büyüklüğünce yatırım vardır. Borçlanma sizin dediğiniz gibi bütün bir ekonomik sistem için kötü bir şey değildir. Aynı zamanda bir kredibilite göstergesidir. Ne kadar borç o kadar yatırım ne kadar yatırım o kadar refah.
Dünyanın en gelişmiş yirmi ülkesi aynı zamanda dünyanın en fazla dış borç stoğuna sahip ülkeleridir.
Katma değerin finans tarafından gaspedilmesine gelince;
Finans fon arz edenlerle fon talep edenleri bir araya getirme faaliyetidir ve reel sektörün bir yan ürünüdür. Eğer reel sektörde bir dinamizm yoksa dolaşım(velocity) düşer buna bağlı olarak finans piyasası derinleşecek hacmi bulamaz. Finansın olması için öncelikle bir tasarruf olması olması ve bu tasarrufu talep eden bir girişimci, yatırımcı olması gerekir. Doğası gereği başka bir finans faaliyeti yoktur. Faiz, sermaye piyasaları devlet tahvilleri eurobond emtia her şey bunun üzerine kuruludur. O sebeple teorik olarak finansın katma değer gaspetmesi olanaksızdır.
Çünkü finans piyasasının varlığı bir katma değerin varlığına bağlıdır. Önce katma değer olacak buna dikkat edelim.
Onlar fakirleşirken para sahiplerinin zenginleştiği.
Bir dakika? Herkesin fakirleştiği bir sistemde ekonomi nasıl ayakta duruyor onu anlamadım ben. Herkes fakirleşiyorsa o halde tüketim düşüyor.
Tüketim düşüyorsa yatırımlar düşüyor. Yatırım düşüyorsa artık mal ve hizmetler daha az üretiliyor. O halde yatırım için para sahibinin parası talep edilmiyor ve paranında değeri düşüyor doğal olarak. Bu adam herkesin fakirleştiği bir dünyada nasıl zenginleşiyor?
Bu yüzden herkesin fakirleştiği bir dünyada sermaye sahipleri bu oynaklıklardan daha önce ve daha şiddetli etkilenirler. Çünkü kapital aynı zamanda bir risktir ve açık pozisyondur.
İnsanların yiyecek yemekleri yok, insanlar açlıktan intihar ediyor, kendini asıyor, gençler gelecekten yoksun bu ülkede. Burada insanlar, siyasi dönüşümde kendilerine bir yer edinmek, rant sağlamak için kraldan çok kralcılık yapıyorlar.
İşte sizin içinden çıkamadığınız ruh hali bu. Sizin gibi düşünmeyenler hakareti hak ederler değil mi? ya rant peşindedir, ya yalakadır kraldan çok kralcıdır. Kesinlikle kendi doğruları için mücadele ediyor olamazlar. Ama siz öyle misiniz?
İlliada’ya konu olacak epik bir kahraman olmalısınız. Vatansever, gururlu, kötülere karşı hak mücadelesi veren. Bende böyle olmak istiyorum. İnandığım değerler için olanca gücümle mücadele ediyorum. Bunu yaparken etik prensipleri korumaya çalışıyorum ama bir türlü olamıyorum nedense. Sizin gibi bir sürü adam iktisata giriş kitabı dahi okumadan hararetle fikir beyan ediyor, hakaret ediyor kendini rahatlatıyor.
Yazdıklarınızın bir kelimesinde ne yapıcı bir eleştiri var ne de entellektüel bir içerik. Mümkünse yakınızdaki bir üniversiteye gidin bir ekonomi hocasına keynes dengesi sorun. Reel sektör-hizmet sektörü ayrımını dengesini sorun. Ya da açık öğretimden edinebileceğiniz bir kitapla iktisada giriş-2 makro ekonomi okuyun. bunları bir öğrenin hem kendinizi kurtarın hem de insanları zehirlemeyin.
Yazan:MY Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
““Günümüzde AB ülkelerinde seçim barajı %1 ila %5 arasında değişirken bu oran Türkiye’de %10′dur.” wikipedia.”
Bir bakin bakalim %10’luk baraji kim icad etmis? Neden icad etmis? “Dinci / Müslüman /gerici” diye yaftalanan insanlari frenlemek için yobaz kemalistlerin icadi ve uygulamasidir bu %10’luk baraj. Karisi tesettürlü adamalr çankaya’ya çikamaz, atatürkün oturdugu yere oturamaz diye yayfara eden eskiyalara gidin sorun. Hafizaniz 10 günden geriye gidemiyorsa Baska tabi. Ha derseniz ki AKP de bundan istifade etti vs. eVet.
Terazinin ayarini bozanlar, 367ci zorbalar gelip kendi insa ettikleri %10’luk barajin önünde aglayinca biraz komik omuyor mu?
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
@my
mehmet bey, ağız değiştirdiniz ama hala uyduruyorsunuz.wikipedia’dan alıyorum tekrar.
neymiş, seçim barajı dediğiniz gibi müslümanları bilmemne yapmak için icad edilmemiş.
yine wikipedia’ya göre, baraj %10’a, 1980 darbesinin ardından , 1987’de çıkarılıyor.
Bunun sebebine bir göz atalım isterseniz.
yine wikipedia’dan alıyorum.
yine neymiş, seçim barajı dediğiniz gibi müslümanları şey etmek için değil değil de, anapın iktidara tutunma arzusu nedeni ile %10a çıkarılmış. Ve bu seçim barajını ortaya icad eden de %10a çıkaran da kemalistler değilmiş, anap imiş. Bu işte kemalistlerin malesef bir parmağı yokmuş.
lütfen mehmet bey ….
Yazan:MY Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ersin bey %10’luk baraj meselesini siz wikipedia’dan ögreniyorsunuz, ben yasayarak ögrenmistim 🙂
zarari yok, caniniz sagolsun.
kemalistlerin 1980 sonrasinda 2 hedefi vardi, Kürtçü partileri ve “islâmi” gördükleri, ulus-devlet kalibina aykiri hareketleri bogmak. Bir baraj uygulanmasi demokrasiye aykiri degildir. %10 yüksektir, bu dogru.
Ama baraj koymazsaniz en ufacik bir bölgede çogunluk elde eden, Türkiye’yi temsil etmekten uzak her türlü hareket meclise girer. Girerse ne olur? Belli bir oranda oy gerektiren durumlarda %1’lik oy almis bir parti %30 almis iki parti arasinda “hakem” rolü oynar. Italya’nin ve Türkiye’nin geçmisinde, Israil’in de son dönemlerinde böyle bir kaç on yil vardir. Bu durum özellikle irkçilikta veya siddete dönük bir yolda en uç pozisyonda olan küçük gruplara haddinden fazla güç verir ve demokrasi temsilin önünü kesmeyeyim derken asiri temsilin önünü açmis olur.
Evet, %10 yüksektir. Ama prensip olarak baraj yanlis bir sey degildir. Halkin ve küçük çikar gruplarinin temsil edilmesi ve bunlarin kaygi ve umutlarinin hükümetçe dikkate alinmasi için ne yapilabilir?
Dernekler, mesleki “meclisler”, devlet-halk diyalogu için çok çesitli yapilanmalar var. Devletin merkezdeki yetkisi ve bütçesi bir yere kadar yerel idarelere aktarilabilir. Kisaca baraj konusuna takilip kalmak fayda getirmez. Baska düsünce eksenlerinde çok daha verimli alanlar var. Herkesin kazançli çikabilecegi, kimse için ödün/fedakarlik sayilmayacak alanlar var. Ama çogu kemalistlere uymaz, o da ayri bir sorun. Ama bu demokrasinin sorunu degil, kemalizmin sorunu. Daha dogrusu Türkiye’nin kemalizm sorunu. Kirlilik gibi, trafik sikisikligi gibi… Fasizmin alaturka bir versiyonu olan bu ideolojiden yakamizi ne kadar çabuk kurtarirsak o kadar iyi olur 🙂
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ciddi mi yazıyorsunuz anlamıyorum. Borç ve alacak eşittir. Borcun kimin tarafından verilip alındığıdır benim yazdığım. Tekrarlayayım, bu ülkedeki insanların (halkın) borçtan başka bir şeyi yoktur artık. 2. Neoliberal dönüşüm ile insanların elinde 1. neoliberal dönüşümde ne bıraktılarsa onları da almışlardır.
Herkesin fakirleştiğini kim söyledi, garip iddialarda bulunuyorsunuz.Halk kitleleri fakirleşirken para sahipleri nasıl zenginleşti merak ediyorsanız göz atabilirsiniz : page 16, figure 1.2 ve page 17 figure 1.3, brief history of neoliberalism david harvey.
hangi sebeple orada göremiyorum?
ama öğrenmek isterseniz: accumulation by dispossession.
http://en.wikipedia.org/wiki/Accumulation_by_dispossession.
bu aynı zamanda, halk kitleleri fakirleşirken para sahiplerinin nasıl zenginleştiğini de kısmen açıklar.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
@my
madem öyle bana da öğretin mehmet bey.
yaşayarak yanlış öğrenmişsiniz mehmet bey.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
@my yazınızın devamını görmedim.son yazdığımı onaylamasanız da olur
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
kemalist derken ne demek istiyorsunuz anlamıyorum. 80 darbesini yapanlar mı? onlar nasıl kemalist olabiliyor ? darbeyi yaparken “atatürk’ün kurduğu bilmemnenin bekasını teminat altına almak için” gibisinden bir şeyler dedikleri için mi? 80’in kemalistlerle ne ilgisi var mehmet bey. 80 darbesinin ne için yapıldığını, 80 darbesinden sonra gelen hükümete ve icraatlarına bakarak görebilirsiniz.
ama öncelikle şu kemalizm paronoyasından kurtulmanız gerekli.
Yazan:MY Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ersin Bey çocuk gibi inatlasmayalim, illa ki bir fikrin kabul edilmesi sart degil, siz beni, ben de sizi anladiysam yeter. En azindan hemfikir olMAdigimiz konusunda hemfikiriz 🙂
80 darbesini yapan eskiyalarin kemalist olmadigini söylüyorsunuz ama buna EVET ya da HAYIR demek için önce kemalizmin ne oldugunu bilmek gerekir. Oysa bunu bugün için kimse bilmiyor.
Bu sayfadaki tartismaya bir bakin,
http://www.derindusunce.org/2008/10/08/kemalizm-nedir/
kimi kemalist “adam olmaktir” diyor, öteki “ne mutlu türküm diyebilmektir” diyor.
Kendisi için “kemalistim” diyen bir sürü insan var ama aralarinda bir fikir birligi yok.
Peki nedir hakikkaten? Atatürk’e gör enedir kemalizm? icraatina bakarak ve yazdiklarini okuyarak ne diyebiliriz Atatürkizm ya da kemalcilik ya da her ne ise?
Buyurun, burada 20 sayfalik bir belge var, kaynaklar, referanslar, gayet güzel anlatiyor, bence kemalistlerin içinde bile bunu bu kadar güzel anlatabilen yok:
http://www.derinsular.com/pdf/kemalizm.pdf
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
@my
Daha önce 2 kere okumuştum. Yazılanlar benim için kabul edilir. Ama hala anlamıyorum, oradaki kemalizm tasviri ile 80 darbecileri nasıl bağdaşıyor. Siz bir canavar imgesi yaratıyorsunuz kemalizm adında, ve daha sonra bu topluma zarar vermiş ne kadar parti düşünce varsa onları kemalist olarak nitelendiriyorsunuz.
En basitinden, o yazıdaki kemalizm tasvirinde, kemalistler tarafından sınıfsız toplum, kooperatist ekonomi modeli benimsenmiş olduğundan bahsediliyor. Halbuki 80 darbesi öncesi yapılmaya çalışılanlar ve ertesinde başarılanlar bunun tam tersi.
Sanıyorum sizin 80darbecilerini kemalist olarak nitelendirmenizin sebebini, 80darbecilerinin toplumsal baskı ile toplumu homojen ve apolitik hale getimeye çalışması olarak görüyorsunuz. Halbuki, bu gücü elinde bulunduran her zümre tarafından arzulanan bir şeydir.
Neyse sözün özü, öncelikle kendi kemalist tanımınızı iyi yapın. Kemalizm tanımı başka bir şey kemalist tanımı başka bir şey. Ha derseniz ki, kemalist kemalizm ideolojisini benimsemiş insan. 80 darbecilerinin gönderdiğiniz pdfdeki kemalizm ideolojisine paralel olarak gerçeklekleştirmediği bir sürü adım var. Kürt halkına baskı 80 sonrası ile kemalizmin ortak özelliği olabilir, fakat bu onların aynı şey olduğu anlamına gelmez.
ben bayılmıyorum kemalist ideolojiye, ama sizin bu kemalizm madurluğunuzu da anlayamıyorum. kemalist ideolojiden, devlet baskısından en çok darbe almış sol görüşlü kimselerin şu an sizin yanınızda değil de, kemalist olarak nitelendirdiğiniz safta yer almasının nedenlerini bir ideleyin. Ortada dönem aslında bir özgürlük mücadelesi değil, sizi bunu böyle görmek ve pazarlamak istiyorsunuz ama malesef olan biten, bir zümrenin gücü başkasının elinden almasıdır.
ilginç bir not, tayyip bey diyarbakır mitingi için dün diyarbakırdaymış valilik, tayyip bey sinirlenmesin diye, dtplilerin boykot billboardlarının üzerini kapatmış. ne kadar da benziyor mustafa kemal diktatörlüğüne değil mi?
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ciddi mi yazıyorsunuz anlamıyorum. Borç ve alacak eşittir. Borcun kimin tarafından verilip alındığıdır benim yazdığım. Tekrarlayayım, bu ülkedeki insanların (halkın) borçtan başka bir şeyi yoktur artık. 2. Neoliberal dönüşüm ile insanların elinde 1. neoliberal dönüşümde ne bıraktılarsa onları da almışlardır.
Ersin bey, borcun ve alacağın eşit olması muhasebeyle alakalı bir durum. Bahsettiğiniz makro ekonomik tahlille alakası yok. Bir ekonomide özel kesimin borçlanması/ borçlanabilmesi olumlu bir durumdur.
İktisada giriş kafi bunun için David Harvey’e gitmeye gerek yok
Tekrar ediyorum dünyanın en gelişmiş yirmi ülkesi aynı zamanda neden dünyanın en fazla dış borç stoğuna sahip ülkesidir? Bunu bir açıklayın. Ondan sonra hamaset edebiyatı yapın. Hiç bir dayanak olmadan konuşuyorsunuz.
Herkesin fakirleştiğini kim söyledi, garip iddialarda bulunuyorsunuz.Halk kitleleri fakirleşirken para sahipleri nasıl zenginleşti merak ediyorsanız göz atabilirsiniz : page 16, figure 1.2 ve page 17 figure 1.3, brief history of neoliberalism david harvey.
Ersin bey size bunun neden böyle olamayacağıyla ilgili argüman verdim. İddiayı çürütür ya da destekler nitelikte sizinde argümanınız varsa bu ya da başka bir kitapta bir zahmet yazın ne düşündüğünüzü anlayayım. Böyle birbirimizin kafasına kitap atarak olmaz bu işler.
hangi sebeple orada göremiyorum?
ama öğrenmek isterseniz: accumulation by dispossession.
http://en.wikipedia.org/wiki/Accumulation_by_dispossession.
bu aynı zamanda, halk kitleleri fakirleşirken para sahiplerinin nasıl zenginleştiğini de
kısmen açıklar.
Reel üretim yoksa finans faaliyeti olamaz dedim. Bu yüzden finans katma değeri gasp edemez.
accumulation by dispossession emek-değer teorisinin ön kabulu neticesinde varılan bir sonuçtur. Neo-marksistler dahi işgücü sömürüsü üzerine kurulan bu teoriyi sermaye-teknoloji yoğun tam otomasyon sistemlerin gelişmesinin ardından terk ettiler. Marksizm arkaik bir ideolojidir bu sebeple. Müdahaleci sistemlerin günümüzde en aklı başındaları post-keynesyen okullarda toplanmıştır. Bu yüzden marksist literatür post-modern dünyada akademik bir kabul görmüyor.
Bu arada David harvey coğrafyacı ve sosyal teorisyen değil mi?
Açıklamaları karşı argümanları sizden bekliyorum bir zahmet. Hiç bir argüman ortaya koymadan aç onu oku bunu oku diyorsunuz.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
@haskol
google david harvey yazıp, parantez içinde yazanın türkçesini kopyalamayın,en azından açıp içini bir okuyuverin bi zahmet.
benim söylediğimin borçlanma ile ne ilgisi var? Diyorum ki, gelir dağılımı dengesizleşiyor, ya tüketim yapamayan, ya da tüketim yapmak için borçlanmak zorunda olan halk kitlesi yaratılmış durumda. Özel sektör falan, nereden çıkarıyorsunuz. Bu trendin 1970 sonrası, keynesçi ekonomi modelinin, öncelikle ingilizler tarafından, terk edilip, liberal politikalarların benimsenmezi sonucu tüm dünyaya nasıl hakim olmaya başladığını merak ederseniz. Açar bakarsınız, size veri gönderdim, yorum değil.
bunun konumuzla ilgisi ne,ben 3.dünya ülkelerindeki fakirleştirilen halk yığınlarından bahsediyorum siz bana gelişmiş ülkelerin borç stoklarından bahsediyorsunuz. mozambiğin en yüksek dış borca sahip olmasını beklemiyorsunuz umarım.
Sorunuza gelince; yüksek dış borcun bir çok sebebi vardır. mesela 2009 listesinin tepesindeki amerika’nın, bu ölçüde tüketim yapabilmesi üretimi yapan uzakdoğu ülkelerinden dolar borçlanmak zorundadır. İşin komiği, çinin bu üretime devam edebilmesi için (şimdilik) dünyadaki bir numaları tüketim toplum olan abd’nin talebine ihtiyaçı vardır. İşin özü, çinli işçiler sabahtan akşama kadar hiç bir şey için çalışmaktadırlar. Çünkü amerikaya mal verip, amerikanın onlara verdiği kağıt parçalarını alan bir ekonomi içinde çalışmaktadırlar.
Ama o listeye baktığınızda bir trend göreceksiniz, tüketim toplumları listenin üst sıralarında yer almaktalar, ve bu seviyede tüketimlerini sürdürebilmek için borçlanmak zorundalar. Ve göreceksiniz ki, iş gücü sağlayan, üretimi yapan ülkeler ise dış borç stoklarında aşağı sıralarda yer almaktadırlar.
Bunun özeti, iş gücü, yaratılan katma değerin sadece, varlığını sürdürmesi için yeterli olan kısmına sahip olabiliyor, bir diğer deyişle işçiler hayatta kalacak kadar para almaktalar. Kapitalin, katma değer sömürüsü de budur. Finansın bu derece bütük karlar elde etmeye uygun bir hal almış olması, neoliberal politikalar ile kapital girişine karşı savunmasız hale getirdikleri ülkelerdeki hammadde ve işgücü sömürüsünün bir sonucudur. Şu anki karlık oranlarının yakalanmaz gelişmiş ülkelerde sıkışmış kapitaller ile mümkün değil idi. Yani, bir amerikanı saati 10 cente çalıştıramayacak olmaları nedeni ile bir çinliyi çalıştırmaktadırlar. Ve ülke içinde katma değerin bir miktar dağıtımı ile insanları memnun edip, sörümdükleri coğrafyalarda otoriter devlet yapılanmalarını desteklemişlerdir.bunlardan en bilindiği ise 80 darbesi ve sonrasıdır.güney amerika ülkelerinde gerçekleştirilen darbeler de buna örnektir.
Öncelikle finans sektöründe bir karlılık var ise,bir diğer şekliyle, akbank bir hayır kurumu değil ise, finans sektörü katma değerden pay almaktadır. Söylediğim ise, finansın katma değerden aldığı pay, diğer bileşenleri geride bırakmıştır 30 senede. Bu da neoliberal para politikalarının bir sonucudur.
Neye dayanarak finans katma değer gaspedemez diyorsunuz hala anlayamıyorum. Açıktır ki finans kurumları kar etmekler, bu da bir bakış açısına göre katma değer gaspıdır.
Finans sektörünün katma değer üzerindeki payının şu anki önemini, amerikada geçtiğimiz kriz döneminde wall street(finans), main street(reel sektör)ün hangisinin daha önemli olduğu ve vazgeçilemez olduğu üzerinde yapılmış olan tartışmalar sonucunda, wall streetin korunmuş olmasından anlayabilirsiniz.
ama tabi siz benim yazdıklarıma ilgili olmayan şeyler yazmaya devam edebilirsiniz.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ersin bey direk olarak yazdıklarınıza cevap verdim. Tekrar vereyim.
benim söylediğimin borçlanma ile ne ilgisi var? Diyorum ki, gelir dağılımı dengesizleşiyor, ya tüketim yapamayan, ya da tüketim yapmak için borçlanmak zorunda olan halk kitlesi yaratılmış durumda. Özel sektör falan, nereden çıkarıyorsunuz. Bu trendin 1970 sonrası, keynesçi ekonomi modelinin, öncelikle ingilizler tarafından, terk edilip, liberal politikalarların benimsenmezi sonucu tüm dünyaya nasıl hakim olmaya başladığını merak ederseniz. Açar bakarsınız, size veri gönderdim, yorum değil.
Oradaki özel sektör-özel kesim iktisat tanımı özel sektörle kast edilen salt firmalar değil aynı zamanda hane halkınında borcu.
Bakın tek tek adım adım izah ediyorum.
Eğer hane halkının borcu sizin dediğiniz gibi çevrilemez durumda olsaydı. O zaman daha fazla borçlanamaması gerekirdi değil mi? Çünkü borç verenler, bankalar borç vermek için bir kredibilite ararlar. Eğer 5000 lira maaş alıyorsam atıyorum bana 15000’e kadar kredi açar. Çalışmıyorsam 500 lira kredi açar vs.
Şimdi bu durumda borçlanabilmek için bir gelir sahibi olmak gerekir değil mi?
Bu durumda da yüksek bir borç stoğu tutabiliyorsanız ya yüksek geliriniz vardır. Ya da kredileri bir güzel iç etmişizdir. Eğer kredi veren böyle bir yanlış risk analizi yaptıysa Bundan zarar görecek olacak yine borç verendir.
Bunun ekonomi ilmine göre tartışılacak tarafı yok.
bunun konumuzla ilgisi ne,ben 3.dünya ülkelerindeki fakirleştirilen halk yığınlarından bahsediyorum siz bana gelişmiş ülkelerin borç stoklarından bahsediyorsunuz. mozambiğin en yüksek dış borca sahip olmasını beklemiyorsunuz umarım.
Sorunuza gelince; yüksek dış borcun bir çok sebebi vardır. mesela 2009 listesinin tepesindeki amerika’nın, bu ölçüde tüketim yapabilmesi üretimi yapan uzakdoğu ülkelerinden dolar borçlanmak zorundadır. İşin komiği, çinin bu üretime devam edebilmesi için (şimdilik) dünyadaki bir numaları tüketim toplum olan abd’nin talebine ihtiyaçı vardır. İşin özü, çinli işçiler sabahtan akşama kadar hiç bir şey için çalışmaktadırlar. Çünkü amerikaya mal verip, amerikanın onlara verdiği kağıt parçalarını alan bir ekonomi içinde çalışmaktadırlar.
Ama o listeye baktığınızda bir trend göreceksiniz, tüketim toplumları listenin üst sıralarında yer almaktalar, ve bu seviyede tüketimlerini sürdürebilmek için borçlanmak zorundalar. Ve göreceksiniz ki, iş gücü sağlayan, üretimi yapan ülkeler ise dış borç stoklarında aşağı sıralarda yer almaktadırlar.
Bakın fakirleştirilen demişsiniz. İktisatın yine ön koşulu bir ölçümü tüm değişkenler sabitken yapmaktır.
Mesela sizin iddianıza göre neo-liberal reformları uygulayan ülkelerin uygulamadan önceki durumlarına göre daha kötü durumda olması gerekirdi. Ancak bunun tam tersi.
Mesele neo-liberal reformları büyük ölçüde uygulayarak adım adım küresel kapitalist sisteme entegre olan, yabancı sermaye yatırımlarını kabul eden Çin’De
-Milli gelir son 30 yılda 23 kat arttı
-Son 4 yıl içinde Fransa ve Almanyayı geçti.
-Şu anda dünyanın en büyük 4. ekonomisi
-Sermayenin tabana yayılmadığı iddiasına karşılıkta Çinde 230 milyon A gelir grubu insan olduğunu biliyoruz.
Yine yabancı sermaye yatırımlarını kabul ederek neo-liberal reformları geçiren bir başka ülke endonezya
97 büyük krizine kadar milli gelirini 1150 dolara çıkararak yabancı sermaye yatırımlarıyla bir anda büyüdü ve az gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkeler sınıfına dahil oldu.
97 krizinin ardından resesyon 2 yıl sürdü. daralma yaşandı ancak %10 civarında ardından ekonomi yeniden rayına oturdu büyüme sürüyor.
Çevre ülkeler Hindistan Türkiye hepsi aynı durumda.
Burada size katıldığım noktaları söyliyeyim. Yaratılan katma değerin emek sahibine yeterince geri dönmemesinin en büyük nedeni tüketici tercihleri.
http://www.derindusunce.org/2009/12/26/kuresellesme-korkusu-3/
Bu yazıda detaylı inceleyip eleştirmiştik. Ama bunun çözümü uluslararası entegrasyonu engellemek ya da neo-liberal reformları red etmek değil tüketici tercihlerini sorgulamak.
Bir endonezyalı günde 10 dolara Tommy Hilfiger fabrikasında ya da onun fasonunda çalışıyor diyelim. Peki bu yatırımın gerçekleşmesi yanlışsa neo-liberal reformlar ülkeleri fakirleştiriyorsa bu adam daha önce nerede kaç dolara çalışıyordu da yabancı sermayeden günde on dolar almaya başlayınca fakirleşti?
Yine dediğiniz üzerinden gidiyorum. Gelişmiş ülkeler elbette üretim yapmazlar. Çünkü üretim yaptıracak teknolojiye know how’a ve diğer araçlara sahiptirler. Doğal olarak endüstrileşmiş ülkelerde bunlara yönelik hizmet sektörü daha fazla gelişmiştir dikkat ederseniz. Üretimi elbette bu adam yapmayacak. Peki üretim yapmak için ya da sizin tabirinizle köleleştirme için gerekli teknolojiyi bu adamdan almak istiyoruz diyelim. onunla beraber üretim yapmaktan başka bir çare var mı? Yok. Askeri teknoloji yetersiz kaba kuvvetle alamıyoruz.
Şu anki karlık oranlarının yakalanmaz gelişmiş ülkelerde sıkışmış kapitaller ile mümkün değil idi. Yani, bir amerikanı saati 10 cente çalıştıramayacak olmaları nedeni ile bir çinliyi çalıştırmaktadırlar
Evet elbette. Bunun çözümü ise bir dünya entegrasyonu ile işgücünün serbest dolaşımı. Bakın bu konuda hemfikiriz bu ciddi bir problem. İşgücü serbest dolaşabilse birey çinde 1 dolara üretmek yerine işgücünün pahalı olduğu yerlere göçü tercih edecektir. Neticede batılılar bu sahip olmaları gereken refahı kaybedecekler ve işgücü piyasasındaki bu tip rekabetten ötürü verim yükselecektir. Her açıdan olması gereken olumlu bir gelişme.
Bunun yollarını aramak zorlamak gerek.
Öncelikle finans sektöründe bir karlılık var ise,bir diğer şekliyle, akbank bir hayır kurumu değil ise, finans sektörü katma değerden pay almaktadır. Söylediğim ise, finansın katma değerden aldığı pay, diğer bileşenleri geride bırakmıştır 30 senede. Bu da neoliberal para politikalarının bir sonucudur.
Neye dayanarak finans katma değer gaspedemez diyorsunuz hala anlayamıyorum. Açıktır ki finans kurumları kar etmekler, bu da bir bakış açısına göre katma değer gaspıdır.
Finans sektörünün katma değer üzerindeki payının şu anki önemini, amerikada geçtiğimiz kriz döneminde wall street(finans), main street(reel sektör)ün hangisinin daha önemli olduğu ve vazgeçilemez olduğu üzerinde yapılmış olan tartışmalar sonucunda, wall streetin korunmuş olmasından anlayabilirsiniz.
Finans sektörü pay almıyor demedim. Finans sektörünün karlılıktan aldığı her paya karşılık reel sektörde bunun üzerinde bir kar vardır dedim. Yineliyorum aksi durum teorik olarak mümkün değil.
Sınırlı bir evren düşünün kapalı bir ekonomide sadece 3 kurum olsun.
Bu kurumların büyüklükleri faaliyetleri eşit olsun.
Ekonomide her birim zamanda k gibi bir sabitle büyüyor diğer birim zamanda aynı sabitle küçülüyor olsun. Konjonktürü bu şekilde var sayalım
ve her kurum kendi büyüklüğünce ürettiğini tüketiyor olsun.
Bu üç kurumun 3’üde finans kurumu olsaydı.3’üde ilk döngüde batardı çünkü ekonomideki faaliyetlerini sürdürmeleri için gerekli şeyler yiyecek su elektrik vb gibi üretilmezdi.
Ayrıca çalışanlarına boşuna para ödüyor olurlardı çünkü çalışanlar tüketim yapamaz ölürlerdi.
Bu üç kurumun üçüde reel kesim olsaydı ekonomi k sabiti ile sadece kurumların içinde büyürdü. Kurumların finans faaliyetlerinde hiç bir oynama olmazdı. Bilançolar borç alınıp verilemeyeceği için aşırı riskli olurdu vs. Ancak ekonomi yinede bu sabitle kaçınılmaz olarak büyürdü.
Ancak konjonktür -k’ya geçtiğinde reel kesim organize olamazdı. Çünkü finans faaliyeti yoktur. Bu durumda rassal risk algıları olduğunu varsaydığımız bu kurumlardan yüksek risk taşıyanlar ilk negatif bilançoda batardı.
Bu üç kurumun ikisi reel kesim biri finans kesimi olsaydı ekonomi k sabiti ile büyürdü ancak tümünün reel kesim olduğunu varsaydığımız ekonomiden daha yavaş büyürdü.
Konjonktür -k’ya geçtiğinde
Bu kez reel kesim daha iyi organize olurdu. Finansman faaliyeti rassal risk algılarından yüksek olanları kurtarır ve olumlu konjonktürde geri ödenmek üzere kurumun çıkışını sağlardı.
Bu üç senaryoda finans kesiminin kar edebileceği kurumu yaşatabileceği tek olasılık reel sektörü destekler nitelikteki üçüncü fonksiyonudur. Sayı ne olursa olsun. Reel kesimde katma değer varsa finansta vardır.
Ancak ticari kara sömürü diyorsanız bu bambaşka bir tartışmanın konusu.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eyl 4, 2010 | Reply
Ersin Bey, Olcayto Bey,
Fikir alışverişinizden gerçekten çok istifade ettim, ikinize de teşekkürü borç bilirim. Yalnız, bu fikir alışverişini ortak bir yazı haline getirip tez-antitez olarak siteye koysanız da esasen referandumla ilgili olan bir başllığın altına sıkıştırmasanız daha iyi olmaz mıydı?
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 5, 2010 | Reply
http://www.tradersnarrative.com/deja-vu-all-over-again-financial-sector-profit-soars-3949.html
buradaki verilere göre, yukarıdaki iddianız doğru değil. Ordaki figuru incelerseniz göreceksiniz ki, 1995ten sonra reel sektör karlılıkları düşmesine rağmen, finans karlılıkları çok keskin şekilde yükselmiş. Bu yükselişin sebebini (katma değer üretmeden elde edilen karlılık, başka bir deyişle katma değer gaspı) burada görebilirsiniz: http://en.wikipedia.org/wiki/Dot-com_bubble
ve 2000’de bu yapay karlılık ile yaratılan balonun patlaması üzerine çok keskin bir düşüş görülüyor, hatta reel sektörün kalılık oranın altına düşüyor finansın kalılığı. Ve beraberinde reel sektörü de sürüklüyor. Bu krizin aşılmasının ardından trend yeniden eskiye dönüyor ve yeni bir balon şişmeye başlıyor. Orada göremiyorsunuz fakat, o balon da 2007’de patladı, hala sönmekte.
içinde bulunduğumuz sistemde, kapitalin amacı karlılık oranlarını arttıracak yeni uzamlar bulmak veya geçmişte kullandığı uzamları yıkıp yeniden yapmaktır.
Durum böyleyken, iş gücünün serbest dolaşımı kapital karlılığı açısından arzulanamaz. Şöyle düşünün, çindeki insanların amerikaya seyahati serbest olsa, o fiyatlarda iş gücü bulmak mümkün olmazdı çinde. Kapitalin isteği, iş gücünün mobilitesi değil, işe alma ve işten çıkarmanın mobilitesi.
http://countrystudies.us/indonesia/33.htm
buraya göre kent nüfusunun toplam nüfusa %17den %31’e çıkmış 1970den 1990a kadar. Buna göre, 10 dolarlık işçimiz aslında çiftçiydi.
Ama yine de buradaki sorun yapılan yatırım değil. Bu yatırımın gerçekleşmesi için, yani bu yatırımı ülke için çekici hale getirmek için, ülkedeki yöneten sınıfın iş gücü fiyatlarını düşürme yönünde politikalara yönelmesi. IMF gibi örgütlerin gelişmekte olan ülkelerden istediklerine bakarsanız, en başta her türlü tarımsal desteğin ortadan kaldırılması vardır. Burada amaç işsiz ordusu yaratıp, işçi maliyetlerini düşürmektir.(Bunu çinde de, türkiyede de görebilirsiniz. Hatta muhterem başbakanımız geçenlerde herkesten 3 çocuk istedi.)
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 6, 2010 | Reply
Ersin bey dediğiniz iddia ve yukarıda verdiğiniz grafiği doğru kabul edersek finans kesiminin karlılığı için 400 milyar doların biraz üzerinde reel kesimin karlılığı içinse 200 milyar doların üzerinde bir rakam gösterilmiş.
Şimdi bu veriye baktığımızda finans kurumlarının tavan yaptığı 2005 senesi için reel kesimin 2 katı kadar bir karlılık beklememiz gerekiyor.Ama bunu net ölçebileceğimiz datalardan biri olan fortune 500’e baktığımızda yani dünyanın en büyük 500 şirketine farklı bir sonuçla karşılaşıyoruz.
Şuradan 2005 arşivini dikkatli bir inceleyin;
http://money.cnn.com/magazines/fortune/fortune500_archive/full/2005/
İlk beş wal-mart,exxon mobil, general motors, ford motor general electric.
İlk beşte bir tane finans kurumu yok. Devam ediyoruz.
6-chevron texaco
7-conoco phillips
8-citigroup
9-american intl. group
10-intl. business machines.
İlk ondaki tek finans kurumu citigruop yuvarlarsak 110 milyon $ hasılası var. İlk ondaki tüm şirketlerin hasılası 1.4-1.5 milyar dolar civarında. İlk ondan finans kesiminin reel sektöre göre aldığı pay %10 bile değil.
Varsayalımki finans endüstrisinin yapısı farklı olsun ve diğer hi-tech üretimlerde olmadığı gibi irili ufaklı pek çok şirketle bu hasılayı yapıyor diyelim.
Ancak listeyi gözden geçirmeye devam ettiğimizde ilk 100’de
18. sırada Bank of america
20. sırada j&p morgan
36. sırada morgan stanley
53. sırada merilly lynch
59. sırada goldman sachs
62. sırada emrican express
68. New york life insurance(sigortayıda finansın ve bu sömürünün bir parçası kabul ederek)
94. sırada lehmann brothers’ı görüyoruz
Bunların toplamı yine reel kesimin yüzde onu etmiyor. İlk 500 şirketi bu şekilde göz ucuyla tararsanız sıra zaman zaman değişmekle beraber dağılım buna yaklaşıyor.
Peki sizin verdiğiniz bu data doğruysa neden fortune 500’de yer alan şirketlerin 3’te 2’si finans sektöründen değil? Ya da bunu geçtim birebir bir oran bile bu iddia için kabul edilebilir diyelim. Ancak neden %10’da kalmış?
Ben izah edeyim sizin verdiğiniz datada reel sektörlerin hisse değerlerinin büyümesi sanki finans sektörüne ait bir karmış gibi açıklanıyor.
Halbuki orada büyüyen yine reel sektördük. Hasılalar ortada. Örneğin exxon mobilin yaptığı iyi bir yatırımdan ya da elde ettiği kardan hisse başı karlılığının artması. Ya da kabaca hisse senedinin değerinin artması reel sektör büyümesidir. Finans değil. Bu büyümeyi kullanacak olan yine reel sektörde faaliyet gösteren exxon mobil ve elinde bu firmanın hisse senetlerini tutanlardır.
Bu bakımdan verdiğiniz datanın akademik bir geçerliliği yok. Sağduyuyla düşünelim reel sektörün iki katı kar elde eden bir finans kesiminin dünya hasılasından aldığı pay neden reel sektörün iki katı değilde yalnızca yüzde onu?
Haklısınız, ben bununla ilgili bir çözüm geliştirebilmiş değilim. Sizin çözüm önerinizi duymak isterim.
Bu yine bir gelişim göstergesi. Büyüyen ekonomilerde tarımdaki iş gücü öncelikle endüstriye ardından hizmete kayar. Kent nüfusunun toplam nüfusa oranının artması da yine bir büyüklük göstergesi. Endüstrisi gelişmiş batı ülkelerinin pek çoğunda bu oran gelişmemiş ülkelere göre daha fazladır.
Örneğin nüfusun daha yüksek oranda kırsalda yaşadığı doğu karadeniz, doğu anadolu gibi bölgeleri düşünün bir de nüfusun büyük oranda kentte yaşadığı marmara gibi bir bölgeyi hangisi daha gelişmiştir?
Ben buna da katılıyorum. Bu konuyla ilgilide çözüm önerinizi bekliyorum.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 6, 2010 | Reply
est. Atılım bey ben teşekkür ederim.
Başlığı felç ettik hakikaten. Bir anda gelişti:)
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 6, 2010 | Reply
http://chartingtheeconomy.com/?p=665
bu data da “Bureau of Economic Analysis” tarafından açıklanmış. Bu veriyi oluşturan kurum, bir hükümet kuruluşu. Tabi ki halen akedemik geçerliliği olmadığını iddia etme hakkına sahipsiniz.
Ayrıca, reel sektörde faaliyet gösteren firmaların, finans sektörüne yönelmeleri de benim iddiamı destekleyen bir sav olarak halihazırda kullanılmkta. Yani bu iddianın ilk sahibi ben değilim.
Ben, bu sistemin, pratikteki değil, yapısal sorunları yüzünden bu durumlar ile karşılaşığımızı iddia ediyorum, siz benden çözüm bekliyorsunuz.
Yepyeni bir ekonomi modeli hazırlayıp, size sunacağım(!).
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 7, 2010 | Reply
Ersin bey,
Verdiğiniz bilgi yanlış bir bilgi değil eksik ve yanlış yorumlanan bir bilgi.
Sebeplerini de net olarak izah ettim yukarıya. Firmanın hisselerinin değer artışları bilançolarda faaliyet karına değil finansal kara yazılıyor.
Ama bu firmaların finans faaliyetleriyle kar elde ettiği anlamına gelmiyor. Adam kendi iş kolundaki faaliyetini verimli sürdürüyor olumlu bilançolar açıklıyor şirket hisselerine olan talebi artıyor doğal olarak. Yani bu karlılık reel kesimin ürettiği bir katma değer finans kesiminin değil.
Tekrar soruyorum finans sektörünün toplam katma değerden aldığı pay kabaca %10 fortune 500’e baktıysanız. Dediğiniz gibi finans faaliyeti neticesinde böyle bir katma değer üretiliyor ya da gasp ediliyorsa. Neden finans kurumları dünyanın en büyük kurumları değiller?
Bütün bir finans faaliyeti reel kesim tarafından mı yürütülüyor? Böyle bir şey mümkün mü? Finansın dünyada en yüksek katma değeri ürettiği bir sistemde mantıklı düşününce finans kurumlarının dünyanın en büyük kurumları olması beklenmez mi?
En azından bir kaçının
Ben, bu sistemin, pratikteki değil, yapısal sorunları yüzünden bu durumlar ile karşılaşığımızı iddia ediyorum, siz benden çözüm bekliyorsunuz.
Yepyeni bir ekonomi modeli hazırlayıp, size sunacağım(!).
Bende bundan bahsediyorum. Neo-liberal reformları eleştiriyorsunuz. Sistemde yapısal sorunlar var diyorsunuz. Eleştirdiğimize göre eleştiriyi alternatif üzerinden yapmamız lazım.
Eğer bir alternatif yoksa o zaman eleştirmenin de anlamı yok elimizdeki en iyi sistem bu demektir.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 7, 2010 | Reply
anlıyorum sizi haskol, eğer bir alternatif yoksa eleştirmizin bi anlamı yok, çünkü elimizdeki en iyi sistem bu( ne demekse )
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
Bir şeyi sırf eleştirmek için eleştiriyorsanız bunun hiçbir anlamı yok demektir.
Şimdi de biraz detaylarına girelim.Ekonomiden anlamam.Hele teknik kısmını,kavramları hiç bilmem.Dolayısıyla uzman bir iktisatçının yorumladığı şekilde konuya hakim değilim.Hakim olmadığım konuda da susarım.Dinlemek ve okumakla yetinirim.Ersin beyle Tan bey arasındaki tartışmada da bunu yaptım.Keyifle okudum,kısmen de yararlandım.Ancak bir konuda bilgi sahibi olmak,belirli bir birikime sahip olmak demek,gerçeklerin görmezden gelinerek pratikte gerçekleşmiş bir takım olay ve olguların ıskılanmasına gerekçe teşkil etmez.
Şuraya getireceğim:28 Şubat süreci sırf bir talana ön zemin hazırlasın diye sahnelendi.Bankaların içi boşatıldı ve hortumlandı.Milyar dolarlar iç edildi deyim yerindeyse.Peki bu soygunu şimdi neyle açıklamalı?Bugünkü hükümetin küresel sermayeye endekslenerek ne-liberal politikalara yelken açtığı iddia ediliyor.Dedim ya işin bu derin kısımlarını pek bilimiyorum.Ama bir sorum olacak.Acaba memleketi soyup soğana çeviren 28 Şubat sonrası talan neo-liberal diye tanımlanan şimdiki ekonomik programdan daha çok mu ülkeye yarar getirdi?
İmdi,geçmişte yaşanan her türlü talan ve vurguna eleştiri getirmeksizin bugünkü programı yerden yere vurarak kavramlarla boğmak ne kadar gerçekçi?Bir kere ülkeyi soyan talancıların yarattığı borç batağını vatandaş olarak vergilerimizle ödemeye devam ediyoruz.Bu ülke bir anda fakirleşti ve geriye gitti.Kısacası bir slogana dönüşen neoliberalizmeden çok daha büyük tahribatlar yaşandı.
Dolayısıyla,ülke kaynaklarının bir rgup hortumcu tarafından talan edilmesi bugün yaşamakta olduğumuz sosyal eşitsizliğin birinci nedenidir.Elbette ortada bir gelir adaleti yok ve bu anlamda hükümetin ekonomik icraatları eleştirilebilir.Ancak,onca felaketin görmezden gelinerek meselenin salt kavramlara sıkıştırılması da doğru değildir.Zira,bugünkü ekonomik sıkıntılara zemin hazırlayan sistem sorgulanmaz ve sorumlulardan hesap sorulmazsa haklı eleştirilerin de bir anlamı kalmaz.
İşte bunun için her şeyden önce bir alternatif sunmak gerkiyor.Nedir bu alternatif?
Önclikle “suyun başını tutan”güç odaklarının iktidarına çomak sokmakla başlanabilir.Zira sistemin devamını sağlayan ikdidar ilşkileri vardır.TÜSİAD bu anlamda bir örnektir.Yeni Anayasa’ya mesafeli kalması bir tesadüf değildir.Çünkü muslukların kapanmasını istemezler,çünkü bu memleketin kaynaklarını istedikleri gibi çarçur edecek bir sistem kollayıcılığına ihtiyaç duyuyorlar…İMF’den paralar gelsin,bu paralara el konulsun ve vatandaşın sırtından çıksın.Yoksa ne diye AB’yle ilgili,demokratikleşmeyle ilgili “olumlu”raporlar hazırlayan TÜSİAD birden çarkedip 82 cunta Anayasasına dört kolla sarılır oldu?Neden ekonomik bir kurum olmaktan öte bir siyaset kurumu gibi faaliyet içindedirler?Aynı şekilde TOBB de benzer faaliyetler peşindedir.Amaç,kendi çıkarlarına hizmet edecek sistem ve iktidarı etkin kılmaktır.
Dolayısyla,rant imparatorluğunun sürmesi için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.Ve bunu da asker-yargı işbirliğiyle bir vesayetle sürdürebileceklerini çok iyi biliyorlar.Bu bakımdan,gerçekler bu denli yalın ortadayken bu saaten sonra teknik kavramlar doğrusu bana çok da ikna edici gelmiyor.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
bu anayasa değişikliğinin ne farkı var anlamıyorum. 82 anayasası cumhurbaşkanı seçer demiş yargı elemanlarını, bunlar bir de tbmm koydu yanına, 3 tane de üye getirdiler yökten.
pes doğrusu
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
Ersin bey size göre çok temel farklar olmayabilir ve yetersiz bulabilirsiniz anayasa değişikliğini.Ben de yeterli bulmuyorum,demokratik alanlar çok daha geniş tutulabilir,böylelikle ülkede sıkıntısı çekilen sorunlara çözüm kapıları aralanmış olabilirdi.Ne var ki köklü reformlar yerine yer yer iyileştirmeler var.Burada yeni değişiklikleri tek tek aktarmak istemiyorum.Eminim siz de incelemişsinizdir.Ancak buna karşın,yeterli bulmamak-hattı karşı olmak-ayrı bir şey,doğrudan “istemezuk”demek çok daha ayrı bir şey(bu belirleme şahsınıza yönelik bir eleştiri değil,hayır blokunu oluşturan resmi-sivil kurum temsilcilerinedir).
Yukarıya alıntıladığım cümlenizi tamamlayan şu itirazınızdan yola çıkalım:
demişsiniz.Görüşlerim çok anlamsız ve garabet bulmuş olmalısınız ki cümlenin sonuna “pes doğrusu”demeyi de ihmal etmemişsiniz.Sorun değil.
Peki,idda ettiğiniz gibi eskisine göre çok da farklı değişiklikler içermiyorsa;sendikalardan işveren örgütlerine,yüksek yargı kurumlarından esnaf ve ticaret odaları gibi sivil kuruluşlara kadar yükselen bu ciddi itirazın sebebi nedir acaba?Madem suya sabuna dokunacak ciddi bir değişiklik yok neden bu denli cansiperane bir şekilde eski yapısında ısrar ediliyor anayasanın.Daha iki gün önce yargıtay başkanı değişikliklerin argı bağımsızlığına müdahale olduğunu açıkladı.Demek ki bir hayli değişiklik olacak ki kendilerini daha çok ilgilendirdiği için birileri bu denli isyan bayrağını açmış bulunuyor.Yoksa ne diye paçaları bu kadar tutuşuyor?Alt tarafı parlamentodan da yüksek yargıya üye seçilecekse bunda ne var bu kadar panikleyecek:)
İşte asıl mesele tam da budur.Yani biz vatandaş olarak eksik veya yetersiz görelim;destekleyelim ya da desteklemeyelim yeni değişiklerle asker ve yargı tekelinin kaldırılmaya çalışıldığı gerçeği var.Vesayetçiler de bu imtiyazlarından vazgeçmek istemiyorlar.Bu vesayet rejiminden nemalananlar(medya-ticaret-siyaset üçgeni)elbette sonuna kadar eski yapısında direneceklerdir anayasanın.Kısacası bu panik hali hiç de boşuna değil.Ne var ki olan vatandaşa oluyor.Köşe başlarını tutanlar,her türlü ideolojik kirlilikle kafaları karıştırıyor.Oysa sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmesi,suç işleyen askerlerin de sivil mahkemelerde yargılanmasının yolu açılması acaba demokrasi açısından nasıl bir tehlike arzadiyor doğrusu anlamak çok zor.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
…parlamentodan da yüksek yargıya üye seçilecekse…yerine
parlamanto da yüksek yargı kurumlarına üye seçebilecekse.olacaktı.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
önemsiz olduğunu söylemedim, 82 anayasasından geri kalır bir yanı yok dedim. Bir başka deyişle, herhangi bir çözüm sunmuyor yargıdaki kast sistemine. sadece birinin adamları değil başka birinin adamları doluşacak bu sefer.
tekrar yazayım, ne farkı var derken, demokratiklik bilmemne yönüyle ne farkı var diyorum. oyumu vermek için 550 km yol gideceğim, benim için gayet önemli açıkçası.
Yazan:ali duman Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
sahte yokluklar yaratarak Ecevit hükümetini yıkan TUSİAD, o günden bugüne topluma şirin görünecek şekilde kendini maskeleme ihtiyacında olmuştur.
esasında hiçte demokrat bir anayasa istemediği halde, anayasa değişikliği ve yeni bir anayasa talebini dillendirip durmuştur, hatta bu uğurda verilen ilanlara da katılmış, işi daha öteye götürerek demokratik bir anayasa taslağı dahi hazırlamıştır, ancak ne varki hazırlattığı demokratik anayasa taslağı için gizli bir gerekçesi vardır, “uygulanmamak kaydıyla” bilgisi, bilmesi gerekenlere verilmiştir, halkımız pek tabiki bu bilgiden azadedir.
rekabetçi AB düzeni, hakim sınıfın (yani tusiad’ın) rekabet etmeden devleti hortumlama sistemini yıkacağı için ve bu nedenle AB’ye üyeliği hic istemediği halde, sahtekarca ve takiye yaparak ister görünmekte, elinde tuttuğu medya gücüyle de topluma “AB bizi zaten almayacak” düşüncesini yaymaktadır. “AB bizi zaten almaz ve almayacak” mantığı doğru ve geçerli değildir, doğru olanı takiyeci ve statükocu hakim sınıfın AB’nin bizi dışlaması için elinden geleni arkasına koymayacak siyaseti -takiye yaparak- yürütüyor olmasıdır. TUSİAD’ın (ve diğer benzerlerinin) AB’nin dahi onayladığı ve çok yerinde bulduğu anayasa değişikliğine karşı duruşları bu ikiyüzlülüğü ve takiyeyi ispatlayan en somut olgudur.
asıl en yakıcı olanı ise TUSİAD her daim topluma şirin gözükme siyasetini yürütürken elini ateşe sokmayıp her daim maşa kullanmıştır. kendi çıkarlarına uyan ekonomi yönetimini imf üzerinden, siyasi yönetimi ise ordu-asker/yargı/ bürokrasi üzerinden yürüte gelmiştir.
hiç bir emare ve delil olmadığı halde 8 yıllık iktidarı gizli ajandası olmakla suçlayanların, aslında kendilerine ait gizli ajandaları olduğu ortaya çıkmış ve bu gizli ajandanın içeriğinin darbe, faşizm, katliam ve kaoslarla bezeli olduğu gözler önüne serilmiştir. (balyozlar, kafesler, papaz cinayetleri, danıştay baskınları, hirant dink cinayeti, orhan pamuk’un tehdit edilmesi, en son dörtyol ve inegöl pravokasyonları …)
bu ülkede gerçek takiyecilik chp ve başta tusiad olmak üzere diğer vesayetçi ve statükocu yandaşlarca yapılmaktadır.
iktidarın dini kullandığı ileri sürülürken, bu takiyeci cephe din dahil her türlü argümanı (din/şehitlik, milliyetçilik, ırkçılık (türk/kürt), terör(pkk,dev-sol, hizbullah, ibda-c , tkp gibi sahte sol oluşumlar dahil) , darbe, muhtıralar, ordu-asker, yargı, bürokrasi, faili meçhuller, katliamlar, sahte komplo teorileri, sevr paranoyası, bop paranoyası vb) kullanmaktan çekinmemiş ve bu argümanları tepe tepe kullanmış, kullanmaya devam edegelmiştir.
bin tane günahı olan ve artık miadını doldurduğu için çökmekte olan vesayetçi sistemin artıklarının “dini kullanıyorlar” nidaları atmaları çok garip ve komiktir, hadi diyelim ki iktidar dini kullanıyor, “a be kuzum sen din dahil her şeyi kullanıyorsun oluyorda, iktidara gelince niye olmuyor” diye sormazlar mı insana? “önce bir aynaya bak” demezler mi insana? (dün gece bir tv kanalında vesayetçi sistemi savunmak için kendini yırtan, her cümleyi getirip iktidara çakan vesayetçiliğin kuyrukçuluğunu üstlenmiş nuray mert isimli akademisyen katılımcıyı izledim, ama sinirlenmeden, sadece acıyarak ve komik bularak, bu hanımefendiye sormak gerekir arkasında ordu ve/veya silahlı bir milis gücü olmayan iktidardan nasıl oluyorda “sivil dikta” çıkarabiliyor? bunun adı takiye değil, bunun adı düpedüz çarpıtma, hemde bilerek ve isteyerek çarpıtma, ancak ne adına? kimin adına? ve niye?
Yazan:ali duman Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
sn. ersin,
ne farkı yok derken sanırım bir samimi bir yaklaşım içerisinde değilsiniz, zira okuduğunuzu anlayabildiğinize dair hiç bir şüphem yok.
hiç farkı olmadığı için mi daha dün koltuk değnekli, tekerlek sandalyeli engelliler ellerinde “EVET” yazılı pankartlarla tünelden taksime yürüdüler.
pozitif ayrımcılıktan dolayı sırf onlar için dahi (sayılarının 8.5milyon olduğu söyleniyor) bu değişiklikler anlamlıdır.
normal demokrasilerde olması gereken haklara vesayetçi-oligarşik diktatörlük yüzünden 85 yıl sonra kavuşuyor olmamız başlı başına bir devrimdir, bu yaşanarak görülecektir, kaldı ki, hayır çıksa dahi, bundan sonra geri dönüş yoktur, mevcut anayasanın miadını doldurduğu, hükmünü yitirdiği artık ayan beyan ortaya çıkmıştır. (bu sayede yeni bir anayasanın gündeme gelmesi bile çok anlamlıdır, aksi takdirde bunu sonsuza kadar beklememiz gerekebilirdi, statükonun da tüm dileği ve arzusu böyledir mutlaka)
yeni anayasa ihtiyacını deşifre etmesi açısından dahi önemli bir adım atılmış, önemli bir eşik geçilmiştir.
chp, 110 milletvekili bulamamış olsa (ki bu kadar milletvikili sahibi değil) o meşhur anayasa mahkemesi başvuruların yapamayacaktı, oysa değişiklikle TEK BİR YURTTAŞ DAHİ ANAYASA mahkemesine başvurabilecektir, bu bile başlı başına bir devrimdir. -kemalist diktatörlüğü ve onun 12 eylül faşizmini aşma anlamında-
vesayetçi sistemin kilit noktası olan HSYK’nundaki kast yapı kırılıyor, 12 eylül faşizminin yarattığı bu oluşum, demokratik bir ülkede nasıl olması gerekiyorsa o şekle getiriliyor, 10 üyesi HAKİM VE SAVCILAR tarafından seçilecek, bunun anlamı DEMOKRATİK MEŞRUTİYET tartışmasına son vermektir.
şimdi bunları anlamamak, anlamazlıktan gelmek, bir arpa boyu yol alabilme anlamında bu ülkenin demokratikleşmesi için yüreğini koyanlara, canını koyanlara, hatta bu uğurda yaşamını yitirenlere, işkencelerden geçenlere, işkencelerde sakat kalanlara, haksız yere hapis yatanlara, faili meçhullere kurban gidenlere hakarettir, zira sol’da sağ’da bu anlamda mağdur olanlar çok anlamlı bir şekilde “EVET” vereceklerini açıklamışlardır. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” yerinde bir sözdür.
12 eylülü de, onun yarattığı kurumları da savunmak bir fikirdir, bir düşüncedir, en azından bunu açık ortaya koyabilmek bir dürüstlüğünde göstergesidir, zira bu fikirde olup, bunu çeşitli şekillerde maskeleme durumunda olmak, gizliden gizliye savunma adına, açıktan açığa değişikliklere karşı olmak düşünsel dünyamıza bir katkı sağlamayacaktır.
“12 eylülcülere yargı yolu açtığı için değişikliklere karşıyım” diyen ali şen, bence bu fikirde olup bunu gizleyen ve yapılan değişiklikleri karalayanlardan daha saygındır. zira şeffaflık ve açık yürekli olabilmekte önemli bir şeydir, diğerine kıyasla.
not: “evet” çıkması durumunda, chp ve yandaşlarının “hile yapıldı” mızıkçılığına hazırlıklı olalım, benden söylemesi.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
Ecevit’i niye yıktılar Ali Duman. ABD’nın Irak işgalina katılmayacağı için. Tayyib’i getirdiler. Biliyorsun Tayyip Erdoğan, ne kadar hiddetli ve gönülden, ABD’nin oradaki insanları katletmesine ortak olmamız için uğraştı. Ama sonucunda neyseki başarılı olamadı.
Neyse şunun üstüne söz söylemeye gerek yok sanırım.
Yazan:ali duman Tarih: Eyl 8, 2010 | Reply
@ Ersin,
Ecevit’in yıkıldığı dönem derken 1970’li yıllardan söz ediyorum, gazetelere ilanlar vererek, en temel gıda maddeleri olan sana yağı vs, benzin mutfak tüpü gibi yokluklar yaratılarak Ecevit iktidarı yıkılmış, yerine MC hükümetleri ve akabinde de 12 eylül darbesi gelmiştir.
Aklını AKP ile bozunca dünü unutmuş olmak gibi bir handikap ortaya çıkıyor, bu AKP ile bozmaya nedense bir türlü akıl erdiremiyorum. AKP sandıktan çıktı, getirmesini bilenler gerektiğinde götürmesini de bilirler, bu düşmanlığı anlayamıyorum.
Sanki AKP öncesi bu ülke çok mu iyiydi? 16 bankayı kimler soymuştu? 17.500 faili meçhuller de AKP döneminde mi işlenmişti? ülke 3-5 çapulcudan sorulurken (çatlı, çakıcı, peker vb.), ETÖ ile korku imparatorluğu yaratılmışken, faşist tosuncuklar futursuzca cinayetler işlerken daha mı iyiydi?
AKP’den önce bu ülke ABD yandaşı ve müttefiki değil miydi? NATO’ya da AKP mi katıldı?, AB ile ilgili Ankara Antlaşmasını da AKP’mi imzaladı? yoksa AKP kendisine muhtıra verilince kendinden öncekiler gibi ŞAPKASINI ALIP kaçan mıydı? İMF’nin önünde kendinden öcekiler gibi diz mi çöktü? ya da İMF’yi Türkiye’nin başına AKP’mi musallat etti? ya da dillerden düşürülmeyen milletvekili dokunulmazlığını AKP’mi icat etti? %10 barajını AKP’mi icat etti? bunların kaldırılmasını talep edenlerin akılları AKP’den önce neredeydi?
aklını AKP ile bozanların elle tutulur hiç bir yanını görmemek ne hazin, ülkenin en temel sorunu ülkeyi AKP’ye muhtaç edenlerin acizliği ve pişkinliğe varan koflukları.
oysa bugün ülkenin AKP’den daha iyi bir alternatif sunabilecek bir muhalefete ihtiyacı var, yalan ve dolanla, AKP’ye küfür ve hakaretle yatıp kalkan bir muhalefete ve muhalif olmak adına milli iradeye düşmanlık yapanlara değil.
Yazan:ersin ... Tarih: Eyl 9, 2010 | Reply
“Ecevit’i niye yıktılar Ali Duman. ABD’nın Irak işgalina katılmayacağı için. Tayyib’i getirdiler. Biliyorsun Tayyip Erdoğan, ne kadar hiddetli ve gönülden, ABD’nin oradaki insanları katletmesine ortak olmamız için uğraştı. Ama sonucunda neyseki başarılı olamadı.
Neyse şunun üstüne söz söylemeye gerek yok sanırım.”
buna verecek cevabın yok sanırım.
Akp beni katil yapmak istedi ali duman. Iraktaki onca masumun katlimına ortak olmamı istedi.
Düşün; acaba, milletvekilleri iradelerini kullanmayıp, o teskerenin geçmesine izin verseydi Irak’taki katliam haberlerini izlerken ne hissedecektik.
Tekrar söylüyorum, AKP beni katliama ortak etmek istedi. Şükürler olsun ki o teskere geçmedi ve çocuklarımız, torunlarımız 50 yıl sonra bizden nefret etmeyecekler onca insanın katline ortak olduk diye.
Yazan:ali duman Tarih: Eyl 9, 2010 | Reply
ersin,
insan görmek istediğini görür, istemediğini görmez ise aynen sizin düştüğünüz duruma düşer.
ağacı görüp, ormanı görmemek buna denir, cakla cukla iş olmaz, gerçeklere bakmak gerekir, sonuçta akp’li milletvekillerinin de sağduyusu ile teskere geçmedi.
tarihi sizin gibi okuyana da ilk kez rastlıyorum, ben Ecevitin 1978’deki döneminden söz ediyorum, siz hala inatla son döneminden söz ediyorsunuz, sanırım yazdıklarımı okumadan cevap yazıyorsunuz.