Acemi bir yazarın ilk romanı: Dağların Adamı Barnabo (Dino Buzatti)
By Suzan Nur Basarslan on Ağu 31, 2010 in edebiyat, Kitap Sohbeti, roman, Sanat
Her yazar okur için farklı bir yolculuktur ve her yazar farklı bir yolculuk yapar. Kimi tek bir romanla[1] o’dur; kimi yıllarca süren bir arayışın sonunda o olur. Dino Buzzati[2] yıllarca süren yolculuğuyla, arayışıyla adını kabul ettiren yazarlardan biridir. Tatar Çölü’yle önce Fransa’da sonra da yirmi dile çevrilerek tüm dünyada tanınan ve hala baskısı yapılan bir romanın[3] sahibidir Buzzati. Tatar Çölü; roman tekniği, üslubu, iki düzlemle ilerleyen kurgusu, betimlemeleri, kazandırdığı Drago karakteri ile gerçekten ölümsüz romanlar arasında özel bir yere sahiptir.
Buzzati’nin ilk romanı, üzerinde iki yıl çalıştığı, birkaç kez düzeltme yaptığı ve -hala kusurlu bulduğu- 1933 yılında basılan Dağların Adamı Barnabo adlı romanıdır. Bu romanın özelliği, -romanın içinde değil tam tersine dışında- tüm kusurlarına rağmen, bir yazarın başlangıç noktası hakkında okuyucuya çok şey anlatmasıdır.
Dağların Adamı Barnabo’nun konusu; yol yapımı için kullanılması gereken cephaneliği korumakla görevli olan orman bekçilerinin haydutlara karşı cephaneliği yıllar boyunca korumaları’dır. Del Corre, Berton ve Barnabo roman içinde karşılaşılan roman kişileridir. Ama karakterden çok tip olarak karşımıza çıkarlar. Derinliğine ruhsal betimlemeye girilmez. Sadece Barnabo’nun başına gelenlerden onun kahraman olma hayalini, korkularını, edilgenliğini çıkarımsarız.
Silahlı çatışmaya girmeyip kovulan, beş yıl çiftçilik yaptıktan sonra San Nicola’ya dönen ve eskiden ormancı olarak çalışırken dönüşünde sadece, cephaneliğin gereksizliği anlaşıldığı için kapatılmasıyla boş kalan ormancı evine bekçilik yapmaya başlayan Barnabo. Döndüğünde hala yaşadığı utancı telafi etme arzusu ve tam bunu telafi edeceği an geldiğinde, haydutların da kendisi gibi yaşlandığını, artık koruyacak hiçbir şey kalmadığını ve hayalinin anlamsızlığını fark eden Barnabo… hayallerini kaybeder, kariyerini kaybeder, sosyal statüsünü kaybeder, ümitsizdir, başarısızlığa uğrayan her birimiz kadar ümitsiz…
Buzzati romanlarında roman kişileri, her yerde karşımıza çıkan kişilerdir ve romanların bir diğer özelliği de budur ama burada bu özellik ham olarak karşımıza çıkar. Dıştan gözlem olduğu için -yer yer kahramanın ağzından konuşmalar ve monologlar olsa da- karakter yaratma ve karakter tahlili konusunda zayıf kalır roman. Barnabo, derinlemesine işlenmemiştir ama Drago’nun ön-habercisidir de bir yandan.
Roman teknik kusurlarla doludur. Günlük dil, kimi yerde özentisiz bir şekilde karşımıza çıkar. Eserin girişinde Del Colle’nin anlattığı yavan hikayeler düşük cümlelerle verilir. Anlatıcı kişi olayların içindedir, gözlemci bakış açısı gibi görünse de kimi yerlerde kahraman anlatıcı bakış açısına geçişler olduğundan ikisi arasında düzensiz geçişler akıcılığı bozar. Kimi yerde okuyucuya dahi seslenen bir anlatıcı ile karşı karşıyadır okuyucu. Betimlemeler çok da başarılı değildir. Zamanda geri dönüşler ise ciddi anlamda başarısızdır.
Teknik anlamda başarısız olan bu romanın içeriğine baktığımızda, Tatar Çölü yazarının işlediği konuların ham halleriyle karşılaşırız. Mardenlerin evinin çürümesiyle, hayata bakış açısının, gidememenin, takılı kalmanın, edimsizliğin ve edilgenliğin işaretini verir okuyucusuna Buzzati. Bunu Barnabo’nun haydutlarla çatışma hayali kurarken çatışmadan kaçması, işinden kovulması, hep bu utancı telafi etme hayali kurması ve yıllar sonra bunun anlamsızlığını fark etmesi ile de pekiştirir.
Barnabo’nun Del Corre’nin ölümüne üzülmemesi, “hayatının işte böyle… evinin yakınında ve sonsuz hikâyelerle son bulması” hele ki kimsenin anlayamayacağı “hayallerle” son bulmasını daha iyi kabul etmesi, cenazede farklı kaygıların ortaya çıkması ile yabancılaşma’ya dair -çok da belirgin olmayan- bir ipucu verir.
İşe yaramayan bir cephaneliği beklemek, korumak, onun için ölmek, büyük zafer kazanmak… amacının anlamsızlığının fark edilmesi ama bir şekilde işsiz kalmamak, bir değişikliğin beklentisiyle her şeyin farklı, daha iyi olacağına inanmak gibi sebeplerle bu “bekleyiş”, bu “farkına varış” yıllara yayılır ki Buzzati romanlarında zaman dilimi çok uzun yılları kapsamaktadır. Bu romanda da Barnabo’nun San Nicola’yı terk ettikten sonra geri dönüşüne kadar geçen süre dahi beş yıldır.
Dağa yönelik yazarın duyduğu sevgi ve özlem özellikle betimlemelerde kendisini göstermektedir ki bundan sonraki romanlarında da bu sevgiyi mutlaka işlemiştir yazar.
Romanda yaralı karga, olacak olan şeylerin habercisi olarak karşımıza çıkar. Kimi yerde kötü bir olayın, kimi yerde özlemin, kimi yerde ayrılığın işaretidir. Özellikle Tatar Çölü’nde bu işlevi rüyalar yoluyla ortaya koymayı tercih etmiştir yazar. Hayata dair özellikle günlük yaşantımıza dair tespitler de yer alıyor romanda ki bu, yazarın ayrıntıları yakalama başarısını işareti olarak karşımıza çıkar.[4]
Büyük zafer kazanma hayali, beklentisi, bekleyişin uzaması, hayalin gerçekleşmemesi, hayal kırıklığı, hayalin anlamsızlığı…ve teslimiyet. Buzzati romanlarında karşımıza çıkan bu konular, bu romanda Barnabo’nun hayatı ile vücut bulur.
“Her şey zaman içerisinde yok olacaktı; aptalca utancı, karga, Bersaglio kasabası, Berton’un yola çıkışı… her sabah güneş dağları aydınlatacaktı. Sonbahar gelecek, kar yağacak, sonra da ilkbahar şarkıları söyleyecekti…” [5]
Ve hayalin bitişi:
“İşte Barnabo geri dönüyor. Az önce dağlarda bir nevi büyü bozuldu. Dağlar artık tamamen yalnız kaldı; ne haydutlar ne cinler… Bunların hepsi bitti. Yavaş adımlarıyla ormanın arasından ilerliyor…”[6] “Tüm yeryüzünde hayat kesintisiz geçmeye devam ediyor.” [7] Hayatın kabulü. Hayallerle harcanan ve uzun bekleyişlerle geçirilen edilgen bir hayatın sonunda olduğu gibi kabul edilmesi… Bu noktada çoğumuzun kişisel hikayesi aslında bu roman. Hepimizin değil ama.
Şu bir gerçek ki, bu romandan Tatar Çölü’ne kadar olan dönemde yazar kendisini gerçekten her anlamda -üslup, biçim, içerik- geliştirmiş. Yazar “Gerçekten çok uzun ve yorucu bir çalışma oldu. Bugün baktığımda bir-iki kusur buluyorum; ama benim için özellikle zor olan, bir dil arayışıydı. Yazmanın ne demek olduğunu bu şekilde anladım. Asla yayımlamayacağını düşünerek yazdığım tek kitap oldu.” der.
Uzun bir yolculuğun başındaki romandır Dağların Adamı Barnabo. Size bir okur olarak bir yazarın yolculuğunu, yazma uğraşısının zorluğunu, vazgeçmemeyi, başlangıçların hayallerdeki gibi kolay ve mükemmel olmadığını anlattığı gibi, hayatın zahmetli tarafının ve bu zahmete katlananların aldıkları yolu da gösterir.
Her kahraman yazardan bir parçadır, bazen zıttı bazen aynısı. Drago ya da Barnabo’da yazara dair çok şey buluruz ama yazarın tüm bu yazma sürecinde aldığı yola baktığımızda, yazarın kahramanları Drago ya da Barnabo gibi olmadığını da anlarız.
Bu roman, hele de Tatar Çölü’nü okuduysanız, size çok tat vermeyebilir. Ama bu roman, yazmanın aslında ne kadar zahmetli ve kıskanç olduğunu kabul ediyorsanız size bir okur olarak çok şey anlatacaktır.
Başta da söylendiği gibi, her yazar okur için farklı bir yolculuktur ve her yazar farklı bir yolculuk yapar. Kimi tek bir romanla o’dur; kimi yıllarca süren bir arayışın sonunda o olur. Dağların Adamı Barnabo ile Tatar Çölü’nü art arda okuduğunuzda “o” olmanın bir yazar için hiç de kolay olmadığını fark edeceksiniz.
Ve fark etmek okurun payıdır.
[1] http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=99&newsId=1340
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Dino_Buzzati
[3] http://www.derindusunce.org/2010/05/07/tatar-colu-dino-buzzati/
[4] Dağların Adamı Barnabo, sayfa 100.
[5] Dağların Adamı Barnabo, sayfa 147.
[6] Dağların Adamı Barnabo, sayfa 148.
[7] Dağların Adamı Barnabo, sayfa 149.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın