RSS Feed for This Post

YAKINDA: 12 Eylül’de deniz donabilir, darbeciler yargılanabilir

Bir iki gün içinde yazarlarımızdan Cemile Bayraktar tarafından hazırlanan harika bir dosya yayınlayacağız: “Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde, 12 Eylül Darbesi”. 12 Eylül sürecini yaşamış, biri solcu, biri islamcı ve diğeri ülkücü, üç insanın gözüyle hem 12 Eylül 1980 darbesini hem de yakında yapılacak referandumu ele alacağız.

Biz insanlar geçmişe bakarak geleceği tahmin edebileceğimizi sanırız. Çünkü kısacık hayatımızda benzer sebepler benzer sonuçlar doğurmuştur. Sadece bilimde değil siyasette de hep bu sebep-sonuç zincirlerine bakarak yaşarız.Bir türlü halledilemeyen sorunlar karşısında  “Burası Türkiye, ne yaparsın? Böyle gelmiş böyle gider” deriz.

Oysa tarihte öyle günler vardır ki insan aklına haddini bildirir, tevazuya davet eder. Meselâ bir süvari birliğinin kıyıdan 80 km açıkta demirlemiş savaş gemilerini esir aldığı o 19 ocak 1795 günü de böyle bir gündür.

Fransız general Jean-Charles Pichegru’nün komutasındaki süvarilerin piyadelerle birlikte buzlarla kaplı suların üzerinden tıkır tıkır geçtiği, donmuş denizde yan yatan gemilerin gökyüzüne dönük toplarıyla hiç bir şey yapamadığı o tuhaf gün. 850 topla donanmış 14 savaş gemisinin bir süvari birliğince mağlup edildiği bu olay askerî tarihte tektir. Ama tümevarım yöntemiyle ürettiğimiz “bilginin” ne kadar zayıf olduğunu göstermeye yeter de artar.

Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat var. 13 Eylül sabahı bir sayfayı çevirebiliriz. Memleketi koruması için eline silah ve yetki verilenlerin eşkıya gibi davrandığı, bizim paramızla alınmış silahları bize doğrulttuğu bir ülke bizimkisi. Kurtuluş savaşında düşman işgalinden kurtardığımız ülkemizi kendi ordumuzun işgalinden kurtaramıyoruz bir türlü.

Şöyle bir düşünün, Rus ordusu Türkiye’yi işgal etse, halka işkence yapsa, milletvekillerini ve başbakanı idam etse, anadilimizi konuşmayı, dinimizce örtünmeyi bize yasaklasa… Tam bir kâbus değil mi? Ama biz bu kâbusu bize yaşatan darbeciler var. Hatta 12 Eylül 1980’den sora dayatılan darbeci anayasa hâlâ yürürlükte. Ve bu üniformalı eşkıyaları bugüne kadar adaletin karşısına çıkaramadık. Bu durumdan cesaret alan eşkıyalar yeni darbe planları yapıyorlar.

Kader midir bu? “Burası Türkiye, böyle gelmiş böyle gider” mi diyeceğiz? Yoksa özgürce seçme kabiliyetimizi ve hakkımızı kullanarak “Böyle gelmiş ama böyle gitmez” mi?

Kendi hesabıma “Böyle gelmiş ama böyle gitmez” diyorum çünkü kötülük kader değildir. Çünkü tümevarım bilgi üretmez, bir alışkanlıktan ibarettir. Sebeplerin kudreti yoktur! Çünkü aklımızı ve vicdanımızın bu güne kadar susturulmuş olması bundan sonra da böyle olacağını ispat etmez. Geleceği tecrübe edebileceğini sananlar tarihte hep rezil olmuştur.

12 Eylül’den itibaren deniz donabilir, darbeciler yargılanabilir. Darbecilerin postalları altında inlemek ya da insanca yaşanacak bir Türkiye’nin kapılarını açmak özgürlüğüne sahibiz hepimiz. Korku matkabı zekâ duvarını deler mi? isimli  makaleden bir  alıntı ile sözlerimize son verelim ve tümevarım yönteminin sınırları ile sebebin kudreti(!) üzerine tefekkür edelim:

 “…Mantıklı hindi çiftliğe varır varmaz her sabah saat 9′da yem verildiğini fark etti. Ama iyi bir tümevarımcı olduğu için hemen bir sonuca varmak istemedi. Bekledi ve her gün tekrar tekrar gözlemledi. Bu gözlemlerini değişik koşullarda tekrar etti: Çarşambaları, perşembeleri, sıcak ve soğuk günler, yağmurlu ve yağmursuz günler. Her gün yeni bir gözlem ekledi ve sonunda bir sonuç çıkardı: “Her sabah saat 9′da yemek veriliyor bana”. Fakat bir yılbaşı günü kural bozuldu: Mantıklı hindi saat 9′da yemini beklerken boynu kesildi….”

Matematikçi ve epistemolog Bertrand Russell‘ın bu basit örneği bize tümevarım yönteminin zayıflığını ne güzel açıklıyor. İçinde yaşadığımız dünyada olacak olan şeyleri bir sebep-sonuç şablonuna yerleştiriyoruz. Eskiden olmuş şeylere bakarak yakında olacak şeyleri kestirmeye çalışıyoruz.Bilimsel araştırmalar da böyle işliyor. Bir miktar deney ve gözlem yapılıyor, ardından bir “kural” üretiyor/keşfediyor bilim adamları. Bu kurallara, ilkelere dayanarak uçaklar, bilgisayarlar ve bombalar üretiyor mühendisler.

Oysa sebep-sonuç ilişkisi bir güç değil, adı üzerinde bir ilişki. Cisimlerde, varlıklarda bir şeye sebep olabilecek bir güç yok. Ama bizim insan olarak ihtiyacımız var bu ilişkiye. Psikolojik bir ihtiyaç bu. Bunun bir yanılgı olduğunu idrak etmek ise hiç kolay değil. Meselâ Newton “yerçekiminin ne olduğunu bilmiyorum, sadece çekim kuvvetinin miktarını hesaplamaya yarayan bir formül yazdım ben” dediğinde diğer fizikçiler tarafından şüphecilikle suçlanmış.

Sebep-sonuç ilişkisinin bir vehim olduğunu en güzel dile getiren düşünürlerden biri sanırım  David Hume:

“…Gereklilik fikri algılarımızla teyid ettiğimiz bir şey değil. Demek ki içimizden gelen bir izlenim bu veya düşüncelerimizin sonucu.[…]Neticede gereklilik ya da sebep-sonuç ilişkisi (=illiyet) varlıklardan kaynaklanan bir olgu değil. Biz olayları gözlerken onları sebep ya da sonuç olarak birbirine bağlıyoruz. Gereklilik bizim düşünme alışkanlıklarımızın bir sonucu. “yan yana” gelen, aynı anda olan veya biri diğerinden önce meydana gelen olayları birbirine bağlamak için ürettiğimiz açıklamalar bunlar. Geçmişte olmuş olan şeylere bakarak gelecekte de böyle olacağı beklentisi içine giriyoruz. Akıl yürütme değil alışkanlıktır insanın rehberi. Eğer alışkanlık olmasaydı hiç bir şeyden emin olamazdık ve belleğimizde o an taze olanlar ve hemen o sırada algıladıklarımız dışında hiç bir şey  bilemezdik. Gereklilik hissi olmasaydı insanlar ne hareket edebilirlerdi ne de düşünebilirlerdi….”(David Hume’un Human Understanding adlı eserinden serbest bir çeviri ile)

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin