Risâletü’t-tevhîd (Hz. Gazâlî)
By Mehmet Yılmaz on Eyl 15, 2010 in Hz Gazâlî, Kitap Sohbeti
Bir kitabın fiatı içindeki bilgilerin kıymetiyle orantılı olsaydı Gazâlî Hazretleri’nin yazdığı 30 sayfalık Risâletü’t-tevhîd‘i satın almaya kimsenin gücü yetmezdi sanırım:
“Nasıl ki dil ile “ateş” demek dili yakmıyor, “su” demek harareti gidermiyor, “ekmek” demek karnı doyurmuyor, “kılıç” demek vücudu kesmiyorsa; aynı şekilde, sadece dille kelime-i tevhidi söylemek de kişiyi kötülüklerden (ALLAH’ın rızası dahilinde olmayan hallerden) alıkoymaz. […] Söz kabuk, mâna özdür. Söz sedef ise, mâna incidir. Öz olmayınca kabuğu neylersin. İncisi olmayan sedef neye yarar. Kelime-i tevhidin sözcükleri ve mânası, beden ile ruh gibidir. Ruhsuz beden bir işe yaramadığı gibi, kelime-i tevhid de mâna olmaksızın hiçbir fayda sağlamaz.”
Bir bardak çay fiatına, Semerkand yayınlarından çıkmış, 2.5 TL! Ama internette ücretsiz paylaşan siteler de var. Ne anlatıyor bu kitap?
Hüccettü’l-İslâm’ın eserlerinin hepsindeki “çekirdek” mânâ var bir kere. Din’in aklî yanı, yönü, kısmı en az naklî kısmı kadar büyük ve en az o kadar önemli. Ezbere kabul edilen değil tersine akledilen ama aynı zamanda haz edilen, kalp ile zevkine varılan bir şeydir… baş harfi büyük yazılmak üzere “Din”. Bunu öğreniyoruz bu merhametli öğretmenden.
Hz Gazâlî çokça övülmüş ve değişik ünvanlara layık görülmüştür. Eğer bana düşseydi ona bir ünvan daha tasavvur etmek, içinde “merhamet” geçen bir ifade arardım. Merhametli Alim veya şefkatli öğretmen gibi bir şey. Neden?
Hani yeni bir ilaç kullanırsınız da öksürüğünüz pat diye geçer, hemen komşunuza, iş arkadaşlarınıza söylemek istersiniz. Neredeyse nöbet tutarsınız “bir hasta gelse de şu bilgim ona şifa olsa” diye. İşte bu duygu adeta elle tutulur, gözle görülür Hz Gazâlî’nin kitaplarında. ALLAH’a “yaklaştıkça” O’nun sıfatlarının tecellisi olan, O’nun güzellikleriyle şereflenen bu büyük zâtlarda bu merhameti görmez miyiz her zaman? Meselâ Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sinde?
İstanbul’a son geldiğimde beni çok mutlu eden bir şey oldu. Derin Düşünce’de Hz Gazâlî’nin kitaplarını tanıtan eski yazılarımı okumuş bir kaç gençle tanıştım. “Bu yazılarınızı okuduktan sonra merak ettik, gittik kitapların hepsini aldık, kütüphaneye dizdik” dediler. Böylece kendi hesabıma düşen hizmeti yapmış olduğumu düşündüm. Bu büyük alimlerin yerine konuşmak, onların ilimlerini anlatmaya çalışmak ne haddimize? Ama bu güzel kitaplar (ilaçlar) dükkânların raflarında kalmasın istiyorum. Bu güzel genç okuyucularda bu isteği uyandırabilmiş olmak, bayrağı onlara aktarmak beni gerçekten mutlu etti.
İlim ne kadar muazzam, ne kadar faydalı olursa olsun ancak insanlar ondan istifade ettiği ölçüde yaşar. Biz insanlar bu ilime sahip çıkmalıyız ve zihinlerimizde, vicdanlarımızda yeşertmeliyiz. İlim konuşmak, aramızda tartışmak, büyük alimleri anmak ve onların verdikleri bilgileri yaşantımıza aktarmak… İlimi yaşatmak derken kasdettiğim bu.
İslâm alemi olarak büyük bir hazinenin mirasçılarıyız. Evimizin bahçesine küp küp altınlar gömülüyken açlıktan ölmemiz yakışık almaz değil mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı isimli kitabımızda detaylı biçimde tartıştığımız gibi coğrafyamızın büyük sorunları var. Ve bu sorunların büyük kısmı da ilime uzak duruşumuzdan kaynaklanıyor:
“Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi?“
Peki ilim derken neyi kasdediyoruz? Fizik? Kimya? Sosyoloji? Siyaset Felsefesi? Kanaatimce bunların hepsi önemli, gerekli. Ancak ilim şayet insanlar için varsa önce İnsan’ı bilmek daha doğrusu İnsan’ın kendi kendini bilmesi gerekiyor. Kâinat’ın ve kendisinin varoluş sebebini bilmeyen bir insanın diğer konulardaki bilgisi ona faydalı olabilir mi? İslâm’ın bilgeliği bize böylesi bir bilişin ilim değil ancak bilgi hamallığı olduğunu ögretiyor. Sırtında kitap taşıyan bir eşeğe o kitapların faydası ne kadar olabilir?
Risâletü’t-tevhîd‘in Kalple Nefis Arasındaki İnce Fark adlı bölümünden öğrenelim cevabı ve yazımızı bu derin mânâ ile bitirelim:
“… “Allah şüphesiz Allah yolunda savaşarak öldüren ve öldürülen müminlerin nefislerini ve mallarını cennete karşılık satın almıştır” (Tevbe 9/111) âyetinde “kalbin” değil de “nefsin” satın alınması dikkati şayandır. Zira kalp yaratılmış olan hiçbir şeye köle olmaz. Mevcudattan hiçbir şey onu çalamaz. Çünkü kalp Hak’tan gayrisiyle ünsiyet kurmaz, Allah’ın zikrinden başka bir şeyle tatmin olmaz. Kalp bu konumu itibariyle alınıp satılamayan, Allah’tan başkasına boyun eğmeyen hür bir kimseye benzer.
Nefis ise böyle değildir. O, şehvanî şeylerle tatmin olur. Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onların esiri olur. Esirin ise alım-satımı caizdir.
Bu anlatılanlar şeriat kabının zahirinden taşan birkaç damla, zahirî ilmin bazı kırıntılarıdır. Bilindiği üzere, sözün akışı vaktine göredir. Sen arındığın zaman sözün de arınır, sen bu-landığın an o da bulanır.
Nefis ve kalp meselesine şu şekilde de yaklaşılabilir: Kalp halkla değil Hak’la; nefis ise Hak’la değil halkla meşgul olduğu için, kalp yerine nefis satın alınmıştır.
Nefis kötü sıfatlar ve bayağı hasletler üzere yaratılmış olduğu için âfet bölgesi, muhalefet yurdudur. Kalp ise güzel sıfatlar ve iyi huylar üzere yaratılmış olduğundan itaat ve ibadet beldesi hüviyetindedir. İşte nefsin kötü vasıflarının iyi vasıflara, kalbî özelliklere inkılâp etmesi için nefis satın alınmıştır.
Nefis alım-satım kefesine konulup teslim işlemleri yapılınca, Allah Teâlâ nefsi hayra çağırmakla görevli bir meleği ona gönderir. Melek onu daimî surette hayra davet edip serden men eder. Bu hal aralarında bir dostluk kurulana kadar devam eder. Nefis vakur, boyun eğecek bir vaziyete gelince, melek ondan tüm kötü sıfatları alır ve onu güzel sıfatlarla donatır. Böylece o, küfür karanlığından iman aydınlığına, tüm kötü sıfatların zulmetinden iyi sıfatların nuruna ulaşır.
Nefis, küfür karanlığı ve onun vasıflarından kurtulup, muhalefet ve inadından vazgeçince, ilâhî emre boyun eğer; Allah Teâlâ da ondan razı olur.
Nefis bu vakur ve mutmain tavırlarıyla Allah’ın kulları arasına girer ve, “Ey nefs-i mutmainne! Rabbini razı edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O’na dön. Kullarımın arasına ve cennetime gir!” (Fecr 89/27-30) âyetinin müjdesine mazhar olur. …”
Kitabın içindekiler bölümü şöyle:
İmam Gazâlî
Önsöz Niyetine Birkaç Söz
Mukaddime
Kelime-i Tevhidin Mânası
Kelime-i Tevhidin Meyvesi
Kelime-i Tevhidin Hakkı
Kelime-i Tevhidin Hâkimiyeti
Kalple Nefis Arasındaki İnce Fark
Hidayet Nurunun Misali
Kelime-i Tevhidle Gelen Saadet
Gerçek Sevgi
İrade Nedir?
Tevhid Nurunun Yansıması
Evliyanın Makamları
Kalpler O’nun Elindedir
Yüce Allah’a Ait Sıfatların Hakikati
Ariflere Açılan Sırlar
Bibliyografya
2 Trackback(s)