RSS Feed for This Post

İnsan aklı Zaman’ı anlayabilir mi?(1)

Akıl bilim değildir. “Bundan sonrası akıl ile çözülemez” demek de aklın alametidir. Kanaatimizce Akıl da haddini bilmelidir. Beş duyunun ve aklın putlaşması aklımızın değil nefsimizin eseridir.

Peki nedir Zaman? Bu kavram aklımızın “kapsama alanı” içine girer mi? Zaman’ı akledebilir miyiz? Bu yaz başladığımız Zaman Nedir? isimli keşif projesinin amaçlarından biri de bu soruya yanıt vermek.

Fizikçilerin Zaman konusunda bugüne kadar bir anlaşmaya varMAmış olmasından da anlıyoruz ki tabiat bilimlerinin gücünü, sınırlarını zorlayan bir olguyla karşı karşıyayız. Ölçme ile, deney, gözlem yaparak (sadece) bilimsel yöntemlerle çözümlenmesine imkân olmayan bir şey var ortada.

Zaman’ı düşünmek kolay değil

Neden? Bunun bir kaç sebebi var. Bir kere Zaman ile aramıza mesafe koymakta zorluk çekiyoruz. Ekonomi, tarih veya siyaset konuşurken insan tarafsız bakabilir. Ama bu meseleyi konuşurken Zaman’sız bir tepeye çıkıp hadiseye uzaktan bakamıyoruz. Zaman’ın geçişi bizi yaşlandırıyor, sevdiklerimizi öldürüyor, kaybedilenler geri gelmiyor. Diğer yandan bir nostalji var. Çocukluğumuzu özlüyoruz, eski bayramları, “bizim zamanımızdaki” okulları, lokantaları, komşuluk ilişkilerini… Sevinç, üzüntü ya da korku duymadan Zaman’a bakabilmek kolay değil … çünkü insanız.

İkinci bir tuzak ise bu birinciden kurtulma çabasıyla sözlüklere, objektif tanımlara, tariflere, bilimsel teorilere, Big-Bang gibi senaryolara balıklama dalmak. Zorluklardan kaçarak, sözüm ona bilimsel yaklaşımlara kafamızı gömerek Zaman’ı tanıyamayız.

Üçüncü bir engel, bir tuzaktan bahsetmek icab ederse buna “kamplaşma” denilebilir. Yani “Anneni mi seversin yoksa babanı mı?” tipinden sorularla radikal bir pozisyonu aramak:

  • 1) Zaman objektif olarak tarif edilebilir, bilimsel bir kavram mıdır? Yoksa kişiden kişiye değişen, tamamen hissiyat alemine dair, sübjektif bir şey midir?
  • 2) Zaman maddî dünyanın bir parçası mıdır yoksa ruha dair, adeta dinsel bir olgu mudur?
  • 3) Saatlerin gösterdiği parçalanabilir Tik-Tak Zaman mı Hakikat’e yakındır yoksa şarkıların, şiirlerin bölünmez Süre‘si mi?

Bunlar düşünceyi canlandıran fikir eksenleridir ama birini ötekine tercih etmek, takım tutar gibi “en doğrusunu” aramak bize göre insan aklının ufkunu kapatan bir tutum olacaktır. Zaman gibi derin bir mevzuda akıl yürütürken insan sislerin içinde yürümeye alıştırmalıdır kendini.

Zaman’ı düşünmemize teşkil eden sonuncu faktör olarak felsefe dışında kalan disiplinlerin etkisini sayabiliriz. Edebiyat, fotoğrafçılık, kimya ya da biyoloji gibi alanlardaki örnekler elbette faydalıdır ama bu örnekler kendi başlarına taşıyıcı bir temel soru olmalıdır kanaatimizce. Aksi takdirde fizikçilerin kendi “dertlerine” deva olmak için icad ettikleri (ve birbirine uymayan) zamanlar  gibi sadece zihnimizle inşa ettiğimiz kavramların hatta kelimelerin esiri oluruz. Bu türlü çabalar birer zihin jimnastiği olmaktan öteye gitmeyeceği için bizi Hakikat’e yaklaştırmaz.

Tutkal-Bıçak olarak Zaman

Zaman’ın geçişi bizim zihnimizde bozulma, aşınma, yaşlanma ve ölüme (?=yokluğa) yaklaşma anlamı taşıyor. Bu anlama bakarak Zaman’ın dosdoğru bir çizgi olduğunu iddia edebilir miyiz? Doğumdan ölüme uzanan düz bir çizgi? İyi ama meselâ hafıza ile ilgili meseleleri nasıl açıklayacağız? Geçmişimizde gömülü iken zincirini koparıp Şimdi‘ye dalıveren ve o hiç yaşlanmayan, Ben’i Ben yapan o hatıralar nerede şu anda?

Evet, günlerin, gecelerin, yazların ve kışların birbiri ardına gelişi, hayvanların, bitkilerin bu ritim ile dans etmesine bakaran en azından “Tabiat’ın, Hayat’ın Zamanı” diyebileceğimiz bir ritim, bir müzik var. Ama baktığımız pencereye göre doğrusal da olabilir döngüsel de.  Ömrü haftalar ile sınırlı bir böceğin zamanı ile bir kaplumbağanın, asırlık bir çınarın zamanları bir değil. Ne de kısacık bir döngü içinde atıp duran kalbin zamanı ile o kalbin sahibinin zamanı…

Mevsimlere bakarak döngüsel, dairesel veya Hayat-Ölüm eksenine bakarak doğrusal bir Zaman algımız olabilir. Ama Zaman her şeyden önce bir bıçak gibi, kesici, ayırıcı. Oluşan/yaratılan şeyler ile yok olan, artık varlığını sürdürmeyen şeyler arasında bir kopma çizgisi.

Zaman aynı sebeple bir tutkal, Geçmiş, Şimdi ve Gelecek arasında bir birleştirici. Aksi takdirde “İstanbul’da doğdum, 12 yaşımda ortaokula gittim, askerliğimi şurada yaptım, önümüzdeki sene evlenmek istiyorum” gibi bir cümle kuramazdık. O eski “ben” ile şimdiki “ben” ve yarınki “ben” aynı ise üçünü birleştiren (ve ayıran) bir şey olmalı değil mi?

Çünkü  en basit tecrübelerimizi anlamlandıran veya tersine onun anlamını yok eden bazı süreçler var ki ancak Zaman sayesinde yaşayabiliyoruz bunları. Kimilerinin “psikolojik zaman” dedikleri içimizdeki Zaman en az fizikçilerin zamanı (dış, ortak, objektif zamanlar) kadar gerçek. Harvard Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Daniel L. Schacter’in Searching for Memory: The Brain, the Mind, and the Past” adlı eserinden bir örnek ile konuyu netleştirelim:

“Bahçede çiçeklerle uğraşıyorsunuz. Salonda TV seyreden çocuklarınızın çığlığı ile irkiliyorsunuz. Koşuyorsunuz içeriye. Çocuklar ekrana kilitlenmişler, gözleri korkudan büyümüş. Ekrana bakıyorsunuz. Sakin sakin çayını içen birinin görüntüsü var. Hiç bir şey anlamıyorsunuz… Çünkü katilin o tasa zehir koyduğu sahneyi görmediniz. Sizin için sıradan bir çay tası geçmişte katilin zehiriyle, gelecekte ise çayı içenin kaçınılmaz ölümüyle bağlantılı. Ama siz ne geçmiş ne de gelecekle ilişkilendiremediğiniz bu sahneyi [=anı] anlamıyorsunuz.”

Daha yolumuzun başındayız ama şimdiden “Ben” kavramı “Bellek” ile, “şuur” kavramı “anlam” ile birleşmeye başladı sanki? Akıl fenerlerimizi Zaman’ın NASIL olduğu sorusundan ayırıp NE olduğu sorusuna yönelttiğimizde Varlık ile yokluk arasındaki ufkun aydınlığına tanık oluyoruz adeta. Sanki dünya düz bir tepsiymiş ve sanki okyanuslar dünyanın kenarından Yokluk alemine akıyormuş gibi:

“Hâsılını öğrenirsen kuşkusuz zaman gerçektir. O vehimlerle bilinir. Doğa gibi tesirdedir onun gücü. Zamanın ve doğanın dış varlığı ise yoktur. Şeyler onunla belirlenir. Onun ise kendisinde hükümranlığı olacak bir dış varlığı yoktur. Akıl suretini idrak etmekten acizdir. Bu nedenle şöyle der: ‘Dehr mevhumdur’. […] Tıpkı boşluk gibi. Ucu olmayan bir uzam. Cisim olmayan bir şeyde. Kendisinde cisimleşme bulunma vehmiyle” (Fütûhât-ı Mekiyye, Hz. İbn Arabî, Cilt II, sf. 380)

Şeyh’ül Ekber’in bu sözlerini nasıl anlamalı? Mutlak Zaman diyebileceğimiz bir Hakikat ve bu Hakikat’in tecellileri mi söz konusu? Ayın güneş ışığını yansıtması gibi bizim minnacık hayatlarımız veya fizikçilerin zamanları gerçekte birer yansıma, gerekli birer vehim midir?

Bu aşamada İslâm kültürü dışındaki kaynaklardan istifade etmek önem taşıyor kanaatimce. Zira İnsan’ın Zaman macerasını keşfederken bir tek felsefî akım ya da bir tek inanç ile yetinmek yanlış olur.

Batı dillerinin çoğunda zaman ile ilgili kelimeler bir Hint-Avrupa kökü olan tem-‘den türemiş: time(ing.), temps(fr.), tempo (it.), tiempo(isp.)… Anlamı: Kesmek! Yunanca temno kelimesi de aynı anlama geliyor. Atom (=bölünemez) bu yunanca kökten gelen ve yine kesme/bölünme içeren bir kelime. Bu kesme meselesi hiç yabana atılmaması gereken bir şey. Zira yaratılış fikrini çağrıştıran ve yine [etimolojik olarak] gökyüzünün yeryüzünden (kesilip) ayrıldığı yer anlamında templum (=tapınak) var Latince meselâ. Örnekler çok: Tome (Ansiklopedi vb eserlerin ciltleri…) gibi aynı kökten gelen kelimeler de bir şeyi içeren birleştiren ama bunu yaparken ayıran, bölen, öngörülmüş bir yapıya göre bölmeleyen mânâlarına işaret ediyor.

Fakat öylesine bölmek parçalamak kastedilmiyor. Bir İÇ ve bir DIŞ kalacak şekilde ikiye ayırmak söz konusu. Bir öteki, bir “alterite” oluşturuyor bölme eylemi. Neticede Siyah beyaza, uzak yakına borçlu değil mi varlığını? En azından biz insanların ALGILAMA ile çevrili olan aklı bir şeyin var olduğunu anlamak için onun zıddına muhtaç. Aslında hem zıddına ihtiyacımız var hem de iki zıt şeyi ayıran fizikî veya aklî hududa. Sözgelimi “deniz” ve “kara” varsa aralarında bir de kıyı şeridi, bir kumsal veya bir rıhtım var değil mi? İşte bu kıyı, bu ayırma bölgesi, bu sınır(lar) tarif ediyor burada anlatılan “Zaman” algısını.

Tahmin ediyorum yine bu sebeple Varlık ve Zaman (Sein und Zeit) adlı devasa eserinde Martin Heidegger Zaman’ın bu Tutkal-Bıçak etkisine şöyle işaret ediyor:

“Zaman varlığının Hakikat’i dünyevî bir şey olması değildir. Ontolojik ayrımın müşahede edilebilir biçimde kendini bize gösterdiği  ufuk çizgisidir.”

Biraz açacak olursak:  MUTLAK olarak var olanları meselâ ilk harfi büyük yazılmak üzere İnsan‘ı müşahede edemeyiz. İnsan vardır ama bu varlık akl-ı meaş ile kavranamaz. AŞ, iŞ ve eŞ bulmamızı sağlayan, iemizi temin etmeye yarayan Akl-ı Meaş’ın kapsama alanı dışındadır bu anlama. Evinin damına çıkmak için kullanılacak bir merdiven elbette Ay’a seyahat için kullanılamaz. Her ne kadar Merdiven de Uzay Mekiği gibi insanları “yükseltmeye” yarayan bir alet olsa da…

Oysa İnsan‘ın müşahedeye açık bir biçimde, zamansal ve mekânsal olarak ortaya çıkması, insanların, insanlığın tarih ve Kâinat içinde var olması elbette bilimsel olarak, objektif olarak anlaşılabilir. Hatta ölçülebilir, bilime, teorilere, senaryolara konu olabilir.

İşte Heidegger’e göre Tutkal-Bıçak olarak Zaman’ın varlığı “Mutlak varlıklar “ile “Müşahede edilebilir varlıklar” arasındaki bir hudut,  bir köprü, bir kopma ve birleşme noktası olarak akledilebilir, kavranabilir.

Bu bağlamda Zaman’ın bize geçiyormuş gibi gelmesi faydalı ve gerekli bir vehim. Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin deyimiyle Zaman bir vehim, bir “aldanma” bile olsa faydalı ve gerekli bir illüzyon:

“[…] Öyleyse gerçekte vakit kâmil kişiye göre sürekli birleştirme ve ayırmadır. İnsanların bir kısmı özel olarak cem’de ayrımı görürken ayrımın birliğini görmezler. Böylelikle bunun vaktin kendisi olduğunu zannederler. […]”(Fütûhât-ı Mekiyye Cilt IX,  sf. 359)

Vakt adlı bölümün Meşiyet bahsinde verilen bu kayıt aslında Sein und Zeit‘ı aşan ve çok daha derin, çok daha lezzetli bir Hakikat’e işaret ediyor ama biz şimdilik bu seviyede duralım ve Zaman ile Benlik ve  Şuur arasındaki ilişkileri incelemeyi gelecek bölüme bırakalım.

Gelecek bölümde  Heidegger’in devasa eseri  Varlık ve Zaman’daki bazı anahtar kavramlara değineceğiz. İnsan’ın içsel zamanı ya da Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin deyimiyle “Zaman Vehmi” sayesinde kendimizi de daha iyi anlama fırsatı bulacağız.

 

 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:ç-z Tarih: Eyl 19, 2010 | Reply

    http://www.irancartoon.ir/gallery/album391/073_G

    Ancak bu kadar belki!

  3. Yazan:Salih Kırcalar Tarih: Eyl 20, 2010 | Reply

    Bana göre zaman enerjiyle bağıntılı. Bununla ilgili bir formülümde var. Zaman Akışı=Zaman/Enerji. 1973 yılında lise sonda iken
    keşfettiğim bir formül. Bu formülün yorumu kısaca, bütün evrende enerji kadar zaman olduğunu ifede ediyor. Zaten Einstein’in Özel ve Genel relativite teorisi örneklerinin sonuçlarıda enerji ile zamanın doğru orantılılğını ortaya koymakta. Bu buluşumu Türkiyede birçok Üniversitenin Fizik kürsülerine
    göndermiştim. Ayrıca Tübitak’a da üç dört sefer göndermiştim. Çoğundan hiçbir yanıt alamadım.Tübitak’ta bilimsel bulmamıştı. Daha sonra ABD.’de yayınlanmakta olan Galilean Electrodynamics adlı Uzay Zaman Analizleri yapan hakemli dergiye gönderdim. Hakemle yaklaşık ikibuçuk yıl yazıştıktan sonra İlk makalem 2002
    ikinci makalem 2004 ve üçüncü makalem 2007 yılında yayınlandı. Bütün yazışmalar ve yayınlar ‘www.timeflow.org adlı sitemde mevcuttur.Moskova devlet üniversitesi’nin zamanın Doğasını araştırma enstitüsü benim web sitemi kendi web sitesine eklemiş. Daha Sonra yayınlanan makalemi ve web sitemi TÜBİTAK’tan inceleyip bana yardımcı olmalarını istedim. Gelen yanıt çok ilginçti ‘Biz de bunu değerlendirecek bir birim yok.’Bilgilerinize
    Saygılarımla
    Salih Kırcalar

  4. Yazan:Murat Tarih: Eyl 22, 2010 | Reply

    Yazıyı okuyunca ilk aklıma Zygmunt Bauman’ın Küreselleşme isimli kitabında yaptığı bir alıntı ile küreselleşmenin bir zaman ve mekan sıkışması olduğunu ifade etmesi geldi. Buna göre günümüz insanı hayatı hızlı yaşamaya çalışıyor ve bu zaman dilimi içerisinde bir çok mekanda bulunma ihtiyacı hissediyor. Kısacası elinden geldiğince zamanı ve mekanı sıkıştırmayı amaçlıyor.
    Ancak bu gerçekleşirken bir şey hep eksik kalıyor.Kültürlerin, değerlerin ve görüşlerin kadimliği hiç bir zaman göz önüne alınmıyor. DD’de yayınlanan “Ayy bu yazınız çok uzun, hiç vaktim yok!” başlıklı makale de bahsedildiği gibi zamanın elinin değdiği herşey daha değerli, daha seçkin olduğu aşikar, ancak günümüzde hayatımızın içerisinde bu değeri ve seçkinliği taşıyan kaç olgu var ki?

  1. 5 Trackback(s)

  2. Eki 5, 2010: Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür… : Derin Düşünce
  3. Ara 6, 2010: Ölüm’ün Işığında Zaman Kavramı (3) : Derin Düşünce
  4. Ara 17, 2010: Ölüm’ün Işığında Zaman Kavramı (7) : Derin Düşünce
  5. Ara 24, 2010: Arthur Schopenhauer’dan Namaz Dersleri : Derin Düşünce
  6. Eki 1, 2012: Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin