Zaman; Bünyamin’i Bekleyişidir, Yusuf’un…
By Fatma Sancak on Eyl 21, 2010 in İnsan, Kâinat, Zaman Nedir?
” And the lamp-light o’er him streaming throws his shadows on the floor;
And my soul from out that shadow that lies floating on the floor
Shall be lifted–nevermore! ” *
Ceplerimde insanlar taşıdığımı düşünüyorum. Ağırlığım bundan olsa gerek. Diyorum, kendi kendime. Öyle ellerim cebimde, gözlerim bir yazı dizisini takip ediyor. Gözlerimin satır başlarından kayışıyla uyuşuyor parmaklarım. Ellerim ceplerimde, ancak yoklayamıyorum. O temiz adamın, tertemizlerini okuyorum. Aşkı tanımlıyor, her bulduğu maddeye can vererek, yaratmak bu diyorum, ekliyorum: Estağfirullah. Alex, diyor. Bir yalnızlık yürüyüşünün eylemcisi. Sola kayıyor gözlerim, emekçilik tümden hikâye. An ile gözlerim, kulaklarıma ilişiyor. Saatin tik taklarına veriyorum kendimi, gece 01.43. Ne anlamı var ki zamanın? Ben tik taklara bakıyorum, düşünüyorum; görüyor muyum, yoksa duyuyor mu? Arkamdan bir ses geliyor; ‘ biraz acıtacak’. Oysa yalnızım, 01.44. Kimin sesi. Birden irkiliyorum: Alex. Ne hoş bir tat bırakıyor ağzımda, zikrederken, ne tatlı ve naif, tekrarlıyorum: Alex. Birlikte yürüyelim mi?
Heybemde, bir şeyler taşıyorum, diyen bir hadsiz. Bir hadsiz giriyor, Alex ile tik tak ritminde yürüdüğüm kumsalın fonuna. Ne boş ağız var Tanrım? Ne çok çapulcu şair. Alex duymadan bir küfür savuruyorum, en alasından ve okkalı.
Bir martı geçiyor üstümüzden. Tik tak. Martılar böyle ses çıkarmaz ki? Gözlerimi kısarak, göğe çeviriyorum başımı, yok yok onun sesi değil bu.
-Şiir okur musun?
İrkiliyorum, nar çiçeğine benzer bir koku ile, hafif gevşiyorum, irkilmekle birlik, hay Allah, ilk kez o bana sesleniyor, Alex’miş. Kibirli bir kadın değilim, sadece o rolü seviyorum. İçimden kendime kıkırdıyorum, dışım felfecir okuyor; ben okumuyorum, bir süredir yazıyorum, diyorum. Ne tatlı gülüyor. Yok yok gülmüyor, sadece yüzünün sol tarafı biraz hareket etti, mimikleri tatlı. Dişlerimi saklıyorum. An ile yine başlıyor; tik tak. Saate bakıyorum, 01.53. Hesaplıyorum, 9 küçük dakika, içimde çeyrek ömürlük sıcaklık. Zaman mı, o da ne? Arkama dönüyorum, siyah beyaz dönem filmlerinden bir sahneyi canlandırarak üstelik, ayak izlerimiz. An yoktur, his vardır. An geçer, iz kalır. Zamanın üstünde bir zaman, zaman geçti, ayak izlerimizden anlıyorum. 4 sıra ayak izi, yan yana. Birlikte yürüyoruz, anlıyorum.
Hafiflediğimi hissediyorum. Kim geçtiyse hayatımdan, yahut mıhladıysa oraya kendini, arkamdaki ayak izlerime bekçi kılıyorum hepsini. Herkes benden arkada kalıyor. En önde ben yürüyorum. Kibirli bir kadın değilim, sadece o rolde kendimi seviyorum.
İçim hala sıcak. Bir mide gurultusu gibi başlıyor yine tik tak, tik tak. Lanet olası martı, kim simit verir sana, yahut hangi öykünün esas hayvanısın, hangi şiirin kıtasında geçersin? Tik tak, tik tak, bir mide gurultusu, içimi yalıyor şimdi. Korkuyorum; ya yol biterse, ya zaman tükenirse. Ah Alex.
Siyah bir gölge gibi yanımda, benden uzun, biraz irice, hep solumda yürüyor. Sağımda deniz, ortada ben, solumda Alex. Bakmıyorum, güya, dalgalı saçları bir siluet halinde geçiyor içimden. Acaba o da? O da, benim boynuma dolanmış, kelimelerimin yarısını yutan saçlarıma bakıyor mu? Keşke bakmasa, saçlarımdan kelimelerimi, kazırcasına çekip kopartıyorum.
Yürüyoruz. Sağımda deniz, ortada ben, solumda Alex. Tik tak, tik tak, zaman sarıyor ruhlarımızı. Yürüyoruz, her adım bir kelime; içimden, içime içime yazıyorum, kelime kelime. Tam ağzımdan çıkacak; susuyorum. Sabrım yok, kibrim çok. Siyah, beyaz ve gri. Deniz, ben ve Alex. Böyleyim işte, yine beyaz ben istemeden dahi ben oluyorum. Kaderim hep vitrinin en temiz temasından fışkırıyor ucuma bucağıma. Siyah, beyaz ve gri. Deniz, ben ve Alex. Şükrolsun, hayat hep sağımdan başlıyor sıralamaya.
Yine irkiliyorum. 02.20 hesaplamaya çalışıyorum, kaç dakika oldu? Vazgeçiyorum. Yok yok geçmiyorum da, şey… Kelime bulamıyorum. Ceplerimi yokluyorum, hala yok. Elimi boynuma taşıyorum, okşarcasına, bir çekişte, boynuma dolananlardan bir tutam kelime çekiyorum. Alexli zamanlarımın kısa paragraflarına ekliyorum. Kaç dakikadır susuyoruz? Zaman nasıl geçer? Nedir hatta? Hangi zaman, Alexli olanlar mı? Bilmiyorum. Sanıyorum. Tam konuşacağım, dilimi ısırıyorum. Dişlerimi pranga kılıyorum. Yine başladı, lanet olası tik tak. Dur yıkıyorsun, hayır bozuyorsun, hayır hayır yaratıyorsun. Şimdi şimdi hissettiriyorsun; biz zamanın içinden geçerken, zaman bizim içimizden, biz sustuğumuzda, zaman üstümüze bulandığında, biz artık yok; ben oluyorum. Ve anlıyorum. Alex bir piyon, o yok. Ben varım, beni yaratan zaman. İçimden geçen tik taklar. Ezberliyorum. Alex yok, o bir piyon.
– Poe okudun mu hiç?
Dudaklarımı büküyorum. Ağzımdan zincirden boşalırcasına, dökülüyor kelimeler, hepsi zehir zemberek; yarısını saçlarımdan sökmüşüm, yarısı dilimi çevirerek ağzımda dansöz gibi kıvrılıveriyor ona doğru, zamanı yine kaybediyorum, hani Alex yoktu? Kendi sesimden ürküyorum, nasıl su gibi akıyor kelimeler, nasılsa akıyor, ürküntümü devrediyorum, nasıl bir doğuştur o, başlıyorum.
Garip, ölü gibi dinledi. Dirilir gibi döndü, ve:
– Neden, çeviri okumadın?
Ne söylemeli şimdi, ellerimi cebime soktum, an geçsin için birkaç sahte mimik de çevirdim, güzel yüzümde. Ahmak. Sanırım gözlerime bakmaya çalışıyor. Oh olsun, lanet martıdan da öcümü aldım, Kuzgun’u kılarak bir şah. Ne söyleyecektim, oldu bir şeyler, artık Alex mat. Hiç, dedim. Çeviri şiir, şiir değildir.
– Nasıl yani?
Ahmak, susmuyor. Hala mat mat soruyor. Neredeyse görünmeyecek. Hiç işte diyorum. ‘ Hiçbir zaman ‘ olarak çeviriyorlar, bence ‘ bir daha asla ‘ olarak çevrilmeli.
– O zaman öyle oku.
Tik tak başlıyor. Çok şükür. Alex konuşuyor. Ben duymuyorum, tik takları sayıyorum. Kurgu tümden değişti. Sağımda deniz, ortada ben, solumda zaman. Ben zamanın içindeyim, Alex tümden dışında. Ne olmuş olabilir? Demin zamanın içinde erimesin diye daha az nefes aldığım, tükendiğim bir üçüncüyken ne oldu? Ne oldu, ne oldu da zamana devşirdi bu çarpıntı kendini, ne oldu?
İkindi; kıyam şahit, saat; 17.21
Güneş gidiyor mu ne? Ah gitse, ay gelse…
Uyumuşum, uyanmış, saat kaç, hala mı? 17.22 günü bitirmişim, ne manalı. Gece gelecek, yine yine kalbim atmaya başlıyor, elimi koyuyorum hissediyorum, koymuyorum yine, vallahi yaşıyorum.
Uyumuşum, rüya; 17.24. Unutmuşlar beni burada güya. Karanlık. Bu kez tik taklar kalbimden geliyor. Göremiyorum, sayıyorum. Tik tak, tik tak; sanırım, sanırım 17.26.
Rüya. Kuyudayım. Martı, ben, Alex’in cesedi. Yerde kanlı gömleği. Hala mı rüya, sanırım bu kıssa. Vakti kaybediyorum, yakalayamadığım tik taklar artık çok daha kısa. Karanlık kuyu; martı, ben, Alex’in cesedi, yerde kanlı gömleği. Karanlık. Görmüyorum; biliyorum.
Kuyu. İçeri içeri bir ses; Züleyha. Hayır, ben Yusuf. Ben demiyorum ama ses benim, cevap, cevap yine benim. Kuyudan ses veren, evet o benim. Kuyu dahi benim.
Kuyu. İçeri içeri bir ses; saat kaç? Hay Allah, yine unuttum, kaçırdım tik takları. Hızlıca geveliyorum; kalbim kaç kez çarptıysa vakit o dur, saat o, dahi zaman o. Sus, diyor. Geçtin, tamam.
Rüya. Babam görüyor. Ama Bünyamin kör, hem sağır. Dişlerim yine, dilimi kesiyor, inliyorum; Bünyamin, buradayım. Nafile, Bünyamin sağır, Bünyamin kör. Duymuyor, görmüyor. O görmüyor, o duymuyor, ben seslenemiyorum. Ama görüyorum, dua gibi açılmış elleri, önce göğe, sonra bana. Arıyor, arıyor bak, elleriyle yora yora. Dilimi bir kuvvet, sıyırıyorum dişlerim arasından, var gücümle: Bünyamin, buradayım, gel!
Gözlerim kapalı. İkindi akşam arası uyunmaz, uyumuşum. Rüya. Bir ‘ kuzgun ‘ dokunuyor omzuma, korkuyorum. Bir sıçrıyorum; Bünyamin. Uyan, diyor, uyan ben geldim. Kuyuya uzanan bir beyaz el, Bünyamin. Gitme diyorum, gitme. ‘ Bir daha asla, diyor. Bir daha asla.
-Saat kaç?
-Sorma, bir daha asla.
Anlıyorum. An dahi kavuşmadır. Saat kaçtır? Vakit nedir? Zaman ne kadar?
Tamam, diyor Bünyamin, geçtin tamam. Geçti tamam. Zaman budur, diyor. Ne saydığın tik tak, ne yakıştırdığın rakam. Zaman budur, bir göz kapatıp açıncaya kadar geçen an.
Yumuyorum gözlerimi. Bünyamin diyor, bir daha asla.
Yorgunum, ‘ yükselecek belki ruhum ‘ belki ruhun; benden vazgeçme, benden vazgeçme.
Tik tak, tik tak. Anlıyorum; Alex andır, Bünyamin zaman. Geveliyorum; benden vazgeçme, benden vazgeçme.
Tik tak, tik tak. Yumuyorum, ellerimi ceplerimde. Ceplerim; insan dolusu. Yumuyorum, bir beyaz kağıt, alıyorum: 18.00. Sayıklıyorum; benden vazgeçme, benden vazgeçme.
12 Şevval – Samsun
* Gölgesi akıyor zemine yüksekteki lambadan
Ve bu gölgeden, yerde uzanmış yatan,
Yükselecek mi ruhum? – “hiçbir zaman” Edgar Allan Poe – Kuzgun
3 Yorum
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 21, 2010 | Reply
Bireye ait, modern, bilinçakımı tekniğini kendine has kelimelerle ve onlara yüklediği anlamlarla içselleştirmiş bir öykü. Yusuf Kıssasından Poe’ye, oradan kahramanın iç dünyasına ve ordan da zaman-mekan ve onların üstünde bir mekan-zamana yolculuk.
Ellerine sağlık, güzel olmuş. Daha güzellerine inşallah. Bekliyorum.
Yazan:MY Tarih: Eyl 22, 2010 | Reply
eh komsu kavramlari irdeliyormusuz yine 🙂
ama çitayi yükselttin ALLAH senden razi olsun, sitemizi güzellestiren bu öykünün kardesleri de gelecek mi?
tabi bu arada benden hizli davranmis oldun, gelecek yazima ilham kaynagi olan metni paylasmak isterim yine de:
(İbn Rüşd, Telhîsu Kitâbi’n-Nefs [Psikoloji Şerhi])
Yazan:cb Tarih: Eyl 23, 2010 | Reply
sevgili suzan,
bu tür karalamalarımda yorumuna özellikle ihtiyaç duyan biriyim, ben de yorumlarının devamnı bekliyorum. teşekkür eder.
MY,
aslında ‘zaman ‘ başlığında niyetlendiğim yazıyı aşan bir yazı yazdığın için öyküleme yoluna farkında olmadan beni sen ittin, Allah razı olsun 🙂
kardeşler mi? inş. bir kabile kurma niyetim var, ancak biraz ağır gelişen bir yazma süreci.
paylaşımına binaen; alex biraz dünyadır, biraz akıl;bünyamin daha çok ahirettir,kalptir yani sınırı olmayan. ne diyeyim? bir merkez belirleyip oradan bakınca, tür ne olursa olsun, yollar hep kesişiyor.