RSS Feed for This Post

İman ve Aksiyon (Necip Fazıl)

Necip Fazıl’ın İdeologya Örgüsü‘nü okuyordum. Zaman zaman, yabancılaştığımız dilimizin has kelimelerinden oluşan bir cümleyle karşılaşınca duruyor ve kendime şöyle soruyorum: bu cümleden ne anladın? Anlayıp anlamadığımı kafamda ölçüp biçerken aklıma bir misal ve bu misaldeki ince cevap geliyor:

Vaktin birinde Avrupalı Hristiyan bir vatandaş, televizyon kanallarını gezerken, uydu kanallarından birinde takılı kalır. O kanal bir Müslüman kanalıdır ve o anda yayınlanan programın konusu da Mevlana ve Mesnevi’sidir. Yayında Mesneviden bol bol beyitler okunur ve hristiyan izleyiciyi yayına bağlayan da işte bu noktadır. Dilini, dinini dahi bilmediği, daha önce duymadığı bu birkaç satır, kelimelerin dizilişindeki ahenkten olsa gerek bir hristiyanı etkileyebilmiştir. Neden bu kanalı izlediği sorulduğunda ise izleyicinin verdiği cevap ilginç ve düşündürücüdür: ‘anlamadık ama zevk aldık vesselam…’

Yıllar önce kitaplığın tozlu taraflarından bulup çıkarmıştım İdeologya Örgüsünü, yanılmıyorsam 1970li yıllara ait bir basımdı. Kitabın üst kısımlarını fareler kemirmiş olmalı, farklı şekiller çıkmıştı ortaya. Önce bir kapladım, sonra pek anlamayarak da olsa okumuştum kitabı. Şimdi o temel kitabın etrafında şekillenen diğer kitapları okuyarak ideali daha iyi kavramaya ve gençliğe hitabına muhatap olmaya çalışıyorum. Son olarak okuduğum ve inceleyeceğim kitabı İman ve Aksiyon, iki konferansının kitaplaştırılmış hali.

“Bu konferanslar, büyük doğu idealinin ana kitabı olan İdeologyaÖrgüsü etrafında, bir meydan yerindeki saray çevresini kuşatıcı caddeler ve binalar gibi aynı idealin müşahhas planını hendeseleştiren, eşya ve hadiselere tatbikini nakışlandıran, zıt kutuplarını hedeflendiren ve yığınlara hitap şeklinde (dinamik) cephesini misallendiren 3 ciltlik bir kelam serisinin dördüncü kitabı…”

Diye başlıyor İman ve Aksiyon kitabı. Erzurum’da ve Kayseri’de yaptığı iki konferanstan oluşuyor. İlk bölümde, “Kardeşlerim!” diye hitap ettiği Erzurum halkına sesleniyor üstad.

Neden aksiyon kelimesini kullandığını ve bu sözün özünü açıklamış yazar konuşmasında. Lügat anlamıyla teşebbüs, hamle, şuurlu hareket’in karşılığı aksiyon. Fikrin, eşya ve hadiseler üzerinde nakşı, durağan değil sürekli hareket hali. Fransızca bir kelime olan aksiyon’un, Türkçe’de tam olarak karşılığı yok. Aynı ifadeyi vermek için lisanımıza yakın ve dinimizin de baş kelimelerinden biri olan amel’i kullanabiliriz ancak. Anlam üzerinde bu kadar durulmasının sebebi zannediyorum, kelime manasındaki hareketliliği, heyecanı ve dinamizmi bize aşılayabilmek. İslam alemi ve alimleri bir zamanlar ilimde, fende icatlar yaparken şimdi üretici olamayan toplumlar haline gelmesinin, bu durgunluğun sebebi aksiyon ruhunun kaybolması. Üşengeçlik ve boş durma hastalığı. Konferansın bir yerinde belirtiliyor yine ‘ Kur’an emirlerini yerine getirseydik, bugün füzeyi biz icad etmiş olacaktık.‘ Emre yüzümüzü dönseydik “boş kalınca hemen başka bir işe koyul” (inşirah s.-7) ayetini uygulasaydık en azından, bugün daha vasıflı insanlar ve toplumlar olabilirdik. Günümüzde en sözü geçen alim kimselere baktığımızda bile bir uzmanlık alanında yetkili olduğunu görürüz. Geçmiş dönemlerle karşılaştırırsak, İbn-i Sina’nın geometri, mantık, fıkıh, sarf, nahif, tıp ve doğabilim alanlarında, el-Harezmi’nin matematik, gökbilim ve coğrafya alanlarında uzman olduğunu hangimiz yabana atabilir? Birden fazla ilmin mensubu insanlar, aksiyon adamları… Biz bugün üniversitelerde bir bölümü bitirince oysa amel sahibi olduk sanıyoruz, boş durmaya zaman arıyoruz.

Aksiyon ruhu konuşmada sürekli geçiyor. Maddeden ziyade manadaki aksiyon üzerinde duruluyor. Verilen örneklerden birinde “mesela, bir makinenin keşfi, işine ve makinesine göre aksiyon olabilir de, hiçbir makinenin işi aksiyon olmaz” deniliyor. Gerçekten de bu misali ruhçuluğumuzun muhteşem bir hücceti olarak da kullanabiliriz. İşte keşfin önemi ve fenne verilen değer.

Teknolojide ve fende ilerlemek için diğer ülkeleri örnek almanın haddini aşıp hayranlık derecesine gelenler var. İnsanlık tarihinin bilgi birikimine ecdadının mirasından habersiz illa batı diye üsteleyip rol modelliği hayat önderliğiyle karıştırıyorlar. Necip Fazıl bu yanlışa Erzurum’dan en iyi cevabı veriyor: “bizde batı’yı gaye gösterenler, bir hastanede hademelik edip de köyde doktorluk yapmaya kalkan ukala cahillere benzerler.”

Şey’ler, verilen isimler hep Esma-ül  Hüsna’dan tecelli edenlerdir aslında. Kitap boyunca geçen aksiyon kelimesi de Allah’ın “Fa’al” isminden alınan paydır. Ebedi ve ezeli fa’al olan kamil kudretin kamil işidir, aksiyon. Kitap bu bakımdan da “ya Fa’al” isminin mevkiini anlatıyor. Yine yazarın deyişiyle garp taklitçisinin asla göremeyeceği bu ahlak bize; mutlak aksiyoncu olan Allah ve hamle, hedef, azm sahibi olan peygamberlerden geliyor.

Kitapta bir de Kıbrıs ile alakalı bir anlatı var ki, Kıbrıs deyince harekatlardan, anlaşmalardan, politikadan önce akla gelmesi gereken ve dahi bu sorunların çözümünü barındıran. Muaviye devrinde sefere gidileceğini duyan doksan yaşındaki sahabi sefere katılmak ister. Oğulları, torunları karşı çıkar ama Kur’an’ı açar sahabi, cihada ait ayetleri görür. Silahlarını kuşanır, orduya ulaşır. Harekat, Kıbrıs’adır. Sahabi gemiye biner ve henüz yolculuk bitmeden şehit olur. Yedi gün kalır naşı gemide ve kokmaz. İslam ordusu Kıbrıs’a ilk şehidiyle beraber çıkar. Necip Fazıl buradan sonra diyor ki: “hani bir aralık ‘Kıbrıs bizimdir, Türk’ündür!’ filan davaları?.. Kıbrıs bu mananındır! Bu manayı kim temsil ediyorsa onundur! (aksiyon) bu…”

Kitap böyle devam ediyor. Aksiyon konusunda başka çarpıcı örnekler de var. Garp taklitçilerine hitaben yine, “biraz daha beklersek, Garp, dönüp dolaşıp, -her şey İslamiyet’te, diye bize haber gönderecek, biz de ondan sonra, Müslümanlığı, -ne hazin!- anlayabileceğiz! “  diyor. İlerlemek için idrak noktasını, aksiyon ruhunu bu sözlerde kavramamız gerekiyor.

Birkaç fasılda tamamladığı Erzurum konferansını, aksiyon ruhunun, Türkiye’nin her tarafını Tortum Şelalesi gibi kamçılayacak bir mikyasa ermesi dileğiyle bitiriyor.

Kitabın diğer bölümü, özlediğimiz nesil konferansı, Kayseri’de yapılmış. Bu konuşmada daha çok zaman kavramı üzerinde duruluyor.

Başlarken deniliyor ki, hiçbir cins kafa gelmemiştir ki, Sokrates’ten Bergson’a kadar, zaman üzerinde cinnet buhranları çekmemiş olsun. Din ile alakalı kader ve kaza konusunu anlamak için de zaman üzerinde düşünmek gerekiyor. Allah’ın eşya ve madde üzerine attığı bir ağdır, zaman. Bu ağın içinde olmayan hiçbir şey yoktur. Her saniye, her an zamanın içinde, zamani. Işık hızı keşfedilse, aşılsa bile bu da zamani olur. Daha hızlı olmak mümkün ama zamanı aşmak mümkün değil.

Kitapta anlatıldığı gibi, dini gözle bakmaya başlayınca zamanı kavramak değilse bile, hisseder gibi oluyoruz. Ve yine denilmiş ki, bu hissiyatta derinleşmek bile Allah’ın büyük azameti önünde erimeye yeter.

Zaman mevzuundan sonra zaman ötesi bir boyutun kapısından, ölümden bahsediliyor. Pascal’dan bir alıntıyla yalnızlık vurgusu yapılıyor: “yapayalnız ölürüz”. Kitaptaki çarpıcı örnek ise şöyle; bütün insanlar diyor, anlaşıp aynı anda tetiği çekseler, bu hayal bir an tahakkuk etse ve herkes aynı anda ölse, yine herkes ayrı ayrı ve tek başına ölür. Filmlerdeki ayrılık sahnesi gibi dünyayı, sevgili bildiğimizi arkamızda bırakır ve yapayalnız ölürüz. Yalnız mü’min için ölüm korkulacak bir olay değildir. Hayatı gördüğümüz ölümler vardır örneğin.” burada, dünyada zaman içinde inlerken orada zaman üstü huzura ereceksin.” diyor yazar, müjde veriyor.

Konuşmanın devamında gençlikten, madde ile beraber ruh adalesi bakımından da genç olanlardan bahsediyor. İskender, Alparslan, Napolyon, tarihimizden Fatih, Yavuz, Kanuni’yi anlatıyor. Genç kalmakla alakalı, “hakiki genç, mustarip insandır” deniliyor. Genç adam öyle bir halde olmalı ki, bir davanın derdiyle dertlenmiş, yerinde duramayan, dinamik, aksiyon insanı… Hakiki genç, bir şeylerin ızdırabıyla rahat olmamalı, dert çekmeli.

Konferansın devamında aradığımız genç diye başlıyor ve madde madde özlediği nesli anlatıyor. Sadece başlıklarından bile yola çıkıp bünyemize aksiyon ruhu katabiliriz. Maddeler şöyle: aşk, üstün akıl ve sır idraki, nefs muhasebesi, eşya ve hadiselere tahakküm ve onları tasarruf mizacı, aksiyon ruhu, gözü karalık, fedakarlık ve disiplin, en derin merhamet içinde en keskin şiddet, başta samimiyet, her şubesiyle O’nun ahlakı, zarafet ve estetik, tek ümmet modeli olarak sahabiyi almak. Anlatılanların bir kez daha özetlenmesiyle bitiyor konferans.

Kitabın bir bölümünde denilmiş ki, ” (absent) diye bir kelime var Fransızcada… olup da burada olmayan, demek… mesela toplantımızda filan efendi yoktur ama, hakikatte vardır.”

Absent diye bir kelime varmış, böyle de hoş bir anlamı varmış… Ne yalan söyleyeyim ben bu yazıyı yazarken “Büyük Dava Adamı!, belki hakikatte buradasındır”, diyerek yazdım.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Burak Örkün Tarih: Eyl 28, 2010 | Reply

    Üstad: “Ben büyük doğu idealini düşlüyorum; ve bu idealim için süvariler bekliyorum” demişti. Kübra Hanım, anlaşılıyor ki, o beklenen süvarilerden birisiniz. Üstad’ son derece iyi anlatmış ve zihninizde, yüreğinizde hissetmişsiniz. Allah yar ve yardımcınız olsun.

  3. Yazan:handan Tarih: Eyl 28, 2010 | Reply

    güzel yazı olmuş:)eline sağlık

  4. Yazan:MY Tarih: Eyl 29, 2010 | Reply

    Gerek İdeologya Örgüsü gerekse iman ve aksiyon isimli eserler içerdikleri konular itibariyle çok zengin kaynaklar. Üzerlerine tekrar takrar gelerek ve günümüzdeki meselelerle paralelliklerin altini çizerek yeni makaleler yazilmasi lazim.

    Ne yazik ki Üstad’in alarm dügmesine bastigi bir REHAVET hâlâ sürüyor. Türkiye’de bir çok insan günde ortalama 4 saat TV seyrediyor. Futbol ve aglamakli dizilerden firsat bulabilenler 5 dakika haberlere bakip Israil’e ve ABD’ye sövdükten sonra o eski uyusukluga geri dönüyorlar 🙁

  5. Yazan:oturanboga Tarih: Eyl 30, 2010 | Reply

    Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye’de soğuk savaş dünyasının en canlı örneklerinden biri gibi duruyor. İyi kötü-bizden onlardan ayrımları çok keskin ve oldukça sert bir üsluba sahip. Bu yüzden birleşrtici biri olmaktan ziyade ayrıştırıcı bir siyasi figür. O zamanının bütün düşünce adamlarında olan bir hoşgörü eksiklği onda da var. Hakikatin bir parçasının karşındakinde olabileceğine, ondan da bir şey öğrenebileceği fikrine şiddetle karşı.

    Aksiyon (Necip Fazıl’ın anladığı anlamda) ile amel bize aynı şeyler gibi gelmiyor. Aksiyon, makinalar vs pozitivist çağrışımlar yapıyor. Hoş dönemin bakış açısı bu ve doğa bilimleri için, fizik için, kimya için anlaşılır bir şey. Bediüzzaman’ın, Elmalı’nın da etkisi altında olduğu bir düşünce okulu diye anlılır, bilinir “Batının ilmini fenini almak”. Bir makina yapmak için ilhama ihtiyacınız olabilir. Ama yaptığınız şey Allah’ın razı olduğu bir şey midir? Yeni cins bir kara mayını üretebilirsiniz, daha kuvvetli bir atom bombası icad edebilirsiniz, bir büyük baraj yaparsınız bir çok yeri susuz bırakap, doğayı katledersiniz. Sonuçta bir ilerleme, maddi kazanç elde edersiniz ama elde ettiğinizde Allah’ın rızası var mıdır tartışılır. Naçizane fikrimiz Fecr Sûresinin amel konusunda aydınlatıcı olduğudur.

    Bunlar bizim görüşlerimiz, kimse katılmak mecburiyetinde değil. Yazarın bütün eserleini okumadık ve bundan ön yargılıyızdır. Ama bizde bıraktığı izlenim budur.

  6. Yazan:Kübra Nur Ayar Tarih: Eyl 30, 2010 | Reply

    elimizdeki bıçakla ekmek de kesebiliriz cinayet de işleyebiliriz. araçlar ve gelişen olaylar niyetimize göre şekil alır. hatta büyük günahlardan olan adam öldürmek zamanına göre cihad olabilir.
    evet, barajlar yapıldı, füzeler üretildi. bunlar bazen hizmete bazen sefalete sebep oldu. yani icat olunan şey, icat edenin elinde şekillendi. Allah’ın rızası da aslında ne yapıp ettiğimize değil niye/t ettiğimize bağlıdır.Necip Fazıl’ın anlattığı nokta bu hassasiyettir bence: ipleri elimizde tutalım ve icat etme yoluyla da Rıza’yı kazanalım.
    bir tiyatro sanatçısı bir kişiyi taklid edecek olsa o kişinin davranışlarını olduğu gibi almaz. kişinin içindeki duyguyu alır yüreğine koyar ve yüzünde şekillenen ifade ile sahneye çıkar. aynı şekilde icatları alalım ve millet olarak benliğimizden geçirip kullanalım, deniyor.
    uslübu hakkında, bir yazar olmaktan çok öte arkasında siyasi kitlelerin hazır bulunduğu fikir adamı olarak yazdığı için o sertliğin oluştuğunu düşünüyorum.
    bahsettiğiniz bizden-onlardan ayrımına gelince, yazar akli deliller getirip ardından onları da biz olmaya davet ediyor.(sen, ben yoğuz biz varız)

  7. Yazan:oturanboga Tarih: Eki 1, 2010 | Reply

    Kritik soru şu : Bu teklife rağmen biz olmayıp onlar kalırlarsa düşmanımız mı olacaklar. O zaman tavrımız ne olmalı?

    Artık ağızlara sakız olan öteki mi olacaklar? Öteki olmak mecburiyetinde mi kimse? Ötekilik dışında bir diyolog-birlikte yaşama-birbinden eminlik zemini bulunabilir mi? Komşuluk yapılır mı kısaca 🙂

  8. Yazan:Kübra Nur Ayar Tarih: Eki 1, 2010 | Reply

    birbirinden eminlik ve diyalog islamin uygulanması halinde gelişecek olaylar zaten. nfk’in davasının islam temelli olduğunu düşünürsek bu davanın adamlarının da birkimseleri düşman edinmemesi gerekir.ama o yıllardaki ortamı düşününce birlikte yaşamanın epeyi zor olduğu zamanlar. takıldığımız nokta o zamanın şartlarından kaynaklı bence.
    bugün için de, komşuluk ortamı oluşması bu davayı esas almasak bile islam anlayışı esaslı fikirlerle olacaktır. şahsi fikrim böyle.

  9. Yazan:Eşref Tarih: May 2, 2020 | Reply

    Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri Bir kahvenin önünden oradaki oturan insanlara bakıp dermiş ki Keşke para verip şu insanların zamanını satın alabilsem de şu Dine hizmet edebilsem dermiş Allah Teala Ondaki o gayreti O isteğini bizlere de versin sadece gayret yetmiyor gayreti en doğru şekilde nerede kullanacağımız da önemli bu kadar değerli ilimler varken bizler neler yapıyoruz nefsim adına konuşayım,.. şu sözü okumuştum Türklerin hali altın dolu sandığın üzerine oturup dü dilencilik yapmaya benzer zamanımızın zaten hiç bereketi yok vakitler bereketsiz çünkü bizde Bereket yok aynı şekilde bunu nasıl değerlendireceğim izi de tam hakim değiliz nakşi şeyhlerinin bir tanesi Abdülhalik gucduvani olsa gerek ,Mübarek bu yol için 11 temel düstur zikretmiş Onlardan birisi de vukufi zamani zamana Vakıf olmak hocamız hep dua ederken derdi ki Rabbimiz bize vaktinde tedarikler ihsan eyle diye,inancımıza göre biz ahirete tedarik için varız dünya araç ahiret amaç, lâkin Mevlana hazretleri buyuruyor ki yokluğa dikkat et yoksa çok hikmetler var marangoz ham ahşap Arar kullanmak için müteahhit boş arsa Arar ev yapmak için bizim de zihinlerimizin ilk baştan kaliteli olarak doldurabileydik çok daha fazla yol kat ederdik Bundan sonra artık bizim yaptığımız Selin önünden mal kaçırmaya benzer ne alırsak ne koparsa kar Misali

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eyl 29, 2010: Twitter Trackbacks for İman ve Aksiyon (Necip Fazıl) : Derin Düşünce [derindusunce.org] on Topsy.com

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin